Orta amerika gezisi


Şubat Pazar İspanya’dan Meksika’ya giderken



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə2/16
tarix27.10.2017
ölçüsü1,32 Mb.
#15475
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16
1. Şubat Pazar İspanya’dan Meksika’ya giderken

Kahvaltı salonu hemen resepsiyonun yanında birkaç basamak merdivenle çıkılıyor. Küçük şirin bir yer. İş adamlarının günü birlik kaldığı oteller ile sahil yerlerinde uzun süreli kalınan oteller kahvaltı salonlarından belli oluyor. İş adamlarının kaldığı otellerde, kahvaltı salonlarındaki düzen şimdi bu otelde olduğu gibi ye – git düzeni. Diğerlerinde ise düzen uzun oturmaya göre planlanmış. Kahvaltımız çabucak bitiyor.


Otobüsümüz saat 10.30 da geleceğine göre hem zamanı değerlendirmek hem de bu vesile ile grubun birbirini tanıması için bir toplantı düzenliyorum. Hemen kahvaltı salonunun yanındaki konferans salonunun ışıklarını yakıp gruba haber veriyorum. Ama içerisi çok soğuk. Adamlara derdimizi anlatıp klimayı açtıramıyoruz. Derdimizi anlatmaya çalışırken epey ısınıyoruz zaten. Onun için görevlinin salon değiştirelim teklifini kabul etmiyoruz. Girişteki masaya da bana verilen son gezi programını koyuyorum. Programdan bir tane alan koltuğuna geçiyor.
Önce hepsine bir hoş geldiniz konuşması yapıyorum. “ Hepiniz bu macera dolu Orta Amerika gezisine hoş geldiniz” diyorum. “16 gün sürecek bu gezimiz bir çok zorluklarla dolu olacak. Bu gezimizi lütfen diğer gezilerinizle kıyaslamayın.” “Programlar değişebilir, vizelerde, gümrüklerde sorunumuz olabilir. Bu gerçek bir gezgin gezisi olacaktır. Döndüğümüzde hepimiz hayatımızın gezisini yapmış olacağız. Göreceksiniz.” Diyorum.
Herkesin yüzü aydınlanıyor. Ama bu arada elindeki programa bakanlarda memnuniyetsiz ifadeler var. Mexico City’de kalış gününün bire inişi rahatsızlık doğuruyor. Ayrıca “tam gün geniş kapsamlı şehir ve çevre turu”ndan ne kastediliyor belli değil. “Atila bey, Mexico City’ye bir gün yetecek mi? Orada nereleri göreceğiz? “ sorusununun cevabını ben de bilmiyorum. Ben bütün turlarımda, kendi yaşamımdaki gibi açık ve net olmaya çalışırım. Şimdi de yolcularıma bilmiyorsam bilmiyorum demekten çekinmiyorum. Daha önce geldiğimde sekiz gün kaldığım bu şehrin en güzel yerlerini zamanımızın elverdiği ölçüsüde göreceğimizi ama oraya varıp bizi dolaştıracak rehberimizle konuşmadan kendilerine detaylı bilgi veremeyeceğimi söylüyorum. Beni daha önce tanıyanlar rahatlıyor ama yeni dostlarımdaki huzursuzluk şimdilik geçmiş değil. O sırada Huri, Antropoloji müzesini mutlaka görmek istediğini söylüyor. İnşallah diyorum. Benim de daha önce bu müzeyi görmediğimi, eğer programda yok ise ekletmeye çalışacağımı söylüyorum..
Diğer bir yolcumuz aynı konuya değinerek “ 4 gün Cancun’da ne yapacağız?. Burada 2 günü yazılmış diğer günler belli değil. Bunu bir gün azaltıp Mexico City’ye eklememiz mümkün değil mi?”
Şu anda programda herhangi bir değişikliğin yapılamayacağını ancak bu günlerimizin hepsinin dolu dolu geçeceğine inanmalarını söylüyorum.
Şimdi tanışma zamanı. Nihal kamera ile fotoğraflıyor grubu ve sonra tek tek tanıtıma geçiyoruz. 2 hafta boyunca aynı kaderi paylaşacağımız dostlar birbirlerini bir tanısınlar bakalım.
Önce ben kendimi ve sonra eşim Nihal kendisini tanıtıyor. Sonra sıra ile tanıtımlar başlıyor.
Bülent Göker : Emekli kimya mühendisiyim. Serbest çalışıyordum. Şimdi geziyorum. (74 yaşındaki dostumuzun dünya umurunda değil. Saçlarını boyatıp genç görünmeye özen gösteriyor. Etliye sütlüye karışmadan gezinin tadını çıkartmaya kararlı. Ona verdiğimiz gezi programını, mutlaka iyidir diye okumuyor bile.)
Nevin Göker : Emekliyim. Eşim aslında gezmez. Atila bey var diye geldi ama ben arkadaşlarımla dünyayı geziyorum. (Kimse Nevin hanıma 66 yaşında demez. Bir genç kız gibi aktif. Neşeli hayat dolu, çıtı pıtı. Hayattan bu ikinci evliliğinde zevk almaya çalışıyor. Kocasının imkanları ve çok geniş bir arkadaş gurubu ile durmadan geziyor. Kocasının bile vize formlarını kendisi dolduruyor ama söylene söylene.)
Saniye Deniz: 82 yaşında emekli sigortacıyım. Türkiye’nin en eski sigortacısıyım Yoğun iş hayatından emekli olduktan sonra gezmeye başladım. Bu 25. seyahatim. Ömrüm oldukça gezeceğim. (Grubumuzun en yaşlı genci. Rusya’da kendisini tanıdım tanıyalı hayat görüşüm değişti. Tüm çevreme örnek gösterdiğim kişi. Yürümeyi çok seven Saniye hanımın şimdiye kadar hiçbir geziye yoruldum, yağmur yağıyor, soğuk, sabahın erken saati ...vb bahaneler üreterek katılmadığı olmadı. Hep en önde)
Yeliz Sümer : Üniversitede profesörüm. Fırsat buldukça dünyayı geziyorum. (Çok oturaklı hanımefendi bir öğretim görevlisi. Gördüğü her şeyden keyif alıyor. Benim anlattıklarımı en merakla dinleyenlerden)
Sevnur Sert : Emekli bankacıyım. Kız Liseliyim. Kız liseliler grubu ile dünyayı geziyoruz. (Kendisini tanımaktan mutlu olduğum kişi. Oturaklı, lider vasıflı, uyumlu, organizatör, keyif ehli, yaşını hiç göstermeyen, otoriter ve dünyayı görmüşlerden. Şimdiye katıldığı bütün turlarda lider oluşu gezimizin ilerdeki günlerinde bana çok yardımcı olacak.)
Şermin Ensari : Emekli matematik öğretmeniyim. Kız Liseliyim. Kız liseliler grubu ile dünyayı geziyoruz. ( 70 ler grubunun dünya tatlısı üyelerinden birisi. Uyumlu, gezgin, öğretmen ruhlu, güler yüzlü ve yardımsever )
Hüsniye Aydan : Ben size A ve B yi öğretenim. Sevnur hanımla dünyayı geziyoruz. (Kardeşinin ölümünden sonra gelini ile yıllardır beraber yaşayan, hiç evlenmemiş, tam öğretmen ruhlu, güler yüzlü kendisi ile dalga geçebilen 70 ler grubunun diğer üyesi)
Hamiyet Nurdan : Üniversitedeki görevimden emekli olduktan sonra ben de Sevnur hanımla dünyayı geziyorum. (Grubumuzun iki profesöründen diğeri. 70 ler grubundan. Grubun belki de en ağırbaşlı üyesi.)
Selen Yüksel : Eşimin vefatından beri arkadaşlarımla dünyayı dolaşıyoruz. Bu geziye oğlum ile katıldım. (Talihsiz bir kazada ayağını incitmiş. Gezme isteğine engel olamadığı için bastonu ile geziye katıldı. Çok meraklı. Sürekli her şeyi not etti. En önde rehberlerin yanından hiç ayrılmayıp gördüklerini fotoğraflamaya çalıştı.)
Bahadır Yüksel: İşsizim. Annemle geziye katıldım. Bir oğlum var. (Bir büyük süper marketler zincirinin Genel Müdür Yardımcısı iken işten ayrılmış. Yeni boşandığı eşinden bir oğlu var. Annesinden başka hiç kimse ile ilgilenmiyor. Kimse ile de dostluk kurmaya çalışmadı. İçine kapanık, sessiz, efendi 35 yaşlarında iri yapılı bir genç)
Mürşit Kodaman: Avukatım. Serbest çalışıyorum. Eşim ve oğlum ile geziye Ankara’dan katıldım. Atila bey ve Nihal hanımla bu bizim ikinci gezimiz. ( İlk gezimizde de babacanlığı ile herkesin bilgisini kazanmış 60 yaşlarında tonton bir delikanlı. Maddi durumu çok iyi. Konusunda Ankara vergi rekortmeni olmuş. Ama çok hayırsever. Eşine ve çocuklarına çok düşkün.)
Bilgi Kodaman : Ben de avukatım ama avukatlık yapmıyorum. Çocuklarımı büyüttüm şimdi sıra torunda. (Bilgi hanım eşinin üstüne titreyen çok mütevazı bir bayan.)
Yarış Kodaman : Üniversite mezunuyum. Önceden ithalat ihracat işleri yapıyordum. Şimdi inşaat işlerine başladım. Annem ve babamla geziye katıldım. Onların oğlu olmaktan gurur duyuyorum. (27 yaşında olup ta bu kadar olgun bir delikanlı olmak çok büyük meziyet. Onu zaten Hindistan gezisinde de çok sevmiştik. Tekrar beraber seyahat etmek çok güzel.. Bekar. En büyük derdi ailesinin çok ağır valizleri. Bütün gezi boyunca benim asistanım)
Bengi Nurdan : İngilizce öğretmeniyim ama mesleğimi yapmıyorum. Seyahat etmeyi çok sevdiğimizden annemle birlikte dünyayı geziyoruz. Şu anda annem dışarıda olduğundan kendisini tanıtamıyor. (Uzun boylu, hoş bir genç kız. Çok modern bir havası var adeta manken gibi ve son derece gösterişli giyiniyor. İngilizce ve İspanyolca bilmesine rağmen bana hiç destek olmadı. Her gün farklı bir kıyafet ve uygun çanta, ayakkabı giyiyor.Hindistan’da bile mini etek giyerek herkesi şaşırtmıştı. Grubun diğer üyelerinden uzak duruyor ve sadece annesi ile konuşuyor . Zaman zaman da anne kız tartışıyorlar. )
Betül Nurdan : O sırada telefon etmek için dışarıya çıktığından kendisini tanıtamadı. (Sevnur kendilerinin İskoçya grubunda da hiç kimse ile konuşmayıp problem yarattıklarını söylemiş, onları görünce de “Hay Allah bunlar da mı geliyor?” diye sevincini(!) bizimle paylaşmıştı. Hindistan’da da kızından ve sokak köpeklerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemişti. Her an babalarına telefon etmek için telefon arayan, eşyaları acayip kıymetli, gezinin başında bir sürü torba eşya alıp onları sürekli taşıyan ve grubu geç bırakmaktan hiç rahatsız olmayan bu ikilinin annesi. Daha ilk anda ne grubu tanımak istemişti ve ne de kendisini tanıtmak.)
Nurşan Kadıköylü : Mimarım. Geziye İzmir’den katılıyorum. Atila’nın eski arkadaşıyım. (Nurşan gerçekten mükemmel insanlardan. İç mimar. 25 seneyi aşkın dostluğumuz var. 1.90 boyunda, yakışıklı, 50 sini yeni geçmiş, anlayışlı, mantıklı bu gezide bana çok yardım edeceğinden emin olduğum gezgin ruhlu bir beyefendi.)
Gülsen Kadıköylü : Doktorum. Eşim ile birlikte devamlı gezebilmek için emekli oldum. (Nurşan gibi zarif. Çocukları olmadığı için her şeyi kocası. Prensiplerinden ödün vermemeye çalışıyor. Gezi boyunca bize destek olanlardan)
Beste Timur : Eczacıyım. Serbest çalışıyorum. Uzun seneler ilgilendiğim politikacılığı bırakıp şimdi daha çok geziyoruz. Bana adımın İngilizce okunuşu olan Besti derseniz çok mutlu olurum. Oğlumun yanına Kanada’ya gittiğimde katıldığım kursta bana hep Besti demişlerdi de. (50 sine yeni giren Beste hanım şehir meclisi çalışmalarının verdiği alışkanlıkla her zaman ön planda olmayı ve liderliği seviyor. Gezi boyunca not tutarak dönüşte bunları gazetede yazmayı planlıyormuş. Onun için hep önde oturmak istedi. Evinde de reis olduğu belli.)
Safa Timur: Ben de eczacıyım eşim gibi. İkimizin de birer eczanesi var. Ben her konuda eşime yardımcı olmaktan zevk alırım. Hepinize iyi seyahatler diliyorum. (Çok sessiz ve efendi, uyumlu bir insan. Nurşan'ların eski dostu. Diğer seyahatlerinde de çok eğlenmişler.)
Sayhan Kohen: Ben de çarşı üniversitesinden mezunum. Bu kadar çok üniversite mezunu ile seyahat etmekten mutluyum. Deri ticareti ile meşgulüm. Geziye eşim Saadet ile İzmir’den katılıyoruz. ( Çok hafif aksanlı konuşuyor. Devamlı eşinin elini tutuyor ve bunca yıllık evli olmalarına rağmen sanki yeni evliler de balayına çıkmış havaları var. Oturaklı bir işadamı, gün görmüş bir kişiliği var. Hayattan zevk almayı dert almaya tercih ettiği her halinden ve her meseleye bakışından belli. Galiba sonra İzmir’de iyi dost olacağız diye düşünüyorum . İspanyolca biliyor.)
Saadet Kohen: Ev hanımıyım. Ama işinde eşime yardım ediyorum. Başka ne diyeyim bilmem ki. ( Saadet eşine her zaman destek olduğu ve onunla yaşamı paylaşmaktan zevk aldığı belli olan çok hanımefendi bir bayan. Nihal ile hemen kaynaşıp gezi boyunca hiç bir şeye itiraz etmeyip zaman zaman İspanyolca’sı ile yardımcı olmaya çalışan güler yüzlü, tatlı dilli bir dost.)
Bülent Güzeliş: Emekli hukukçuyum. Geziye Ankara’dan katılıyoruz. (İri yarı hakim tavırlı birisi. Kodaman beyden başkası ile gezi boyu dostluk kuramadı. Gezmekten, eğlenmekten, mutlu olmaktan ziyade mutsuz olup her şeyi dert etmeyi ve tartışmayı tercih etti. Gezi boyunca beni en çok uğraştıran kişi oldu.)
Selin Güzeliş: Eşim ile geziye Ankara’dan katılıyoruz. ( Bülent bey ile birbirine uyumlu bir çift oldukları belli. Kocası, konular üzerinde, yeterince ve yüksek sesle fikir beyan ettiği için gezi bittiğinde bile çok kişi Selin hanımın ses tonunu öğrenemedi.)
Huri Sancak : Avukatım. Yardım kurumlarında çalışıyorum. Şu anda avukat Binnur hanım ile Mor çatı derneğinde aktif olarak çalışıyorum. Geziye kızımla katılıyorum. (Huri gezinin en renkli tiplerinden biri. Birlikte çalıştığı Binnur hanım ikinci Hindistan seyahatimizde bizimle olmuştu. Huri’nin, feminist ve solcu özelliği ağır basıyor. Mor çatıda çok sorunlularla çalıştığı için, arada bir bu seyahatlerde galiba moral topluyor. Bu gezgin ruhlu doğa severin gereğinde sözünü hiç sakınmayan bir kişiliği var.)
Destegül Sancak : 11 yaşındayım. Annemle bir çok geziye katıldım. Bazı gezilere isteyerek bazılarına annemin zoru ile katıldım. Yaşıma göre çok yer gördüğüm için şanslıyım. ( Dünya tatlısı akıllı bir çocuk. Gezinin maskotu olup bu zorlu gezide hiçbir kimseye sıkıntı vermeyip zaman zaman neşe katması, bilhassa Sayhan'a “dedeciğim” Saadet'e “babaanneciğim” diyerek grubu sanki bir aile gibi görmesi hiç akıllardan çıkmayacak.)
Ne güzel. Hepsi gezgin. Gezmeyi seven 25 kişiler. Zaten Orta Amerika ülkeleri için bu kadar çok para veren kişi mutlaka gezgindir.
Kişiler kendilerini tanıtmaya başlamadan önce, resepsiyona otobüs gelince bize haber vermesini söylemiştim ancak hiç haber çıkmadığı için arada bir dışarı çıkıp bakıyorum ama gelen giden yok. Saat 11 e geliyor. Tanıtımlar bitti hala otobüsten haber yok. Eğer gelmezse telefon edeceğim bir yer de yok. Acaba bu gün görevli olan otobüs şoförü de, dünkü gibi gelip bir yerlerde bekliyor mu diye çıkıp bakınmak geldi aklıma. İyi ki de çıkmışım. Ta ileride otobüs duruyor. Yanaşıp bizim otobüs olup olmadığını kontrol ediyorum. “Havaalanına bu otelden 27 kişi götürmeye geldim“ diyor. Lisan bilsem şu resepsiyonda durup ne iş yaptığını bilmediğim ilgisiz tiplere çıkışacağım ama İngilizce de bilmiyorlar ki.
Hep beraber otobüse binip Madrid’in içinden çeşitli meydanlarını göre göre alana geliyoruz. Bu Madrid gerçekten güzel bir şehir. Alana varınca dış hatlar terminalinde biniş kartlarımız elimizde hazır olduğu için doğruca kapı numaramızı öğrenip pasaport polisinde tekrar çıkış damgamızı alıyoruz. Biniş kapısını bulduğumuzda uçağa yavaş yavaş yolcuların alındığını görüyoruz. Çok beklemeden uçağa biniyoruz.
Bugün hava çok sakin. Yolculuk güzel geçeceğe benziyor. Artık kafamda varır varmaz yapacağım işleri planlama zamanı geldi. Koltuğuma iyice kaykılıp düşünceye veya planlamaya dalıyorum. Bizim en önemli işimiz Guatemala vizesi. Bu iş o kadar önemli ki eğer vize alamaz isek bir hafta sonra Küba’dan döndüğümüzde gidecek yerimiz yok. Vizesiz olduğu için Guatemala’yı es geçip El Salvador’a falan geçmek gerekir ama ya Guatemala’daki program ne olacak? Bütün düzen bozulacak. Onun için şu anda işin kilit noktası benim için gerçekten Guatemala vizesi.
Bu konuda iner inmez neler yapacağımı düşünüyorum. Büyükelçimiz Mehmet Ezen bize yardımcı olacağını söylemişti. Ama şimdi hafta sonu. Onu görebilecek miyiz acaba? Tuna hanım elektronik posta ile cep telefonlarını göndermişti. İnince onu bulmam zor olmazdı herhalde. Ya cebi de kapalı ise? Böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Büyükelçimiz arkadaşımız olmazsa daha çok ürkerdim ama şimdi biraz daha rahatım. Artık Tuna hanım ile otelde buluşunca konuşuruz detayları. Havaalanında bizi karşılamaya gelir mi acaba? Ama hangi uçakla geleceğimizi bilmiyor ki. Otelde beklerdi ama biz hangi otelde kalacağımızı bilmiyoruz ki. Güya programda Calinda otel yazıyor ama Mete o otel ismine güvenme dedi.

Ben bu düşüncelere öyle dalmışım ki Nihal’ın bu sefer değişik bir şey içelim diye yine viski portakal suyu ısmarladığını duymamıştım bile. Hostes elinde iki viski ve iki portakal suyu ile başımda duruyor. Aman ne güzel. “Düşünme ve de suratını asma. Her şey çok yolunda gidecek. Merak etme. Gel şimdi viskilerimizi içelim.” Diyor yüzündeki o rahatlatıcı tebessümü ile Nihal’im. Haklı. Düşüne düşüne çözeceğim bir şey mi var? En iyisi şu anın keyfini çıkartmak. Biraz sonra yemek servisi de yapacaklar nasılsa.


Havadan sudan konuşuyoruz Nihal ile. Grubun dedikodusunu yapıyoruz biraz. Saniye hanım ne tatlı insan değil mi? Tekrar onu görmek ne güzeldi değil mi? Ya Bülent bey? Rusya seyahatinden beri ne çok özlemiş koşa koşa metrolara gitmeyi. Bu programa kayıt macerasını ne güzel de anlatmıştı. Nevin hanım zaten zar zor götürmüştü onu Rusya’ya. “Hiç yorulmak, yürümek yok” diye. Bir de üstüne üstlük çok çok yürüyünce, Nevin hanım “Bülent bir daha benim gidelim dediğim yere gitmez” diye hiç söylememiş bile. Saniye hanım ile birlikte gitmişler Dolphin Tur’a ve Orta Amerika için kayıtlarını yaptırmışlar. Akşamına da kayıtlarını yaptırdıklarını söylemişler Bülent beye. Ertesi gün cebine dolarlarını koyan Bülent bey o peltek peltek yürüyüşü ile Dolphin Tura gidip Duygu hanımı görmüş ve “Benim hanım, Atila beyin götüreceği Orta Amerika turuna yazılmış. Ben de yazılacağım. Paramı da getirdim” demiş ve ayrılmış. “Ne tatlı bir bey” diye dedikodu yaptık. Dün gece de ne mutlu idi metroya doğru yürürken. Nostalji yaşıyordu sanki.
Aslında diğer bütün yolcular çok cana yakındılar. Özellikle bundan önceki turlarımızda beraber olduğumuz Kodaman ailesini, Betül ve Bengi’yi görmek ne güzeldi. Nurşan'ları da düşünürsek 25 kişiden 10’u bizim eski dostlarımız. Grupta beni tanıyanlar fazla olursa grubu idare etmem daha kolay oluyor. Bu gruptan yana bir sorun çıkmayacakmış gibi. Nihal de katılıyor fikrime.
Acaba bizi zamanında karşılayacaklar mı havaalanında? “Son teyit gelmedi” demişti Mete. Ayrıca yarınki program ne? Teotihuacan’a gidecek miyiz? Bu piramitleri görmek çok önemli. Ya Cancun’daki bir boş günümüz nasıl dolacak? Bir de Küba var? Aman gene fasit daire içinde dalma bu düşüncelere Atila diye kendimi uyarıyorum. Şimdi şu yolculuğun keyfini çıkartayım. Nasılsa şimdi düşünerek hiçbir şeyi halledemem.
Yemekte şarap ta istedik. Üstüne kahve ve kanyak. Sonra biraz da uyuyalım dedik. Uykuya çok ihtiyacım olacak.
Bu arada zaman zaman dostlarla sohbet de ederek geçirdik şu 9 saati. İşte kemerlerinizi bağlayın ışığı yandı. Tam zamanında kalkan uçağımız tam zamanında Mexico City’ye iniyor.
Her zamanki gibi önce pasaportlarda vize kontrolü. Sonra bagajları alma işi. Bu ilk durağa, Mexico City’ye valizlerimiz eksiksiz geldi. Bagaj alma yerinde beklerken oldum bittim çok heyecanlanırım. Ya birisinin valizi eksik gelirse diye. Düşünmek bile istemem. Çok zordur bir sonraki uçaktan valiz beklemek. Sonra böyle durmadan şehir değiştiren bir turda kaybolan valizi gidilen şehre getirtmek öyle zordur ki. Çok uğraşırız. Herkes bagajının tamam olduğunu söyleyince bir oh çekip toplu halde dışarıya çıkıyoruz.
Dışarıya çıkar çıkmaz elinde Atila Ege yazısı olan delikanlı bizi karşılıyor. Sevincimiz sonsuz.
“Ben Pablo. Buradaki rehberinizim. Bugün ve yarın beraber olacağız.”
“Memnun oldum Pablo. Otobüsümüz nerede?”
“Otobüsün beklediği yer biraz uzakta. Yürüyerek gideceğiz.”
Havaalanı ana baba günü.. Aman kaybolmayalım diye iyice tembih edip uzun bir koridordan geçip önce sağa sonra sola dönüp yürüyen banttan bir üst kata çıkıyoruz. Yukarıda bir barın yanında tekrar durup sayım yapalım diyorum. Sakın eksik olmayalım. Bu sefer korktuğum başıma geliyor. Bir kişi eksiğiz. Birkaç kere sayıyorum. Eksiğiz. Grubun ilk günü olduğu için eksiğin kim olduğunu tespit de zor. Nihayet Hüsniye hanımın eksik olduğu kesinleşiyor. Ben gidip arayacağım ama kendisini tam tanımadığım için yardım istiyorum. Sayhan “Ben tanıyorum. Kırmızı saçlı öğretmen hanım. Sizinle geleyim” diyor. Tamam şimdi ben de hatırlıyorum ama yine de beraber gitmek yararlı.
Pablo ile birlikte üçümüz tekrar alt koridora inip dolanmaya başlıyoruz. Sanki yer yarıldı yerin içine girdi. Pablo’ya elindeki yazı ile kıpırdamadan beklemesini söyleyip İki koldan iki koridoru arıyoruz. Ben “Hüsniye hocam, Hüsniye hocam” diye bağıra bağıra dolaşıyorum. Sonuç yok. Çok ama çok canım sıkkın. Aklımıza, danışmadan anons ettirmek geliyor. Eğer izin verirlerse Türkçe hitap ederim ve kolayca buluşuruz diye düşünerek danışmaya geldiğimizde aynı şeyi Hüsniye hocamın da düşündüğünü görüp bize anons yaptırmaya çalıştığını görüyoruz ve uzun süredir görmediği akrabası ile havaalanında buluşan insanlar gibi sevinçle kucaklaşıyoruz. Hüsniye hanımın yüzü, heyecandan ve sıkıntıdan kıpkırmızı. Ateş gibi. Bizi görünce derin bir oh çekiyor. Biz de bir oh çekiyoruz.
“Hocam neredeydiniz?”
“Valizimi toparlarken bir de baktım ki hepiniz kaybolmuşsunuz. Aradım bulamadım. Birilerine sordum. Anons için beni buraya getirdiler.”
“Haydi hemen gidelim. Grup heyecanla bizi bekliyorlar.” Deyip dostlarımızın beklediği yere ulaşıyoruz. Bütün asık yüzlere tebessüm yayılıyor. Oracıkta hemen ikaz ediyorum. ”Aman, bir daha herhangi birimiz kaybolduğumuzu hissedersek sakın olduğumuz yerden ayrılmayın, ben gelip sizi bulurum” diyorum.
Otobüsün beklediği yer epey uzakta imiş. Uzun uzun bir çok koridoru geçip demir merdivenlerden bu sefer aşağıya iniyoruz. Seyahate daha ilk günden büyük ve ağır valizlerle çıkan dostlarımız tek tek merdivenlerden indirirken söylenip duruyorlar. Merdivenlerin hemen başında bekliyen otobüsümüze valizleri güzelce yerleştirip yerlerimizi alıyoruz.
Ben de bu arada Pablo’yla Türkiye Büyükelçiliğinden Tuna hanıma telefon etmek için bir ter arıyoruz. En yakın telefon kulübesi biraz önce Hüsniye hanımı ararken grubu beklettiğimiz barın yanında imiş. Tekrar o koridorları geçerek geldik. Pablo’nun telefon kartını kullanarak Tuna hanımın verdiği numarayı aradık. Telefonda Tuna hanımın “Bueno” sesini duyunca çok rahatladım. Tuna hanım, kendisinin şu anda çok uzakta olduğunu, otele gelemeyeceğini ama Mehmet Ali diye bir memuru görevlendirdiğini ve formların onda olduğunu, şimdi vereceğimiz adrese bir saat içinde gelebileceğini söyledi. Pablo, Tuna hanımın İspanyolcası yeterli olduğundan oteli tarif etmesi için telefonu Pablo^ya verdim Onlar İspanyolca güzelce anlaştılar. Sonra teşekkür edip Mehmet Ali beyi Zona Rosadaki Royal otelde bekleyeceğimi söyleyip telefonu kapattım.
Otobüs daha hareket etmeden arka taraftan çok yüksek tonda ve biraz da kabaca bir ses gürledi.
“Biz bu valizleri böyle taşıyacak mıyız? Ben o kadar seyahat ettim ilk defa valizlerimi kendim taşıyorum. Olmaz böyle iş. Bunu bir an evvel düzeltin” Bülent Güzeliş’miş bağıran.
Emriniz olur diye geçiriyorum içimden. Daha ilk günden böyle kaba hitaplar hiç hoş değil ama dur bakalım, sus bakalım diyorum kendime ve cevap bile vermiyorum. Keşke insanlar yolculuğa çıkarken taşıyabilecekleri kadar valiz alsalar.
Yolda otelimize doğru giderken önce ertesi günkü programı soruyorum. “Saat 9 da lobide buluşursak “ diyor Pablo “önce Zocalo’ya gideriz. Burada 1.5 saat gezdikten sonra Chapultepec. Öğle yemeğinden sonra Antropoloji müzesini gezdikten sonra havaalanına gideceğiz.” Program böyle.
“Teotihuacan, yani piramitler yok mu programda?” Azteklerin dünyaca ünlü tapınağına gidilip gidilmeyeceğini merak ediyorum.

“Hayır. Programda yok”



“Mutlaka Teotihuacan’ı görmeliyiz” diyorum.
Pablo’dan “Neden olmasın ama erken kalkmamız gerek” deyince beraberce yeni bir program yapıyoruz. Buna göre eğer saat 7.30 da yola çıkıp önce Zocalo’yu, yani şehir merkezini görüp piramitlere yani Teotihuacan’a gideceğiz ve sonra döner Antropoloji müzesini ziyaret edeceğiz.
Otele yaklaşırken Mürşit bey soruyor. “Atila bey, rehbere sorar mısınız bu gece güzel yemek yiyip, müzik dinleyeceğimiz bir yer biliyor mu?”
Pablo otelimizin hemen yakınında böyle bir yer olduğunu söylüyor. İsim ve adres veriyor. Bana iyice tarif ediyor. Otele varınca kendilerini o lokantaya ben bile götürebilirim.
Otobüsümüz şehre doğru yol alırken Pablo tekrar “Meksika’ya ve Mexico City’ye hoş geldiniz “ diyor ve şehir hakkında bize biraz bilgi veriyor. “Tarihini yarın detaylı bir şekilde anlatacağım bu şehirde 24 milyon insan yaşamaktadır. Dünyanın en kalabalık şehri burasıdır. Ayrıca denizden 2400 metre rakımı ile Kuzey Amerika’nın en yüksekteki şehridir. Ayrıca 675 yıllık tarihi ile yörenin en eski şehirdir. Meksika ülkesinin tam adı, resmi adı “Meksika Birleşik Devletleri”dir. 32 ayrı eyaletten oluşmaktadır. Yönetim sistemi ABD’den aynen alınmıştır. Burası Mexico City’de Washington DC gibi ayrı bir statüdedir. Aslında burasının da tam adı Mexico City D.F.( Federal District- Federal Bölge) dir. Etrafında Meksika ve Morelos eyaletleri vardır. (Washington DC nin etrafında Maryland ve tütünü ile ünlü Virginia eyaletlerinin olduğu gibi) Her eyaletin kendi başşehri vardı. Mesela Meksika eyaleti’nın başşehri Toluca’dır. Meksika Birleşik Devletlerinin başşehri ise Mexico City’dir.”
Bu gerçekten ilginç bir bilgi. Bu arada Acısso diye piyasaya sürülen acı biber sosu Tabasco’nun, dünyanın en acı biberlerinin yetiştiği bir yer olduğunu ve bunun da Meksika’daki 32 eyaletten biri olduğunu öğreniyoruz.
Mexico City, Aztek’lerin Texcoco gölünün ortasında kurdukları Tenoctitlan şehrinin üzerine inşa edilmiştir. Sonra göl doldurulmuştur. Gölün doldurulmamış kısımlarını ancak dış mahallelerde görmek mümkün. Ayrıca şehir, tam fay hattının da üzerinde olduğu için depremlerde büyük hasar görmüştür. Yarın ana meydan Zocalo’ya gittiğimizde size daha detaylı bilgiler vereceğim. Şehirde çok büyük bir metro ağı vardır. Bazı hatların uzunluğu 50 km yi geçer. Metro çok ucuz olduğu için en çok kullanılan taşıma aracıdır”
O sırada benim geçen gelişimdeki bir metro anımı paylaşmak istiyorum. Kalabalık bir saatte metroya kızımla beraber gittiğimde bizi bay – bayan diye ayrı kompartımanlara bindirmişlerdi. Özellikle kalabalık saatlerde bu ayırımı yapıyorlarmış. Nedenini vagona girince anladım. O kadar sıkışık ki buraya bir bayanın girmesi mümkün değil. Hele hamile ise yandı. Sonra ayni uygulamaya Kahire’de de rastladım. Oh ne güzel boş diye en ön vagona bindik Nihal ile. Ben biner binmez vagondaki tamamı bayan yolcularda bir kıkırdama başladı. Baktım hepsi bayan. Sonradan öğrendim ki bütün metro trenlerine hep en öndeki vagon bayanlara aitmiş ve buraya erkekler binerse ağır cezası varmış.
Bülent bey soruyor. “Atila bey burada da binecek miyiz metroya?” “Maalesef hayır” diyorum “Zamanımız yok.” Keşke binebilsek. Dostlarımız da bu tecrübeyi yaşasalar.
“Meksika’nın nüfusu 100 milyon , yüzölçümü yaklaşık 2 milyon km. kare. En uç iki şehri arasındaki uzaklık 5000 km yi geçer. Halkın % 60’ı Mestizo yani Avrupalı ve yerli karışımı melezler, % 30 unu Amerikan yerlileri( Nahua, Maya, Zapotek, Mikteks.... vb.) oluşturur. İspanyolca’nın yanında 59 ayrı yerli dili konuşulur. Halkın %90 ı katoliktir. Fert başına milli gelir 1000 dolar civarındadır. Şu anda otelimize gelmiş bulunuyoruz. Yarın size bilgi vermeye devam edeceğim” diyor ve otobüsün iyice yanaşması için yardım ediyor.
Otelimiz Zona Rosa’da . Bu Latin ülkelerinde şehrin eğlence merkezinin, lokantaların ve otellerin, diskoların olduğu yerlere Zona Rosa yani Pembe Bölge diyorlar. Mexico City’de Zona Rosa şehrin merkezinde. Otelimiz 20 katlı. Oda anahtarlarını dağıtıyorum. Herkese saat sabah 6 da kalkış, 6.30 valizler aşağıya ve kahvaltı ve saat 7 hareket diyorum. Lokantaya gideceklerin de 45 dakika içinde aşağıya inmesini söylüyorum.
Bu arada Pablo otobüs ile gitmek için acele ediyor ama ben Tuna hanımı bir kere daha aramak için yardım istiyorum. Resepsiyondaki kızlar numarayı bağlıyorlar ama cevap yok. Telefon kapalı. Aldı mı beni bir huzursuzluk. Ama olsun bir saate kadar Mehmet Ali bey gelecek, demişti. Demek yarım saat içinde gelebilir. Nihal odaya çıkıyor ama ben aşağıda lobide beklemeyi tercih ediyorum. Nihal fotokopileri alıp gelecek. Bu arada Pablo’ya yarın sabah görüşmek üzere iyi geceler diyorum ve gidiyor.
Aslında program iyi. Eğer yarım saat içinde Guatemala vize formları ile Mehmet Ali bey gelirse lokantaya gitmek için lobiye gelen dostlarıma da hemen doldurtuveririm formları. Belki hep beraber gideriz lokantaya. Ne iyimserim değil mi?
Nihal fotokopilerle geldi. Tüm dostlar aşağıya iniyor. Bir süre Mehmet Ali beyi hep beraberce bekliyoruz ama gecikince “Nihale sen burada bekle ben lokantaya götüreyim” diyorum ve grupça çıkıyoruz. Sağa dönüp yürüyoruz. İki sokak sonra sola. Sonra ilk kavşaktan sağa dönülecek. Zona Rosa ana baba günü. Bugün de cumartesi olduğu için daha da kalabalık. Gruba çantalarına sahip olmalarını iyice tembihlemişiz. Tam lokantaya yaklaşırken gruptan 6 kişinin arkamızda olmadığını fark ediyorum. Diğerlerine “Siz lokantaya doğru gidin ben geri dönüp kalanlara bakacağım” deyip koşarak aynı yerden geri dönerken başta Yeliz hanım olmak üzere hepsinin beklediğini görüyorum. Yeliz hanım gülerek “Siz kaybolursanız hiç kıpırdamayın dediniz Bakın biz de hiç kıpırdamadan sizi bekliyoruz.” Kendilerini tebrik edip lokantaya götürüyorum ve hızla geri dönüyorum.
Nihal oturmuş bekliyor. Kimse yok. Bir saat içinde gelir dediler. İki buçuk saat oldu gelen giden yok. Otelin lobisine yoldan sekiz on basamaklı bir merdiven ile çıkılıyor. Her merdiven başına gelen kişi için heyecanlanıyoruz ama boşuna. Ya gelmezse? Tuna hanımın telefonunu tekrar deniyorum kapalı. Neden Mehmet Ali beyin telefonunu almadım diye dövünüyorum ama fayda yok. Acaba büyükelçilikten bulabilir miyim, diyorum. Elçilik kapalı. Telefonlar cevap vermiyor. Nihal gene beni teselli ediyor. “Büyükelçi senin arkadaşın Seni atlatmış olamazlar. Mutlaka gelirler. Bekleyelim. Merak etme.”
Bu arada yemeğini bitirip dönenler var. Acıyorlar halimize. İyi geceler deyip yatıyorlar. Formlar gelirse galiba hepsini biz dolduracağız. Keşke gelse de doldursak. Ona da razı olduk.
Aklımdan bin bir senaryo geçerken, genç bir Meksikalı bayan merdivenlerden çıkıyor. Mehmet Ali bu bayan olamaz tabi deyip yine yola bakmaya devam ediyoruz. O ne? Kızcağız bize doğru geliyor. Çünkü lobide oturan bizden başka kimse yok.
“Sinyor Atila Ege siz misiniz?”

“Evet benim”

“Türkiye büyükelçiliğinden Mehmet Ali beyi bekleyen siz misiniz?”

“Benim “ diyorum.


“Mehmet Ali bey aşağıda arabada. Ancak kıyafeti müsait olmadığı için buraya gelemedi acaba siz arabaya kadar benimle gelebilir misiniz?”
Beraberce arabaya gidiyoruz. Ayağında eşofman ve terliklerle yağız bir Türk delikanlısı karşılıyor beni.
“Hoş geldiniz. Ben Mehmet Ali. Tam size gelmek üzere kapıdan çıkıyordum çöpü atmak için dışarıya çıktım kapı kapandı. Bu kıyafetimle dışarıda kaldım. Kapıyı da açamadım. Bu kız arkadaşıma haber verdim. O geldi beni aldı. Buraya geldik. Çok geç kaldım ama kapıyı açmaya çalıştım da ondan”
Aman Allahım acaba formlar evin içinde mi kaldı diye heyecanlanıyorum bir an ama Mehmet Ali formları daha önce arabaya koyduğu için yanında olduğunu söyleyince tekrar derin bir nefes aldım. Kıyafetinin çok kötü olmadığını söyleyip zorla lobiye getirip Nihal ile tanıştırdım. Büyükelçinin arkadaşı deyince adamcağız kıyafetini pek dert etmiş.
Lobide beraberce bir form doldurduk. Tamam. Bizim Türkiye’ye gönderilen fakstaki form. Bunu doldurmak kolay. Mehmet Ali “Aman” diyor. “Bir satır bile boş kalmayacak. İlişikteki evraklar tam olacak. Visa kart fotokopileri eksik olmayacak. Yoksa 500 dolarlık seyahat çekinin fotokopisi konulacak. Bir tanesi eksik bile olsa vize alamayacağız. Büyükelçim emretti. Pazartesi sabahı ilk iş sizinle buluşup evraklarınızı beraberce Guatemala Büyükelçiliğine götürmek. Kendisi işlemlerin en kısa zamanda bitirilmesi için sizin isim listesini havi bir nota yazdı. Umarım bir iki günde hallolur.”

“Aman, Mehmet Ali bey, ben yarın grupla Cancun’a gidiyorum.Pazartesi burada değilim.”

“Eyvah. Nasıl yapacağız öyleyse?”

Çözüm bulmamız şart. “Biz bu gece bu formları doldurup hazır etsek. Bu otelin lobisine bıraksak. Siz yarın buradan alsanız. Pazartesi sabahı ilk iş Guatemala Büyükelçiliğine götürseniz. Akşama kadar vizeleri verirlerse DHL ile veya başka bir kargo ile Cancun’a yollasanız olmaz mı?”


Aslında çok şey istediğimin farkındayım. Büyükelçiliğin bir memurunu böyle bütün gün Dolphin Tur’un emrinde koşuşturmak pek hoş değil ama başka çaremiz yok ki.
“Başka çaremiz yok galiba Atila bey. Nasıl isterseniz. Ben yarın uğrar ve evrakları resepsiyondan alırım. İnşallah pazartesi akşamı pasaportları ve vizeleri alabiliriz. Normal olarak 3-5 gün sürüyor ama belki Büyükelçim tekrar Guatemala Büyükelçisini telefon ile arar. O zaman siz bana vize paralarını bırakın ben halletmeye çalışayım” Sokakta kaldığı için Mehmet Ali bey de biran önce ayrılmak istiyor.
Bunu duyunca rahatlıyorum. Hemen 27 kişinin yirmibeşer dolardan vize harcını ve de kargo parası olan 100 doları veriyorum. Her ihtimale karşı kendisinin telefon numarasını alıp kendisini teşekkürlerimle uğurluyorum. O sırada kapının kilitlendiğini duyan Nurşan , Sherlok Holmes gibi, Mehmet Ali’ye, visa kart gibi plastik bir kart ile kapısını nasıl açabileceğini öğretti. Öyle güzel anlatıyor ki sanırsınız çilingir ustası.
O sırada yemekten gelen Yeliz hanım formunu güle oynaya dolduruyor. Sonra gelen bir iki yolcum da formlarını doldurmaya kalkıyorlar ama hem yorgunlar, hem de biraz alkol aldıkları için onlara nasıl dolduracaklarını anlatmak formları benim doldurmamdan daha zor.
Nihal ile tek tek bütün fotokopileri elden geçiriyoruz. İnanılmaz yahu. Bize tamam diye verdikleri saçma sapan bir sürü fotokopi.Tapu fotokopileri, bankadan alınmış Türkçe yazılar, ticaret odası belgeleri ...gibi ilgisiz bir sürü evrak.. Biz Mete’nin ofisinde bu saçma sapan sayfaların fotokopilerini mi bekledik? Bunlar yüzünden nerede ise uçağı kaçıracaktık. Allah’tan pasaportlarla ilgili gerekli tüm sayfaların fotokopileri çekilmiş. İstanbul’dan beri taşıdığımız gereksiz fotokopileri çöpe atıyoruz ki aklımızı karıştırmasın diye. Ama visa kart fotokopilerinde sıkıntı büyük. 15 kişinin eksik. Nasıl yapacağız bu işi? Tam o sırada yanımda olan Huri hanımın visa kartının fotokopisini almak için resepsiyondan rica ediyorum. Ama burada yatay fotokopi imkanı yok. Faks makinesi gibi bir cihazları varmış. Ona da kart konmaz. Yarın da Pazar. Belki açık bir yer bulursunuz, diyorlar.
Huri’ye telefon kartı gerekli imiş. “Beraberce çıkıp hem de fotokopi işini halledebileceğimiz bir yer arayalım, hem de sana telefon kartı ararız” diyorum. Dostlarımızı lokantaya götürürken bir kitapevi görmüştüm. Belki onlarda fotokopi makinesi vardır. Ama dükkana vardığımızda yok cevabı alıyorum. Nerede olabileceğini de bilmiyorlar. İçim daha da kararıyor. İlk iki otelden olumsuz cevap almıştık ama üçüncü otel kendilerinde yatay fotokopi cihazı olduğunu ama otel müşterileri dışında kullandırmadıklarını yarın ön büro müdüründen izin alınırsa mümkün olabileceğini söyleyerek içimi rahatlatıyor. Başka bir yer bulamazsak buraya geliriz diye düşünüyorum.
Nihal ile tanzim ve vize formlarının doldurulma işini bitirdiğimizde saat ikiyi geçmişti. Bir liste yapmış ve kartlarının fotokopilerine ihtiyaç duyduğumuz onbeş isimli bir listeyi de ayrıca hazır etmiştik.. Yarın bir de karşıdaki dükkan kazara erken açılırsa evrakları hazırlayıp tura çıkmadan bile Mehmet Ali için torbamızı otele bırakabiliriz. Aksi halde bu otele tekrar geri dönmemiz gerekecek bir yerlerden.
Birkaç saat uyumak üzere odamıza çıkıyoruz.



Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin