Allah’a kul olabilmek için kişilerde beş vasfın olması lâzımdır.
1- Sultanla muharebeye girmek
2- Ganimet malını, beyt-ül mala toplayıp vermek
3- Gazilere ganimet malını taksim etmek
4- Kafir (örtücü) olmak
5- Dar'ül harpten çıkmaktır.
Bir kişi evvelâ sultanla muharebeye nasıl girer. Sultanlar yani Mürşîd-i Kâmiller nefis ile muharebeye girecek sâliklerine, daimi zikir vererek,cenabı hakkın emir ve yasaklarını uymak suretiyle cihad-ı ekber diye vasıflandırılan nefis muharebesine onları sokar. ve nefsimizde ve ufkumuzdaki âyetleri (delilleri) fiillerin fâili Allah’tır diyerek başlar. Nefsinde ve ufkunda, yani kendinde ve kendisinden başka varlıklarda fâil yani halk edici Allah’tır diyesiye kadar daimi zikirle birlikte bu nefisle muharebeye devam eder.
İkincisi, ganimet mallarını yani bütün sıfatlarından icraatını gösteren hayat sahibinin, ilim, irâde, duyan, gören, kudret ve kelâm sahibinin kendisinin olmadığını anlayarak, beyt-ül mal olan, mal sahibine ganimetlerin hepsini vermektir. Yani bu sâbit sıfatların sahibinin kendisinin olmadığını anlayıp Hakk’a vermektir.
Üçüncüsü ise, ganimet mallarını gazilere taksim etmektir. Bir sâlik nefisle muharebeye girdi, mürşîd-i Kâmilinden “vela havle vela kuvvete illa billahil azim” diyerek güç ve kuvvet sahibinin Cenâb-ı Allah olduğunu öğrendi. Ve bu tâlimatı alarak muharebeye girdi. Burada ganimet mallarını elde etti. Bu ganimet malları daha evvel nefsin iken şimdi onun elinden alınarak fiillerin fâili ve fiillerin tecellî ettiği sıfatların mevsûfunun sahibi olan Cenâb-ı Allah’a verdi. Nefsin elinde iyilik ve kötülük yapabilecek ihtiyacını gören hiçbir ganimet malı kalmadı. İşte bu ganimet mallarını harpten salimen çıkan gazilere yani sıfat mazharlarına vücûd ülkesinde taksim et. Bu mazharlardan daha evvel, emrinde olan ve ona hizmet eden bu ganimet malları şimdi Allah’a hizmet etmesi için gazilere dağıt. Çünkü bütün sıfatlar vücûdda icraatını yapabilirler. Vücûdun vücûdullah olduğu idraki ile öz nefsinin Rabbin olduğunun idrâkine varmış olursun.
Kul olmanın dördüncü vasfı ise kâfir olmaktır. Kâfir burada örtücü demektir. Neyi örtüyor. Kâfirlik iki türlüdür:
1- Halkın kâfiri
2- Hakk’ın kâfiridir.
Burada örtücülük olan kafirlik, halkı görmeyip yüzünü her nereye çevirirse çevirsin Hakk’ın yüzünden başka hiçbir yüz görmemektir. Hakk’ın kâfiri ise, Hakk'ı görmeyip halkı görenlerdir. Demek ki Hakk’ı zuhûra getirmek ve her yüzde onu görmek dördüncü vasfımız oluyor.
Beşincisi ise dar'ül harbden çıkmaktır. Yani vücûd ülkesinde nefsin cırtlak seslerinin çıkmama halidir. Bu vücûd ülkesinde tek sahibinin sesini duymak ve bütün sıfat olan ahaliden o tek olan rûhun tecellîlerini gördüğümüzde dar’ül harpten çıkmış oluruz.
İşte bu beş haslete sahip olduğumuzda kulluğumuzu elde etmiş oluruz. Kul demek köle demektir. Kölenin de hiçbir şeyi olmadığı gibi kendi diye bildiği varlığı bile sahibinindir. Böyle hiç olan varlıkta, yani kulda, Cenâb-ı Hakk kemâlâtıyla tecellî eder. Kemâlâtıyla tecellî mazharlarına da Muhammed denir.
İşte bizler de kulluğun uzun idrâki ile Muhammedliğimizi görebilirsek, lâyıkıyle Allah’a kul olmuş oluruz. Yoksa kulluk herkesin bildiği gibi emir ve yasaklara gücümüzün yettiğince taklîdi olarak uymak değildir. O avâm için geçerli olabilir. Fakat hakîkatte kul olmak için geçerli değildir.
ARIYA VAHYOLUNMASI NE DEMEKTİR
Kur’ân-ı Kerîm’in Nahl Sûresi âyet 68 de “Senin Rabbin, bal arısına da vahy etti” buyrulmuştur. Dikkat edilecek olursa, eşek arısı veya kızıl arı değil de, yalnız bal arısına vahyolunmuştur. Peygamberden başkasına vahyolunmadığı halde, hayvan cinsinden bir arıya vahyolunması ne mânâya gelmektedir.
Cenâb-ı Allah, arıyı dağların arkasındaki çiçeklerin kokusunu alabilecek hasletlerle yaratmıştır. Arı çeşitli çiçeklerden polen tozlarını toplayarak, gıda deposunda biriktirir sonra da kendi butûnunda, onu Rabbinin verdiği ilhamla bal olarak kusar. Mühendislerin bile hayret duyduğu altıgen peteklere yerleştirerek sırlar. İşte hem kendisi için, hem de bütün insanlık için şifa kaynağı olan bal, imal edilmiş olur. Arıya bal imal etmesini Cenâb-ı Allah âyetinde vahiy olarak belirtmiştir. Zâhirde vahiy ifadesi ilham edildi anlamındadır. Bâtınında ise, aynen âyet-i kerîmede geçen vahiy olarak mütalaa edilir.
Vahiy 4 türlüdür.
1- Vahiy: Peygamberlere Cebrail vasıtası ile olur.
2- İlham: Evliyalara gönül tecellîleriyle olur.
3- Mürşîd-i Kâmilin sohbetleri, sâliklere vahiydir.
4- Kitâb-ı Furkân okumakla (kesret âlemindeki sıfatların tecellîsi)
Bütün mahlûkata, kendi isti’dâd ve kabiliyetlerinin yaratılma yeri olarak ilham olunmuştur. Arının da isti’dâdında, böyle bir bal yapma hasleti ile yaratılması onun bu ilhamlara mazhar olduğunu göstermektedir. Bu âyet-i kerîme müteşabih âyetlerdendir. Nahl, arı demektir.
N=Nûr-u Muhammed
H=Hidâyet-i Muhammediyye
L=Lütuf, ihsân demektir.
Şu halde bir sâlik de, Mürşîd-i Kâmilin sohbetlerinde elde ettiği ilm-i ledün diye bildiğimiz, polen tozlarını toplayıp, kendi fikir laboratuvarında süzgeçten geçirir. Tefekkür süzgecinden geçtikten sonra, şuhûd ve müşâhede haline dönüşmesine bal denir. O kişi hem kendisi için, hem de bütün inananlar için bal imal eden bal arısı demektir. Vahiy Cebrail vasıtası ile peygamberlere gelir. İlham ise, âriflerin gönlündeki tecellîlerdir. Bir sâlikin Mürşîd-i Kâmili onun Cebrail’idir. Cebrail’den aldığı altı merâtib-i İlâhiyyenin irfâniyet ve kemâlât sohbetlerini, kendisi idrâk ve şuhûd etmeye başlayınca o bal arısı durumunda olan kişi, altıgen peteklere depo ederek, hem kendisi için hem de bütün insanlık için şifa dağıtan bir hale gelmiş olur. Herkese şifa dağıtmaya başlar. Allah’ın Nuru Muhammediyyesi, hidâyet ettiği kimlerse bu lütuf ve ihsâna onlar mazhar olurlar. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri bir ilâhîsinde şöyle niyazda bulunmuşlardır:
“Şeyhim baldır ben onun arısıyım
İlâhî arıyı baldan ayırma.”
Burada arı sâlik, bal da Mürşîd-i Kâmildir. Onun için bu âyet-i kerime bizlere, bilhassa arı olan bir sâlik ile, Mürşîd-i Kâmilin sohbet çiçeklerinden elde ettiği polen tozlarını kendi idrâk tefekkürleriyle tatlı ve şifa olan bal haline dönüştürmesini bildiriyor. Onunla yaşama geçtiğinde hem kendisi için mutluluk ve saadet meydana getirmekte, hem de insanlık için gönüllere şifa dağıtmaktadır.
Bu balla ilgili âyet-i kerime bizlere, inanan ve ilmiyle âmil olmak için İnsan-ı Kâmillerden elde edilen ilm-i ledünü, yaşam içinde uygulamak ve zevk etmemizi istemektedir. Allah cümlemize bal arısı olmayı nasîb etsin. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |