Orta amerika gezisi



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə5/16
tarix27.10.2017
ölçüsü1,32 Mb.
#15475
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16
4 Şubat Cancun Xcaret

Burası tam bir tatil cenneti. Sabah balkonda bir fincan kahve içmek muhteşem bir şey. Balkonda güneşin doğmasını bekleyip denizin sesini dinlerken, denize girmek için plaja inmiş olan Huri ve Destegül’ü görüyoruz. Önce birbirimize el sallıyoruz sonra da karşılıklı resimlerimizi çekiyoruz. Ertesi sabah erkenden denize girmek için randevulaşıyoruz.


Bu sabah duşumuzu odada alıyoruz. Yarın kısmetse denizde. Tam giyinirken Sophia’nın resepsiyonda beni beklediğini dair telefon aldım. Nihal’i eşyalarla baş başa bırakarak çıktım. Güya bu sabah geç saatlere kadar odamızda keyif sürebilecektik.
Lobide Sophia, beni firmanın sahibi Salvador ile tanıştırdı. 35-40 yaşlarında orta boylu çok dinamik görünümlü bir iş adamı. Önce vize işini soruyorum. Sophia dün Guatemala’da o acenteye telefon etmiş. Onların böyle bir grupla, böyle bir programla hiç ilgileri olmadığını, Dolphin Tur’dan da böyle bir bilgi gelmediğini dolayısıyla vize alınmasını sağlayacak bir yazıyı veremeyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine İstanbul’u aramış ama hiçbir çözüme ulaşamamış. Bana ne yapacağını soruyor.
Ne diyeceğimi şaşırdım. Mete bana Guatemala’da her şeyin organize olduğunu söylemişti. Bu ne demek oluyordu şimdi? Saf saf Mete’nin başka bir acente bulmuş olacağını düşündüm. Bari o acentenin telefonlarını verseydi dedim kendi kendime.
Sophia’ya sordum “Sen Guatemala ve El Salvador’a gezi düzenleme yetkisine sahip misin? “
“Evet” dedi.
“Peki sanki sen bu işi organize ediyor gibi bir taahhüt yazısı gönderemez misin? Orada her şey organize. Bize lazım olan yalnızca vize için formalite bir yazı.”
“Tamam, çok iyi fikir, yazarım. Onu da konsolosluğa fakslarım. İnşallah çözüm olur” dedi.
Ben de ona teşekkür edip diğer konuları konuşmaya başladık. Ancak sonradan öğrendik ki Pazartesi günü bizim Guatemala’ya giriş çıkışımızı garanti eden belge problemi, Büyükelçi’mizin devreye girmesi ile çözülmüş ve pazartesi saat 16 da vizeler alınmış, pasaportlar DHL ile Cancun’a yollanmıştı. Biz bu çözümleri ararken, postacı bizim pasaportları Sophia’ların ofisine bırakmak üzere imiş. Büyükelçiliğimizin bir Türk grubuna böyle yardımcı olarak, onların, gurbet ellerde sürünmesini önlemesi, beni çok mütehassıs etti.
Sophia, Mete ile konuşarak kahvaltı sorununu çözdüğünü ve artık bizim rahatça kahvaltı edebileceğimizi söyledi. Ancak kolumuzdaki beyaz bantlar yerine sarı bantlar takacakmışız. Bu rengarenk bantların anlamı bu imiş. Yine sonradan öğreniyoruz ki, Mete, bu kahvaltı için her gün adam başına 15 dolar 4 günde 60 dolar para ödemiş bir tek free bile alamamış. Salvador hastayı yatağında kazıklamayı çok iyi biliyormuş.

Diğer bir konu son gün yapılacak extra tur. “Coba ve Tulum turları. Bunları ayarladım. Ancak bize 27 kişi için adam başı 76 dolar ödeyeceksiniz” dedi Salvador. Acayip pahalı. 76 dolar. Hem de ben bile free değilim. Yanımdaki parayı bunlara veremem. Mete ile konuşun ama bizim o turu mutlaka almamız lazım diyorum.


Salvador bugün gelecek gruplarını karşılamak üzere ayrılıyor. Hugo geldiği için Sophia’da onunla gidiyor.
Nihal, benim uzun süre gelmediğimi görünce aramaya çıkmış. Lobide tam ben diğerlerini uğurlarken yanıma geldi. Merak etmiş hemen dönmedim diye. Heyecanlanmış. Odayı olduğu gibi bırakmış. Dün de bırakmıştık. Eğer bırakmasaydık o adresi öyle kolay bulabilirler miydi?
Beraber kahvaltı salonuna gidiyoruz. Bu sabah biraz daha uzun kahvaltı etmek istiyoruz. Tadını çıkara çıkara. Sonra terasta Şermin ve Sevnur hanımlarla keyif kahvesi de içiyoruz. İşler biraz halloldu ya. Rahatım ama eğer o saatte vizenin alınmış olduğunu da bilseydim çok daha keyifle içerdim şu kahveyi.
O sırada aklıma geliyor. Mürşit bey nasıl oldu acaba? Odasına gidiyoruz. İyi değil. Ateşi çok yüksek. Cayır cayır yanıyor. Yanlarında çeşitli ilaçlar var ama doktor getirtmemizi istiyor. Gerekli yerlere telefon ediyoruz. Doktor bir saat içinde gelecek. Bilgi hanımın içine sinmiyor. “Ben de gelmeyeyim” diyor.
Saat 10 olmuş bile. Hemen otobüsümüze binip iki eksikle yola çıkıyoruz. Otobüste gene en önü Selen hanım işgal etmiş. Bizim arkamızda Beste hanım. Otobüstekiler homurdanmaya başladı başlayacak. Bunlardan hiçbirisi de bugün ben arkaya geçeyim diye düşünmüyor. Diğerleri de şimdilik yalnızca homurdanmakla yetiniyorlar. Dur bakalım bir gün bu meseleyi ele alacağız ama keşke ilk gün tedbir alsaydım deyip oturma işini bir düzene sokmak için fırsat kolluyorum.
Yolumuz uzun değil. Yarım saat gittikten sonra bir yol levhasında, Carmen Plajları okunu görünce bilgi veriyor Hugo. “Burası daha 15-20 yıl öncesine kadar bomboş kumsalların olduğu bir çöldü. Burada yerliler sahildeki Hindistan cevizi ağaçlarından Hindistan cevizi toplar, bunları kurutur ve satarak geçimlerini sağlarlardı. Bu arazilere kimse bakmazdı. Ama bugün burası tamamen zenginlerin yaşam alanı oldu. Oteller bile daha zenginlere hitap ediyor. Cancun’u beğenmeyenlerin geldiği yer oldu. Burasının eski sahipleri artık buraya ayaklarını bile basamaz oldular. Buradaki rıhtımdan tam karşıdaki Cozumel adasına ferry boat kalkıyor.”
Hep böyle değil midir zaten. Bizdeki sahil şeridi de böyle olmadı mı? Burasının ne rant yaptığını bilmiyorum ama benim bildiğim en büyük rant Amerika’da Florida’da Orlando şehrinde idi. Orlando, 1970 lerde kimsenin gitmediği küçük bir kasaba imiş. Şimdi İnternational Drive Caddesinde o sıralar 4 dönüm arazi 25 cent’e satılıyormuş. Disneyland oraya yerleşip arkasından Universal Studio'lar ve diğerleri gelip bugün Amerika’nın 1 numaralı eğlence şehri olunca fiyatlar füze gibi fırlamış. Aynı yerlerin bugünkü değeri dört dönümü iki milyon dolar seviyelerinde. Demek o zaman bir yüz dolar ayırıp oradan yer alsa idik bugün dolar milyoneri idik. Dünya her zaman fırsatlar ülkesi. Buraya önceki gelişimde bile Carmen diye bir yer yeni yeni gelişiyordu. O sırada bir arsa almak varmış.
Bu düşüncelerimi söyleyince Nihal “Uzağa gitme Türkiye’de öyle yüzlerce imkan kaçırmadık mı?” dedi. Haklı.
Bugün tam gün tur yapacağımız Xcaret ( işkaret okunuyormuş) kutsal bir Maya şehri imiş. Doğal limanına ilaveten tam karşıdaki Cozumel adası Xcaret’in önemli bir deniz kenti olmasını sağlamış. Ay tanrıçasının yaşadığı topraklar olduğuna inanıldığından, hamile Maya kadınları sağlıklı çocuklar doğurmak için burada dua ederler imiş.
Bugün ise 1000 dönümlük bu arazi ekozoolojik bir theme park olarak düzenlenmiş. Theme Park’larda sizi bütün gün canlı tutacak aktiviteler vardır. Disneyland’ler , Universal Studio’lar birer theme park’tır. Burada da Maya kalıntıları, doğal yaşam ve bunun üzerine gerek bugünkü Meksika, gerekse eski Maya kültürünü tanıtan çeşitli showlar var. Kapıdan girerken show saatlerini gösteren bir program veriyorlar. Buna göre gece 9.30 a kadar çok doluyuz.
Girişte yapılan binanın içi çok güzel düzenlenmiş. Sağ tarafta bütün Orta Amerika’daki büyük Maya harabelerinin maketleri var. Sol tarafta kafeler ve alışveriş yerleri. Bir cam kuluçka makinesinde yumurtalardan çıkmakta olan bıldırcınları izliyorsunuz. Yumurtaları kırıp içinden çıkıp dünya ile tanışmalarını seyretmek o kadar güzel ki.
Buradan geçip parka giriyorsunuz. Hugo, önce tanıtım amacı ile beraber dolaşmamızı ve gerekli bilgileri vermeyi teklif ediyor. Öğle yemeğini de buradaki lokantalardan birinde yiyecekmişiz. “Öğleden sonra herkes kendi baına serbestçe dolaşabilir” diyor.


Girişte bizi rengarenk uzun kuyruklu papağanlar ve kıpkırmızı flamingolar karşılıyor. Muhteşem bir manzara.


Yer altı nehri buranın en önemli atraksiyonlarından biri. Bir yerden yerin altında denize akmakta olan nehre giriyorsunuz. Mağara içlerinden yüzerek denize varıyorsunuz. Burada çokça gördüğümüz çok geniş yapraklı deve tabanını andıran bir ağacın yapraklarından uyuşturucu elde edilirmiş. Yaprak kururken tamamen kıvrılıyor ve çok güzel bir şekil alıyor. Nihal kurumuş bir hatıra yaprağı uzun süre taşıdı.
Her yer boy boy İguana’larla dolu. En büyük gördüğümüz İguana 60 cm boyunda. İguana’lar büyük kertenkeleler. Gallapagos adasında ve Endonezya’da devleri var bunların. Tam 4 metre boyunda olanları..
Sincap maymunlar da diğer ilgi odağı. Bunlar küçücük başları ve uzun siyah kuyrukları ile sincapları çağrıştırıyor.
Yolumuz sahile çıkıyor. Sahilde yer altı nehrinin suya kavuştuğu yerden sağa dönünce yerin altındaki salonda mercanların ve çeşitli balıkların sergilendiği akvaryumlarla karşılaşıyoruz.
Yer altı suyunun denize birleştiği yerde mangrove’lar var. Mangrove’lar met cezirlerin kuvvetli olduğu yerlerde ve kuvvetli akan nehir kenarlarında suyun içinde büyürler. Hem tatlı suda hem de tuzlu suda yaşarlar. Doğanın erozyonu önlemesini sağladığı olağan üstü bir bitki örtüsüdür. Sahilde bir km genişlikte bir bölgeyi kaplayabilirler. Yetiştiği bölgedeki ihtiyaca göre, doğa, sıklığını ve miktarını ayarlamıştır mangrove’ların. Sular çekildiğinde kökleri üç, dört metre yükseklikte kalır. Kökleri dikine uzadığı için Mangrove ağacının kökleri, ahtapotu kafasından tutunca bacakları nasıl bir manzara alırsa öyle durur. Köklerinin bir bölümü sudan gerekli besinleri alır, toprağa giren kısmı da topraktan. Dünyanın çok çeşitli bölgelerinde bu ağaca rastlamak mümkündür. Sular geldiğinde yani deniz yükseldiğinde bu köklerin arası yiyecek dolar. Balıklar ve yengeçler besin ararlar . Köklerin arasında dolaşan rengarenk balıkları izlemek çok etkileyicidir. Buradaki akvaryumun bir bölümünde bu manzarayı görebiliyorsunuz.
Meksika’nın bu sahili tam bir mercan cenneti. Akvaryumda yüzlerce çeşit mercan sergileniyor. Ama bizi en çok etkileyen, bu yer altındaki akvaryuma girerken yapılan duvarlarda bu çeşitli mercan fosillerinin duvar taşı gibi kullanılması oldu. Bir tanesi evimizde olsa onu koyacak köşe bulamazdık herhalde. Sonra dikkat ediyoruz, bütün duvarlar mercan fosilleri. Burada başka taş yok ki, adamlar neyle duvar yapsın.


Xcaret’in en önemli işlevlerinden birisi de kaplumbağalar. Burada binlerce kaplumbağa üretiliyor. Arka arkaya gördüğümüz havuzlarda yaşlarına göre yüzlerce kaplumbağa var. Bir havuzdan diğerine geçtiğimizde kaplumbağaların yaşları ve kendileri büyüyor. En son bölümde gelişmiş bir insan gövdesi iriliğinde kaplumbağa var. Onları öyle alıştırmışlar ki insanlar geçerken kenara gelip kafalarını çıkartıp yiyecek istiyorlar.


Xcaret’te her gün ilan edilen bir saatte, doğaya salıverilmesi gereken miktarda kaplumbağa denize bırakılıyor. Bunu, çocuklar için bir eğlence yapmışlar ve küçük çocuklara salıverdiriyorlar kaplumbağaları. Kaplumbağalar, denizin derinliklerine giderken çocuklar sevinç çığlıkları atıyorlar.
Xcaret’te çok çeşitli restoranlar var. Bizim öğle yemeğini alacağımız yer açık havada, açık büfe. Dev bir ağaç çardak altında. Havası çok otantik. Ama erken gelmişiz. Daha bir saat var. O sırada isteyenlerle yer altı nehrinde yüzmeye gidiyoruz. Gidiyoruz ama gelen çok kimse yok. İstekli görünenlerde sıra sıra eleniyor ve geride kala kala Huri ile Destegül, Yarış, Nihal ve ben kalıyoruz. Diğerlerine bir saat serbest saat verip doğruca can yeleklerini giyeceğimiz ilk durağa gidiyoruz. Burada kıyafetlerimizi bir torbaya dolduruyoruz. Yer altından 1.5 km sonra çıkacağız ve buraya bir daha gelmeyeceğiz. Onun için üzerimizdekileri bize verilen bir plastik çuvala koyuyoruz. Görevliler çuvalı iyice zincirleyip kilitliyorlar. Bize anahtarı veriyorlar. Sonra toplanan çuvalları bir eşek arabasına yükleyip son durağa yolluyorlar. Biz nehirden çıkınca oradan alacağız. Can yeleklerimizi giydikten sonra suya gireceğimiz platforma iniyoruz. Nehir, orada karanlıklardan gelip karanlıklara doğru yol alıyor. Suya girme yeri olan bu platform on metrekarelik bir açık alan. Orada dalıyorsunuz suya. Gireni zaten akan su alıp götürüyor karanlıklara.
Bu macera hayatta yaşadığımız en ilginç olaylardan biri. Düşünebiliyor musunuz yer altındaki nehrin akıntısına kapılıp gidiyorsunuz. Bazı yerler baca gibi bir delikten ışık alıyor. 200-300 metrede bir duraklar var dinleniyorsunuz. Nehrin bir yer altı mağarasında genişlediği yerde Yarış, can yeleğini çıkartıp dibe daldı. Akıntının onu su yüzüne çıkarttığı yerde mağaranın taşlarına çarptı kafasını. Kafası kanadı. Ama hiçbir şikayeti yoktu. Nasılsa anne ve babası yok. “Otele dönene kadar bir şeyim kalmaz, onlar da fark etmezler” diye düşünüyor.
Bu yüzme bir saat sürüyor. Çıkıp kıyafetlerimizi değiştirip tam randevu verdiğimiz saatte yemek mahalline varıyoruz. Dakikliğimize biz bile şaşırıyoruz. Dakik olmak zorundayız çünkü yemek fişleri bende. Bensiz yemeğe başlayamazlar ki.
Bu arada Hugo bana pasaportlarla ilgili müjdeyi veriyor. Vize alınmış ve pasaportlar Cancun’a gelmiş diye. Çok seviniyoruz. Öğleden sonra daha da keyifliyiz Nihal ile. Vizelerin alındığı haberini gruba söylemiyorum. Hele Sophia ile konuşup kesinleştireyim de.
Bu lokantada yemekler grubun damak tadına uygun. Deniz mahsulleri ağırlıkta. Paella bile var. Birde 3 müzisyen canlı yemek müziği yapıyorlar. Lokantanın etrafına dikilmiş ahşap kütüklerin üstüne de sabah resim çektirdiğimiz kuyruklu papağanlar gelince manzara daha da muazzam oldu. Burada buz dolu sürahilerde sunulan limonata ve portakal suyu da fiyata dahilmiş. Tıka basa doyuyoruz. Ama sabahtan beri çok enerji sarf ettik.
Yemek yediğimiz yerin yanında ada gibi bir yer yapıp içine kara jaguar ve çeşitli kaplanlar koymuşlar. Siyah Jaguar dolaşırken karanlıklara karışacak gibi. Çok güzel hayvan. Yucatan onların yaşam yeri. Jaguarlar şimdi koruma altındalarmış.
Öğleden sonra bize verilen programa uygun olarak sıra ile çeşitli showlar başlıyor. Birinden öbürüne koşuşuyoruz. Hugo aslında “yemekten sonra serbest olalım, herkes istediği showu izlesin. Belli bir saatte de otobüste buluşup gideriz” diye düşünmüştü ama grubun birbirinden kopmaya niyeti yok. Hep beraber dolaşıyoruz. Bu şekilde dolaşmak daha güzel.
İlk seyrettiğimiz show kıyafetler gösterisi. Meksika’nın çeşitli yörelerinin mahalli kıyafetleri. Ama biz bu gösterinin sonuna yetişebildik.
Sonra Maya Dansçıları gösterisi. Her Maya savaşçısı kendisini bir hayvan ile özleştirirmiş. Hangi hayvanı kendisine benzetiyorsa başlığında o hayvanın ya tüyü ya postu bulunurmuş. Mesela, kendine kartal diyen bir savaşçının kayanın üstünde duruşu tam bir kartalı andırıyordu. Kollarına kartal tüylerinden kanat yapmıştı. Başlığında da kartal kafası vardı. Mayalarda başlık çok önemli imiş. 15 kadar savaşçının sunduğu gösteri çok güzeldi. Ortada yanan tütsü ağacından çıkan dumanlar eşliğinde yapılan gösteride savaşçılar o hayvanların hareketlerini taklit ettiler. Sembolik dövüş yaptılar. Bir tanesi yanan ateş üzerinde önce ellerini sonra ayak tabanını dakikalarca tuttu. Bize karşıdan ısısı gelirken, nasıl dayanıyor, inanılmaz.
Bu gösteri sonunda savaşçılarla resim çektirebiliyorsunuz.
Şimdi sıra Rodeo gösterisinde. Bu gösteriler sırasında bir orkestra müzik çalıyor. Kovboylar öce at üzerinde akrobasi, kement ile sığır yakalama gösterileri yapıyorlar. 3 bayan kovboyda atlara çeşitli yürüyüş ve koşular yaptırıyorlar

Gece show’una girmeden önce observation platformuna gidiyoruz. Kabin 50 kişi alabiliyor. Motor gücü ile bu kabin döne döne 25 metre yüksekliğe çıkıyor. Tepede bir süre kalıyor. Tepeden Xcaret’in manzarası da çok etkileyici.


Xcaret’in en önemli gösterisi gece gösterisi. Burada büyük bir salon yapılmış. Karşılıklı iki tribünü var. Tahminen 5000 kişi alabilir. Ama bu gece o kadar kalabalık yok. Hafta sonları yer bulunmazmış. Tribünlerin bir bölümü yemekli bilet alanların akşam yemeklerini yediği bölümün düzeni bana aynen Amerika’daki Medieval Times veya Arabian Nights.. gibi Showlarının yemek düzenini anımsattı. Diğer bir benzetme ile eski zamanlarda bizdeki askerin kışlada karavanasını yeme düzeni. Tahta sıralar üzerinde yenilen bu standart yemeğin pek zevki olmasa gerek. Zaten en fazla 10 kişi var o bölümde.
Tribünlerde yerimizi alıyoruz. Biz yemekli müşteri değiliz ama Vip müşteriyiz. Bize romlu kırmızı bir kokteyl ikram ettiler. Yanımda oturan Hugo’ya ayrıca dolu bardak saf rom geldi. Gözümü fazla dikmiş olmalıyım ki bana da bir tane getirtti. Sonra herkese birer mum dağıtıldı. Show sırasında herkes mumunu yakınca manzara muhteşem oldu.
Bu gösteride Meksika tarihi anlatılıyordu.
Programın birinci bölümünde İspanyollar gelmeden önceki Meksika canlandırılıyordu. Aztekler, Mayalar, Olmekler’leri temsil eden gruplar çeşitli gösteriler yaptılar. Bu arada aşağıda sahneye kurulan platformda iki takım top oyunu oynadılar. Yalnızca baldır ve kalçaları ile topa vura vura o yukarıdaki küçücük delikten topu geçirmeye çalıştılar. Bir grup El Tajin’ciler, diğeri Chichen İtzacılar. Bu oyunun ustaları El Tajin olarak bilinir. Hani şu Vera Cruz'un kuzeyindeki şehirde yaşayanlar. O gece de El Tajin’ciler topu iki kere geçirerek kazandılar. Sembolik olarak ta kafa kestiler.
Sonra İspanyollar geldiler. Beyaz atının üzerinde tüylü şapkası ile Hernan Cortez. Maktezuma’yı ve bütün yerlileri öldürdüler.
Programın son bölümünde eyaletlerin kendi yerel oyunları vardı. Tahminen 25 kadar ayrı grup, yöresel danslarını sergilediler.
Toplu gösteri ile muhteşem bir kapanış yaptılar. Tam anlamı ile büyülenmiştik.
Otelimize vardığımızda hemen Mürşit beyi ziyaret etmek istedim ama önce Bülent Güzeliş’in odasının durumunu öğrenmem gerek. Tamam odası değişmiş ama valizinin birisinin üzerindeki samsonite kilidi çalmışlar. İlla onun tazmin edilmesini istiyor. Resepsiyondakilerde bana kasa, kilit falan bir şeylerden bahsediyorlar. Benim aklım Bülent Güzeliş’in kilidinde onlar ise benim odamdan, kasadan, kilit anahtarından bahsediyorlar. Pek can kulağı ile dinlemiyorum ama en sonunda “Güvenlik görevlisi ile odanıza gitmeniz gerekiyor” deyince ne oluyor acaba diye düşündüm. Gene de şu Bülent Güzeliş’in işini halletsem diye uğraşırken kafamı toplamaya çalıştım. Neden güvenlik görevlisi ile odama gidecekmişim? Odada bir şey mi çalındı acaba? Odada bir şeyimiz yoktu ki? Ben hep takılırım, şu valizi bir götürseler de elim boş dönsem diye. Paramız da yok ki yanımızda diye düşündüğüm anda Mete’nin 4250 doları geldi aklıma. O Nihal’de idi. Nihal’de onu küçük kırmızı çantada dikkatlice taşıyordu.. Hatta geceleri yastığımızın altına bile koyuyorduk. Yoksa? Yoksa bu sabah karışıklıkta onu yanımıza almayı unuttuk mu? Orada mı bıraktık acaba?
Nihal yorgun bekliyor lobide koltuğun üzerinde. “Nihal” diye sesleniyorum. Bakıyor.
“Kırmızı çanta yanında mı?”
“Eyvah” diye bağırıyor. Nerdeyse kalp krizi geçirecek. Acaba bana söylemek istedikleri kasa falan dedikleri bizim odada paraları buldular da kasaya mı kaldırdılar? Bülent Güzeliş’i bırakıp güvenlik görevlisi ile odaya koşuyoruz. Adam kasa anahtarını verip dışarıda bekliyor. Evet kasada kırmızı çanta. Paralar yerinde gibi. Sayıyorum. Tam. Bu sefer çektiğim Oh kendi unutkanlığımızla ilgili. Ya cüzdanı bıraktığımız, günün herhangi bir saatinde aklımıza gelse idi yanmıştık. Tabi hemen dönmeye kalkacaktık. Telefonların başından ayrılmayacaktık. Yani tam kabus. Verilmiş sadakamız varmış. Ama gene Mete’ye söylenmeden edemiyorum. “Ne diye bana verdin bu kadar parayı? Acentelerine yapacağın ödemeleri banka aracılığı ile gönderseydin ya. Beni bu kadar riske sokmaya değer mi? Bir sürü dertle uğraşırken kafa mı kaldı bir de senin dolarlarını düşünecek? Ya kaybolsa idi? Nasıl öderdim ben bu paraları?”
Mürşit bey tam düzelememiş. Ateşi devam ediyor. Kırık hali de. Karı koca bütün gün dinlenmişler. Doktorun verdiği ilaçları eczaneden aldırmışlar. İnşallah yarına kalkar diye dua edip ayrılıyoruz.

5.Şubat Cancun Coba ve Tulum

Sabah mayolarımızı giyip plaja gidiyoruz. Huri ile Destegül’e söz verdik. Biz Karayip denizinin ufak dalgaları ile oynaşırken onlarda geliyorlar. Hep beraber denizin keyfini çıkarıyoruz. Bu ne güzel ve ne sıcak su. Sahil zaten çok güzel. Bizim denizimiz de çok güzel ama “Dünyada bizdeki gibi kumsal yok” lafları dünyayı görmemişlerin söylediği laf. Benim rahmetli amcamda hayatını köyümüz Güre’de, Edremit ve civarındaki köylerde geçirdi. “Bizim Güre köyünün mezarlığı gibi güzel mezarlık dünyada yok” derdi. Ne zaman birisi dünyanın en güzel... diye kanıtlanmamış bir bilgi verse rahmetli amcam gelir aklıma.



Odamıza dönüp duşumuzu alıp giyinip Mürşit beyi ziyarete gittik. Kendini hala iyi hissetmiyor. Ama bugün Bilgi hanımın geziye katılmasını istiyor. “Ben burada denize bakar vakit geçiririm” diyor. Bilgi hanımın da içine sinmiyor ama gelme kararı veriyor.
Sophia sabah gene neşeli. Pasaportların hiçbir yazı yazmasına gerek kalmadan pazartesi gönderildiğini söylüyor. Bugün Küba vize işini halledecekmiş. Biletlerimiz de hazırmış Yarın uçacağız.
Bülent Güzeliş de odasından memnun. Kilidi sordum. Bir kilit göndermişler ama samsonite değilmiş. O da işe yararmış.
Odalardan bir tek Nurşan memnun değil. Asansörün gürültüsü onu perişan ediyor. Ama bütün ısrarlarıma rağmen odasını değiştirmemekte kararlı. Manzarası güzelmiş.
Bugün de yolumuz uzun. Görülecek çok yerimiz var. Saat 9 da hareket ediyoruz. Otobüsteki sabit oturma düzeninde bazı kişilerin homurdanmaları üst düzeyde. Selen hanıma da arkaya git diyemiyorum. Bahadır laf olmasın, annesi en önde oturuyor diye hep en arkada. Hadi hayırlısı, dur bakalım.
İlk durak Coba. Coba, Cancun’a 167 km uzaklıkta. En ünlü Maya şehirlerinden bir tanesi. Yağmur ormanlarının ortasında. Maya medeniyetlerinin en büyük eserlerinden biri. Kurulduğu dağdaki 5 gölden adını alan Coba’ya iki saatte varıyoruz. Otobüsümüzü park edip Hugo’nun höyüke giriş biletlerini almasını bekliyoruz. Buraya ilk geldiğimde giriş serbestti. Kimseciklerde yoktu ortalıkta. Aslında çok yağmur da yağıyordu. Şimdi burasını da çok değişmiş buldum.
Coba civarında tespit edilen 6500 eserden yalnızca % 5 i topraktan arındırılıp halka açılmış.
“Coba şehir – devleti 70 km karelik bir alanı kapsıyor. Bu yerleşim yerinin en büyük grupları Coba gölünün çevresindedir. Coba, kurduğu sacbeb yani beyaz yolları ile ünlü. En uzun yolu 100 km ile Chichen İtza’ya uzanıyor. Bu muhteşem yol ağının yapılışı MS 600-800 yılları arasında Coba Stelealarının dikildiği zamana rastlar. Bu oyma taş anıtlarda o zamanda yapılan önemli faaliyetler ve yaşanan olaylar anlatılır.”
“MS 800 ila 1100 seneleri arasında tarihinin en görkemli dönemini yaşayan Coba’nın nüfusunun da 55.000’e ulaştığı biliniyor. Coba mimarisi Kuzey Yucatan mimarisinden çok Guatemala’daki Peten mimarisini andırır. Peten’deki Tikal yapı tarzı ile Coba birbirine inşaat tekniği olarak çok benzerler.”
“Ticari açıdan da Tulum ile iyi ilişkiler içinde idiler. Mallarını Tulum limanından sevk ederlerdi.”
Bu bilgileri girişteki levhadan okuyup tercüme ettikten sonra gezmeye başlamadan önce orada duran dev bir ağacı tanıttı Hugo bize. Seyba ağacı. Mayaların Kutsal Ağacı. Diğer Orta Amerika ülkelerinde kesilip mobilya yapılan bu ağaç Maya’ların kutsal ağacı idi. Dalları ile göğe, kökleri ile yerin dibine karanlıklara gitmeyi temsil ediyor. Güneş her gün tekrar doğar ve akşam yer altında kaybolur. Bu inançla Mayalar Seyba ağacını kesmezlerdi.
Yürüyüşe başlamadan önce tüm yolun 1.5 km olduğunu , hafif bayır olduğunu isteyenlerin 3 tekerlekli bisiklet tutabileceklerini söylüyor. Burada insanların çektiği iki kişilik bisikletler var. Gidiş dönüş 5 dolar verdiniz mi sizinle beraber dolaşıyor. Rehber bilgi verirken duruyor. Sonra devam ediyor. Bizim grubun önemli kısmı bu işi çok sevdi. Grubumuz, bisiklet sürücüleri de katılınca daha da büyüdü.

Coba’da en ilginç hususlar şunlardı :



  • İlk gruptaki basamaklı mabede artık herkes kilise diyor. Mayalar hala mahsulden önce ve sonra gelip geleneksel törenlerini yapıyorlar.

  • Kilisenin hemen yanında bir top sahası, ortaya çıkarılmış. Burada kuru kafalı basamaklı merdiven, kiliseyi top alanına bağlıyor ve yolun ölüm yolu olduğunu ifade ediyor. Ayrıca bu merdivenlerde bulunan ve çok eski Hint tapınaklarında da gördüğümüz haç figürü, ölümsüzlük işareti olarak Hıristiyanlardan çok önce kullanıldığını gösteriyor. Buradaki kemer mimarisi yani mabetlerin altında yapılan tünellerde kullanılan yapım tekniği değişik.

  • Başların nerede kesildiği belli. Üzerinde kesilmiş bir kafa kazılı özel bir taş var.

  • “Renkli Resimler” mabedinde halen görülebilen resimler var.. Buradaki stelealarda resimler renkli.

  • Pazar yeri. Burada küçük sütunlar var. İnsanlar farklı putlara taptığından pazara gelirken getirdiği kendi putunu üzerine koyup tapınacağı sütunlar yapılmış.

  • Stelea’nın biri, bize geçmiş hakkında epey bilgi veriyor. Bu steleada iki esirin üstüne basan ve elinde yılan başlı asa tutan bir kralın figürü var. Sağ tarafta ise Mısır’daki gibi kartuş var. Bu kartuşta tarih yazılı. Burada 4 tarih okunuyor. 600, 620, 640 ve 2012 Mısır yazıtlarında da 2012 tarihine rastlanması ilginç.

  • Yılan, Maya geleneğinde çok önemli bir hayvan. Kralın başının Kukulkan’a yani yılan başına benzemesi için küçük yaştan itibaren kafasının yanına iki tahta sıkıştırılıp büyüyünceye kadar böyle tutuluyormuş. Bir steleada da böyle başı tahtalara sıkıştırılmış kral figürü var.

En sondaki Nohoch grubuna gelinceye kadar gördüğümüz kalıntılardan önemli izlenimlerimiz bunlar. Bunları görüp en son noktaya geldiğimizde Kuzey Yucatan’ın en büyük piramidine geldik. 45 metre yükseklikte 120 basamaklı bu piramit 12 katlı bina yüksekliğinde. Gerçekten mimarisi Chichen İtza’dan çok farklı. Çok bölümü harap olmuş ama batı yönünden yukarıya çıkma imkanı var. Bisiklete binmeyenlerin tamamı yukarıya kadar da tırmandı.


Y
ukarıdan manzara muhteşem. Tüm yağmur ormanları ve onların arasında bu 5 göl. Ayrıca çeşitli yerlerde piramitler.Tepedeki oda yine bomboş. Biraz dinlenip tadını çıkarttıktan sonra yavaş yavaş aşağıya iniyoruz. Dönüşte kestirmeden gidiyoruz. Kapıya vardığımızda bisikletlerle gelenler kutsal Seyba ağacının gölgesinde dinleniyorlar.
Otobüse binip öğle yemeğini yiyeceğimiz Maya köyüne gidiyoruz. Hemen otoparkın oradaki Coba gölünün kenarındaki nilüferleri gösteriyor Hugo. Bu gölde yetişen nilüferlerden büyücü şaman rahiplerinin törenlerde kullandığı bir tür uyuşturucu madde elde ediliyormuş.
Gölde timsah turu yapılıyor. Tam biz geçerken timsahın biri çıkmış köprüde güneşleniyor. Sandalcı timsah tekrar suya dalana kadar oraya gitmeyecekmiş.
Hugo’nun size tipik Maya yemeği yedireceğim diye getirdiği yer belki de buralarda yediğimiz en kötü yerdi. O Salvador denilen tüccar en ucuz yer olsun diye yollamıştır bizi buraya. Üstelikte adam başı 76 dolar para ödedikten sonra. Burada 3-5 çeşit yemek. İsli tencereler içinde. Biraz da salata. Tatlı meyve bölümünde yalnızca muz kalmış. Tesisin yan bölümü alışveriş mağazası. Nihal, bize Teotehuacan’da hediye verilen obsediyan parçalarını sivri uçları etrafındakileri yırtıyor ve hem de ağır diye atacaktı. Ama burada onların tanesinin 5 ila 10 dolar arasında satıldığını görünce vazgeçti.
Yolda bir de bu iğnesiz arının yaptığı ballardan imal edilen çeşitli mamullerin satıldığı bir dükkanda durduk. Bu arılar o sırada her yerde gördüğümüz sarı çiçeklerden bal yapıyorlarmış. Çocuğun biri gelene kadar epey bekledik. Şampuan, krem, arı sütü, bal gibi şeyler satılıyordu. Pek alışveriş yapan çıkmadı.
Buradan artık 30 km uzaklıktaki Tulum harabelerine gittik doğruca.
İlk ziyaretimden beri Tulum’da da her şey değişmiş. Eskiden araba ile girip piknik yapılan yerleri arıyor gözüm bulamıyorum. Otobüsümüzü park ettiğimiz yerde tam bir alışveriş merkezi kurulmuş. Burada her türlü dükkanı bulmak mümkün. Sanki bir kasabanın merkezine gelmiş gibisin. Sonra arka tarafta bilet alma yeri. Orada bekleyen turist otobüsü. Süslü açık hava arabası. Turistleri giriş kapısına götürüyor. Orada bilet kontrolü yapılıp içeriye giriliyor. Meksika’da bu ören yerlerine çok önem verilmiş ve çok yatırım yapılmış.
Tulum tam deniz kenarında. Bir tarafı deniz, diğer üç tarafı duvarla çevrili bir alan. Denize hakim yerdeki mabedin adı gene Kastillo. Kireçtaşından yapılmış, bembeyaz, çok büyük değil ama etkileyici. Denizden gelirken bu yapıyı görünce İspanyollar kale sanmışlar. Ama yaklaştıklarında burasının terk edilmiş olduğunu görmüşler.
Eski adı, kurucusunun adı Zama olan, Tulum İspanyolca’da “Duvar” anlamına gelmektedir. Etrafındaki duvarlardan dolayı İspanyollar bu ismi vermişlerdir. Bu şehre 5 kapıdan giriliyor. İçeride ilk bilgi aldığımız yer bir asilin evi. Zaten duvarlar içinde asiller ve rahipler, dışarıda da köylüler yaşıyormuş.
Burada asiller kendi evinin içine yaptıkları mezara gömülürlermiş.
Sacbeb’lerle dünyaya bağlanan Tulum, Mayaların sahilde kurdukları en büyük kent, en büyük liman şehri.
Buradaki binalarda Maya mimarisinin örnekleri görülüyor. Kapıları tutan kirişler kalın tahtadan. Üstünde üçgen çatı var. Yöneticilerin yaşadığı evler olduğu tahmin edilen binanın üzerindeki kral Zama’nın figürü korumaya alınmış.
Arka tarafta batan güneş tanrısı mabedinin üzerindeki figür. Baş aşağıya bir çocuk figürü. Mayalarda da Aztek’lerde olduğu gibi tanrının her gece öldüğü ve sabah tekrar dirildiğine inanılır. Buradaki baş aşağıya çocuk heykeli tanrının tekrar doğuş anını simgeliyor.
“Fresco’lar Mabedi”nin köşe duvarlarında iki ayrı yüz figürü var. Bunlar aydınlık ve karanlığı temsil ediyor. Güneş birisini aydınlattığında diğeri karanlıkta kalıyor.
Bu mabet’leri yapanların da astronomi bilgisi çok gelişmiş her halde. Bir mabedin önündeki delik ile diğer bir mabedin deliği ve giriş kapılarından birisi tam aynı hizada. Gece ve gündüzün eşit olduğu an güneş ışıkları bu deliklerden geçirip kapıyı aydınlatıyor.
Kastillo’ya giriş yasaklanmış. Mayaların liman olarak kullandığı bu plajda halk denize giriyor. Eskiden işte bu plaja kadar araba ile gelinebiliyordu. Şimdi yasaklanmış. Ama şimdi görüyorum ki Meksika bütün Maya kalıntılarına özel önem gösteriyor. Tarihe ne kadar iyi bakılırsa o kadar çok turist geleceğini öğrenmişler.
Üzerinde kartalların uçuştuğu bu şehirde mavi -yeşil denize tepeden bakmak ayrı bir keyif. Kastillo’nun bulunduğu yer bir tepe. Canımız ayrılmak istemiyor ama gitmemiz gerek. Akşam oluyor.
İşte zaten bizi otoparka götürecek servis aracı son servisini de yapmış. Mecburen yürüyoruz. Madem ki yürüyerek geldik ve başka da bir program yok, o halde dükkanlarda doya doya alışveriş yapabiliriz diye düşünüyor bizim grup. Yarım saat sonra zaten dükkanlar da kapanacağı için hiç müdahale etmiyorum. Dükkanlar kapanınca herkes otobüse geliyor.
Dönüş yolunda Hugo, yarın bizi havaalanına Salvador’un götüreceğini, kendisi ile bir daha beraber olamayacağımızı söylüyor. Yani kibarca bana bahşiş verecekseniz şimdi verin demeye getiriyor. Sevnur hanım zaten gereğini yapmış. Hugo çok ama çok mutlu oluyor ve defalarca teşekkür ediyor.
Yarın sabah çok rahatız. Uçağımız 12.50 de. Saat 10 da bile çıksak yetişiriz rahat rahat. Onun için saat kısıtlaması koymuyoruz yalnızca 9.30 a kadar valizlerin resepsiyonun önüne gelmesini rica ediyoruz..
Odamıza girdiğimizde Nihal ile huzur içinde birer kahve içiyoruz. 6 günlük Meksika çok güzel geçmişti. Bazı problemler çıktı ama olsun sonunda hepsi bitti. Hiç kimsenin aklının kesmediği Guatemala vizesi de alındı Küba’ya da gidiliyor. Burada da ekstra gezilerle program şaheser oldu. Dolu dolu günler yaşandı ve pek çok yer görüldü. Otellerimiz, rehberlerimiz her şey güzeldi. Nihal ile birbirimizi kutlayıp uykuya dalıyoruz.



Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin