Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə15/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   83

CENNET VE CEHENNEM NEDİR


Cennet, Allah’a inanan ve O’na ibâdet eden, ihlasla, sadakatla hizmet edenlerin ebedîyyen içinde kalacakları mekân ve meskenlerdir.

Cehennem ise, Allah ve Resulünü inkâr eden kendi nefislerine uyarak, heveslerinin her istediğini yaparak işledikleri cürüm ve suçtan dolayı ilâhi adalette ceza görecekleri yerdir.

Cennetler sekizdir. Dördü amel Cennet’i, dördü irfâniyet Cennetleridir. Cehennem ise yedidir. İnsanoğlunda bunların yerlerini göstermek gerekirse, insanlardan tecellî eden sekiz sıfat-ı subûtiye vardır. Bir sâlik bunların hepsinin Hakk’ın bu âleme tecellî pencereleri olduğunu idrâk eder ve seyrederse sekiz Cennet’i anlamış ve zevk etmiş olur.

Cehennemin yedi olması ise, bu sıfat-ı subûtiyelerden ilim sıfatını kaldırdığımızda câhiliyetinden mütevellit geliştirmemiş kişiler yedi Cehennem’e girmiş olurlar. İlimle her şey bilinir ve yaşanır. Yoksa bilmeyen bir kişi hiçbir zaman cehâlet olan Cehennem azâbından kurtulmaz. Onun için büyüklerimiz: “Cehennem kişinin cehâleti, Cennet ise kişinin irfâniyet ve zevkidir.” buyurmuşlardır.

Cennet’in dördü amel Cennet’i, 1- Oruç tutmak 2- Namaz kılmak 3- Hacca gitmek 4- Zekât vermek gibi ameller olduğu gibi her türlü manevî gıdayı yemek içmek için sarf edilen zaman ve sohbetler de amel Cennetleridir.

İrfâniyet Cennetleri de 4’tür. 1- Tecellî-i ef’al, 2- Tecellî-i sıfat, 3- Tecellî-i Zât, 4 - Âdem’de ve âlemdeki hayat tecellîlerini zevk etmek irfâniyet Cennetleridir. Ayrıca, irfâniyet Cennetlerine ilaveten, Rahmân Sûresi 62. âyette “Ötelerinden (bu ikisinden başka) iki Cennet daha vardır” buyrulmaktadır.

Şu halde Tevhîd ehli için amel ve irfâniyet Cennetlerinden daha yüce olarak Allah rûh Cennet’i ve Zât Cennet’i olarak zevk üzerine zevk hallerinin de mevcûdiyetini bizlere bildiriyor. Bizler cehâletimizle yaşamamıza devam edersek dünyada Cehennem’de, âhirette de Cehennem’de olacağımız muhakkaktır. İlim ve irfâniyetimizi geliştirip cehâlet hicablarımızı yırtarsak, hem dünyada hem de âhirette de Cennet’te olacağımız ortaya çıkar. Demek ki dünyada Cennet ve Cehennem var. Âhirette de Cehennem ve Cennet var. Bir hadis-i şerifte “Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyruluyor.

“Cennet ve Cehennem nerededir” diye soracak olursanız uzaklara gitmenize gerek yok, her ikisi de sizdedir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Cennet düz bir boşluk arazidir. Kim ki Sübhanellah, Elhamdülillah, Allahü Ekber diyebilirse bütün cennetteki nimetleri tecellî ettirmiş olurlar.” demiştir. İşte sen daha evvel başıboş, işe yaramayan bir kişi idin, ilmin irfâniyetin yoktu. Hakk’a vâkıfıyetin yoktu. Bir Mürşid-i Kâmilden Hakk ve hakîkate vâkıf olmayı öğrendin. Sübhanellah demekle senin ve bütün varlıkların varlığının, Vahdâniyyeti ile Allah’ın varlığı olduğunu, bu varlıkların kendine ait varlıklarının olmadığını bildiğin için ‘Sen bu varlıklara benzemezsin seni bu varlıklara benzetmekten tenzih ederim’ dedin. Elhamdülillah demekle de bu kesret âleminde her ne varsa hepsi Hakk’ın birer sıfatları olduğunu, sıfatlarından Zâtın tecellîlerini müşâhede edince bütün sıfatların, Zât’a hâl ve kâl lisanlarıyla hamd ettiklerini müşâhede ettin. Allahü Ekber demekle Hakk’ın sîretiyle, vücûdu olan sûretinden zuhûr edip tekliğinin idrâki ile başka bir varlığın olmadığını, Zâtının bütün sıfatlarından Ekber (büyüklüğü ile her şeyi ihâta eden) olduğunun idrâki ile Tevhîd yapınca elbette ebedî Cennet’te kalıcılardan olunur. Sübhanellah tenzih, Elhamdulillah teşbih, Allahü Ekber Tevhîd olmuş oluyor.

Cehennem hakkında ise Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Cehennem boş bir arazidir. Buranın ateşi insanlar ve taşlardır” buyurmuştur. Yani Allah ve Resûlüne îmân etmeyip taşlaşmış katı kalbli olan insanların Cehennemlik olduğu anlaşılmaktadır. Bunca peygamber ve evliyalar Allah’ın Ahadiyet sırrının Âdem’de ve âlemdeki zuhûrunun tahsili için, ayrıca davet ve tebliğ görevi için de gönderilmiştir. Kendimize “Dünyada ve Âhirette Cehennem’liklerden miyiz yoksa Cennetliklerden miyiz” sorusunu dâima sormalıyız. Vücûd ülkemizde sekiz sıfatımızdan ilim sıfatına sahip değilsek, Cehennem’lik, ilim sıfatına sahip isek dünyada da Âhirette de Cennet’te olduğumuz anlaşılmış olur. Çünkü Cehennem Allah’ı bilmemek ve ondan uzak olarak cehâlet içerisinde yaşamaktır. Cennet ise, Allah’ı bilmek ve her an O’nunla yaşamaktır.

CİN NEDİR


Cin örtmek, gizlemek anlamlarına gelir. Cinler, lâtif varlıklar oldukları için, gözle görünmemeleri nedeniyle örtülü denmiştir. Peri Farsça'da Cin demektir. Kur’ân-ı Kerîm Hicr Sûresi 27. âyette “Cin yaratığını daha önce, şiddetli ateşten yarattık” buyrulmuştur. Cinler, sünnî cinler süflî cinler diye iki kısımda mütalaa edilir. Sünnî cinler, lâtif varlıklar olup, akıl ve şuurları ile, ibâdet ve isyan yapabilirler. Çünkü, Zariyat Sûresi 56. âyette “İns ve cinleri ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyruluyor.

Onlar Asr-ı Saadette, Resûlullah Efendimiz Kur’ân okurken, Kur’ân dinlemeye gelmişlerdir. Hatta bazı sahabelerden bunları görenler dahi vardır. Zira letâfet âlemine geçen bazı ârifler bile, câmide, caddede ve her yerde bunları görmekte ve bunlarla konuşmaktadırlar. Bunlar sünnî oldukları için, zararsız ve taklîdî ibâdet içindedirler. İkinci sınıf süflî cinlerin, insanlardan süflî olanlarına kötülük yapmaları ve zarar vermeleri mümkündür. Bunlara şeytanî cinler de denilir.

Bu saydığım ister sünnî cinler, isterse süflî cinler olsun, âyet-i kerîmede belirtildiği gibi ateşten yaratılmışlardır. Lâtif varlıklar oldukları için, insanların süflîyyât vâdisinde olan nefs sahiplerine, nüfûz edebilirler. Onları vehim ve hayâl gibi görüntülere bağlayarak Ulviyet vâdisine geçmelerine engel olurlar. Hatta, Kur’ân-ı Kerîm’in Nas Sûresi 6. âyetinde cinlerin ve süflî insanların, kişilere vesvese verdiğinden bahsetmektedir. Ateşten yaratılan bu cinler, her şekle girebilirler. Melekler de lâtif varlıklardır ama, onlar nurânî dir. Ateşte iki haslet vardır.

1- Yakıcı ve sıcaklık yönü

2- Ziya, aydınlık ve nûr olan parlaklık yönü

İşte melekler, bu nûr ve ziya yönünden yaratılmıştır. Cinlerin ateşin yakıcı ve sıcaklık tarafından yaratıldığını, meleklerinde, nûr ve parlaklık yönünden yaratıldığını karıştırmamak lâzımdır.

Bu âlemde evvelâ Can kavmi vardı. Sonra ateşten Cin kavmi yaratıldı. Ondan sonra melek dediğimiz nurânî varlıklar yaratıldı. En sonunda da İnsan yaratıldı. Onun için insan, meleklerden üstündür. Cinlerde akıl ve şuur olduğu için de hayvanlardan üstündür. Cinlerin süflî olanlarında ateş fazla, sünnî olanlarında hava fazladır. Süflî olan şeytanî cinler, çoğunlukla hava ve rüzgar gibi her yere girebildiği gibi, insanın kalbine ve damarlarına kadar sirâyet edebilirler. Ayrıca hayvan şeklinde bile görülebilirler. Sünnîleri, insan şeklinde ibâdet ederler. Hatta, şeklen hacı ve hoca kisvesinde görünmeleri de mümkündür. İnsanların çoğalmaları meni ile olduğu halde, cinlerin çoğalmaları gaz (hava) iledir. İnsanların, cin ile evlenmesi, bir hayâlle olmaktadır. (Gençlerin rüyalarında ihtilam olmaları gibi) Süflî cinlerden korunmak için, onların bulunduğu süflîyyât vâdisinden çıkmak lâzımdır. Süflîyyât vâdisinden çıkmak için de dâimî zikir gereklidir. Gafleti yok eden tek çâre, zikirdir. Sabit bazı şeyleri düşünmek, Hakk ve hakîkatten gafil olmak, kişileri o süflîyyât vâdisinden uzaklaştırmaz. O vâdide kalındığı müddetçe de, onlardan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Onlardan kurtulmanın tek çaresi, bir Mürşîd-i Kâmile tâbi olup onun tâlimatı olan dâimî zikirden hiçbir zaman ayrılmamaktır. Sayıyla veya zaman zaman hatırlanarak yapılmakta olan zikirler o kişiyi tam kurtaramaz. Zikir dâimî olmalıdır.

İnsanların bütün hücrelerine kadar, sirâyet eden bu varlıklar, bizlerle yaşamaktadırlar. Bizleri dâima nefs istek ve arzularıyla bağlamakta, Hakk ve hakîkat vâdisi olan ulviyete çıkmamıza engel olmaktadır. Kişi kendine iyi baksın. Nefsânî istek ve arzularla yaşamakta ise, bilsin ki cinlerin az veya çok onun üzerinde etkisi vardır. Böyle değil de, iyiliğe, doğruluğa, Hakk ve hakîkata doğru, edep ve ahlâk güzelliği mevcutsa, melekî yönü ağır bastığı için doğru yoldadır. Allah mübarek etsin.

Cinler, akıl ve şuur sahibi olduğu için, lâtif olmalarından istifade ederek, bazı gizli mevcut sırları bizlere getirebilirler. Cinler gelecekten haber veremezler. Yalnız geçmişten bazı şeyleri bilirler ve haber verirler. Onun için bazı ârifler, onları emrinde kullanmak sûretiyle, onlardan istifade ederler. Fakat bunlara aldanmamak lâzımdır. Çünkü onlar her şeyi bilemezler. Sebe Sûresi 14. âyette “Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı” buyrulmaktadır. Süleyman (A.S.)’ın ölümüne hükm ettiğinde, asasına dayanan Süleyman (A.S.)’ın öldüğünü cinler bilemediler. Bilmiş olsalardı, bu azâba katlanırlar mıydı diye Kur’ân-ı Kerîm, onlara meydan okuyarak, bizlere, cinlerin her şeyi bilmediklerini söylüyor.

Onlardan istifade etmek yerine, zikir ve fikre sarılıp, gönlümüzü aydınlatmak lâzımdır. Vehim ve hayâl gibi vesvese hallerinde durmamağa özen göstermeliyiz.

Cin Sûresi 6. âyette “İnsanlardan bazı kişiler, cinlerin bazılarına sığınıyorlar da, cinlerin kibir ve azgınlıklarını artırıyorlar” buyruluyor. Görüldüğü gibi fazla itibar edilen kişiler, kendilerini bir şey sanarak, gurur ve kibire kapılarak azgınlaşıverirler. Onun için bazı nefs vâdisindeki kişilerin, cinleri çıkış yolu kabul etmesi, onların insanlar üzerindeki ilgisini artırmaktadır. Dolayısıyla da bizleri, hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Bizleri dâima nefs vâdisine çekerek, Hakk ve hakîkatten uzaklaştırmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

Onun için bizler mutlaka bir Mürşîd-i Kâmile gidip, dâimî zikirle kendimize manevî bir sigorta yaptırıp o süflîyyât vâdisinden kurtulmalıyız. Şunu çok iyi bilmemiz lâzım ki zikir ve fikirsiz, onların süflîyyât vâdisinden kendimizi kurtarmamız mümkün değildir.

İnsanlara verilmiş hasletler, cinlerden çok üstün olduğu için, bu üstünlüklerini kullananlara, cinlerin kötülük yapması değil, yaklaşması bile mümkün değildir.

Ne yazık ki günümüzde zikir ve fikirsiz, hayâl ve vehim ile yaşayan bazı kişiler, Allah tarafından kendilerine verilmiş nimetleri kullanmayı bilmedikleri için bu süflî cinlerin oyuncağı olmaktadırlar. Mânâ ve idrâkine vâkıf olmadıkları Âyet-el Kürsî gibi bazı âyetleri kelâmi olarak okusalar bile onlara fayda sağlamamaktadır. Onları çok iyi bilmek ve onlarla, ona göre mücadele etmek lâzımdır.

Resûlullah Efendimizin “Küçük cihaddan büyük cihada, yani cihad-ı ekbere geçtik” buyurmaları işte bunun içindir. Küçük cihad, belli olan düşmanlarla harp etmektir. Bedir Muharebesi ve Uhud muharebesi gibi. Büyük cihat ise nefsle mücadeledir. Lâtif olan süflî güçlerle muharebedir.

Allah inanan bütün kardeşlerimi süflîyyât vâdisinden kurtararak, Ulviyet vâdisinde dâim kılsın. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin