LALA MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ 178
179
LALE
vvfİI3
Minyatürde lale (Levnî Albümü, TSM, H. 2164) (sol) ve kitapta lale (Şükûfename, 1307, Millet
Kütüphanesi).
Çelik Gülersoy, Lale ve İstanbul, ist, 1990
O!
O
Lala Mustafa Paşa Türbesi'nin planı. Yıldız Demiriz
LALA MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ
Eyüb Sultan Camii avlusunda, Eyüb Sultan Türbesi ile caminin Bostan İskelesi'ne açılan kapısı arasındaki, kapının sol iç yanındaki açık türbedir.
Kıbrıs fatihi olarak tanınan Lala Mustafa Paşa, L Süleyman (Kanuni) (1520-1566) ve II. Selim dönemlerinde (1566-1574) vezirlik yapmış, ikinci vezirliğe kadar yükselmiştir. III. Murad (hd 1574-1595) sadaret mührünü Sinan Paşa'ya verince üzüntüden vefat ettiği ileri sürülür. Vefatına iki farklı tarih düşürülmüştür. "Hasretkeş 998/1589" ve "Rıhlet-i Lala Paşa 1004/1595". Ancak, lahti üzerinde 988/1580 tarihi bulunduğuna göre ölüm yılı bu olmalıdır.
Kare planlı türbe, sivri kemerler üzerine oturan alçak sekizgen kasnağı ve kubbesiyle tipik açık türbe örneklerindendir. Kemerleri taşıyan silindirik mermer sütunların başlıkları baklavalıdır. Yapının diğer kısımları kesme küfeki taşındandır.
Türbe içindeki tek mezar, Lala Mustafa Paşa'nın kavuklu mermer Mitidir. Girift istifli sülüs kitabesi 988/1580 tarihini verir.
Bibi. Demiriz, Türbeler, 52-54; Akakuş, Eyyûb Sultan, 202-203.
YILDIZ DEMİRİZ
LALE
istanbul'un simgesi kabul edilen çiçek.
"Lale-i rumî" denen kültür lalesinin ve türlerinin anavatanı İstanbul'dur. Bu tür i-çin "İstanbul lalesi", "Osmanlı lalesi" adları da önerilmiştir. 16. yy'ın ikinci yarısından 18. yy'ın ortalarına değin, İstanbul'da soyluluğun ve kent inceliğinin en değerli öğesi sayılan lale etrafında, mimariden edebiyata kadar zengin bir kültür oluşmuş, özellikle de Divan Edebiyatı'nda lale mazmunu, çini ve kumaş desenlerinde de lale motifleri çokça işlenmiştir. Lale bahçesi olanlara lalezari, lale tarhlarına ve bah-
çelerine Mezar, lalesar, lale için yazılan risalelere lalename denilmiştir. İstanbul'da bir semt "Laleli", Emirgân'da bir park ve Topkapı Sarayı'nda bir iç bahçe "Lale Bahçesi", kentin muhtelif yerlerindeki "Lale-zar Mescidi", "Laleli Külliyesi", bu çiçeğin adını taşımaktadır. 1959'da açılan Lale Ser-gisi'nden sonra, Emirgân Korusu'nda(->) İstanbul'a özgü lale yetiştirme geleneğinin canlandırılmasına başlanmıştır. Osmanlı tarihinin 1718-1730 arasındaki kısa yenileşme dönemine ise sonradan, Lale Devri(-0 denilmiştir.
Osmanlılardan önce Anadolu Selçuklularında da lale sevgisi ve buna bağlı o-larak lale kültürü vardı. Bu kültürün uzantıları, fetihten sonra İstanbul'a da yansıdı. Bunun ilk nedeni ise dindir.
Lale, mistik bir bakışla Tanrı'mn birliğini simgeler. Her soğan sadece bir sap ve bir çiçek verdiğinden lale tevhit işareti sayılmıştır. Arapça yazılışı da "kelime-i tev-hid"in harfleriyle başlar. Yine Arapça "Allah'ın başındaki "elif harfi ile lale arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi, laledeki (lâmelif, lam ve he) harflerle İslamiyetin sembolü olan "hilal" sözcüğü yazılmaktadır. Ebced hesabıyla da "Allah" ve "lale" sözcükleri aynı sayıyı vermektedir. Tüm bu benzetme ve rastlantıların bir sonucu olarak lale, doğal ve estetik özellikleri bir yana İslami bir yorumlayışla kutsal sayılmış; Tanrı'mn yaratıcılığını en güzel yansıtan varlık kabul edilmiştir. Yokdur bu âb ü tâb ne mihr ü ne jalede/lzhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lalede dizeleri, bunu ifade eder. İstanbul'da ilk kültür lalelerinden birini yetiştirenin ve laleciliğe öncülük edenin Şeyhülislam Ebussuud Efendi(-0 olması da bu açıdan anlamlıdır. Ebussuud Efendi'den önce, kendisiyle çağdaş ve daha sonra lale yetiştirenler arasında kazasker, müftü, şeyh, imam vb pek çok din ve tasavvuf adamı vardır. Kuşkusuz bunlar da aynı inançla laleye özel bir ilgi duymuşlardı. Ebussuud Efendi'nin yetiştirdiği ilk İstanbul lalesine "nur-ı adn" (adn cennetinin nuru) adının verilmesi de anlamlıdır. Lale için İstanbul'da uygun görülen ortamlar da genellikle tekke ve cami bahçeleriyle has-bahçeler, çiçekçi bahçeleri olmuştur.
Bir kır çiçeği olan lalenin kültür çiçeğine dönüşümü, bununla da yetinilmeye-rek yüzlerce türünün yetiştirilmesi, İstanbul çiçekçiliğinin bir başarısı sayılır (bak. çiçekçilik). İstanbul'a gelişi erken zamanlarda olan lale için, Eyüp ve Kâğıthane Vadisi'nin toprağı çok uygun düşmüş, o-lasılıkla da ilk yetiştirme çabaları bu semtlerde başlatılmıştı. Uzun bir zaman da İstanbul surlarından Edirne'ye doğru giden yollar boyunca, tarlalarda lale yetiştirilmesi geleneği sürdü. Gezginlerin anlattıklarına göre Lüleburgaz'a kadar lale ve şakayık tarlaları vardı. Lalenin İstanbul'dan Avrupa'ya götürülüşü öyküsü de bu döneme tarihlenir. Augier Ghislain de Busbecq'in(-0 1562'de memleketine dönerken arasında "dülbend lalesi" denen türün de bulunduğu lale soğanları götürdüğü, aynı yıllarda, Augsburg'da Nenvart'ın egzotik bitkilerle dolu bahçesinde Tulipa turcarum'un
da (Türk tülbendi, Türk lalesi) görüldüğü vurgulanmıştır. Bu, Busbecq'in anılarında sözünü ettiği "tulipa" (tülbent) lalesinden başka bir şey değildi. Lalenin Avrupa dillerine "tulip" adıyla girmesi de buna dayanır.
Lalenin, İstanbul'daki zevk ve eğlence mekânlarını süslemesi ve değer kazanması, kent kültüründeki değişime koşut bir eğri izlemiştir. 16. yy'ın sonlarına doğru lale düşkünlüğü doruğa çıkarken, 17. yy' in ilk yarısında, İstanbul'un yaşadığı kanlı ve sıkıntılı ortamda, bu düşkünlük bir oranda yavaşlamış; IV. Murad'ın (hd 1623-1640) kent ölçeğinde güvenliği sağlaması ile yemden hız kazanarak Lale Devri sonlarına kadar sürmüştür. Lalenin, İstanbul' daki hasbahçelere ekilmek üzere siparişine ilişkin en eski belge II. Selim dönemine (1566-1574) aittir. Kırım'dan getirtilen 300.000 adet sahraî lale (kır Mesi-Tulipa schrenkiı) soğanı, daha sonra Kefe lalesi olarak ünlenecek olan, İstanbul kültür lalelerinin ilklerindendir. IV. Murad dönemine kadar, İstanbul'daki lale yetiştiriciliğinin bu sahraî laleye ve Anadolu'dan getirtilen dağlalesi, berrî lale, kara lale, la-le-i dağdar, lale-i hamra, beyaz lale, dülbend lalesi, eşek lalesi, lale-i deştî vb türlere dayandığı, arada, Molla Çelebi diye ünlü Veli Mehmed Efendi'nin (ö. 1603) yaptığı gibi, meraklıların "Frengistan'dan" (Avrupa'dan) tohum ve soğanlar getirtip kendi bahçelerinde yeni laleler elde ettikleri anlaşılmaktadır. Çiçek ve lale risalelerinde yazıldığına göre, IV. Murad'ın Doğu seferlerine katılan tarihçi Hoca Hasan Efendi, İran'dan 7 ayrı çeşit lale soğanı getirerek mevcut kültüre yeni bir zenginlik kattı. l651'de ise, yüzyıl kadar önce Avrupa'ya götürülen lalelerin soyundan 10 çeşit frengî lale soğanını, Avusturya Elçisi Schmid von Schwarserhorn İstanbul'a hediye olarak getirdi. Buna, "lalenin İstanbul'a dönüşü" denmiştir. Bu dönüş, İstanbullu lale meraklıları için, tulipomanlığın (aşırı lale tutkusu) başlangıcı sayılır. İstanbul'da seçme ve melezleme yöntemleriyle yeni lale çeşitleri yetiştirme, başka kimsede benzeri bulunmayan lale soğanları-
Piyale Paşa Camii'nin haziresindeki lale
kabartması.
Yıldız Demiriz, 1979
na sahip olma, lale için risaleler, kitaplar yazma heveslileri, 17. yy'ın ikinci yarısından başlayarak daha da arttı. Sultan İbrahim döneminde (1640-1648) San Abdullah' m(->) serşükufeciyân-ı hassa atanmasının ardından "IV. Mehmed döneminde (1648-1687) de Meclis-i Şükûfe'nin çalışmaya başlaması, yeni dönemin ilginç gelişmeleri olarak saptanır. "Defter-i Lalezâr-ı İstanbul" adlı yazma eser, 17. yy'ın sonu ile 18. yy'ın başında İstanbul'da yetiştirilen ve revaçta olan 1.108 lale çeşidinin adlarını ve özelliklerini vermektedir. Kentte, Meclis-i Şükûfe dışında, gündemi çiçek ve lale o-lan söyleşiler ve toplantılar saray ve konaklarda sık sık yineleniyordu. "Çiçek müzakereleri" ya da "çiçek üzerine musahabe" denen bu oturumlarda, sadece çiçek ve lale konuşuluyordu. "Medh-i Lalezâr-ı Kadîm" adlı yazma eser, yazarının ifadesine göre, bu söyleşilere katılan çiçekçi-başı Solakzade Çelebi'nin, Tezkireci Efendi'nin, Defterdarzade'nin, Serdar İbrahim-zade'nin, Arif Efendi'nin, Zeki Ali Efendi' nin, Eyyubî Efendi'nin, Davudpaşazade' nin, Yıldızzade Çelebi'nin anlattıklarından edinilen birikimle yazılmıştı. Sünbül Efendi Tekkesi Şeyhi Hasan Efendi, laleye öylesine düşkündü ki, her cuma günü, evinde bahçıvanları topluyor, ziyafet veriyor ve söyleşiyordu.
İstanbulluların bir zevki ise boş zamanlarında ve tatil günlerinde fulya, lale tarlalarına, bahçelerine gezmeye çıkmaktı. Laleler açılmaya başlayınca halk "lale küşa-yişi temaşasına" gitmekten zevk almaktaydı. Özellikle de Eyüp sırtlarına ve Kâğıthane Vadisi'ne gidiliyor, Mezarlardan alınan renk renk laleler, kavukların, sarıkların kıvrımlarına iliştiriliyordu. Bu gezilere İstanbul dilinde "lale seyranına çıkmak" denmekteydi. Şairler ise, her ilkbaharda yeni bir yarış başlatarak yazdıkları bahariyelerde lalelere övgüler sıralamaktaydılar. Bu aşırı ilgi, giderek 18. yy'ın başında bir lale çılgınlığına dönüştü. Rumî lale ve gi-ritlalesi dışında kalan ve birer şakayık türü olan kimi çiçeklere bile "lale-i nu'man", "manisalalesi", "Zağra lalesi" vb adlar veriliyordu. 18. yy'ın ortalarına doğru İstanbul bahçelerinde ve Mezarlarında yetiştirilen lale çeşidi, "Ferah-engiz" adlı yazma eserdeki kayda göre 1.588'e ulaşmıştı. Serşükûfeciyan (çiçekçibaşf) Şeyh Mehmed Lalezârî ise "Mizanü'l-Ezhar" adlı eserinde bir lalenin değerli sayılmasıyla ilgili özellikleri anlatmıştır. Benzeri risalelerde de sıkça yer verilen lale tanımları ise uzmanlarınca yapılıyordu. Örneğin, "nize-i rümman" denen çok değerli bir lale çeşidi şu şekilde tammlanmışti;-"Rengi dâne-i (e)nar renginde şeffaf, latif, berkleri bâ-rik ve nişleri beraberdir. Tığlaları sülûsâ-ni tığdır. Fitilleri siyah hurda ve tohum hanesinden bâlâ-terdir. Rengi agreb-i garâib nukuş ile mülevvendir..."
Lalenin, başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak düzeyde, İstanbul'da değer kazanması, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın(-») sadrazamlığında (1718-1730) doruğa ulaştı. Bir hat sanatçısı olan ve Topkapı Sara-yı'ndaki özel odasını (Yemiş Odası) türlü
çiçek ve lale motifleriyle bezeten III. Ah-med de (hd 1703-1730) İbrahim Paşa gibi lale tutkunuydu. Sonradan, bir döneme adını verecek olan lale, padişahtan kenar halkına kadar herkes için, servet, ziynet ve onur öğesi oldu. İbrahim Paşa'nın sadrazamlığına değin, Osmanlı'da ve Avrupa' da bir çiçeğin bu düzeyde rağbet gördüğüne bir başka örnek yoktur. Kuşkusuz bu tutkuda, uzun bir estetik gelişim sürecine bağlı olarak İstanbulluların eriştiği ince zevk, birinci derecede etkili olmuştu. Kısa zamanda kentin her tarafında Mezarlar düzenlendi. Lale eğlenceleri ve müsabakaları yapılmaya başladı. Bunları hayale değil gözleme dayalı olarak anlatan yabancılara göre, geniş lale tarhlarına kristal fanuslar, aynalar yerleştiriliyor, yer yer de vazolar ve kâseler içinde en değerli laleler konuyordu. Geceleyin yakılan ışıklarla lalelerin renkleri değişiyor, beride bir müzik faslı geçiliyordu. Lale tarhları arasındaki maketimsi pavyonlarda konuklara inciler, mücevherler, altın, gümüş hediyelikler, ipekliler satılıyor veya armağan ediliyordu. Özellikle zengin muhitler, rical konakları,, yalılar, düzenli bahçeleri ve lale zenginlikleri ile İstanbul'u bir gülistana çevirmişti. İlkbaharda, laleyle birlikte sümbül, fulya, karanfil çeşitleri için müsabakalar düzenleniyordu. "Reyhanı", "İbra-himî", "Hibetullah", "elmaspâre", "dilkü-şa", "zehebî", "hekimbaşı sarısı" adlı fulya türleriyle "sürh-i nâhid", "şahbânû", "peh-levî", "tutî-peçe", "dûşîze", "hürmüz", "sa-rıkız", "ebr-i şefik", "fevvare-i bahar", "şeh-hûbân", "sim-endam" laleleri arasında, herkesi heyecana boğan derece yarışları yapılıyordu. Lale, önceleri bir gündüz çiçe-
ğiyken, çırağan eğlenceleriyle(->) artık bir gece çiçeği de olmuştu. Bahçesi bulunmayan veya elverişli olmayan evlerde saksı çiçeği ve lalesi revaçtaydı. Boğaziçi ve Haliç sahillerini süsleyen kasr-ı hümayun bahçeleri, Topkapı Sarayı'nın iç bahçeleri, baştan başa Mezarlarla bezeliydi. Çırağan, Sa'dâbâd, Neşatâbâd bahçelerinde yetiştirilen "lû'lû-i erzak" adlı lalelerin, hava sıcaklığından ve güneşten renkleri uçmasın diye üzerlerine beyaz örtü çekilmesi âdetti. Dünyanın her tarafından İstanbul'a yeni lale soğanları getiriliyordu. İran'ın, lale-i duhterisine İstanbullular, "mahbub lale" adını vermişlerdi. "Tâc-ı kayser" ise soğanı Avrupa'dan getirilmiş bir başka değerli laleydi. Bu türün yitirilmesi üzerine İbrahim Paşa tellallar bağırttırarak, elinde bunun soğanından bulunanları sarayına davet etmişti.
İstanbul bu kısa dönemde dünyanın, a-lıcısıençok lale pazarı oldu. Meraklılar, yetiştirdikleri laleleri ya kıskanarak soğanından kimseye vermiyorlar veya kendilerinde bulunmayan tür soğanları ile değiştiriyorlardı. Kentteki çiçekçi esnafı ise, bu önlenemez tutkudan yararlanmak için ihtikâr yollarına başvurdu. İbrahim Paşa bunu önlemek için bir hükümle, her bahçede ve her esnafta bulunan lalelerin cins ve sayısının bildirilmesi zorunluluğunu ve lale narhı uygulamasını koydu. Şeyh Mehmed Lalezârî çiçekçibaşı atandı. O gün için lalenin günlük yaşamdaki önemini en doğru vurgulayan belge, III. Ahmed'in ağzından İstanbul kadısına yazılan hükümdür. 1728 tarihli bu hükümde, İstanbullu ların öteden beri çiçekperver oldukları, kentin havasının ve suyunun güzelliğinin ise
LAIA MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ 178
179
LALE
Minyatürde lale (Levnî Albümü, TSM, H. 2164) (sol) ve kitapta lale (Şükûfename, 1307, Millet
Kütüphanesi).
Çelik Gülersoy, Lale ve istanbul, ist, 1990
Lala Mustafa Paşa Türbesi'nin planı. Yıldız Demiriz
LALA MUSTAFA PAŞA TÜRBESİ
Eyüb Sultan Camii avlusunda, Eyüb Sultan Türbesi ile caminin Bostan Iskelesi'ne açılan kapısı arasındaki, kapının sol iç yanındaki açık türbedir.
Kıbrıs fatihi olarak tanınan Lala Mustafa Paşa, L Süleyman (Kanuni) (1520-1566) ve II. Selim dönemlerinde (1566-1574) vezirlik yapmış, ikinci vezirliğe kadar yükselmiştir. III. Murad (hd 1574-1595) sadaret mührünü Sinan Paşa'ya verince üzüntüden vefat ettiği ileri sürülür. Vefatına iki farklı tarih düşürülmüştür. "Hasretkeş 998/1589" ve "Rıhlet-i Lala Paşa 1004/1595". Ancak, lahti üzerinde 988/1580 tarihi bulunduğuna göre ölüm yılı bu olmalıdır.
Kare planlı türbe, sivri kemerler üzerine oturan alçak sekizgen kasnağı ve kubbesiyle tipik açık türbe örneklerindendir. Kemerleri taşıyan silindirik mermer sütunların başlıkları baklavalıdır. Yapının diğer kısımları kesme küfeki taşındandır.
Türbe içindeki tek mezar, Lala Mustafa Paşa'nın kavuklu mermer lahtidir. Girift istifli sülüs kitabesi 988/1580 tarihini verir.
Bibi. Demiriz, Türbeler, 52-54; Akakuş, Eyyûb Sultan, 202-203.
YILDIZ DEMİRİZ
LALE
istanbul'un simgesi kabul edilen çiçek.
"Lale-i rumî" denen kültür lalesinin ve türlerinin anavatanı istanbul'dur. Bu tür i-çin "İstanbul lalesi", "Osmanlı lalesi" adlan da önerilmiştir. 16. yy'rn ikinci yarısından 18. yy'm ortalarına değin, İstanbul'da soyluluğun ve kent inceliğinin en değerli öğesi sayılan lale etrafında, mimariden edebiyata kadar zengin bir kültür oluşmuş, özellikle de Divan Edebiyatı'nda lale mazmunu, çini ve kumaş desenlerinde de lale motifleri çokça işlenmiştir. Lale bahçesi olanlara lalezari, lale tarhlarına ve bah-
çelerine lalezar, lalesar, lale için yazılan risalelere lalename denilmiştir. İstanbul'da bir semt "Laleli", Emirgân'da bir park ve Topkapı Sarayı'nda bir iç bahçe "Lale Bahçesi", kentin muhtelif yerlerindeki "Lalezar Mescidi", "Laleli Külliyesi", bu çiçeğin adını taşımaktadır. 1959'da açılan Lale Ser-gisi'nden sonra, Emirgân Korusu'nda(-») İstanbul'a özgü lale yetiştirme geleneğinin canlandırılmasına başlanmıştır. Osmanlı tarihinin 1718-1730 arasındaki kısa yenileşme dönemine ise sonradan, Lale Devri(->) denilmiştir.
Osmanlılardan önce Anadolu Selçuklularında da lale sevgisi ve buna bağlı o-larak lale kültürü vardı. Bu kültürün uzantıları, fetihten sonra İstanbul'a da yansıdı. Bunun ilk nedeni ise dindir.
Lale, mistik bir bakışla Tann'nın birliğini simgeler. Her soğan sadece bir sap ve bir çiçek verdiğinden lale tevhit işareti sayılmıştır. Arapça yazılışı da "kelime-i tevhidin harfleriyle başlar. Yine Arapça "Al-lah"m başındaki "elif harfi ile lale arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi, laledeki (lâmelif, lam ve he) harflerle îslamiyetin sembolü olan "hilal" sözcüğü yazılmaktadır. Ebced hesabıyla da "Allah" ve "lale" sözcükleri aynı sayıyı vermektedir. Tüm bu benzetme ve rastlantıların bir sonucu olarak lale, doğal ve estetik özellikleri bir yana İslami bir yorumlayışla kutsal sayılmış; Tann'nın yaratıcılığını en güzel yansıtan varlık kabul edilmiştir. Yokdur bu âb ü tâb ne mihr ü ne jalede / İzhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lalede dizeleri, bunu ifade eder. istanbul'da ilk kültür lalelerinden birini yetiştirenin ve laleciliğe öncülük edenin Şeyhülislam Ebussuud Efendi(->) olması da bu açıdan anlamlıdır. Ebussuud Efendi'den önce, kendisiyle çağdaş ve daha sonra lale yetiştirenler arasında kazasker, müftü, şeyh, imam vb pek çok din ve tasavvuf adamı vardır. Kuşkusuz bunlar da aynı inançla laleye özel bir ilgi duymuşlardı. Ebussuud Efendi'nin yetiştirdiği ilk İstanbul lalesine "nur-ı adn" (adn cennetinin nuru) adının verilmesi de anlamlıdır. Lale için İstanbul'da uygun görülen ortamlar da genellikle tekke ve cami bahçeleriyle has-bahçeler, çiçekçi bahçeleri olmuştur.
Bir kır çiçeği olan lalenin kültür çiçeğine dönüşümü, bununla da yetinilmeye-rek yüzlerce türünün yetiştirilmesi, İstanbul çiçekçiliğinin bir başarısı sayılır (bak. çiçekçilik), istanbul'a gelişi erken zamanlarda olan lale için, Eyüp ve Kâğıthane Vadisi'nin toprağı çok uygun düşmüş, o-lasılıkla da ilk yetiştirme çabaları bu semtlerde başlatılmıştı. Uzun bir zaman da İstanbul surlarından Edirne'ye doğru giden yollar boyunca, tarlalarda lale yetiştirilmesi geleneği sürdü. Gezginlerin anlattıklarına göre Lüleburgaz'a kadar lale ve şakayık tarlaları vardı. Lalenin İstanbul'dan Avrupa'ya götürülüşü öyküsü de bu döneme tarihlenir. Augier Ghislain de Busbecq'in(->) 1562'de memleketine dönerken arasında "dülbend lalesi" denen türün de bulunduğu lale soğanları götürdüğü, aynı yıllarda, Augsburg'da Nenvart'ın egzotik bitkilerle dolu bahçesinde Tulipa turcarum'un
da (Türk tülbendi, Türk lalesi) görüldüğü vurgulanmıştır. Bu, Busbecq'in anılarında sözünü ettiği "tulipa" (tülbent) lalesinden başka bir şey değildi. Lalenin Avrupa dillerine "tulip" adıyla girmesi de buna dayanır.
Lalenin, istanbul'daki zevk ve eğlence mekânlarını süslemesi ve değer kazanması, kent kültüründeki değişime koşut bir eğri izlemiştir. 16. yy'ın sonlarına doğru lale düşkünlüğü doruğa çıkarken, 17. yy' in ilk yarısında, İstanbul'un yaşadığı kanlı ve sıkıntılı ortamda, bu düşkünlük bir oranda yavaşlamış; IV. Murad'ın (hd 1623-1640) kent ölçeğinde güvenliği sağlaması ile yeniden hız kazanarak Lale Devri sonlarına kadar sürmüştür. Lalenin, İstanbul' daki hasbahçelere ekilmek üzere siparişine ilişkin en eski belge II. Selim dönemine (1566-1574) aittir. Kırım'dan getirtilen 300.000 adet sahraî lale (kır lalesi-Tulipa schrenkii) soğanı, daha sonra Kefe lalesi olarak ünlenecek olan, İstanbul kültür lalelerinin ilklerindendir. IV. Murad dönemine kadar, İstanbul'daki lale yetiştiriciliğinin bu sahraî laleye ve Anadolu'dan getirtilen dağlalesi, berrî lale, kara lale, la-le-i dağdar, lale-i hamra, beyaz lale, dülbend lalesi, eşek lalesi, lale-i deştî vb türlere dayandığı, arada, Molla Çelebi diye ünlü Veli Mehmed Efendi'nin (ö. 1603) yaptığı gibi, meraklıların "Frengistan'dan" (Avrupa'dan) tohum ve soğanlar getirtip kendi bahçelerinde yeni laleler elde ettikleri anlaşılmaktadır. Çiçek ve lale risalelerinde yazıldığına göre, IV. Murad'ın Doğu seferlerine katılan tarihçi Hoca Hasan Efendi, İran'dan 7 ayrı çeşit lale soğanı getirerek mevcut kültüre yeni bir zenginlik kattı. 1651'de ise, yüzyıl kadar önce Avrupa'ya götürülen lalelerin soyundan 10 çeşit frengi lale soğanını, Avusturya Elçisi Schmid von Schwarserhorn İstanbul'a hediye olarak getirdi. Buna, "lalenin istanbul'a dönüşü" denmiştir. Bu dönüş, İstanbullu lale meraklıları için, tulipomanlığın (aşırı lale tutkusu) başlangıcı sayılır. İstanbul'da seçme ve melezleme yöntemleriyle yeni lale çeşitleri yetiştirme, başka kimsede benzeri bulunmayan lale soğanları-
Piyale Paşa Camii'nin haziresindeki lale
kabartması.
Yıldız Demiriz, 1979
na sahip olma, lale için risaleler, kitaplar yazma heveslileri, 17. yy'ın ikinci yarısından başlayarak daha da arttı. Sultan İbrahim döneminde (1640-1648) San Abdullah' ın(-») serşükufeciyân-ı hassa atanmasının ardından "IV. Mehmed döneminde (1648-1687) de Meclis-i Şükûfe'nin çalışmaya başlaması, yeni dönemin ilginç gelişmeleri olarak saptanır. "Defter-i Lalezâr-ı istanbul" adlı yazma eser, 17. yy'ın sonu ile 18. yy'ın başında istanbul'da yetiştirilen ve revaçta olan 1.108 lale çeşidinin adlarını ve özelliklerini vermektedir. Kentte, Meclis-i Şükûfe dışında, gündemi çiçek ve lale o-lan söyleşiler ve toplantılar saray ve konaklarda sık sık yineleniyordu. "Çiçek müzakereleri" ya da "çiçek üzerine musahabe" denen bu oturumlarda, sadece çiçek ve lale konuşuluyordu. "Medh-i Lalezâr-ı Kadîm" adlı yazma eser, yazarının ifadesine göre, bu söyleşilere katılan çiçekçi-başı Solakzade Çelebi'nin, Tezkireci Efendi'nin, Defterdarzade'nin, Serdar İbrahim-zade'nin, Arif Efendi'nin, Zeki Ali Efendi' nin, Eyyubî Efendi'nin, Davudpaşazade' nin, Yıldızzade Çelebi'nin anlattıklarından edinilen birikimle yazılmıştı. Sünbül Efendi Tekkesi Şeyhi Hasan Efendi, laleye öylesine düşkündü ki, her cuma günü, evinde bahçıvanları topluyor, ziyafet veriyor ve söyleşiyordu.
İstanbulluların bir zevki ise boş zamanlarında ve tatil günlerinde fulya, lale tarlalarına, bahçelerine gezmeye çıkmaktı. Laleler açılmaya başlayınca halk "lale küşa-yişi temaşasına" gitmekten zevk almaktaydı. Özellikle de Eyüp sırtlarına ve Kâğıthane Vadisi'ne gidiliyor, lalezarlardan alman renk renk laleler, kavuklann, sarıkların kıvrımlarına iliştiriliyordu. Bu gezilere İstanbul dilinde "lale seyranına çıkmak" denmekteydi. Şairler ise, her ilkbaharda yeni bir yarış başlatarak yazdıkları bahariyelerde lalelere övgüler sıralamaktaydılar. Bu aşırı ilgi, giderek 18. yy'ın başında bir lale çılgınlığına dönüştü. Rumî lale ve gi-ritlalesi dışında kalan ve birer şakayık türü olan kimi çiçeklere bile "lale-i nu'man", "manisalalesi", "Zağra lalesi" vb adlar veriliyordu. 18. yy'ın ortalarına doğru İstanbul bahçelerinde ve Mezarlarında yetiştirilen lale çeşidi, "Ferah-engiz" adlı yazma eserdeki kayda göre 1.588'e ulaşmıştı. Serşükûfeciyan (çiçekçibaşı) Şeyh Mehmed Lalezârî ise "Mizanü'l-Ezhar" adlı eserinde bir lalenin değerli sayılmasıyla ilgili özellikleri anlatmıştır. Benzeri risalelerde de sıkça yer verilen lale tanımları ise uzmanlarınca yapılıyordu. Örneğin, "nize-i rümman" denen çok değerli bir lale çeşidi şu şekilde tanımlanmışu>"Rengi dâne-i (e)nar renginde şeffaf, latif, berkleri bâ-rik ve nişleri beraberdir. Tığlaları sülûsâ-ni tığdır. Fitilleri siyah hurda ve tohum hanesinden bâlâ-terdir. Rengi agreb-i garâib nukuş ile mülevvendir..."
Lalenin, başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak düzeyde, İstanbul'da değer kazanması, Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'nın(->) sadrazamlığında (1718-1730) doruğa ulaştı. Bir hat sanatçısı olan ve Topkapı Sara-yı'ndaki özel odasını (Yemiş Odası) türlü
çiçek ve lale motifleriyle bezelen III. Ah-med de (hd 1703-1730) İbrahim Paşa gibi lale tutkunuydu. Sonradan, bir döneme adını verecek olan lale, padişahtan kenar halkına kadar herkes için, servet, ziynet ve onur öğesi oldu. İbrahim Paşa'nın sadrazamlığına değin, Osmanlı'da ve Avrupa' da bir çiçeğin bu düzeyde rağbet gördüğüne bir başka örnek yoktur. Kuşkusuz bu tutkuda, uzun bir estetik gelişim sürecine bağlı olarak istanbulluların eriştiği ince zevk, birinci derecede etkili olmuştu. Kısa zamanda kentin her tarafında lalezarlar düzenlendi. Lale eğlenceleri ve müsabakaları yapılmaya başladı. Bunları hayale değil gözleme dayalı olarak anlatan yabancılara göre, geniş lale tarhlarına kristal fanuslar, aynalar yerleştiriliyor, yer yer de vazolar ve kâseler içinde en değerli laleler konuyordu. Geceleyin yakılan ışıklarla lalelerin renkleri değişiyor, beride bir müzik faslı geçiliyordu. Lale tarhları arasındaki maketimsi pavyonlarda konuklara inciler, mücevherler, altın, gümüş hediyelikler, ipekliler satılıyor veya armağan ediliyordu. Özellikle zengin muhitler, rical konakları,, yalılar, düzenli bahçeleri ve lale zenginlikleri ile İstanbul'u bir gülistana çevirmişti. İlkbaharda, laleyle birlikte sümbül, fulya, karanfil çeşitleri için müsabakalar düzenleniyordu. "Reyhanî", "İbra-himî", "Hibetullah", "elmaspâre", "dilkü-şa", "zehebî", "hekimbaşı sarısı" adlı fulya türleriyle "sürh-i nâhid", "şahbânû", "peh-levî", "tutî-peçe", "dûşîze", "hürmüz", "sa-rıkız", "ebr-i şefik", "feware-i bahar", "şeh-hûbân", "sim-endam" laleleri arasında, herkesi heyecana boğan derece yarışları yapılıyordu. Lale, önceleri bir gündüz çiçe-
ğiyken, çırağan eğlenceleriyle(->) artık bir gece çiçeği de olmuştu. Bahçesi bulunmayan veya elverişli olmayan evlerde saksı çiçeği ve lalesi revaçtaydı. Boğaziçi ve Haliç sahillerini süsleyen kasr-ı hümayun bahçeleri, Topkapı Sarayı'nın iç bahçeleri, baştan başa lalezarlarla bezeliydi. Çırağan, Sa'dâbâd, Neşatâbâd bahçelerinde yetiştirilen "lû'lû-i erzak" adlı lalelerin, hava sıcaklığından ve güneşten renkleri uçmasın diye üzerlerine beyaz örtü çekilmesi âdetti. Dünyanın her tarafından istanbul'a yeni lale soğanları getiriliyordu. İran'ın, lale-i duhterisine İstanbullular, "mahbub lale" adını vermişlerdi. "Tâc-ı kayser" ise soğanı Avrupa'dan getirilmiş bir başka değerli laleydi. Bu türün yitirilmesi üzerine İbrahim Paşa tellallar bağırttırarak, elinde bunun soğanından bulunanları sarayına davet etmişti.
istanbul bu kısa dönemde dünyanın, a-lıcısıençok lale pazarı oldu. Meraklılar, yetiştirdikleri laleleri ya kıskanarak soğanından kimseye vermiyorlar veya kendilerinde bulunmayan tür soğanları ile değiştiriyorlardı. Kentteki çiçekçi esnafı ise, bu önlenemez tutkudan yararlanmak için ihtikâr yollarına başvurdu. İbrahim Paşa bunu önlemek için bir hükümle, her bahçede ve her esnafta bulunan lalelerin cins ve sayısının bildirilmesi zorunluluğunu ve lale narhı uygulamasını koydu. Şeyh Mehmed Lalezârî çiçekçibaşı atandı. O gün için lalenin günlük yaşamdaki önemini en doğru vurgulayan belge, III. Ahmed'in ağzından İstanbul kadısına yazılan hükümdür. 1728 tarihli bu hükümde, İstanbullu ların öteden beri çiçekperver oldukları, kentin havasının ve suyunun güzelliğinin ise
Dostları ilə paylaş: |