Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə12/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   83

BAKARA SÛRESİNİN HİKMETİ


Kur’ân-ı Kerîm’in bakara Sûresi 67 ilâ 73. âyetlerinde “Cenâb-ı Allah size bir bakara (sığır)boğazlamanızı emrediyor” buyruluyor. Bakara nefs-i hayvâniyedir. İki köy sınırında, bir kişi ölü bulunmuş. Bunun kimin tarafından öldürüldüğü bilinmediği için, Musa (A.S.)’ya kavmi müracaat ederek, “Senin Rabbin bu ölenin kimin tarafından öldürüldüğünü bilir.” demişler. Musa (A.S.) Hakk’a müracaat ettiğinde, Cenâb-ı Hakk, “Bir sığır kesilerek onun etinin ölüye vurulması ile dirileceğini ve ölünün dirilmesiyle de, hangi köy ahalisi tarafından öldürüldüğünü söyleyecektir.” dedi. Buna binaen, sığırın renginin ne olduğunu, yaşlı olup olmayacağını ve sığırdaki bütün belirtileri sordu ve öğrendi. Cenâb-ı Hakk sığırın, sarı renkte olacağını, ne çok genç ve ne de çok yaşlı olmayacağını, çifte koşulmamış olacağını, alaca olmayacağını buyurdu.

İşte bu bakara diye ifade edilen, kişinin nefs-i hayvâniyesidir. Bir kişi Mürşîd-i Kâmile gelerek, kendine nisbet ettiği fiillerini ve varlığını kesmesidir. Bu kesilmesi gerekli nefs-i hayvâniye sahiplerinin, rengi Allah’a sevgi ve aşkından mütevellit sarı olmalıdır. Akil baliğ olmamış çocuk kadar küçük ve çok yaşlı duyma ve görme sıfatlarını kaybetmiş de olmamalıdır. Meratibini bitirmiş kemâl ehli de olmamalıdır. Çünkü onun kurban olmağa ihtiyacı yoktur. Yine hiçbir itikada sahip olmayan kişiler de boğazlanmaya lâyık değildir.

İşte böylece hakîkat-ı Muhammediyye deryasında, kendi insan-ı asliyyesine talip olan kişi, tarif edilmiş oluyor. Sonra tarif edildiği gibi yaşlı bir kadının oğluna ait bir sığır bulunuyor. Fakat yaşlı kadın, sığırın derisini altınla doldurursanız onu verebileceğini aksi takdirde onu satmayacağını söylüyor. Musa’nın kavmi bu teklifi kabul ederek, sığırı kesiyorlar. Ve sığırın derisini de altınla doldurup kadına veriyorlar. Kesilen sığırın etinden, ölü olan o kişiye vurunca ölü diriliyor. Ve dile gelerek, soldaki köy yani nefs-i emmâre tarafından öldürüldüğünü söylüyor. İşte yaşlı kadın, kişinin tabiat-ı cismâniyesidir. Oğlu ise, rûhun oğlu akıldır. Kendi varlığını yok edip, Hakk’ın varlığında dirilen ölü ise, kalbin oğlu veled-i kalbdir. Elbette dirildiğinde, kendisinin nefis köyü tarafından öldürüldüğünü, rûh köyünün bunda hiçbir suçunun olmadığını söylemiştir.

Bir sâlik de kâmile gelerek, fiil, sıfat ve vücûd nisbîyetlerini boğazlatarak, bunları Hakk’a verince kendi süflî emelleri doğrultusunda kullanılan kalp, emmâre nefsinden kurtulacaktır. Kalbin uyanmasıyla Hakk ve hakîkati idrâk etmiş ve nefsin kalp üzerine istilâsından mütevellit, nefis tarafından öldürüldüğünü söyleyecektir. Aslında nefis ile rûh kardeştir. Fakat nefs-i hayvâniye yönü bir kişiyi, şehvet, gazap vb. gibi istek ve arzularla kalbi katletmiş olurlar. Ve rûh kuvvelerinin yolu üzerine bırakırlar. İşte Mürşîd-i Kâmil, bunu çok iyi bildiği için nisbîyet olan fiillerini, boğazlayınca artık kötülük yapamaz bir hale gelir. Dolayısıyla da kalbin uyanmasıyla da her şeyi idrâk etmiş olur.

Bu âyet-i kerimelerle anlatılan kıssa bizlere ne anlatmak istemektedir. Allah’a karşı bir sevgi ve arzumuz varsa, bu dünya çirkefinin içinden kurtulup, insanî aslımızı bulup huzur ve saadete kavuşmak istiyorsak, mutlaka bir Mürşîd-i Kâmile gitmemiz lâzımdır. Ona hayvânî nefsimizi boğazlatıp, bütün Allah’ın yasak ettiği kötülükleri yok etmek gerekmektedir. Bu da fiillerin fâilinin Allah olduğunu bilmekle olacaktır. Böylece kişinin kötülük yapan damarları kansız ve bıçaksız olarak kesilince, rûh yönünden gelen Rabbimin nurları o kişiyi istila edecektir. Böylece kalbi, rûhun nuru ile uyanmış ve Hakk’ın varlığı ile varlıklandığını gördüğünde, huzur ve saadet içinde her iki âlemde mutlu olacaktır. Cenâb-ı Hakk bizleri de bu gafletten uyandırıp mutlu kullarından eylesin. Âmin.


BERZAH NEDİR


Dünya ile Âhiret arasına berzah denir. Peki dünya nedir, Âhiret nedir. Bunları bilmemiz lâzımdır. Dünya bizlerin bildiği gibi, bu kâinat değildir. Bu gördüğümüz kâinat dünya olmuş olsa idi, nice peygamberler ve evliyalar da dünya ehli olurlardı. Dünya, üzerinde yaşadığımız bu kesret âlemi değil, kişileri Hakk’tan uzaklaştıran her şeydir, gaflettir. Onun için, Cenâb-ı Allah ârif olmayan kişilere, esmâ ve sıfatlarıyla kendini örtmüştür. İlk bakışta, karşımızda esmâ ve sıfatla bütün varlıkları şuhûd ettiğimizde, eşyayı eşya, mahlûku mahlûk görmüş oluruz. Niyazi-i Mısrî Hz. leri ilâhîsinin bir yerinde şöyle buyuruyor:

Mahlûka mahlûk gözüyle bakarsan o mahlûk olur.



Hakk gözüyle bak ki bi şek Nûr-u Yezdan ondadır.”

Meratib-i İlâhiyede bu hicâbları yırtabilen ârifler, eşya ve mahlûk olarak vasıflandırılan bu sıfatlardaki Hakk’ın zuhûrâtını görecekleri için, çok çeşitli esmâ ve sıfatlar onlara hicâb olmaz. Onlar her varlığı, yaratılma yerine göre Allah’ın tecellîlerini şuhûd ederler. İşte dünya bir yere göre gaflettir. Dünya bir yere göre de Hakk ve hakîkati görmek için bir vesîle yeridir. Dünya şu taşıdığımız bedenimizin, Hakk’tan ayrı olarak, ona hizmet etmemizdir.

Âhiret ise ismi üzerinde, kesif olan bu vücûdumuzun sona ermesiyle letâfet âlemine geçmektir. Âhir son demektir. Neyin sonudur. Dünya âleminin sonudur. Kendimize nisbet ettiğimiz ve gece gündüz onun ayakta durabilmesi için çalıştığımız vücûdumuzun yaşamının sona ermesidir. İnsan varlığının üzerindeki Cenâb-ı Hakk’ın nefesinin ondan kesilmesidir. Artık yeni bir âlem ve yeni bir vuslat devresine girilmiştir.

Tabiatta da, kış mevsiminden yaz mevsimine girerken, ilk bahar gibi bir berzah devresi geçirmekteyiz. Aynen onun gibi dünya ile Âhiret arasına da zâhirde berzah denilir. Tevhidde bütün peygamber ve evliyalar berzahta ikamet ederler. Gerektiğinde dünya ehillerinin arasına girerler ve onları irşâd ederler denilmiştir. Çünkü onlar berzah sahibidirler.

Berzah, kesret âlemi olan dünyadan, Vahdet âlemine ayak basmaktan ibaret değildir. İnsan-ı Kâmillerin dâimî ikamet yeri, kavseyn mertebesindeki kesret zevkine galebe çalan Vahdet yeridir. Yoksa, bu Tevhîd meyvesinin Vahdet dalı olan cem mertebesi, İnsan-ı Kâmiller için tek taraflı ikamet yeri olamaz. Hakk’ın zâhir, halkın bâtın olduğu bu yer, Tevhîd meyvesinin Vahdet yüzünün göründüğü sahadır. Muhammediyye yüzü olan kesret yüzünün isti’dâd ve kabiliyetine göre, tecellîsi için bu Tevhîd meyvesinin her iki yüzünün de kemâlâtına sahip olunması lâzımdır. İşte berzah budur. Yoksa dünya olan kesretten, Vahdet zevki olan rûhanîyete yükselmek berzaha intikal etmek demek değildir.

Kıştan yaza hazırlık oluyorsa insanlar da aynen onun gibi berzahta beklemeye tâbi oluyorlar. Buna biz kişilerin berzahı diyoruz. Gece karanlığından kurtulup, gündüzün aydınlığına kadar aradaki seher vakti olan tan yerinin ağarması da günün berzahıdır. İnsan-ı Kâmiller bu âlemde gerektiğinde kesret zevkine, gerektiğinde de vahdet zevkine sahiptirler. Vahdet içre kesret, kesret içre Vahdet zevkine sahip oldukları için onlara berzah sahibi denmiştir.

Âhiretin bahçesi olan dünya âleminde, i’tikad, amel ve ahlâk icraatını, yaşamamız müddetince fotoğraflarını çektirdik. Bu filmleri öldüğümüzde tab için banyoya verdik. İşte bir kişi için berzah filmlerin banyo odasıdır. Çekilen filmlerin net görüntülerini sağlamak için filmler banyo olduğunda, kart üzerinde, kesafet görüntülerimiz zuhûra gelmiştir. Bu görüntülerin zaman ve yer olarak gösterildiğinde bizlerin inkâr etmesi de mümkün değildir. İşte İnsan-ı Kâmiller de tenzih ve teşbih arasındaki Tevhîd zevkinde ikamet etmektedirler. Her iki tarafı da aynı mesafede görerek Tevhîd içinde yaşarlar. Yani halk içinde dâima Hakk’la beraberdirler. Allah bizlere de bu yerleri nasîb etsin. Âmin.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin