Muhabbetname


EVVEL, ÂHİR, ZÂHİR, BÂTIN BENİM” ÂYETİNİN ŞÜHÛDLARI



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə20/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   83

EVVEL, ÂHİR, ZÂHİR, BÂTIN BENİM” ÂYETİNİN ŞÜHÛDLARI


Hadid Sûresi 3. âyette “O, ilk ve sondur; görünen ve görünmeyendir. Hem O her şeyi bilendir!” buyrulmuştur. Bizler buna elbette ilm-el inanıyor ve îmân ediyoruz. Fakat nerede evvelliğini tecellîsiyle ilân etmiş, bunu görüyor muyuz, Görmüyorsak, bu inancımız yalnız ilimden ibaret değil midir. Ayne’l-yakînliği nasıl şühûd etmeliyiz. Tevhîd tahsilinde bu şühûdlara sahip olamayanlar da aynen zandaki ve hayâldeki bir Allah’a inanmış insanlar gibidir.

Bir sâlikin evveli zikir hali, bâtını kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok ederek Rûhullah hâli, zâhiri mutmain olmuş nefsin zuhûru, âhiri de kalb sahibi olarak evvelliğini, batınlığını, zâhirliğini, ahirliğini Tevhîd yapma hâlidir. Meratib-i İlâhiye tahsili yapan kardeşlerim bunu dâima zevk etmektedirler. Bedensel amellerimiz gönül âlemine inmediği için ibâdetlerde zevksizliğimiz zuhûr etmektedir. Bir kişi her şeyi zâhir görüyor ve öyle kabulleniyorsa, o zâhir amellerinden başka bir amelden zevk alamaz. Niyazi-i Mısrî Hazretleri :

Bir şeye mahlûk gözüyle bakarsan o mahlûk olur.

Hakk gözüyle bak ki bî şek nûr-u Yezdan ondadır.”

Buyurmuşlardır. Kendi varlığını ihtiyarî olarak yok edip Hakk’ın varlığı ile varlıklanarak her tecellîye öyle nazar ediyorsa, o zaman gören ve görünen kendisi olduğu için, evvelinde Ahadiyet tecellîsi olarak, zâhir ve bâtınında temkin zikrini küllî olarak görecektir. Ahir tecellîsini de, Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyye meyveleri olan, ister İnsan-ı Kâmil mazharlarında isterse dönücü diye vasıflandırdığımız kalb sahiplerinde, celâl ve cemâl yüzlerini kavseyn zevkiyle göreceklerdir.

Bu kardeşlerimiz, ormandaki bir ağaç nasıl hizarhanede kereste, marangozhanede kapı pencere, mobilyacıda sehpa koltuk olması onun ağaçlığını bozmaz, dâima aslını muhafaza eder ve bulunduğu hâl üzere isimlendirilirse aynen bunun gibi, Cenâb-ı Hakk’ın da tecellî ettiği mazharlarda her ne şekilde görülürse görülsün, kişiyi yanıltmaz, O olduğunu bilir, şerîat terazisiyle tartarak her şeyi yerinde kullanır ve ona göre hareket eder. Cenâb-ı Hakk’ın zâhirdeki tecellîsi de bu âlemde Muhammed mazharları olan Allah’ın kemâlât sıfatlarından, Rahmâniyyetiyle zuhûrunu seyretmektir. Yalnız zâhir sûretleri görmek, onun zâhirini görmek değildir. O cemâl, Hakk’ın Vahdâniyyet tecellîlerinin görünen gölgelerden zuhûra gelmesidir diyerek bu irfâniyetle bakıyor ve görüyorsa doğrudur. Yoksa eşyaya eşya gözüyle bakmak mahlûkluktur. Bunu her hayvan da o gözle görmektedir. Bir Hadîs-i Kudsî’de “Kulum bana nevâfille yaklaştığında ben onun görmesine göz, duymasına kulak konuşmasına dil olurum.” buyruluyor. Onun için, sîret gözlüğünü takmadan bu eşyadaki tecellîlere Hakk demek ahmaklık olur. Fehmi Hazretleri bir ilâhisinde şöyle buyuruyorlar :

Her kime açılsa hicâb, hep gördüğü dîdar olur.



Gözüne olmaz serâb, hep gördüğü dîdar olur.

Dünya ve ukbâdan geçer, Vahdet ile kanat açar

Şer ve sevabından geçer, hep gördüğü dîdar olur.

Söyler kelâm bakar sana, gözü görmez hiç mâsivâ

Vermiş gönlünü Hakk’tan yana, hep gördüğü didar olur.”

Bâtın tecellîsi de Cenâb-ı Hakk’ın bu âlemde Vahdâniyyet tecellîlerinden ibarettir. Zira, zerreden küreye kadar bu kesret âlemindeki tecellîlerin hepsi Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetinin Tafsilât-ı Nûr-i Muhammediyyede tecellîsinin gereğidir. Bir meyve bahçesindeki bütün meyvelerin kemâlâta gelerek tadı, kokusu ve rengi hep su ile mümkünse, aynen onun gibi her varlığın hayat kaynağı da Hakk’ın Vahdâniyyetinin hayat verişi ile mümkündür. Görünmediği için biz ona bâtın diyoruz. Yoksa ehl-i ârif için evveldeki tecellîleri de, âhirdeki tecellîleri de, zâhirdeki tecellîleri de, bâtındaki tecellîleri de apaçık görülmektedir. Ârifler şühûd sahibidirler. İşte İslâmiyet bir ağaç gibidir. Bir ağacın çekirdeği o ağacın evveli, âhiri ise meyvesidir. Bahçıvanlar bunu çok iyi bilir ve görür. Gönül bahçıvanları olan ârifler de görür ve bilirler. İşte onun için, çekirdeğin, toprak altındaki hâline nasıl bâtın diyorsak, Cenâb-ı Hakk’ın sûretlerden tecellî etmezden evvelki Vahdâniyyetine de bâtın demekteyiz. Çünkü bizlere göre görülmeyen olduğu için böyle denmektedir. İnsanlar gözlerini görmekte fakat gözlerinden göreni görememektedirler. Kulaklarını görmekte fakat kulaklarından duyanı görmemektedir. Dilimizden konuşmayı duyuyoruz peki dilimizden bu kelâmların meydana gelişini görüyor muyuz. İşte onun için bâtın deriz. Meyve ağacının bütün vücûdunu gördüğümüz için de buna zâhir deriz. Zira görünene zâhir denir. Âhir de meyve ağacının dallarındaki gelişmiş meyvesidir. Ağacın dalındaki meyvenin içindeki çekirdeği çıkarsak, aynen evveldeki toprak altındaki ilk çekirdeğin aynısı olduğunu görürüz. Onu toprağa diksek aynen diğeri gibi bir meyve verdiğini görmek mümkündür. Bu çekirdek tam mânâsıyla kemâlâta gelmemişse toprağa dikildiğinde ağaç meydana getiremez. İşte evvelinde zuhûrâta gelerek bâtınında gelişip zâhir ve âhiriyle, bütün tecellîlerini sergileyendir. Evvel ve bâtın celâl, zâhir ve âhir cemâldir. Ârifler her ne kadar ilimle bunları ayrı ayrı îzâh ederlerse de, aslında Niyazi-i Mısrî Hazretlerinin;

Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur

Âlem kamu bir yüz durur onu gören hayran imiş.

İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün

Hak’tan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş.”

İfadesinde kendisini bulur. Onun için sîret ve sûret âlemlerindeki bu İslâmî Tûba ağacının, evvelini, âhirini, zâhirini ve bâtınını şühûd eden bu kardeşlerimiz “lâ” dan geçip “illa”yı zevk ettikleri için, (zikirden Cem’ul-Cem mertebesine kadar olan süreç) ondan başkasını görmezler. Her tecellînin Hakk’ın tecellîsi olduğunu seyrettikleri için Âl-i İmrân Sûresi âyet 191 deki Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azâbından koru. ’ derler” “Rabbena ma halakte haza bâtıla” “sen bâtıl bir şey yaratmamışsın” derler. Zira yine evvelimizi niyet olan zatımız, ahirimizi kemalat irfaniyet fillerinin tecellileri, zahirimizi ise rahman sıfatlarımız ve batınımızında Ruhumuz olduğunu zevk eylemek mümkündür. Ve böylece gerek efselden âlaya, gerekse âlayül âlaya “zevklerden zevkler” olsun hepsini yerli yerinde görmek en güzeli olacaktıri aynı zamanda eşyayıda yerinden oynatmamış olunacaktır. Gerek geçmişte ve gerekse günümüzde Allah dostları her şeyi yerli yerinde görenlerden olmuşlardır. Allah bütün kardeşlerime Âdem ve âlemde bu şühûdları nasîb etsin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin