Muhabbetname


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM NE DEMEKTİR



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə13/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   83

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM NE DEMEKTİR


Bismillah” Allah’ın Zâtını remzetmektedir.

Rahmân” Allah’ın sıfatlarını remzetmektedir.

Rahîm” Allah’ın ef’alini remzetmektedir.

Bu mukayyed olan Âdem ve âlemde, Cenâb-ı Allah’ın, Zâtından sıfatlarına, sıfatlarından esmâ alarak fiilleriyle açığa çıktığını görüyoruz. Bunu bütün kitaplardan okuyarak zâhir ve bâtınını böylece bilirsek, ilm-el yakînlikle öğrenmiş oluruz. Ayne’l-yakîn olarak besmelenin tecellîsine vâkıf olmak istiyorsak, mutlaka bir İnsan-ı Kâmilden bunun tahsilini yapmamız gerekiyor. Zira Âdemiyetini bulmuş olan bu İnsan-ı Kâmiller, yeryüzünde Allah’ın halifeleridir. Cenâb-ı Hakk’ın Hüviyyet ve Eniyyetini kendilerinde kemâlâtıyla açığa çıkaran çok yüce Hakk’ın temsilcileridir. Kâbe nasıl Allah’ın Zâtını remzediyorsa, İnsan-ı Kâmiller de Hakk’ın Zâtını remzetmektedir. Hac Sûresi âyet 27 de “Bütün insanlara haccı ilânet, gerek yaya gerekse bineklerle senin huzuruna gelsinler. Bu Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır.” buyrulduğu gibi, sâliklerin Hakk Mürşîdlerinin ziyâretini yapmasıyla, Hakk’ın Zâtının sâliklerdeki Rahmân ve Rahîm tecellîlerinin, nefislerinde ve ufuklarında nasıl şuhûd ettiklerini görmelerini sağlayacaktır. Bu, kişilerin Hakk Mürşîdlerindeki merâtib-i İlâhiye tahsilinde, besmelenin Ayne’l-yakînlik olarak şahitliklerini ispat etmektedir. Hakk-al yakîn olarak bir kişinin canlı bir besmele-i şerîf olduğunu zevk etmek istiyorsa, Mürşîd-i Kâmilden yaptığı tahsil ve gösterdiği mertebelerdeki şuhûdlar doğrultusunda Zâtının, tenzih ve teşbih yüzlerini Tevhîd yaparak kendisinin yeryüzündeki Allah’ın halifesi olduğunu, o mazhardan Cenâb-ı Hakk’ın bilip ve gördüğünü zevk edecektir.

Rahmâniyyette iki bölüm vardır.

1- Rahmâniyyet olan Nübüvvet yüzü

2- Rahîmiyyet olan Vahdâniyyet yüzü

Nübüvvetin içinde hem cemâl yüzü hem de Vahdâniyyet olan velâyet yüzü mevcuttur. Hakk Mürşîdleri bizlere özel olan Rahîmiyyet rahmetinin tahsilini ve bütün varlıkların sûretinden farkıyla nasıl tecellî ettiğinin irfâniyet ve kemâlâtını öğretmektedirler. Cenâb-ı Hakk’ın, Rahîmiyyet olan Vahdâniyyet yüzünde, halk bâtın olduğu için, tek taraflı olması nedeniyle, Rahmâniyyete göre Rahîmiyyet rahmeti kemâlât değildir. Âfâkta ve kendi vücûd ülkesindeki Cenâb-ı Hakk’ın rahmet tecellîlerini şuhûd ederek yaşama hali, onların Hakk-al yakînliği olacaktır. Zira “Onların cesetleri rûhlarıdır, rûhları cesetleridir.” Hadis-i Şerifi tecellî etmiş olur. İşte gönlümüzdeki tenzih ve teşbihi Tevhîd yaptığımız zaman, canlı bir besmele-i şerîf olduğumuzu zevk etmiş oluruz. Yoksa Allah Allahlığını kimseye vermez. Kul kuldur. Allah Allah’tır.


BU KÂİNATIN ASLI BİR NOKTADIR


Kur’ân-ı Kerîm’in Nûr Sûresi 35. âyetinde “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lambaya nisbet edilmeyen mübarek zeytin ağacından zuhûr eder. O nûr üstüne nûrdur.” buyrulmaktadır.

Burada zeytin ağacı insan ağacı gibidir. Doğu Vahdeti, batı ise kesreti remzeder. Bu îmân nuru, insanın gönül kandilinde yanan bir ışıktır. Bu insanın gönül fanusunda yanan kandilin ışığı ne bedene, ne de cana ait değildir. Cananın bu nuru gönül fanusundan meydana gelmektedir. Aslında kamu âlem bir noktadır. Fakat bu âlemde, sıfat ve esmâsıyla, kendini ârif olmayanlardan gizledi. O’nun nûr olan güzel yüzünü âriflerden başkası göremedi. Bu âlem bir fenerdir. Onu aydınlatan, her varlığın içindeki Zâtının tecellîleridir. Bir lambanın fitili gibi ışığını verip durmaktadır. Sen ise, hayâli gölgeleri görmekten, ışığı göremiyorsun. Ondan sonra da, gece ve gündüz ah u figan edip inleyerek onun aşkı ile yanıyorsun. Nasıl insanlardaki rûh bülbülü, sıfatları olan gülün dalında ötmekle kendini sıfatlarından zuhûra getirince, sesi kesilir, aynen onun gibi, sen de Zâtından sıfatlarına, sıfatlarından da esmâ alarak fiilleriyle açığa çıkarak eserlerini görmeye çalışırsan, bu kâinatın bir noktadan meydana geldiğini görmüş olursun. Bir hadiste “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı” buyrulduğu gibi, ilmin Allah’ın olduğunu bildiğimizde, cahillik elbette kula kalmış olur.

İşte Allah da hiçbir varlığı kalmayanlardan, bu ilim ve tecellîlerini açığa çıkardı. Bir ağacın çekirdeğine dil verip “Bu ağaç senin açığa çıkış şeklin midir” diye sorsak “Evet” diyecektir. Bütün ağacın, gövde, kalın dal, ince dal ve yapraklarına da sorsak onlar da, kökteki çekirdeğin birer şerhi olduğunu söyleyeceklerdir. İşte bu kâinat ağacı da öyledir. Bir Hadis-i Kudsî’de “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi murad ettim. Bu halkı halk edip, onlardan da kendimi seyrettim” buyrulmuştur.

Kemâlâtını bulup, ârif olanlardan her an Cenâb-ı Hakk seyredip durmaktadır. Bu sırlara vâkıf olmak için, canı Hakk yolunda fedâ etmek lâzımdır. Hakk’a canını verenler canan alır yerine. Böylece Hakk’ın gizli hazine kapıları o kişiye açılır. Yoksa her kişiye değil. Cenâb-ı Hakk bu âlemde Zât, sıfatları, esmâsı, ef’âli ve eserleri ile kendini sergilediği halde, hicâb perdelerini yırtamayanlara sıfat ve esmâsı ile kendi yüzünü örtmüş ve gizlemiştir. Aslında onu görmemek, kişinin kendi cehâlet perdeleridir. Yoksa, o her şeyde ayan beyan görünmektedir. Noktalardan ‘elif’ meydana gelir. Elif de çeşitli şekillere bürünerek 28 Kur’ân harflerini meydana getirir. Bunun gibi, noktanın tecellî ettiği yerlerde, şekil ve zuhûrâtıyla bu âlemdeki nurunu meydana getirdiğini görmüş oluyoruz. Cenâb-ı Hakk bizlere bu idrakle her şeye bakmayı nasîb etsin. Âmin.


CENÂB-I HAKK’I TENZİH VE TEŞBİH NASIL YAPILMALIDIR


Tenzih, hiçbir şeye benzemez demektir. Cenâb-ı Hakk, Zât yönüyle hiçbir şeye benzemez. Cenâb-ı Hakk’ın yanında başka bir varlık olması lâzım ki, mukayese yapılabilsin. O her şeyden münezzehtir denilir. Zira bir âyet-i kerîmede: “Leyse kemislihi şey’ün“O’nun misli yoktur ve hiçbir şeye benzemez.” buyrulmuştur. Onun için tenzih keyfiyeti kalble bilinir.

Teşbih, benzetmek demektir. Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarından Cemalini gösteren odur. Her varlık onunla kâim olduğu için, bu isim ve sıfatlardan tecellî eden, Cenâb-ı Hakk’ın Cemalidir. Kur’ân-ı Kerîm’in Şura Sûresi 11. âyette “Leyse kemislihi şey’ün ve hüves-semiy-ul basiyr-u” (O’nun misli yoktur. O hiçbir şeye benzemez ve o her şeyi işiten ve görendir) buyrulmuştur. Burada, ‘O’nun misli yoktur, hiçbir şeye benzemez’ kısmı tenzihtir. Allah Zât yönüyle hiçbir şeye benzemez. Âyetin devamındaki ‘O her şeyi işiten ve görendir’ kısmı ise teşbihtir. Cenâb-ı Hakk, tenzih yönüyle yani Zât yönüyle bilinmiyor. Cenâb-ı Hakk’ın künhü Zâtı bilinmez. Fakat, teşbih, yani isim ve sıfatları yönüyle tecellîsi olan Cemalini görmekle bilinir demektir.

Cenâb-ı Hakk Nûr Sûresi 35. âyetde insanın Zâtının nurunu miskat yani lamba konan yer olarak vasfetmiştir. Bundan maksat da, insanın sadrı yani göğsüdür. Zücac dan maksat kalbdir. Misbah ise insanın sırrıdır. Şecere-i Mübarekeden(mübarek Ağaç) maksat da, insanlardaki îmân ağacıdır. Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerîm dahi benzetmek sûretiyle bizlere târifler yapmıştır.

İşte Hakk’a olan îmân, halk sûretinde ‘Hakk olarak’ zuhûr etmesinden ibarettir. Onun için bir kişi Hakk’ı Zât yönünden tenzih eder, teşbih etmezse zındık olur. Yalnız teşbih ederek tenzih etmezse müşrik olur. Bunun her ikisi de yanlıştır.



Tevhîd cem’dir fark onun gövdesi

Cem’e ermişse idrâk şirktedir kendisi,

Cem’e varsa da fark etmezse yanılgıdır bilgisi

Cem farkıyla bilinir gizli hazinesi

Ahmet mazharıdır Kur’ân okur bendesi

Mazharında diridir kelâm eder kendisi.

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hz. leri bu mevzuda, “Cenâb-ı Hakk’ı tenzih edecek olursan, onu sınırlamış olursun. Teşbih edecek olursan onu kayıt yapmış olursun. Tenzih ve teşbihi cem ederek, Tevhîd yaparsan gerçeği söylemiş ve Allah'ı bilmede, imam ve seyyid (insanların efendisi) olmuş olursun buyurmuşlardır.

Bir kişi de Cenâb-ı Hakk’ı, his ile teşbih, kalb ile tenzih etmelidir ki Makâm-ı Muhammediyye'ye yükselebilsin. Bizler de Cenâb-ı Hakk’ı, Zât yönüyle tenzih, yani hiçbir şeye benzetmeyerek, kalbimizle onun her isim ve sıfatlarındaki tecellîsi olduğunu tasdik edeceğiz. Hissimizle, bütün isim ve sıfatlarından görünen onun Cemali olduğunu hissederek, tecellî eden ve tecellî olunanı Tevhîd yaparak zevk edeceğiz. Bu zevkimizde, ne zanna ve hayâle çıkacağız, ne de tecellî olunan mazharların gölgesine takılıp kalacağız. Zira zâhir tecellî olan mazharların hepsi Hakk’ın gölgesidir.

İşte kalb ile tenzih, his ile teşbih zevkine sahip olduğumuzda, bunları Tevhîd yaparak seyyidlerden oluruz.

Yoksa, tenzih ve teşbihi zevk vâdisinde değil de, ilim vâdisinde mütalaa edenler aldanmışlardır. Her şeyi zâhir olarak ispat etmek her zaman mümkün olmayabilir.

Cenâb-ı Allah, Zâtı özellikleri itibariyle eşyadan münezzehtir. Eşya değildir. Eşyanın hakîkati Hakk’tır. Vücûd itibariyle de, Hakk’ın sıfatları ve mazharlarıdır.

İnsan da öyle değil midir. Gölge Zâtı itibarıyle, onun dışındadır. İnsana girmemiştir. İnsan O’nun aynı olmadığı gibi, o gölgeye muhtaç da değildir. İşte gerçekte insan da, Hakk’ın vücûdu ile kâim olduğu halde gölge gibidir. İnsanın gölgesi de, gölgenin gölgesi olur.

Mevlana Hz. leri mesnevisinde:

“Gölge insan ile kâimdir. İnsan olmasa gölge olmazdı. İnsan da Allah ile kâimdir. Allah olmasa, insan da olmazdı. Lâkin insan olmasa, Allah dâima bâkîdir. İnsandaki vücûd Allah’ındır. Kayıtlı olarak görünen insandır. Mutlak olan Allah’tır.” buyurmuşlardır.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin