Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə10/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   83

ASHAB-I KEHF KISSASI


Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Sûresinin 9. âyetinden itibaren anlatılan, ashab-ı Kehf, zâhir olarak Mersin ilinin Tarsus ilçesinde dağlık bir mağarada zuhûr etmiştir. Hakk ve hakîkata inanan yedi kişi, o zamanın padişah olan Takyanus'tan şiddetli işkence gördüklerinden firar ederek, Tarsus'taki bu mağarayı kendilerine mesken tuttular. Mağarada üçyüz yıl uyudular. Kendilerine gelip uyandıklarında, karınları acıkmıştı. Aralarından bir kişiyi, ekmek almak için şehre gönderdiler. Giden kişi ekmeği alıp Takyanus'tan kalma parayı verince yakayı ele verdi. Fırıncı bu paranın geçmediğini, Takyanus adındaki o zalim hükümdarın öldüğünü, yerine salih bir hükümdar geldiğini, onun parasının da altından olduğunu ve korkmamasını söyledi. O kişi de her şeyi açık açık anlattı. Hep beraber mağaraya gittiler, mağaraya girince dönmediler, sır oldular.

İşte zâhir olarak anlatılan Kur’ân’daki bu kıssa bizlere, bu vücûd mağarasındaki, nefs-i emmâre olan nefis hükümdarından, şiddetli azap görüp kaçan yedi sıfatımızın Hakk ve hakîkat şuhûdu istemesinden ibarettir. Bir sâlik de, Mürşîd-i Kâmilden, kendi vücûd mağarasındaki, ef’âl yüzünü, sıfat yüzünü ve Zât yüzünü tahsil ederse, üç yüz yıl mağarada uyudular demektir. Hakk’ın varlığı ile uyanan sıfatlar veya kişiler, elbette acıkacaktır. Kalp sahibi olan Mürşîd-i Kâmilden, manevî taamlar için rızık isteyecektir. Fakat ikilikteki nisbîyet parası, bekâ âleminde geçmeyeceğinden, hemen kendini gösterecektir. Çünkü bekânın hükümdarı, İnsan-ı Kâmildir. Parası da bakır değil, altındır. Bekâ âlemine geçen kişiler, artık fenâya dönmeyecekleri için de, mağarada sır olmuşlardır. Bir sâlik fenâ mertebelerinde, üç yüzü ile uyuyup bekâya intikal edince, Cenâb-ı Hakk’ın bakiliği ile bekâ bulacağından, kurtuluşa ermiş olacaktır. Allah cümlemize bu zevkleri nasîb etsin. Âmin.


AŞK ATEŞİ NEDİR


Aşk, sevginin üç mertebesinden sonra bir insanda tecellî etmeye başlar. Resûlullah efendimiz sevginin pekleşmesi için “Aranızda selamlaşınız” buyuruyor. Telefonlarla, muhtelif ziyâretlerle, gelen giden dostlarla selam göndermek ve hal hatır sormalarla, sevgi bağlarını kuvvetlendirmek lâzımdır. Sevgiler de çeşitlidir.

1- Tek taraflı sevgi tilkinin tavuğu sevdiği gibi bir sevgidir. Tilki tavuk yemeyi sever ama, tavuğa tilkiyi sevip sevmediğini sorsak sevmediğini söyleyecektir.

2- Çift taraflı sevgi: bu da kulun Rabbini sevmesi, Rabbinin de kulunu sevme halidir. Kulun Rabbini sevmesinin belirtisi bütün varlığını Hakk’a vererek, ihtiyarî olarak, cehâletinden, günahlarından ve şirklerinden kurtularak, “Ölmeden evvel ölünüz” Hadis-i Şerifine mazhar olmasıdır. İşte bundan sonra kişide aşk hali tecellî eder. Aşk kişinin bütün mevcûdiyetiyle Rabbine dönmesine denir. Zira aşk üç harf ve beş noktadan meydana gelmiştir. Üç harfin sırrı Cenâb-ı Hakk’ın bu Âdem ve âlemde tecellîsi olan ef’âl, sıfat ve zât tecellîlerini remzetmektedir. ‘Kaf’ta iki nokta, ‘şin’de üç nokta vardır ki toplamı beş eder. İnsandaki beş zâhir duygularla, bu üç tecellîyi şühûd edip, Rabbine yüzünü dönenler, bütün mevcûdiyetiyle Rabbine döndükleri için bu kişilere âşık, bu olaya da aşk denir. Hasan Fehmi Hazretleri bir ilâhisinde;

Yanıp yakıldım ateş-i aşka



Kül olup savruldum harmanı aşka

Hakk’a varılmaz ucub kibirle

Yandır onları suzan-ı aşka”

Buyurmaktadır. Aşk yanıcı bir ateştir. İnsanın benliğini yakar. Ne idi insanın benliği Hakk’ın varlığını kendi varlığı zannediyordu. İşte o zannettiği varlık hastalığı yanınca, insanın zanları kül olacaktır. Aşk rüzgârı ile de bu küller savrulunca, aşkı o kişinin Cennet’i olmuş olur. Çünkü âşık için aşktan daha zevkli bir Cennet olamaz. Kişinin varlığı kül olduğu zaman, yani yanacak hiçbir tarafı kalmayınca aşk ateşine girmiş olur. Allah’ın bir adı da Aşk’tır. Onun için aşk ateşine girenler Hakk’ın varlığı ile var olanlardır. Hasan Fehmi Hazretleri bir ilâhisinde ne güzel söylüyor:



Gezme avare bakma ağyare

Bul derde çare Aşk ateşinde.

Bakma sol sağa olma sen karga

Ver zevk dimağa Aşk ateşinde.

Bul işin fendin bilesin kendin

Gör ol bendin Aşk ateşinde.

Bakma uzağa düşme tuzağa

Dal gülşen bağa Aşk ateşinde.

Sanma sen gayri Hakk senden ayrı

Bul bu esrarı Aşk ateşinde.

Aşıksan candan korkma sen nardan

Yan çık evhamdan Aşk ateşinde.

İstersen yarı kaldır hicabı

Seyret cananı Aşk ateşinde.

Oku akait anla fevait

Bul sen hakayık Aşk ateşinde.

Fehmi kıy cana gir bu meydana

Yan çık pervane Aşk ateşinde.

Ey ihvân kardeşim, Hakk’a gönül vererek bir İnsan-ı Kâmile tâbi oldun, artık avare avare gezme. Eski bilinçlerin sana yabancı oldu. Onları Allah’a olan aşkın ateşinde yak. Cehâlet ve gayriyetin, zikir ve fikirlerle yanmazsa, senin Hakk’tan ayrı olma hastalığın geçmez. Bir kişi doktorun verdiği ilaçları kullanmazsa, hastalığının geçmesi mümkün olabilir mi. Elbette olmaz. Bu göreve dâima devam edersen, senin aşkın uzakları yakın edecektir. Çünkü eski bilinçlerin sana Hakk’ı çok uzaklarda gösteriyordu. Şerîatta ve tarîkatta çok aradın, fakat bulamadın. Zira bu arayış seni Hakk’tan daha uzaklaştırdı. En sonunda, “Ben bu dünyada bol bol ibâdetimi yapayım Allah cemalullahını bana âhirette gösterecek” diye ümidini âhirete bıraktın. Boynunu büküp elini bağlayarak teslim oldun.”Dünya nasıl olsa geçici, âhiret ise kalıcı” diyerek bütün ümidini âhirete bağladın. Hiç Kur’ân okumadın mı “Dünyada a’ma olan âhirette de a’madır.” Dünya âhiretin tarlasıdır. Tarlaya hangi tohumu ektin de bitmedi. Ama çorak toprağa tohumu saçtın ise, elbette bitmez. Çorak toprak senin eski bilinçlerindi. Bu eski bilinçlerini bırakmadan, bunun üzerine ilim ve îmân tohumu saçtın bekliyorsun.”Allah inşâallah âhirette faydasını gösterecektir” diye de ümitleniyorsun. Dolayısıyla da kendini aldatmış oluyorsun.

Ey ihvân kardeşim, sağdan soldan gelen seslere kulak asma. Bu yol Peygamber Efendimizin Mi’rac yoludur. Âlemlerin Efendisi Mi’raca çıkarken sağdan ve soldan çok sesler duydu. Bunların hiçbirine itibar etmedi. Ona vahiy gelerek “Mazagal beşeru mema tega” diyerek onun gözü, istikametinden ayrılmadı. Biz ihvânlara da bu istikamet gösterildi. Sakın Hakk’ı uzaklarda aramayalım. Bize bizden yakın olduğu halde neden uzaklarda arayalım.

İşte bu sır bizde gizlenmiştir. Bunu bize göstermeyen bizim varlığımızdır. Sözümüzde sadakat göstermiş olsa idik, bu sır bize açılacaktı. Eğer bir âşık tam bir teslimiyetle Rabbinin celâl tecellîlerine göğüs gerip, zikir ve fikrinde dâim olursa, bu celâl tecellîler cemâle döner. İşte aşkın ateşinde olanlar bunlardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de İbrahim (A.S.) hakkındaki kıssada Nemrud’un, kırk gün ateş yakarak, İbrahim (A.S.)’i mancınıkla ateşe atması, İbrahim (A.S.)’i yakmamıştır. Zira Cenâb-ı Allah, “Ey ateş, İbrahim’e serin ve selamet ol” emriyle, ateşin yakmadığını bildirmektedir. Bâtında da, Nemrud’un İbrahim (A.S.)’i attığı ateş, Nemrud’un cehâlet ve gayriyet ateşi idi. Çünkü İbrahim’in gayriyeti kalmadığı için, yanacak hiçbir tarafı kalmamıştı. O Tevhîd babasıydı. Aşk ateşinde var olmuştu. Hatta İbrahim (A.S.) mancınıkla ateşe atıldığı zaman, Nemrud nasıl yanıyor diye merak edip atıldığı yere baktığında, ateşin içerisinde bir beyaz elbiseli kişi ile İbrahim (A.S.)’in beyaz elbise giymiş bir vaziyette, karşılıklı güllük gülistanlık içinde konuştuklarını görmüştür. Hayretle İbrahim (A.S.)’in yanına giderek, yanındaki beyaz elbiseli kişinin kim olduğunu sormuştur. O da “Cebrail’di” diye cevap vermiştir. Görüldüğü gibi, Cebrail kişinin Rabbidir. İbrahim (A.S.)’in üzerindeki beyaz gömlek de, O’nu gayriyet ve nefs-i emarenin ateşinden kurtaran Tevhîd gömleği idi. Bir kişi Tevhîd gömleğini giyer, aşk ateşinde gayriyet ve nisbîyetlerini yok ederse, o kişi ikilikteki fânîlikten geçip, bekânın Vahdâniyyetinde yaşıyor demektir. Çünkü yanacak hiçbir tarafı kalmamıştır. İşte buna aşk ateşi denir. Ayrıca bir kişinin, şiddetli bir biçimde, Rabbinin hasretinden mütevellit, zikir ve fikirle gece ve gündüz ah u figan edip, ona kavuşmak için yemekten içmekten ve uyumaktan geçmiş olması bütün istek ve arzusunun sevgilisine kavuşmak için olduğunu gösterir. İşte buna da aşk ateşine kendini atmış kişi denilir. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz. leri, efendisi Şems-i Tebrizi Hz. lerinin, Konya’dan uzun bir zaman ayrılması nedeniyle, O’na olan hasretinden, gelene gidene onu soruyordu. Ondan her kim haber verirse, mükâfatlandıracağını söylüyordu. Halktan bir kişi, Mevlana’ya gelerek onu Bağdat’ta gördüğünü söyledi. Mevlana da buna binaen o zaman için en kıymetli hırkasını, sırtından çıkartarak o kişiye mükâfat olarak verdi. Yanındakiler Mevlana’ya “Bu kişi yalan söylüyor, ona inanmayın” dediler. Mevlana da, “Ben onun Şems’i gördüğünün yalan olduğunu bildiğim için bu hırkamı verdim. Ya doğru söylemiş olsa idi, canımı verirdim” demiştir. Bu vak’ada da görüldüğü gibi, aşk ateşine düşenlerin hali böyle olur.

Akıl, insanlarda dünyanın, aşk ise âhiretin malıdır. Onun için aşksız Hakk’a varılmaz. Hakk’a giden tek yol vardır. O yol da aşk Burak'ına binerek gönül semâlarını kat etmekle mümkündür.

Allah bütün inanan kardeşlerime ‘aşk ateşi’ ihsân etsin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin