KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə47/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   140

Laleli Baba Türbesi

Yavuz Çelenk, 1994

di adına bir cami inşa ettirmesi, bu suretle vefatından sonra adının hayırla yad e-dilmesini sağlaması yolunda tavsiyede bulunur. III. Mustafa da şu cevabı verir: "Üç tane cami yaptırdım. Gelgelelim birini ecdadımıza hediye eylemek icap etti (Fatih Camii), birini keşişler zapt etti (Ayazma Camii), birini de meczuba kaptırdık (Laleli Camii)". Diğer taraftan Laleli Baba'nın e-şine dostuna "Koskoca camiyi bir yele satın aldım" şeklinde latife ettiği rivayet olunur... Bütün bu rivayetlerin tarihi gerçekleri ne ölçüde yansıttığı bilinmese de, eski toplum hayatımızda ve dini folklorumuzda çok önemli yerleri olan meczuplardan Laleli Baba'nın (veya onun adına İstanbul halkının) III. Mustafa'nın camiine sahip çıktığı kesindir.

Laleli Baba'nın, ufak boyutlu, üstü a-çık türbesi Ordu Caddesi'nden 2,50 m kadar yüksekte kalan bir setin üzerinde yer almakta ve yamuk planlı bir alanı işgal etmekteydi. Çevresi korkuluk duvarları ve parmaklıklarla kuşatılmış olan türbenin cadde (kıble) tarafında, sırtını türbeye çevirmiş bir çeşme bulunmaktaydı. Kabrin

Eski bir fotoğrafta Laleli Külliyesi. Hayat Tarih Mecmuası, S. 9 (Ekim 1967)

zaman içinde sıvanarak bir miktar değişime uğradığı ancak yine de 18. yy üslubunu yansıttığı bilinmektedir. Bibi. Unsal, Eski Eser Kaybı, 26-27.

M. BAHA TANMAN



LALELİ KÜLLİYESİ

Eminönü İlçesi'nde, Laleli semtinde, Ordu Caddesi ile Fethi Bey Caddesi'nin kesiştiği köşede konumlanır.

Adını yakınındaki Laleli Baba Türbesi'n-den(-0 ya da Laleli Çeşme'den alan külliye, cami, imaret, çeşme, sebil, türbe, han, medrese, muvakkithane, imam ve müezzin konutları ve dükkânlardan oluşur. Kimi yeni yayınlarda bir hamamdan da söz edilmekle birlikte, özgün kaynaklar (örneğin, Hadîkatü'l-Cevâmî) külliye bünyesinde böyle bir yapının var olduğunu doğrula-mazlar. Ancak, Çukur Çeşme Hamamı(->) halk arasında Laleli Hamamı olarak anıldığı için böyle bir yanılgı ortaya çıkmış o-labilir. Sayılan diğer yapıların bazılarının camiyle yaklaşık olarak aynı tarihlerde yapıldıkları için külliyeye ait oldukları ileri sürülmüştür. Yine de külliyenin bileşenleri konusu tam kesinlik göstermez.

Cami: III. Mustafa döneminde (1757-1774) Koca Ragıb Paşa'nın sadrazamlığı sırasında 1760-1763 arasında inşa edilmiştir. Yapımından kısa bir süre sonra İstanbul' un geçirdiği en şiddetli sarsıntılardan biri olan 1766 depreminde yaşanan hasarın büyük olasılıkla çok önemli olmayıp sadece son rötuşların gecikmesine neden olduğu düşünülebilir. Ayrıca, bazı kaynaklara göre sol minare camiye altı yıl sonra eklenmiştir ve yapı üzerindeki veriler bunu doğrular. Kapısı üzerindeki 1197/1783 tarihli Arapça onarını kitabesi Ağustos 1782'de geçirdiği büyük yangın sonucu ortaya çıkan hasarın giderilmesiyle ilgili olmalıdır. Aynı yangında caminin vakfı olan dükkânların da yandığı bilinir.

Avluya üç yönden merdivenle ulaşılır.

Beşi son cemaat yerini örten toplam on sekiz kubbeli avlunun ortasında şadırvanı bulunur. İki yanda yer alan minarelerden güneybatıdaki, avlu duvarıyla bütünleşirken, diğeri yukarıda da vurgulandığı gibi yapıya sonradan eklenmiştir. Hünkâr mahfiline çıkan rampa da yapıya bu kritik noktada eklemlenir. Caminin zeminden yükseltilmiş ana kitlesi sekizgen şemanın değiştirilmesiyle bugünkü biçimini almıştır. Kubbe, dışa çıkıntı yapan mihrap üstünde ve karşı yöndekileri büyük olan altı yarım kubbeyle desteklenir. Kubbe ve yarım kubbelerin yüklerini aktaran sekiz ayaktan sadece mihrabın karşısına gelen ikisi serbest, diğerleri dış duvarlarla bütünleşik o-larak şekillendirilmiştir. Kıble duvarının yanlara uzatılmasıyla avlu duvarı arasında kalan iki yandaki dar uzun mekânlar dışa açık olarak biçimlendirilmiştir. Yapının bezeme programmdaysa, D. Kuban ve A. Arel'e göre, dönemin önceki örnekleri olan Nuruosmaniye ve Ayazma camilerine göre daha yalmlaştırılmış barok etkilerden söz edilebilir. Oysa, caminin gerek plan şeması, gerekse de bezemesiyle baştan hedeflenenden epeyce farklı bir görünüm kazandığı, hattâ özellikle son dönem ona-rımlarıyla bunun daha da çarpıtıldığını söylemek olanaklıdır.

III. Mustafa döneminin en önemli mimari ürünlerinden biri olan Laleli Camii' nin yapım süreci, Osmanlı mimarlık pratiğinin 18. yy'da ulaştığı düzey hakkında bilgi veren en aydınlatıp örnek durumlardan biri sayılmalıdır. Ayazma ve Nuruosmaniye camileri hakkında bilinenlerle birlikte yorumlanırsa, 18. yy'ın ortalarında Osmanlı mimarlığının tam bir dönemece ulaşmış olduğu sonucuna da varılabilir. Üstelik, bu dönemeçte, çoğu kez vurgulandığı gibi yalnızca üslupsal nitelikte değil; ondan çok daha hayati bir teknik ve örgütsel değişimin belirdiği de anlaşılıyor.

Laleli Külliyesi'nin yapımının ilk aşamasına ilişkin bilgileri Vasıf verir. Tarihçi, yeni bir caminin yapımı için karar verildikten sonra, mimarbaşından bir proje hazırlamasının istendiğini belirterek, onun önce mevcut alanın keşif ve mesahasını yaptığını, ardından da bir proje, "bir resm-i hoş-ayende tarh" ettiğini yazar. Bu projenin ne nitelikte olduğu bilinmiyor. Ancak, çiziminde beş yardımcı mimarın emeğinin geçtiği ve onların da temel atma töreninde ödüllendirildiği düşünülürse, oldukça karmaşık bir teknik betimleme aracının söz konusu olduğu açıktır.

Laleli Külliyesi'nin sözü edilen tasarım çalışmalarının kim tarafından ya da kimin önderliğinde gerçekleştirildiği sorusu yanıtsızdır. Çoğu yayında mimarının Mehmed Tahir Ağa olarak verilmesine karşın, bunu doğrulayan özgün bir belge yoktur. Tam aksine, yapının inşaatının ilk aylarında mi-marbaşılık görevini Hacı Ahmed Ağa'nın yaptığı biliniyor. İnşaatın neredeyse bitirilmek üzere olduğu 1176 CemaziyelevvePi ortalarında (1762 Aralık başında) bile hassa başmiman olarak yine Ahmed Ağa'nın adını veren bir belge vardır. Dolayısıyla, Vasıf in belirttiği mimari çalışmaları ger-

Laleli

Camii'nin



planı.

G. Tanyeli

çekleştirenin değilse bile, yönetenin o olduğu düşünülmelidir.

Külliyenin üzerinde yükseleceği alan istimlakler yapılarak hazırlanmaya başlanmıştır. İstimlaklerin kısmen tamamlanmasının ardından, caminin temeli 23 Şaban 1173/5 Nisan 1760'ta mihrap noktasından başlanarak atılmıştır. Fakat, Topkapı Sarayı Arşivi'ndeki birkaç belge, temelin atımından sonra da küçük çaplı bazı istimlakler yapılıp yayılma alanının genişletildiğini belirtmektedir. İnciciyan'dan öğrenildiğine göre, yıkımlardan çıkan molozlar ve temellerin kazı toprağı kira arabalarıyla Langa Bostam'nın deniz tarafına dökülmüş ve oluşan kara parçasıysa daha sonra Ermeni ve Rumlara yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere satılmıştır. Bu bölge bugün Yenikapı Tren İstasyonu'yla sahil yolu arasında kalmaktadır.

Külliyenin inşası için hafriyatı yapılan alan, bilindiği gibi geniş bir bodrum niteliğini taşıyan bir alt yapıyı içermektedir. Bir benzeri Nuruosmaniye Camii'nin altında bulunan bu tür alt yapılarla 18. yy öncesinde karşılaşılmıyor. Bugün çarşı olarak kullanılan söz konusu Laleli alt yapısının özgün işlevinin ticari olmadığı ise açık. Çünkü, 1956-1957'deki yol genişletme çalışmasına kadar bodrum dışa tümüyle kapalıydı ve cadde tarafındaki dükkân dizisi de mevcut değildi. Dükkânlardan sadece Fethi Paşa Caddesi tarafındakiler özgün tasarıma aittir.

Yapının temel kazısının yapılışı sırasında uygulanan plan düzeninin bugünkünden büyük oranda farklı olduğu anlaşılıyor. Yine Vasıf m verdiği bilgiye göre, plan "bed-i nazarda Sultan Selim Camii'ne müşabih ve müşakiP'di; bugünkü deyişle, "ilk bakışta Selimiye'ye benzer ve onu andırı-cı" nitelikteydi. Ne var ki, şimdiki caminin planimetrisi sekizgen bir ayak sistemini içermekle birlikte, mekân kurgusu açısından Selimiye'ye ancak oldukça uzaktan benzemektedir. Daha da önemlisi, caminin üzerinde yükseldiği alt yapı üstteki plani-metrik düzene uygun değildir. Caminin a-na kitlesinin yan duvarları, altta çok şaşırtıcı bir biçimde ana taşıyıcıların eksenlerinden uzakta kalır. Doğal olarak bu çok masraflı ve karmaşık alt yapının üstteki plan düzeniyle uyum içinde olması gerekirdi. Bu planimetrik çelişki bugüne dek dikkat çekmiş değildir. Oysa, Laleli Camii'nin yapım sürecini benzerleri içinde dikkate değer kılan en ilginç sorun söz konusu çelişkiden kaynaklanıyor olmalıdır. Laleli'de, bu çaptaki hiçbir Osmanlı yapısında görülmeyen ya da veri yetersizliği nedeniyle gerçekleştirildiği fark edilemeyen köklü bir karar değişikliği bulunmaktadır.

Yapının mekân düzenini tümüyle fark-lılaştıran bu karar değişikliğinin kanıtı, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunmaktadır. Bu bağlamda daha önce değerlendirilmemiş belgeye göre özgün planda iç mekân genişlikleri yaklaşık olarak bugünkü



LALELİ KÜLLİYESİ

192

193

LAMARTİNE, ALPHONSE DE

mevcut yapının dış yan sofalarını içerecek kadardır ve yan cephelerdeki pencere sayısı da bodrum kat pencerelerinin düşey eksen hizalarında konumlanmak üzere dokuz adet olarak saptanmıştır. Vasıf in Selimiye Camii benzeri diye nitelediği plan bu olmalıdır. Nitekim, bodrum katın plan düzeni de bu savı doğruluyor. Alt yapının ana taşıyıcı ayaklan doğrudan doğruya yukarıdaki sekizgen sistemin izdüşümlerine denk geliyor. Oysa, daha sonra içe çekilerek sekizgenle bütünleştirilen yan duvarlar alt yapıyla bağlantılı düşünüldüklerinde tesadüfi konumda gözüküyorlar. Bunun nedeni, özgün planda içteki sekizgen sistemin yanlarda tıpkı Selimiye'de olduğu gibi dış duvarlardan bağımsız olarak ko-numlandınlışı olabilir.

Belge tarihsiz olduğu için tam olarak kestirilemeyen bir zamanda ilk yapının değiştirilmesi doğrultusunda bir karar alınmıştır. Yapının yanlardan ve az bir miktar son cemaat yeri tarafından daraltılması anlamına gelen bu karar, eski alt yapının inşaatının kısmen bitirilmiş oluşu nedeniyle, iki dış yan sofanın yapımını zorunlu kılmış olmalıdır. Bu sırada içe çekilen yan duvarlar üzerindeki pencere sayısı da belgede öngörüldüğü biçimde beşe düşürül-

Laleli Camii ve Sebili.



Erdal Yazıcı

muştur. Ancak, söz konusu yeni yan duvarların mevcut alt yapıyla taşınması mümkün olmadığından ilk tasarımda birbirlerine dikey doğrultuda uzanan kemerlerle bağlı kalın ayaklardan oluşan bodrum katın örtü sisteminde bazı değişiklikler yapmak da zorunlu hale gelmiştir. Bazilikal bir düzen gösteren alt yapının en dıştaki neflerinin örtüsü, mihraba paralel uzanan yarım kemerler tarafından taşınan yardımcı kemerlerle bu nedenle berkitilmiştir. Caminin alttaki ayakların üzerine oturmayıp açıkta kalan yan duvarları bu eklenti kemerlerle taşınmaktadır.

Gerçekleştirilen haliyle cami üslupsal açıdan döneminin bir başyapıtı sayılmaktan uzaktır. Hattâ bu karar değişikliklerinin bezeme programını da esaslı biçimde etkilemiş olduğu ileri sürülebilir. Ancak, yine de bazı teknik özelliklerinin önemli olduğu söylenebilir. Strüktürel demir kullanımı konusunda o yüzyılın genel çizgisini izlemektedir. Örneğin, cami duvarlarının en azından mahfil döşemesi kotunda çifte bir kuşaklamayla berkitildiğini gösteren ipuçlarına sahibiz. Diğer bir kuşak-lamaysa, ana kubbenin oturduğu kottadır. Yarım kubbelerin üzengi kotundaki gergilerin de bir kuşaklama oluşturduğu ihti-

yatlı bir biçimde öne sürülebilir. Hünkâr mahfiline ulaşan rampanın örtüsüyse, tüm 18. yy Osmanlı mimarlığında volta döşeme diye nitelenebilecek demir kirişli kagir örtülerin en geniş açıklıklı örneğidir. Yine de mimarlıkta demir kullanımı alanında Ayazma ve Nuruosmaniye gibi iki doruk yapının yanında ikinci planda kaldığı kabul edilmelidir.

Yapı malzemesi sağlanması açısından da yine klasik döneme oranla belirgin bir gelişme gözlemleniyor. 18. yy'da sık rastlanan bir durum Laleli için de söz konusu olmuştur, istanbul Tersanesi kimi teknik a-raçlar açısından bir tür malzeme deposu olarak işlev görebilmektedir. Başka bir önemli gelişmeyse, örneğin, şahıs elinde olan eski sütunlar gibi değerli inşaat malzemelerine bedava el koyma yaklaşımının terk edilmiş oluşudur. Bunların tek tek para ödenerek özel ellerden toplandığı anlaşılmakta. Tuğlanın ve küfekinin de mesleği satış ve işleme olan kişilerden alındığı anlaşılıyor. Ahmet Refik'in yayımladığı bir belgedeyse, Bandırma'dan Laleli Camii gereksinmesi için renkli mermerler kestirilmesi işi, yörenin yöneticilerine havale edilmektedir.

Caminin yapımı örgütsel bir çerçevede yorumlanırsa, kısmen geleneksel pratiklere uygun, kısmense bugünküne daha yakın yöntemlerle yürütülmüştür. Her şeyden önce, harcamaların bina emini aracılığıyla yürütülmesine dayanan geleneksel, klasik sistem burada da geçerlidir. Belgeler, önce Saliha Sultan'ın kethüdası Ali Ağa' nm, sonra da Yusuf Efendi'nin bu görevde bulunduklarını gösteriyor.



Medrese: Harikzedegân (Tayyare) Apart-manları'nın üzerinde bulunduğu adada bugünkü adı Kurultay Sokağı olan eski Der-bend Sokağı tarafındaydı. Kapısının bulunduğu sokak söz konusu apartmanlar yapılırken ortadan kalkmıştır. 1894 depreminde harap olan yapı 1911'deki büyük yangında yanarak geriye dört duvar kalmış ve yerine adı geçen binalar yapılmıştır.

Han: Taş Han, Çukur Çeşme ve Sipahiler Hanı adlarıyla bilinen han iki katlı, biri büyük, ötekisi küçük iki avlulu bir yapıdır. Laleli Camii vakıf kayıtlarına göre caminin vakfından olduğu ve ulufelerini almaya gelen sipahilerin burada barındırılması için yapıldığı görüşünün yamsıra Hadîkatü'l-Cevâmi'de adının Katırcıoğlu Hanı olarak verilmesi, yapının külliyenin esas yapılarından biri olduğu konusunda kuşku uyandırır.

Türbe: Öndeki yapıda III. Mustafa, III. Selim (hd 1789-1807), Heybetullah, Mih-rimah, Mihrişah ve Fatma sultanlar gömülüdür. Bu türbenin yanında Haseki Sultanlar Türbesi ve caminin haziresinde üzeri bronz şebekeli Âdilşah Kadın'ın açık türbesi vardır. Laleli Türbesi'nin parmaklık detaylarının 1818 tarihli Nakşıdil Sultan Türbesi'yle benzerlikler göstermesinden ötürü yapının bu tarihe yakın bir dönemde onarım geçirmiş olduğu ileri sürülür.

Sebil: Beş açıklıklı bir düzeni olan sebil dekorasyonu bakımından dönemin benzer yapılarına göre daha sadedir. Hasan

Paşa ve Beşir Ağa sebilleriyle benzer biçimlenme özellikleri gösteren yapının bronz parmaklık detaylarında Nuruosmaniye Sebili'nin etkileri görülür. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 23-24; Kuban, Barok, 30-31, 107-108; Kütükoğlu, istanbul Medreseleri, 375-376; A. Arel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma. Süreci, tst., 1975, s. 69-72; Güran, istanbul Hanları, 138-139.

GÜLSÜN TANYELİ

LÂ'LÎ HACI MUSTAFA EFENDİ ÇEŞMESİ

Fatih Ilçesi'nde, Edirnekapı semtinde Münzevi Kışla Caddesi'ndeki Lâ'lî Mescidi'nin yanında inşa edilmiştir.

Banisi IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) kızı Hatice Sultan'ın kethüdası hattat Lâ'lî Hacı Mustafa Efendi'dir (ö. 1741). Ruznâm-ce-i evvel görevinde bulunduğu dönemde yazılarında kendi hazırladığı kırmızı mürekkebi kullandığı için bu lakabı alan Mustafa Efendi, adı geçen çeşmeyi hanımı adına 1148/1735'te inşa ettirmiştir.

Tamamı kesme taştan yapılmış olan bu çeşme iki yüzündeki sivri kemerleri, ayna-taşlarındaki süslemeleri ve rozetleri ile klasik Osmanlı çeşmelerinin sadeliğine güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Dar bir saçakla nihayetlenen çeşmenin günümüzde suyu akmamaktadır. Birinci cephede aynataşım çerçeveleyen sivri kemerli nişin üzerindeki dikdörtgen alana kartuşlar içine yerleştirilen birinci kitabe yedi satırlıktır ve diğer dört kitabe gibi 1148/1735 tarihlidir. Kemerin tek süslemesi kilit taşındaki rozettir. Her iki yanına birer gülbezek işlenmiştir. Aynataşının içinde ise tek satırlık ikinci bir kitabe daha mevcuttur. Haznesi ise çukurda kalmıştır. Çeşmenin aynı düzenlemeye sahip olan i-kinci cephesinde de kemer üstünde ye-

Lâ'lî Hacı Mustafa Efendi Çeşmesi

Arzu lyianlar

di satırlık üçüncü kitabe, kemer içinde ise çok silik bir halde günümüze ulaşabilmiş dördüncü kitabe yer almaktadır. Lâ'lî Mes-cidi'ne bakan cephesindeki kitabe, çeşmenin beşinci ve son kitabesidir.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, 148-149; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 637-639; Haskan, Eyüp Tarihi, II, 121-123.

ARZU İYlANLAR



LA'IÎZADE ABDÜLBÂKİ

bak. ABDÜLBÂKİ (La'lîzade)



LA'LÎZADE ABDÜLBÂKİ EFENDİ TEKKESİ

bak. KALENDERHANE TEKKESİ



LAMARTINE, ALPHONSE DE

(21 Ekim 1790, Mâcon - 28 Şubat 1869, Paris) Fransız yazar ve devlet adamı.

Edebiyatta romantiklerin pirlerinden ve politikada liberallerin öncülerinden olan Lamartine, politik hayatındaki başarısızlıklarının tesellisini Doğu'da arayacaktır. 1820'de yayımladığı Meditations (Tefekkürler) adlı yapıtı ile meşhur olan Lamartine, 1831 milletvekili seçimlerinde yenilince, ailece ve büyük bir tantana ile Doğu yolculuğuna çıkar. Marsilya'da l Temmuz 1832'de gemiye biner ve Malta'ya uğradıktan sonra, o dönemde yeni kurulmuş olan Yunanistan devletinin basketi olan Naup-lion'a ve hâlâ Osmanlı yönetiminde bulunan Atina'ya gelir. Ancak, asıl amacı Ce-bel-i Lübnan ve kutsal yerlerdir. Beyrut'ta karaya çıktıktan sonra Suriye, Lübnan ve Filistin'i gezer. Oralarda iken 1833 ara seçimlerinde milletvekili seçildiğini öğrenir ve 23 Aralık'ta açılacak olan mecliste hazır bulunmak üzere istanbul üzerinden Fransa'ya dönmeye karar verir. 20 Nisan 1833' te Beyrut'tan denizyolu ile yola çıkarak, izmir ve Midilli'ye uğradıktan sonra 20 Mayıs'ta İstanbul'a varır.

Lamartine'in İstanbul anlatımı, edebi, ancak bugünkü okuyucuya epey abartılı ve hattâ sığ gelebilecek bir üslubun dışında pek fazla bir özellik taşımaz. Başta, dönemin hemen hemen tüm gezginlerinin birkaç sayfa ayırdıkları, kentin denizden görüntüsünün haşmeti ile sokaklarındaki pislik ve tıkanıklığı arasındaki çelişki anlatılır. Karaya, rıhtımında topların sıralandığı, yeni Tophane Kışlası'nın yanından çıkılır. I. Mahmut Çeşmesi "hint pagodu(!) biçiminde yapılmış çok güzel bir mağrip çeşmesi" olarak tanımlanır, çevresindeki görüntünün anlatımı ise gözlemden çok Mel-ling'in aynı konulu gravürüne dayandığı izlenimini verir.

Beyoğlu'ndaki Fransız Elçiliği 1831 yangınında yanmış olduğundan, Lamartine, Sardunya Elçiliği'nde kalır ve sık sık binanın çatısındaki terasa çıkarak kenti oradan seyrederek anlatır. Fransız Elçisi Roussin' le birlikte Ayasofya'ya giden yazar, Boğaziçi gezisine de çıkar, Beylerbeyi ve Beşiktaş saraylarından. Tarabya ve Büyükdere' den söz eder. 29 Mayıs'ta oryantalist edebiyatın önemli ilham kaynaklarından biri olan esir pazarını, 21 Haziran'da da Top-

kapı Sarayfnı gezer. Genellikle, padişahın Beşiktaş Sarayı'nda yaşadığı o dönemde, birinci ve ikinci avlular yabancılara gezdiriliyordu. Lamartine üçüncü avluyu ve köşkleri ziyaret eden ilk Avrupalı olduğunu yazar, ancak anlatımından buralarını gerçekten gezip gezmediğini anlamak güçtür. Saraydan Gülhane Bahçesi'ne inerken, harap bir durumda olan Çinili Köşk'ü görür.

Alphonse de Lamartine

Cengiz Kahraman arşivi

25 Haziran'da Büyükdere'de bir villaları ve Belgrad Ormam'nda bir av köşkleri o-lan Fransız asıllı banker Alleon ailesinin yanında Belgrad Ormanı'nı ve 29 Haziran' da Kâğıthane'yi gezer. 3 Temmuz'da Yedi-kule'yi gördükten sonra ayın geri kalanını Tarabya'daki Fransız Elçiliği'nin yazlığında geçirir. Aynı ayın 23'ünde Eyüp'teki arabacılardan kiraladığı hayvan ve arabalarla İstanbul'dan karayoluyla ayrılır. Edirne, Sofya, Niş üzerinden Belgrad'a ve oradan Viyana'ya gidecektir.

Bu ilk yolculuğun notları 1835'te Voya-ges en Orient adıyla 4 cilt halinde basılır. 1848 devriminden sonra Lamartine İkinci Cumhuriyetin ilk geçici hükümetini kurar, ancak liberal fikirleriyle büyük sermayeyi karşısında bulur ve giderek politik hayatın dışına itilir. Aynı zamanda mali sıkıntılarla kıvranan yazar Anadolu'da bir çiftlik işletme hayaline kapılır. İzmir yakınlarında kurulacak bu çiftliğin işletme iznini almak için Marsilya'dan 21 Haziran 1850'de yola çıkarak l Temmuzca İstanbul'a varır. Mustafa Reşid Paşa ve Âli Paşa ile görüşerek padişahın onu Ihlamur Kasrı'nda kabul edeceğini öğrenir. Bu arada Boğaz'dan geçerken Dolmabahçe Sarayı inşaatım ve Reşid Paşa'mn Baltalimam'nda yaptırdığı sarayı görür.

Padişahla görüşme günü Fransız Elçili-ği'nden yola çıkarak Beyoğlu, Taksim ve Harbiye yoluyla Ihlamur'a giden Lamartine, ününü duymuş olan halkın onu görmek için sokaklara döküldüğünü yazar. Bugünkü haliyle 1853'e doğru inşa edilen Ihlamur Kasrı o tarihte, yazarın anlattığına göre, tek katlı, tek odalı, düz damlı bir av köşkü halindeydi. Odanın içi, beyaz pamuklu bezle örtülü çepeçevre bir sedir ve ortasında bir şadırvandan ibaretti. Orada, Abdülmecid'le görüştükten sonra yazar Harbiye Kışlası'nda Mekteb-i Harbiye öğ-



LAMBERT, JACQUES H.

194

195

LANGA

LAM ARTİ N E 'İ N G Ö Z UY L E B O Ğ A Z İ Ç İ

... Tophane burnundan dönüp Avrupa kıyısı önünde demir atmış olan Türk donanmasının büyük savaş gemilerinin gölgesinde ilerlemeye başlıyoruz. Bu iri gemilerin kitleleri bir göl üstünde uyur gibi hareketsizdir. Piyade erleri gibi kırmızı ya da mavi cepkenler giymiş olan denizciler halatların üstüne uzanmışlar, ya da teknelerin çevresinde yürüyorlar. Er dolu büyük sandallar kıyıdan gemilere gidip gelmektedir; yirmi kürekçinin çektiği, Kapudan Paşa'nın zarif kayıkları yanımızdan ok gibi geçiyorlar. Amiral Tahir Paşa ve subayları kahve rengi redingot giymişler, başlarında da fes var; asil ve zarif sangı kaybetmiş olmanın utancını duyuyor gibi kırmızı yünden bir çeşit büyük takkeye benzeyen feslerim alın üstünden gözlerine kadar indiriyorlar. Gönülleri üzgün, kadere boyun eğmiş görünen bu adamlar amber saplı uzun çubuklar içiyorlar. Sağlam, güzel yapılı otuz kadar savaş gemisinin hemen yelkenleri açıp denize açılacaklarmış gibi bir görünüşleri var; ama yeteri kadar ne subay, ne de deniz eri görülüyor, anlaşılıyor ki bu haşmetli donanma Boğazın bir süsünden başka bir şey değildir.

Padişah, karşıda Asya kıyısındaki Beylerbeyi Köşkü'nden donanmayı seyrederken İbrahim Paşa'nın üç-dört kadırgası barış içinde Akdeniz'i elinde tutar, Sisam'ın sandalları da Adalar Denizine hâkimdir. Savaş gemilerinin az ötesinde ve bulunduğum Avrupa kıyısında kayığım, şimdi içinde oturulmayan, harikulade güzellikte bir sarayın pencereleri önünden geçiyor. Bu sanki denizden fışkırmıştır; rüzgârdan biraz kabaran deniz sulan pencereleri yalar, köpüklerini zemin katının dairelerine kadar yürütür; rıhtım merdivenlerinin basamakları sulara gömülüdür; denizden içeriye, saray bahçelerine kadar uzanan oyukların önünde parmaklılar bulunur; buralarda kayıklar barındırılmakla beraber sultan efendiler dışarıdan görünmeden denize girebilirler. Deniz "kıyısından ötede küçük ağaçlar, leylaklar ve güllerin ardından bahçeler set set yükselirken taraçalarda altın yaldızlarla bezenmiş, kafesli, parmaklıklı köşkler görülür. Bu setlerdeki çiçekli çimenler gitgide iri meşe, çınar ve tefne ağaçlarından yapılı ormanlar, kayalıklar içinde tepelerde kaybolur.

Padişah dairelerinin açık pencerelerinden tavanların altın yaldızlı kabartmalarını, kristal avizelerini, ipek sedir ve perdelerini görüyorum. Harem dairelerinin pencereleri ince oyulmuş kalın kafeslerle örtülüdür. Bu büyük saraydan hemen sonra saraylar, yalı, ev ve bahçeler sonsuz bir dizi halinde kıyıda sıralanmıştır. Bunlar, nazırlarının, paşaların ve bendelerin oturduklan yerlerdir. Bütün bu yapılar, serinliğim içlerine çekmek ister gibi deniz kıyısında uyurlar. Pencereler açıktır; evlerin efendileri ipek ve yaldız pırıltıları içinde büyük salonlarda sedirler üstüne oturmuşlardır; bize bakarken sohbet eder, tütün içer, şerbetlerini yudumlarlar. Daireleri denizden başka, parmaklıklar, kameriyeler, küçük ağaçlar ve çiçeklerle süslü set set taraçalara da açılır. Zengin giysileri içinde bir çok uşak rıhtımların denize inen merdivenlerinde oturmuşlardır; merdivenlere yanaşık bulunan kayıkların kürekçileri, yalı sahiplerini bindirip denize açılmak için emir beklemektedirler. Harem daireleri, her yerde, bahçe ve avlularla selâmlıklardan ayrılmıştır. Bütün pencereleri kafeslidir. Yalnız, ara sıra, sarmaşıklı çiçeklerle süslü bir kafesin aralığından denize bakan güzel bir çocuk başı, bir pancuru aralayan ya da kapayan bir kadının beyaz kolunu görüyorum.

Hepsi ahşap olan bu saraylar, yalılar çok zengin oymalarla bezenmiştir; sayısız saçakları, galerileri, parmaklıkları bulunur; bu yapılar büyük ağaçların gölgesinde, sarmaşıklar içinde, yasemin ve gül dalları arasında gömülüdür. Boğazın akıntıları bu yalıların tümünü yalar; sular iç avlularına kadar yürür, boyuna tazelenir ve kayıkları barındırır...

Ç. Gülersoy-N. Berk, Alphonse de Lamartine ve istanbul Yazılan, îst, 1971, s. 96-98



Lamartin-Türkiye'ye Muhaceret Karan-tz-mir'deki Çiftliği 1849-1859, ist., 1925; Ç. Gülersoy-N. Berk, Alphonse de Lamartine ve istanbul Yazılan, ist., 1971.

STEFANOS YERASİMOS



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin