KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə45/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   140

LALE

180

181

LALE

İstanbul lalesi

Turhan Baytop

çiçek zevkini geliştirdiği, halkın, Tanrı'mn sonsuz gücünü doğaya bakarak özellikle de lale-i rumînin güzelliğinde algıladığı, eskiden beri lale yetiştirmenin bir uğraş ve zevk olageldiği, ancak önceki dönemlerde İstanbul'da çiçek alım satımının normal fiyatlarla olmasına karşın, sağlanan barış ve refah sonucu, rağbetin arttığı ve karaborsanın başladığı, bu nedenle de bir narh defteri düzenlenip Serşükufeciyan Şeyh Mehmed Efendi'nin, çiçekçileri toplayarak her bir lale ve çiçek türüne narh koyacakları, bunun üstünde fiyatla satanların sürgüne gönderileceği vb açıklanmıştı.

1725'ten itibaren uygulanan lale narhlarının yıllara göre giderek yükselen bir fiyat çizgisi izlediği görülmektedir. 1726'da 239 çeşit lale arasında en yüksek narh, soğan başına 50 kuruş (günümüzün 7,5 Cumhuriyet Altını olarak hesaplanmıştır) ile ni-ze-i rümmanî'ye konulmuştu. Oysa 1727' ye ait narh defterinde 306 çeşit lale arasında yine ilk sırayı alan aynı lale için 200 kuruş, "sahib-kıran"a 150 kuruş, "gül-rîz"e de 100 kuruş narh verilmiştir. En ucuz lale soğanı ise Kasımpaşalı Boşnak Mahmud Efendi'nin yetiştirdiği l kuruş narh konan "âl-i boşnak"tı. ibrahim Paşa'nın çuhadarı Taşovalı Mustafa Ağa'nın yetiştirdiği "mahbûb-ı zaman" adındaki lalenin 1.000 altına satıldığına ilişkin kaynaklara giren bilginin doğruluğu kuşkuludur. Bu, mor fitilli gülpembe-beyaz bir türdü. Bir süre sonra kayboldu. Yetiştirilen benzerine

"mahbûb-ı sânî" denmişti. Üçüncü kez bulunuşunda (1776) "mahbub-ı ata" adı verilmiştir.

İstanbul'da lale fiyatlarının astronomik rakamlara ulaştığı bu dönemde, Avrupa' da da yüksek fiyatların oluşması dikkat çekicidir. Örneğin "van eyck" adlı lale soğanının 25.000 gulden gibi inanılması zor bir fiyatla satılması yanında, "vive le roi" adlı lale de bir meraklısı tarafından 2 ton buğday, 4 ton çavdar, 4 öküz, 8 domuz, 12 koyun, 2.000 litre şarap, 4 ton bira, 2 ton tereyağı, 500 kilo peynir ve birtakım kadın elbisesi verilerek alınmıştı. Zengin Avrupalılar birer lale koleksiyonuna sahip olabilmek için binlerce filorini gözden çıkarmaktaydılar. Örneğin, 40 değişik lale soğanı 100.000 filorine alıcı bulmuş, "sem-per augustus"un fiyatı 5.500 filorine kadar çıkmıştı.

Lale Devri'ni kanlı bir şekilde kapatan Patrona Halil Ayaklanmasından sonra, İstanbul genelindeki tahribat ve yaratılan korku sonucu lale tutkusunun da giderek soğuduğu saptanmaktadır. Diğer yandan lalenin İstanbul'daki evrimi, 1730 sonrasında, Hollanda'dan getirtilen türlerin revaç bulmasıyla köken değişimine uğramış, eski lale-i rumî soğanları yitirilmiştir. 200 yıl boyunca İstanbul'da geliştirilen lale kültürü açısından bu olgu olumsuz bir sonuçtur. Avrupa kökenli yeni kırmızı lale (Tulipa acuminata), soğanının bolluğu ve kolay üretimi ile İstanbul lalelerini tamamen unutturmuştur. Risalelerdeki tanımlamalardan ve resimlerden, yitirilen bu özgün türün bütün çeşitleri badem biçimli, çiçek yapraklan mekikvari ince u-zundu. Bu nedenle de halk, Avrupa'dan getirtilen laleye "kaba lale" adını vermişti.

Yitirilen İstanbul lalesi için, kütüphanelerde belge nitelikli risaleler ve mecmualar vardır. Bunların en eskisi olan ve Cerrah Mehmed Paşa Camii imamı Mehmed Efendi'nin l699'da yazdığı "Netayicü'l Ez-har"dır. Bu risale, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'den başlayarak 200 dolayında çiçekçinin ve lalecinin adını, lale ve zerrin türlerini verir. Üçanbarlı Mehmed ise "La-lezâr-ı İbrahim" adlı eserinde 850 lale a-dından söz etmektedir. 1727'de yazılan bu eserle, aynı yıllarda yazılan Mehmed Rem-zi'nin "Defter-i Lâlezâr-ı İstanbul" adlı eserinde, 1681-1727 arasında İstanbul'da yetiştirilen 1.108 lalenin adları ve özellikleri verilmiştir. Şeyh Mehmed Lalezârî'nin 1730 tarihli "Mizanü'l-Ezhar"ında ise iyi bir lalenin 20 niteliği, ekileceği toprağın özelliği, ekim tarzı anlatılmıştır. Şeyh Mehmed 1726'ya değin kendisinin de 100 ayrı çeşit lale yetiştirdiğini, bunların bazılarının adlarını Sadrazam İbrahim Paşa'nın verdiğini yazar. Babası Tefsiri Ahmed Efendi'nin eski bir mescit yerine yaptırdığı mescit ise Mehmed Efendi'nin lakabından ve buraya gömülmesinden dolayı Lalezarî Mescidi olarak ünlenmiştir. Ahmed Kâmil Belg-radî'nin 1750 tarihli "Risale-i Esami-i Lâ-le"si, 1764 tarihli "Fehrengiz", Tabib Mehmed Aşkî'nin 1779 tarihli "Takvimü'1-Ki-bar fî Miyari'l-Ezhar"ı ile tarihsiz "Şükufe-name-i Musawer"de de İstanbul laleleriy-

le ilgili önemli bilgiler ve adlar vardır. Ekrem Hakkı Ayverdi'nin yayımladığı ve 1725'te hazırlandığı sanılan (aslı 1960'ta yurtdışına çıkartılmıştır) Lale Mecmuası'n-da ise 49 lalenin resmi ve bunlara verilen isimler vardır. "Enva-ı lale tamam elli tanedir" kaydını taşıyan bu mecmuanın diğerlerinden farkı, İstanbul lalelerini gerçekçi bir üslupla renkli olarak vermesidir. Resimleri bulunan laleler şunlardır: Mu-hayyiru'1-ukûl, gül-rîz, sahib-kıran, pençe, gülreng-i feyz, zevk-bahş, bahâ-pira-i İsmail, revnak-bahş, hüseynî, ferah-fezâ, subh-i bahar, mir'at, işve-baz, âl-i kadr, turuncu şeyhi, hâlet-efzâ, nûr-i cenan, zî-şan, şevk-bahş, âl-i sân, cücemoru, mor-yusufî, turuncu uşşaki-zâde efendi, fürû-zende, nîze-i gül-gûn, nîze-i sinân, nîze-i gül-gûn yek-renk, ibrahimbey alı, dil-sûz, nâz-dâr, şevk-bahş. nâzende al, nîze-i gül-gûn, bezm-i efzâ-i ahmed efendi, ferah-engiz, nahl-i erguvan, gül-ruhsâr, nergis, buhur-ı meryem, fürûğ-i âsâfî, muattar, lale. Millet Kütüphanesi'ndeki "Risale-i Esâ-mî-i Lale"de de enteresan lale isimleri vardır. Bu ve diğer risalelerde dikkati çeken lale adları arasında, aşçı moru. kalaycı beyazı, altın sarısı, gülcübaşı, kızıl bıyıklı, keresteci, erik dibi, nar çiçeği, pabuççu vb Türkçe olanlar da bulunmaktadır. Şairlerin, şeyhlerin din bilginlerinin verdikleri lale adlarından bazıları ise berk-i râna, câm-ı gülrenk, câm-ı hurşid, cevher-i zerrin, dürr-i yekta, ârayiş, hümâyun, akik, şûride, yakut, vâlâ, hilâliye, velvele, lâ-nazîr, nâhîd, mah-ı nev, bahşende fâhir-dir.

Bolu tarafından hediye gelen bir lale soğanından ilk lale-i rumîyi yetiştiren Ebussuud Efendi'nin buna, "nûr-ı adn", Molla Çelebi diye tanınan Veli Mehmed Efendi'nin (ö. 1603), tohumunu Avrupa'dan

Rüstem Paşa Camii'nin mihrabmdaki lale

motifli çini.

Çelik Gülersoy, lale ve İstanbul, İst., 1990

getirttiği ve kendi bahçesinde yetiştirdiği lalesine "nûr-bahş" adını uygun gördükleri, biliniyor. İstanbul lale kültürünün gelişmesinde rolü olan Aziz Mahmud Hüdaî' nin(-») zamanında elde edilen yeni lalelere "vusat-ı turuncu", "çemen-ârâ", "dihkânî" vb adlar verilmişti. İstanbul'un eski çiçekçilerinden İbrahim Paşazade Mehmed Bey (ö. 1689) en güzel lale ve çiçek tarhlarına sahip olup 13 yeni lale yetiştirmişti. "Tez-kire-i Şükûfeciyan"daki bilgilere göre en ünlü lalesi de "şems-i hâledâr"dı. Fennî Çelebi'nin "Tuhfetü'l-İhvan"da belirttiğine göre Mahmud Ağa, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın kethüdası olarak gittiği Girit'ten getirdiği, Kandiye kırlarında yetişen ortası siyah tohumlu, beyaz katmerli laleyi, İstanbul'da ıslah etmiş ve buna giritlalesi denmişti.

Türk çiçekçilik tarihi üzerinde araştırmaları olan Cevad Rüşdî'nin Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası'ndaki yazılarında belirttiğine göre laleler, özellikleriyle uyumlu veya yetiştiricilerine göre isimlendiriliyordu. İbrahim Çelebi adlı çiçekçinin yetiştirdiği bir türe "alkavuklu lale", Kethüda-zade'ninkine "al kebiri", Şeyhî'ninkine "al mergubî", Veli Çelebi'nin ürününe de "al yusufî" adları uygun görülmüştü. "Netayi-cü'l-Ezhar"da Tezkireci Memekzade'nin, 7 ayrı çeşit rumî lale ve l çeşit giritlalesi türettiği; "Tuhfetu'l-Ezhar" adlı bir de risale yazdığı açıklanmıştır. İksirci Ahmed, çıra-ğan eğlenceleri için "şeb-renk" adı verilen ünlü laleyi yetiştirmişti. "Ahter-i bahar"ın yetiştiricisi bir başka zarif İstanbulluydu. Üsküdarî Mahmud Efendi "sağar-ı şinas"ı, İbrahim Efendi "sagar-ı rengîn"i, Çelebi Efendi "sagar-ı sim"i, Kapudan Paşa "sağar şâdî'yi, Hacı Musa "sagar-ı gülsen"! ve "sagar-ı neşat"ı, Beşiktaşî İbrahim Efendi "sagar-ı gülgûn"u, Hacı Molla "sagar-ı sah-bâ"yi, Hacı İsmail Lalezarî "sagar-ı garra" yi ve "sagar-ı müstesnâ"yı, Rasih Hisarî "sagar-ı lebriz"i, Eyyubî Kara Mustafa "sagar-ı musaffa"yı, Biraderzade "elmas-pâ-re"yi, Ataullah Efendi "iksir-i hayaf'ı, 18. yy'da yetiştiren ünlü lalecilerdi.

Lale Devri'nde çiçek ve lale ile uğraşan yüzlerce aydın vardır. Ataullah Efendi bunlardandır. Yeni çiçek ve lale yetiştiren İstanbullular arasında ilk sırayı alan Ataullah Efendi, bu ürünlerine kendi adını çağrıştıran "rağbet-i ata", "nimet-i ata", "hü-ma-yı ata" vb isimler vermişti. "Şükufe-i Musawere"de açıklandığına göre, ulu şeyhlerden ve bilginlerden, saygıdeğer beylerden pek çoğu, laleyi ve çiçeği yaşamın biricik amacı saymaktaydılar. Lale yetiştiricileri de fulyacılar gibi, Kasımpaşa, Eyüp, Beşiktaş'ta bahçelere sahiptiler. Örneğin, IV. Mehmed döneminin sonlarında Kasımpaşalı Ahmed Efendi, gerçek bir lale uzmanıydı. Elde ettiği bir laleye de "ahme-diye" denmişti.

İstanbul'da 16. yy'dan 18. yy'm sonlarına kadar süren lale kültürüne hizmet edenlerden bazıları özgeçmişleriyle, bazıları ise yalnızca adlarıyla unutulmamıştır. Subaşı, İmam Salih Efendi, Süleyman Ağa, Tophaneli Hafız Efendi, Kavukçu, Şeyhî Efendi, Küçük Hacı Ahmed, Osman Efen-

Laledan içinde nize-i

rummani (nar

çiçeği mızrağı)

(üstte solda),

Alpaslan

Babaoğlu'nun

çiçekli ebrusu

(üstte sağda)

ve M. Fuad

Başar'm hatipli

çiçek ebrusu.

Turhan Baytop

(üst sol),

Ali Suat Ürgüplü

di, Kethüdazade, Lalezarî Abdullah Çelebi, Beşiktaşlı Burak, Keresteci Ali Çelebi, Kan-lıcalı Ömer Efendi, Üsküdarî Mahmud Efendi, Kasımpaşalı Saraç Hacı Mustafa, Beşiktaşlı Hacı İbrahim Bey, Sipahi Mehmed Ağa, Üsküdarî ismail Efendi, Kayserili Hacı İsmail Efendi, Eyüplü Salih Ağa, Eyüplü Yusuf Efendi, Biraderzade, Tanburizade, Kalaycı Hüseyin Beşe, Himmetefendizade, Şeyh Hacı Abdullah Efendi, Pabuççu Mehmed Efendi, Haşini Çelebi, Ramazan Kan-tanzade, Hacı Alizade, Hamamcı Mehmed Çavuş, İmamzade, Damatzade Fındıklık Bekir Ağa, Şeyh Seyyid Abdüssamed, Berber Hacı Ahmed, Uzun Mustafa Efendi, Fmdıklılı İmam Hasan Cabî, Saçlı İmamzade, Caferbeyzade, Memiş Ağa, Hacı Molla, Pervizzade, Hamidzade, Eyüplü Pastırmacı, Azize Kadın, Gülcübaşızade, Yeşilli Mehmed Çelebi, Eyüplü Hacı İmam Veli Efendi, Eyüplü Berber Abdullah Çelebi, Kasımpaşalı Boşnak Mahmud Efendi, bunlardan olup aralarında, şeyh, imam, hamamcı, berber, her sınıftan ve meslekten İstanbullunun bulunduğu görülmektedir. Lalenin bir mazmun ve şiir öğesi olarak Divan Edebiyatı'nda da ağırlığı vardır. La-

lenin bir taşra çiçeği olarak İstanbul'a ve saray muhitine girişini Şair Necati (ö. 1509) Taşradan geldi çemen mülküne bigane deyu/Devr-i gül sohbetine laleyi iletmedilerdizeleriyle anlatmıştır. Avnî (Fatih Sultan Mehmed) İstanbul'da lalezar keyfini süren ilk padişah olarak duygusunu Sâki-yâ mey sun ki lalezar elden gider/Erişür fazl-ı hazan vakt-i bahar elden gider dizelerinde özetlemiştir. Bâkî'ye göre lale, kırların ve bahçelerin şahıdır: Jalelerden takınır tâcma gevher lale / Şah olubdur çemen iklimine benzer, lale. Nâbi ise lalenin içindeki gizli ateşin yapraklarına yansıdığını Bergler şû'le-i şevk olduğunu hep bilirüz / Saklasun ister ise dâğ-ı derûnun lale dizeleriyle anlatmıştır. İstanbul'un baharına "lale faslı" diyen Nedim ise "Lalelerle geldi bağa başka bir hüsn-i cemal" benzetmesini yapmıştır. Çağdaşı İzzet Ali Paşa, bir kasidesine teşbib olarak laleyi almıştır. Mevlevi olmasa giymezdi külahı başına / Durmayub böyle döner hep f elek asa lale. Gülbin-i Hanan'm yazan Ha-lîm Giray da bir lale tutkunu olup yeni bir türe "necm-i nadir" adını vermiştir: N'ola bu laleyi elden elegezdirse kibar/"Necm-i

LALE DEVRİ

182

183

LALE DEVRİ

rahim Paşa'yı etkiledi. Versailles'i, Fonta-inebleau'yu örnek alan projeler uygulamaya konuldu. Avrupa'dan, Anadolu'dan ve İran'dan gelen mimarlar, mermer ustaları, tezyinatçılar Versailles üslubundan İsfahan tarzına değin çok değişik eserler ortaya koymaya başladılar. Devlet adamları, ulema ve zengin soylular, Boğaz'da ve Haliç' te kendilerine tahsis edilen arsalara yalı ve köşk yapmaya teşvik edilmekteydiler. İbrahim Paşa'nın damadan Kethüda Mehmed Paşa Ortaköy'de, Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa Anadoluhisarı'nda, oğlu Mehmed Paşa Hocapaşa'da yeni saraylar yaptırdılar. Çubuklu'da, Vefa bahçelerinde çok özenli mekânlar inşa edildi. Zeyrek'te Ayşe Sultan, Paşakapısı'nda Fatma Sultan sarayları, Boğaz'da Kandilli Sarayı yenilendi. Bunların iç dekorları ve örgütleri, Fransız saraylarını andıracak tarzdaydı. Topkapı Sarayı resmi kimliğim ve kışlık mekân olma özelliğini korurken padişah ve haremi için, Salıpazarı'nda Emnâbâd, Ortaköy-Ku-ruçeşme arasında Hümayunâbâd, Kuruçeşme'de Kasr-ı Süreyya, Defterdar'da Neş'atâbâd, Kâğıthane'de Hüsrevâbâd, Çengelköy'de Bağ-ı Ferah, Üsküdar'da Şe-refâbâd köşkleri inşa edildi. Bunlar da Do-



nâdir"dir ânı etmeyelim istiksâr. Yeni bir lalenin yetiştirilmesi şairleri ad verme yarışında heyecanlandırmış, laleyi yetiştiren gibi ona en güzel adı veren de ödüllendirilmiştir. III. Ahmed dönemi lale uzmanlarından Esseyyid Halil Efendi'nin yetiştirdiği "nebâtü'1-levn" için Seyyid Hanif Efendi Lâle-i rûhân hüsne verdi safâ-yı envâr/ Doğdu bugün çemende bir "âfi-tâb-ı gülzar" diyerek bu yeni lalenin "anasının" lale-i ruhân olduğunu, göbek a-dmın "nebatü'1-levn", asıl adının da "âfitab-ı gülzar" olması gerektiğini vurgulamıştır. Hanif Efendi bir kez aldığı ödülü de ima eden bir ad düşürmede bulunmuştur: Gülü bülbülden özge zevk verdi hâtır-ı lale / Çerağan i'nâyetde HanifIkram-ı hak'gördük. Şeyhülislam Veliyüddin Efendi, bir başka lale için "bedi-i çemen" adını yakış-ürmıştif.Mâ'nâ-şinâsebli bilürkadr-i laleyi/Gelmez beyâna vasfı bedi'i-çemen denür.

Divan Edebiyatı'ndan sonra, lalenin çokça tercih edildiği diğer sanat alanları çinicilik, camcılık, dokumacılık, ciltçilik, tez-hipçilik, taş işlemeciliği, kalem işleridir. Çini motifi olarak lalenin en güzel örnekleri 16. yy yapılarındadır. Topkapı Sarayı harem dairesi ile Rüstem Paşa, Sokollu (Kadırga), Atik Valide (Üsküdar) camilerinde Hürrem Sultan Türbesi'nde, lale motifleriyle dikkati çeken çiniler egemendir. Kalem işi lale desenleri sıva üstüne uygulandığından, zamanımıza kalan örnekler azdır. Topkapı Sarayı'ndaki III. Ahmed Odası, bu açıdan en iyi korunmuş tek mekân sayılır. Mermer üzerinde lale motifi örnekleri Saliha Sultan, Tophane, III. Ahmed ve Be-reketzade çeşmelerinde görülür. İstanbul' un eski mezarlıklarında da baş ve ayak uçlarına işlenmiş laleler vardır. Ali Üsküdarî ve Abdullah Buharî, 18. yy'da yazma eserlere lale minyatürleri ve desenleri çizen iki büyük sanatkâr olarak tanınır. Eskiden istanbullular, mevsiminde konuk odalarının köşe raflarına ve nişlerine "laledan" ve "lalelik" denen zarif vazolarla birer lale koymayı incelik gereği saymaktaydılar. Bu nedenle istanbul'da, Beykoz işi, çeşmibül-bül türü laledanlıklar imal edildiği gibi, dışarıdan da kristal ve Saksonya işi laledanlıklar getirilmekteydi.



Bibi. O. G. Busbecq, Türk Mektupları, ist., 1939, s. 38, 62; Von Diez, Tulpen-undNar-cissen-Bau in der Türkei aus dem Türkischen deş Scheich MuhammedLâlezâri, Berlin, 1815; Ayvansarayî, Hadîka, I, 190; Küçükçelebizade İsmail Âsim, Tarih-i Küçükçelebizade, İst., 1282, s. 1414; Ahmed Refik, Lâle Devri, İst., 1331, s. 43-48; (Altınay), Onikinci Asırda, 94-95; Cevad Rüşdi, "Sultan Mehmed-i Râbî Devrinde Çiçek Encümen-i Dânişi", Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, S. 3, s. 57 vd; ay, "Fulya ve Girid Lâlesinin Tarih-i Zuhuru", ae, S. 40, s. 228 vd; ay, "Çiçek Edebiyatımız", ae, S. 35, s. 150 vd; ay, "Meşahir-i Lâle Perverandan Abdullah Efendi", ae, S. 55, s. 487 vd; ay, "Fenni Mehmed Çelebi", ae, S. 53; Mehmed Zeki, "Onbirinci ve Onikinci Asırlarda istanbul'da Bahçeler ve Mesireler", ae, S. 35, s. 76 vd; E. Ayverdi, Onsekizinci Asırda Lâle, İst, 1950; M. Aktepe, "Damad ibrahim Paşa Devrinde Lâle", TD, S. 7, 8, 9 (1952-1954); ay, "Mehmed Efendi, Lâlezârî", LA, VII, 579; ay, "Damad ibrahim Paşa Devrinde Lâleye Dair Bir Vesika",

Türkiyat Mecmuası, S. 11 (1954); A. S. Ünver, "Türkiye'de Lâle Tarihine Bir Bakış", Türk Yurdu, S. 2 (Mayıs 1960), s. 5; ay, The history oftulips in Turkey, Londra, 1969; T. Baytop, istanbul Lâlesi, Ankara, 1992; Ç. Gülersoy, Lâle ve istanbul, İst., 1980; C. Mackay, "Lâle Deliliği (Tulipomania)", TT, S. 72 (Aralık 1989), s. 35-39; F. Dayıgil, "İstanbul Çinilerinde Lâle", VD, S', l (1938), s. 90, S. 2 (1942), s. 223; O. Ş. Gökyay, "Divan Edebiyatında Çiçekler", TT, S. 76 (Nisan 1990), s. 30 vd.

NECDET SAKAOĞLU



LALE DEVRİ

III. Ahmed'in(->) son 12 yıllık saltanatım, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nm(->) da sadrazamlık (1718-1730) yıllarını kapsayan kısa yenilik dönemi.

İstanbul'da Batılılaşma sürecinin ilk a-dımları bu dönemde atıldı ve kent halkına dışa açılma, tüketime yönelme alışkanlığı kazandırıldı. "Lale Devri" deyimini, dönemin simgesi olan laleden(->) dolayı ilkin Yahya Kemal Beyatlı(-+) önermiş, Ahmed Refik Altınay(-0 da bu dönemi konu alan eserine Zafe.Dewz adını vermiştir. Mu-sahibzade Celal(->) 1914'te yazdığı, III. Ah-med'in yaşamım konu alan operetine yine aynı adı uygun görmüştür.

Osmanlı Devleti 1683'teki Viyana bozgununun ardından daha bir dizi savaş ve bozgun felaketi yaşadı. Bu olgu, başkent İstanbul'un sosyal ve ekonomik dengelerini olumsuz yönde etkiledi. Hattâ, uzunca bir süre başkentliği bile askıya alındı ve padişahlar Edirne'de oturmayı tercih ettiler. 1703'te Edirne'de tahta çıkan III. Ah-med'in İstanbul'a dönüşü bir anlamda, yarım yüzyıl kadar süren iki başkentlilik durumunu da sona erdirdi. Fakat bunalımlı ortam ve olumsuz koşullar, 1718'de Pasa-rofça Antlaşması'nın imzalanmasına, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nm sadrazamlığa getirilmesine değin sürdü.

Tüm yeniliklerin İstanbul'la sınırlı kaldığı gözlemlenen yeni dönemin başlangıç

Van Mour'un III. Ahmed tiplemesi. Galeri Alfa

tarihini veren ilk renkli olay 15 Nisan 1719' da, İbrahim Paşa'nın, Padişah III. Ahmed'e Kâğıthane'de verdiği ziyafet oldu. Ertesi yıl ikinci ilkbahar ziyafeti 26 Nisan 1720'de, İbrahim Paşa'nın Beşiktaş'taki sarayında düzenlendi. Bu ise dönemin ilk lale eğlenceleri ya da lalezar seyranı kabul edilmiştir. Padişah, bir hafta boyunca, damadı İbrahim Paşa'nın sarayında harem halkıyla birlikte konuk oldu ve bu süre boyunca türlü eğlenceleri ve gösterileri izledi. 5 Mayıs 1721'de ise aynı yerde 10 gün süren o yılın lale eğlenceleri yinelendi.

Lale Devri'nin başlıca özelliğini oluşturan ve giderek yılın bütün mevsimlerine yayılan coşkulu eğlenceler gelenekselleşir-ken kent ölçeğinde de birkaç yönlü imar çalışmaları başlatıldı. Boğaziçi'nin iki kıyısı, sayılı kasaba ve köyler dışında kendi doğal örtüsüyle kaplıydı. Elverişli koylara, çeşme ve mescitler yapılarak buraların iskâna açılması öngörüldü. Rical ve ulema için yalı arsaları ayrıldı ve İstanbul kültürünün Boğaziçi'nde yeni bir gelişme alanı bulmasına olanak sağlandı. Korular bakıma alınırken, yalı ve köşk bahçeleri çiçek tarhları ve lalezarlarla bezendi. "Nefs-i İstanbul" denen suriçi semtlerinin yangın alanlarını ve eski hayır kurumlarını onartmaya vakıf bütçeleri yetmediğinden kent zenginlerinden ve rical takımından, hazırlanan bir deftere göre para toplanarak bir onarım kampanyası başlatıldı. Bu kapsamda, Eminönü civarında oturan Museviler, sokak ve çarşıları kirlettikleri, Müslümanlara içki sattıkları gerekçesiyle semtten çıkartıldılar ve kenar mahallelere iskân edildiler. Yangın geçiren Kız Kulesi yeniden inşa edildi. Harap durumdaki Yalı-köşkü-Demirkapı kesimi saray surları o-narıldı. Akmayan çeşmeler, işlevini yitirmiş imaretler, Hocapaşa'daki eski eserler, Baltacılar Ocağı yenilendi. Depremlerde yer yer yıkılmış olan Yedikule-Eğrikapı a-rası kara surları onarıldı. Beşiktaş-Kaba-taş arasına rıhtım inşa edildi. III. Ahmed' in ve İbrahim Paşa'nın bir başka köklü yaklaşımları İstanbul'a daha fazla su temin etmek oldu ve İstanbul'a özgü su mimarisi iki yeni bent, bir suyolu, kentin en güzel anıt çeşmeleri, Haliç ve Kâğıthane havzalarına cetveller, havuzlar, yapay çağlayanlar yapılarak geliştirildi. Tüm bu çalışmalar için, yaşanan barışın sağladığı bütçe olanaklarından yararlanıldı. Fakat, kent ölçeğindeki bu imar kampanyasına verilen önemden daha fazlası, yeni köşk, kasır ve saray yapımlarına dönük oldu. Aynı mekânda sürekli oturmaktan ve eğlenmekten bıkan padişah ve sadrazam, Boğaziçi'nde ve Haliç'te keşfettikleri her güzel noktaya yeni bir köşk, bahçe ve havuz yaptırmak gibi bir tutkuya ortak oldular. Boğaziçi'nin hoşa giden yerleri sahiplerinden zorla alınarak geniş bahçeli yalılar, sahilsaraylar yapılmaya başlandı. Yirmise-kiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Paris'ten getirdiği XIV. ve XV. Louis üsluplarında park, bahçe, köşk ve saray resimleri ve krokileri çok beğenildi. Yine onun sunduğu layihadaki Avrupa'nın teknik ve toplumsal gelişmişliğine ilişkin açıklamalar da tb-



Surname-i Vehbî'de geçit töreni (solda) ve III. Ahmed ve maiyeti Tersane Kasrı'nda sünnet şenliklerini izlerken. Galeri Alfa

ğu'nun ve Batı'nın tezyinat modalarına göre kalem işi resimler, mermer kaplamalar, yaldızlı ahşaplarla bezeniyordu. Karağaç, Eyüp Valide Sultan yazlık sarayları da o-narıldı. En iddialı proje ise iki ayda tamamlandığı yazılan Sa'dâbâd(->) oldu. Buradaki dere, bir cetvele alınarak çevresinde bahçeler düzenlendi ve büyüklü küçüklü köşkler yapıldı. Havuzların, çağlayanların, çeşmelerin de yer aldığı bu eğlence yerinin bir an önce bitirilmesi için işçiler ramazanda ve bayram günlerinde de çalıştırıldılar.

Birkaç yıl içinde doğan bu renkli ortamın büyüleyiciliğinde İstanbul'da yeni yaşam başladı. Lale eğlenceleri ve lale seyranına çıkma geleneği, Boğaziçi'nden Kâğıthane'ye, sur dışındaki Vezir Bahçesi'n-den Eyüp sırtlarına, hattâ bentlere kadar çok geniş bir mekân buldu. III. Ahmed bazen de Çiftehavuzlar'a gidiyordu. Kır ve eğlence tutkusu umulmadık bir yaygınlıkta İstanbul'u sardı. Herkeste dışa açılma, seyrana çıkma hevesi doğdu. Fakat çıra-ğan eğlenceleri(->) ve helva sohbetleri(->) padişahın ve sadrazamın başım çektiği çok seçkin ve yüksek bir zümreye mahsustu. İbrahim Paşa'nın, padişahın damadı olma-

sı, kendi damatlarının ve oğlunun da önemli görevlerde bulunmaları, ayrıca III. Ah-med'in kalabalık haremi nedeniyle akraba yöneticiler topluluğunun herhangi bir yerde bir araya gelmeleri, büyük bir düğün ve şenlik havası uyandırıyordu. Damat paşaların sık sık yineledikleri ziyafetler, gösteri, müsabaka ve söyleşilerle günlerce sürüyordu. Örneğin bir seferinde III. Ahmed, İbrahim Paşa ile Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa'nın Bahçekapı'daki sarayında bir hafta, Kethüda Mehmed Paşa'nın Uzunçarşı'daki konağında ise aralıksız bir ay kaldı ve helva sohbetlerine katıldı. Tersane Bahçesi'nde, İbrahim Paşa'nın Orta-köy'deki yalısında da günlerce süren eğlenceler yapılıyor, bu arada küme fasılları dinleniyor, ortaoyunları izleniyordu. Dönemin önde gelen ozanları ve yazarları, Nedim, Seyyid Vehbi, Neylî, Nahifi, Ra-himî, tarihçilerden Raşid, Samî, Şakir, Çe-lebizade Âsim, Osmanzade Tâib, bu şölenlerin davetlileri arasında yer almaktaydılar. İçeride verilen ziyafetlerde salonun çiçek vazoları, meyve tepsileri ile süslenmesi âdetti. Bu ziyafetlerde özel giyimli enderun ağaları hizmet etmekteydiler. Ziyafet boyunca da hanende ve sazende



LALE DEVRİ

184

185

LALE SİNEMASI

III. Ahmed, sadrazam ve maiyeti. Galeri Alfa

grupları fasıl geçerlerdi. Sa'dâbâd şölenleri ise genelde resmi ve diplomatik amaçlı olur, devletin gücü ve zenginliği sergilenmeye çalışılır, yabancı elçiler mutlaka çağrılırdı. Padişahın da katılmak istediği ziyafetler öncesinde devlet erkânı İmrahor Köş-kü'nde(->) toplanarak kendisini karşılardı. Yemek sonrasında Kâğıthane Vadisi' nin geniş ortamında at yarışları, ayı ve köpek boğuşmaları, pehlivan güreşleri, top ve tüfek atışları yapılır, şairler her etkinliği gazel ve kasidelerine konu seçerler; padişahın ve sadrazamın gündelik yaşamlarını örneğin, ağaçlar altında ya da kayıkla Haliç'te gezişlerini bile Bindi bir zev-rakla damadı ile hazret-i şah / Burc-ı âbîde kıran eyledi san mihr ile mah gibi dizeleri içeren şiirlerle anlatırlardı.

Sa'dâbâd sefaları, özellikle de buraya düzenlenmeye başlayan beylik gezmele-ri(-t) İstanbul halkını da evden dışarıya çıkmaya, tatil günlerinde Kâğıthane'ye gitmeye heveslendirdi. Erguvan ağaçlarının kokulu gölgelikleri altında "meclis-i uş-şak'lar kurulması, "sûr-ı baharlar" düzenlenmesi, saz fasılları, gün boyu süren eğ-

lenceler, alışkanlık oldu. Sa'dâbâd seyranına çıkanlar, karadan, yaldızlı, kafesli arabalara, Haliç suyolundan ise çiçek sepetle-riyle süslü kayıklara binmekteydiler. Haliç sularında "gavvaslık" da (yüzme yarışları) bu devrin bir geleneği olarak doğdu. Seyrana gelenler ise çoğu zaman, sınıf ayrımlarına göre, kürkçüler, kuyumcular vb gruplar oluşturarak oturmaktaydılar.

1720'de III. Ahmed'in şehzadeleri için yapılan ve 5.000 çocuğun da sünnetlendi-ği büyük düğünle II. Mustafa'nın kızı Eme-tullah Sultan'ın, Mısır Valisi Sirke Osman Paşa ile düğünü, her sınıftan halkın da kendi düğünlerini daha renkli ve pahalı düzenlemelerine örnek olmuştu, istanbul'daki yabancı elçilerin yaşamlarını bile etkileyen Lale Devri'nin sanat ve eğlence ortamında, çiçekçilik ve lale tutkusu doruğa ulaştı. İstanbul'da kısa süren bir lale çılgınlığı yaşandı. Erkeklerin laleye düşkünlüklerine koşut olarak kadınlar da giyime ve süslenmeye, moda izlemeye, endamlarım ve güzelliklerini dışa vurduracak kıyafetlere ilgi duymaya başladılar. Fakat bu, taassup odaklarım harekete geçirdi. İbrahim Paşa,

israfı ve tepkileri önlemek için sınırlamalar getirme gereğini duydu ve bir nizamname yayımladı. Sıkma feracelerin biçimi, yakalarının eni ve uzunluğu, kadınların feslerine sardıkları yaşmakların incelik derecesi, esnaf kesiminden kimselerin ka-kurn kürk giymemeleri, üç değirmiden fazla yemeni, enli kurdele bağlanması vb e-saslara bağlandı.

Lale Devri'nin bir başka özelliği İstanbul'a gelen kalabalık maiyetli elçilerdir. Bunlar ve kentteki daimi Fransız, İngiliz, Venedik, Avusturya elçileri ve kapı kethüdaları da lüks yaşam ve şölenler vermede yarış halindeydiler. Gelen elçiler içinse görkemli elçilik alayları düzenleniyordu. Osmanlı devlet adamları ile elçiler arasındaki samimi diyaloglar da ilk kez bu devirde yaşandı ve bunun doğal sonucu olarak birtakım görenekler benimsendi. Fransa siyasetinin Babıâli'de etkin olması süreci ve alafrangalık bu yıllarda başlamıştır.

Lale Devri'nin Divan Edebiyatı'na getirdiği hava en olgun biçimiyle Nedim'in(->) şiirlerindedir. Bu kısa dönem, edebiyat ve sanat için Osmanlı neoklasizminin doruğu sayılır. Dönemin edebiyat, sanat ve bilim hareketliliğini Nedim'den başka, Sey-yid Vehbi(-»), son büyük minyatür ustası olup 1720'deki sünnet düğününü, saray eğlencelerini, şölenleri, Haliç'teki ateş oyunlarını, esnaf geçitlerini, İstanbul yapılarını betimleyen Levnî(->) de en ileri düzeyde temsil etmişlerdir. Encümenler-ce yürütülen çeviri, araştırma çalışmalarına Mirzaefendizade, Mehmed Salim, Na-hifî gibi aydınların katıldıkları görülmektedir. Kente yeni kütüphaneler kazandırma öncülüğünü III. Ahmed'in yaptığı görülmektedir. 1719'da inşa edilen saray kitaplığında (bak. Ahmed III Kütüphanesi) toplanan yazma eserler, cilt sanatının birer harikası-olarak ciltlendi. İstanbul'daki sahafların yabancılara kitap satmaları yasaklandı.

Paris'te iken buradaki matbaaları inceleyen Yirmisekiz Çelebizade Said Mehmed Efendi, İbrahim Müteferrika(-») ile İstanbul'da basımevi açma girişiminde bulundu. Bu amaçla İbrahim Paşa'ya sundukları risalede, yazma kitaplardaki yanlışlık ve noksanlıkları, bunların sayıca yetersizliğini, medrese öğrencilerinin kitap edinemediklerini açıklamışlardı. İbrahim Mütefer-rika'nın kaleme aldığı "Vesiletü't-Tıbaa" daki bilgi ve uyarılar, İbrahim Paşa'yı harekete geçirdi. Şeyhülislam Abdullah Efen-di'den sözlük, tarih, felsefe içerikli eserlerin basılmasına fetva alındı. İbrahim Mü-teferrika'nın Sultanselim'deki evinde ilk Arapça harfli ve Türkçe basım yapan matbaa açıldı.

1727'de Üsküdar'da açılan ve Avrupa u-sulü askeri eğitim vermeyi amaçlayan Hen-desehane ise yeniçerilerin karşı çıkması ve yakaladıkları Hendesehane öğrencilerini öldürmeleri sonucu kapanmıştır. Kütahya ve İznik çiniciliğinin canlandırılması a-macıyla Tekfur Sarayı'nda bir çini imalathanesi açılması, eski çuha fabrikasının yanında, hatayı kumaş dokumaya mahsus

bir dokuma ünitesinin faaileyete geçirilmesi, Gerçek Davud Ağa'nın(-+) başına getirildiği Tulumbacı Ocağı'nın kuruluşu da Lale Devri'ndedir.

Şeyhülislam Esad Efendi'nin Atrabu '/-ÂsârjîTezkireti Urefâi'l-Edvâradh eserinde belirttiğine göre dönemin ünlü bestekârları Ebubekir Ağa, Enfî Hasan Ağa, Molla Mehmed Efendi, Kara İsmail Ağa, Kaptanzade Ahmed Efendi, Tosunzade Abdullah Efendi, Hafız Rıfat Efendi, Parsa-zade Bakî Efendi, Şehla Mustafa Çelebi, Âmidî Ahmed Çelebi, Çorbacızade Mustafa Efendi, Tesbihçizade Mehmed Emirî Çelebi, Hasanefendizade Anî, Çarşeb Mustafa Ağa, Reşid Çelebi'ydi. Bunlardan Ebubekir Ağa, fasl-ı hümayun reisi, Enfî Hasan Ağa da koro şefiydi. III. Ahmed ve İbrahim Paşa, dönemin müzisyenlerini, hattatlarını himaye etmekteydiler. Felemenk elçisinin maiyetinde İstanbul'a gelen ressam Van Mour ise sayısı 100'ü aşan tablolarıyla günlük yaşamdan ayrıntıları, İstanbul manzaralarını, giyim kuşam ve protokol alışkanlıklarını yansıtmıştır.

Lale Devri boyunca İstanbul'un çok yönlü denetim altında tutulmaya çalışıldığı gözlemlenir. Bir yangının, esrar içen bir kişinin dikkatsizliğinden çıktığı saptanınca 1721'de afyon yasağı konulmuş, tulumbacı örgütü, çıkan yangınları, geniş bir çevreye yayılmadan söndürme başarısını göstermiştir. Fransa'dan ithal kumaşların İstanbul'da pek makbul olması ve yılda yaklaşık 5.000 balya kumaş gelmesi, Lyon'un sırma işlemelilerine, Marsilya'nın boyalı kumaşlarına, kozmetiklere her yıl ödenen 15.000.000 altın dikkate alınarak yerli üretimin teşviki öngörülmüştür. Kahve ticaretinin düzene konması da bu sıradadır. Yemen'den, Cidde ve Mısır yoluyla getirtilen kahvenin, Mısır'dan Avrapa'ya da kahve gönderilmesi sonucu yaşanan kahve yokluğu, Yemen imamına elçi gönderilerek çözümlenmiş ve Avrupa gemilerine kahve satışı yasaklanmıştır.

III. Ahmed'in hasisliğini, servet düşkünlüğünü ve bayındırlığa olan tutkusunu iyi değerlendiren İbrahim Paşa, buna yatkın bir politika izleyerek en aza indirilen askeri harcamalara karşılık, padişahın ilgi duyduğu yatırımlara ağırlık vermiştir. Piyasadaki gümüş ve altın paraların ayar ve vezin sorunlarının giderilmesi için de önlemler alınmış ve sarrafların Hazine-i Âmi-re'ye her ay 55.000 dirhem halis gümüş vermeleri yükümlülüğü getirilmiştir. Serbest para piyasasında l dirhem halis gümüş 20 akçeden 22 akçeye çıkınca bir para operasyonuna gidilmiş, bedesten ve sarraf kethüdalarının da katıldığı mecliste, gümüşün dirhemi için 22 akçe, yeni darbedi-len zolta için 90 akçe, zer-i mahbub altını için 400 akçe ve yeni kuruş için de 120 akçe fiyat belirlenmiştir.

Tüm bu önlemlere karşın, İstanbul piyasalarında giderek ağırlığını hissettiren Musevi tacirlerin gücü kınlamadığı gibi, bunların, devlet adamları katındaki nüfuzları da giderek artmıştır. Gedik nizamının kontrole alınması çabaları ise küçük esnafı rahatsız etmiş, bu yüzden ve yeni vergi-

lendirmeler nedeniyle bahçıvandan aşçıya, çömlekçiye kadar durumundan şikâyet etmeyen kalmamıştır. Esnaf örgütlerinin 1729-1730'da sık sık yineledikleri başvurular bunu gösterir. Seferlerin durması nedeniyle de "ordu esnafı" denen ve orduyla birlikte giden külünkçü, harbeci, nalçacı, kazancı gibi pek çok esnaf kesimi neredeyse işsiz kalmışlar ve bunlar, yönetime karşı eylem girişiminde ilk sırayı almışlardır.

Anadolu'nun iktisadi durumu büsbütün çöktüğünden, iş umuduyla İstanbul'a kaçak girenler ise bir ayaklanmaya katılmak için fırsat kollamaktaydılar. İbrahim Pa-şa'nın sıkça yinelenen törenler vesilesiyle bahşişler ve saçkılar dağıtması, bir anlamda, her an patlayabilecek bir olguyu ertelemeye dönüktü. 1726'da yayımlanan bir fermanla İstanbul'da din adamlarından, aydınlardan başlayarak her sınıftan toplulukların yaşadığı; bir kesimin, öteki kesimi örnek almasının doğru olmayacağı, gerek geçim, gerekse giyim kuşam konularında herkesin kendi düzeyini aşmaması gerektiği vurgulanırken "yaramaz" kadınların halkı azdırmak ve ahlaksızlığa yöneltmek için açık saçık kıyafetlerle sokaklarda gezmelerine de izin verilmeyeceği açıklanmış, herkese "kâr-ı kadim" üzere giyinmeleri önerilmişti.

Venedik Balyosu Françesco Gritti, 1726' da yazdığı raporlarda, İstanbul halkının para azlığı, işsizlik ve pahalılıktan şikâyetçi olduğunu, sadrazamın siyasetini onaylamadığını, Balyos Daniele Dolfin ise 1729' da Venedik'e gönderdiği raporunda, Üsküdar'daki saray inşaatını teftişten dönen İbrahim Paşa'nın, halkın dilekçeler sunması üzerine ertesi gün dükkânlara bolca mal verdirip camilerde de parasız ekmek dağıttırdığını yazmışlardır. Fransız Elçisi Mar-quis de Villeneuve ise, son yıllarda İbrahim Paşa'nın giderek daha gergin ve kararsızlık içinde olduğunu, devlet işlerine yeterince eğilemediğini, birçok kez girişimde bulunmasına karşılık kendisiyle bir kez görüşemediğini anlatır. Kentte işsizlik ve zaman zaman da açlık hüküm sürerken İbrahim Paşa'nın ve yakınlarının yaşayışları kuşkusuz nefret uyandırmaktaydı. Gerçi İbrahim Paşa'nın eğlence dünyası, eskiye oranla daha parlaktı. Fakat, tepkiye yol açan, eğlencenin dışa yansıtılma-sıydı.

Önceki dönemlerde, kent halkı, yüksek saray duvarlarının gerisinde veya u-zak biniş yerlerinde neler olup bittiğini bilmezken, şimdi, halkın ortasında her türlü eğlence icra ediliyordu. Bu yüzden İbra-_him Paşa aleyhine doğru veya yanlış haberlere, gözlemlerle dayalı pek çok dedikodu yayıldı. Örneğin, Sa'dâbâd kasırları yapılırken işçilerin her türlü rezaletine göz yumduğu, Yahudi kadınlarla düşüp kalkmalarına izin verdiği, kendisinin, Zü-lalî Hasan Efendi'nin nikâhlı karısı ile ilişkisinin olduğu, Kâğıthane'de, kadınların yaşmağı arasından göğüslerine zer-i mahbub (altın) düşürdüğü halkın dilindeydi. Son ciddi skandal, İran'a savaş ilan edilmesi, padişahın ve sadrazamın birlikte sefe-

re çıkacaklarının açıklanması ve Üsküdar'' da ordugâh kurulmasının ardından, bundan cayılmasıoldu. Daha önce işgal edilen Tebriz ve Hemedan'ın, İranlılarca geri a-lınmasının gizlendiği de öğrenilince ortam büsbütün gerginleşti. Tüm bu nedenlerle Lale Devri'nin 1726'dan sonraki 4 yılı, önceki 8 yıldan farklıdır. İbrahim Paşa'nın olumsuz gelişmeyi kırmak ve bir ayaklanmayı önlemek için 1726'dan sonra matbaayı gündeme getirmesi anlamlıdır. Ancak bu tür girişimlerin sonucu almamadan Patrona Halil Ayaklanması(->) başlamış 28-30 Eylül 1730'da, İstanbul, tarihinin en korkunç ayaklanmalarından birini daha yaşamıştır. Bu ayaklanma, Lale Devri'nin tüm kadrolarını tasfiye etmekle kalmamış, İstanbul'a kazandırılan sanat eserleri, köşkler, bahçeler de bilinçsizce tahrip edilmiştir.


Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin