Orta amerika gezisi


-16 Şubat Managua – Miami- Madrid -İst



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə16/16
tarix27.10.2017
ölçüsü1,32 Mb.
#15475
növüYazı
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16
15-16 Şubat Managua – Miami- Madrid -İst

Sabah yedide uyandırma vermiştim ama saat altı otuzda hem ben hem Nihal uyanmıştık bile. Bu son gün biraz heyecanlı mıyız ne?


Nihal ile valizlerimizi toplayıp kahvaltıya giderken otobüse doğru gitmekte olan Hamiyet hanım saati göstererek “Onbeş dakika sonra kalkıyoruz değil mi Atila bey ?” diye hatırlatma yapıyor.
Otobüsümüz tam sekizde hareket ettiğinde sayım yapıyorum, gerçek gezginler belli oldu. Yoklama şöyle: Başta Saniye hanım, Sevnur, Hamiyet, Hüsniye, Şermin, Nurşan, Gülsen, Selen, Bahadır, Huri, Destegül, Yeliz, Nihal, Atila. Onaltıncı gün yola çıkmadan önce belki Managua’da enteresan bir şey görürüm diye sabahın köründe kalkıp otobüste olmak gerçek gezgin ruhunun bir belirtisi bence. Hepsini tek tek kutluyorum.
Rehberlerden Donald ve Ronald artık yolcu kategorisinde geliyorlar. Javier rehber olarak. Hemen yola çıkıyoruz. Vaktimiz çok az. Bu yolun bir kısmını biz iki gündür hep geçiyoruz ama Masaya sapağına geldiğimizde sağa sapıp göle doğru gideceğiz. O noktadan sonrası yeni bizim için. Daha otelden ana yola kavuşur kavuşmaz zamanın ne kadar sıkışık olduğunu anlıyoruz çünkü trafik sıkışık. Sahi burada yol tamiratı da vardı. Cumartesileri çalışıldığı için herkesin mesaiye gitme saati. Yol ana baba günü. Neyse onbeş dakika sonra o kalabalık birdenbire yok oldu da trafik rahatladı. Biz de rahat bir nefes aldık. Yeni yapılan heykellerin resmini çekmeye çalışıyoruz. Otobüsü burada durdurmak mümkün değil. Ana cadde çünkü.
Sağda büyük bir meydan . Barış parkı. Burası 1990 senesinde iç savaş sona erince toplanan silahların gömüldüğü yer. Bayan başkan Violette Chamorro başkan olur olmaz ilk faaliyeti bütün gruplardan silahları toplayıp işe yaramaz hale getirdikten sonra bu meydana gömmek olmuş. Parkın ortasındaki bir havuz içinde bir gemici feneri. Fenerin dört bir etrafının su oluşu sembolik bir anlam taşıyor. Kenardaki şekilsiz bir çimento duvar üzerinde yanık bir tank ve üzerinde namlusu kıvrılmış bir tüfek anıtı artık silahlara veda edildiğini simgeliyor.
Eski Managua olduğu gibi milli park ilan edilmiş. Böylece dünyada şehrin merkezinde milli park olan tek şehir burası. Eskiden çok hareketli olan bu merkez şimdi kaderine terkedilmiş bir sessizlik içinde. Yollar bomboş. Bu bölgede halen birkaç binada faaliyet var. Bunlardan birisi Dışişleri Bakanlığı. Başkanlık Konutu da burada. Göle yaklaşırken yol çift şerit haline geliyor ve palmiye ağaçları fazlalaşıyor. İlk olarak sağda Managua Kültür Merkezini görüyoruz. Burası eskiden Grand Hotel imiş. Depremden sonra otel başka yere inşa edilip burası dans ve sanat gösterilerin merkezi olarak yeniden inşa edilmiş. Bunun yanındaki parkta Nikaragua Kadını Anıtı gerçekten etkileyici. Savaşlar sırasında en çok eziyeti çeken Nikaragua kadınına saygı olarak bu anıt dikilmiş. Hemen biraz ileride yine sağ tarafımızda Cumhuriyet Meydanı. Meydanın ortasında Müzikal Çeşme var. Zaman zaman Strauss’un valsleri eşliğinde suların dansını izlemek mümkünmüş. Bu fıskiyenin yanında ve havuzun içinde Nikaragua’nın en ünlü şairi Ruben Dario’nun heykeli var. Bu meydanın dört tarafı önemli anıtlarla dolu.
Bir köşede yine Ruben Dario Tiyatro Merkezi var. Şehrin en önemli ve içinde iki büyük salonu olan tiyatro merkezi.
Meydanın diğer tarafında muhteşem eski katedralin yıkıntısı. Depremden sonra olduğu gibi bırakılmış. Büyük depreme rağmen bina iskeletinde çeşitli fresk ve Melek heykelinin ayakta kalması, meleklerin şehri koruduğunun simgesi olarak yorumlanmış. 1929 da yapımı tamamlanmış ama 1931 deki depremle yıkıldıktan sonra kirkbir sene süren uğraşı ile tekrar ayağa kaldırılmış. İnşaat bitti, katedral hizmete açıldı derken iki sene sonra büyük deprem tamamen kullanılmaz hale getirmiş. Şimdi katedral daha uzakta biraz daha modern bir yapı.
Katedralin solunda Palacio Nacional. Depremden önce Meclisin toplandığı ve ülkenin yönetildiği bu bina şimdi müze olarak kullanılmakta. Burası da bir çeşit antropoloji müzesi imiş. Bu müze ülkenin en seçme tarihi eserlerini bulundurmakla ünlü. Omotepe ve Zapateria adalarında bulunan çok renkli toprak eşyalar ve heykelcikler ile Nikaragua gölünün doğal tarihi sergilenmekte. Ayrıca üst kattaki büyük resimlerde Amerika’daki özgürlük hareketlerini izlemek mümkün.
Müzenin solunda köşede meşhur Sandanista mücahidi Carlos Fonseca’nın mezarı onun solunda ise Cumhurbaşkanı konutu bulunmaktadır.
Tabii bizim zamanımız olmadığı için bu binaların ne binaları olduğunu çok süratli bir tarzda öğrenip fotoğraflarını çekiyoruz. Bu hıza yetişemeyeceğini düşündükleri için otobüste beklemeyi tercih eden dostlarımızı da çok bekletmemeye çalışıyoruz.
Artık göl kenarına geldik. Bir lokantanın önünde durup Fe Juan Pablo II yani Papa 2. Jean Paul meydanının fotoğraflarını çekmek istiyoruz. Önce otobüsümüzü önüne park ettiğimiz mekana giriyorum. Burası gece herhalde canlı müzik yapılan büyük bir lokanta, gece kulübü gibi bir yer. Sabahın 9 unda ortalıkta bir garson bile yok. Onun için cam kenarından gölün fotoğraflarını çekiyoruz. Gölün sol tarafında volkanlar dimdik duruyor. Sağ tarafı ise bir deniz kenarı plajını andırıyor. Ancak su kirliliğinden dolayı bu gölde yüzülmüyor. Nikaragua gölünün ise deniz bağlantısı olduğundan suyu daha temiz.
Papa Jean Paul buraya iki kere gelmiş. 1983 ve 1996 senelerinde. Bütün ülkeden gelen insanların toplanabileceği en uygun alan depremden sonra enkazların temizlenip üzerinde inşaata izin verilmeyen bu büyük yer seçilmiş. Hemen kenardaki tepecik üzerine Papa’nın konuşma yapacağı üstünde sazlardan bir güneş koruyucunun konduğu platform yapılmış. Onun bu ziyaretlerinin anısına bu meydana onun adı verilmiş.
Bu meydanın kenarına Simon Bolivar’ın at üzerinde büyük bir heykeli dikilmiş. Simon Bolivar Latin Amerika’nın İspanyollara karşı ayaklanmasını 1810’da başlatan Venezuella’lı General. Venezuella’yı bağımsızlığına kavuşturduktan sonra 1826 senesine kadar mücadelesinde Colombia, Ekvator ve Peru’nun bağımsızlığını kazanmasını sağladı. Kuzey Peru bölgesi Peru’dan bağımsız bir devlet olunca adını bu büyük kahramandan esinlenerek Bolivya olarak aldı. Kuzeydeki Orta Amerika konfederasyonuna paralel olarak bu devletleri Güney Amerika Birleşik Devletler Cumhuriyeti adı altında birleştirmeye çalıştı. Bu büyük kahramanın adına ve heykellerine veya onun anısına yapılmış parklara bütün Latin Amerika Devletlerinde rastlayabilirsiniz.
Bu arada bu yerdeki dev çukurlar ne demek oluyor? Javier gülerek açıklıyor. “Bu çukurlar aslında kanalizasyon ağızları. Ancak gece oldu mu hırsızlar bunların üzerindeki demir kapakları çalıyorlar. Önceden çalınanın yerine yenisi konuluyordu. Ancak bununla başa çıkamayınca devlet şimdi sökümü ancak oksijen kaynağı gerektiren bir sistem buldu. “ Bizdeki yol levhalarını çalanları düşündüm. Ama bu çukurlar çok tehlikeli. Gece buralardan geçerken çukura bir düşseniz ölürsünüz. Araba düşse aksını kırar.
Saat dokuz buçuk olmuş. Koşarak otobüse dönmek ve derhal otele gitmek zamanı geldi. Manuel’e doğruca otele gitmesini söylüyoruz ve saat tam onda otelde oluyoruz.
Otobüste otele doğru giderken Nurşan’ın yanına gittim. Benim aklımda şimdi şu iki gecelik otel hesabını nasıl ödeyeceğim endişesi. Benim visa kartlarım çalışmaz ise yanımdaki nakit yetersiz. Onun için tedbir almam gerekiyor. En güvendiğim kişi kadim dost Nurşan. Durumu anlatıyorum. “Atilacığım lafı mı olur” diyor. Oh biraz daha rahatladım.
Sevnur hanım dört tane zarf rica ediyor resepsiyondan. Arıyorlar, içeriye gidip geliyorlar, çekmeceleri karıştırıyorlar. Nafile. Otelde zarf yok. “Ben hallederim “ diyor ve uzaklaşıyor Sevnur hanım.
Hesabı kapatmadan önce Ronald’a lobide tüm eşyaların otobüse yüklemesini söylüyorum. Daha önceki otellerde işlerin ne ağır yürüdüğünü bildiğimden hemen resepsiyonda beklemeye başladım. Yanımda Betül ve Bengi’de hesap ödemeye çalışıyorlarmış onbeş dakikadır. Bengi çok güzel bir ispanyolca ile hesabı bir an önce getirtmeye çalışırken bana dönüp “Bizim bir telefon ekstramız vardı. Bir saattir burada bekliyoruz.” diye açıklama yaptıktan sonra dünkü olaylarla ilgili bana taş atıyorlar. “Bizim yanımızda hiç yardımcımız yok ki. Zaten bizi koruyan kimse de yok. Kadın başımıza korumasız kaldık buralarda. Ama İstanbul’da bunun hesabını soracağız” Duymazlıktan gelmek en iyisi. Sonradan öğrendiğime göre akşamdan beri ne zaman Bahadır ile karşılaşsalar “Adi adam. Terbiyesiz. Sana İstanbul’da göstereceğiz.” Veya ani karşılaşırlarsa yere tükürerek tahrik ediyorlarmış. Ama Bahadır yaptığına bir yandan pişman da olduğu için cevap bile vermiyormuş.
Nurşan'ı yanımdan ayırmıyorum. Nihayet benim hesabı ödememe sıra geldi. Gene aynı zorluklar. İki gece iki ayrı hesap. Bize söylenenden farklı tarife. Resepsiyon şefinin gelişi. Defteri açıp kusura bakmayın deyişi..... Orta Amerika’da devamlı karşılaştığımız ve de kanıksadığımız check-out hesap ödeme manzaraları.
Bu arada visa kartlarımdan korktuğum başıma geliyor. İki kartta dolu diyorlar. Nurşan’ın kartını kullanıyorlar 1771 dolar biraz uğraşılarak çekiliyor.
Artık hesaplar ödendi. Otobüse binildi. Geçen hafta hayal gibi gelen uçağa, havaalanına gidiş başlıyor. Aslında bu benim ağız alışkanlığım. Biz zaten havaalanındayız. Yalnızca terminale gidiyoruz.
Resepsiyondakilere son bir veda ediyorum. Arkamı döndüğümde “Sinyor, Sinyor “ diye resepsiyonist bayan bağırıyor. Ne var acaba diye bakıyorum. Hesap faturasını gösteriyor. Benim borçlu olduğumu söylüyor. Karşılıklı anlaşamadık ama benden 30 -40 dolar gibi bir para daha istiyor. Meğer visa kartını dolar çekmiş, faturayı keserken cordoba üzerinden yapmış. Doların cordoba üzerinden alış satış arasında çıkan farkı dolara çevirmiş onu benden talep etmeye kalkıyor. Tam küfürlük bir olay. Terbiyemi korumaya ve de keyfimi bozmamaya çalışarak hiç cevap vermeden arkamı dönerek otobüse biniyorum. Hesabı dolar üzerinden konuşmuşuz, dolar üzerinden ödemişim, şimdi dolar üzerinden fark çıkartıyorlar. Bunların da adam olmaları için epey uğraşmaları gerek.
Terminal bir km. imiş ve 10 dakika sonra A terminalinin kapısında durduk. Otobüs durunca Sevnur hanım kimsenin inmemesini rica ediyor. Ronald ve Javier’i ön tarafa çağırıyor. Belli ki adet olduğu üzere dostlar para toplamış ve arkadaşlara bahşişlerini verecek. Elinde zarflar var. Resepsiyondan bu sebeple zarf isteyip duruyormuş meğer. Bulamayınca kağıttan zarflar yapmış. Önce Manuel’e, sonra Ronald’a ve Javier’e bahşişlerini veriyor. Donald zaten çok para aldığı için ona bir şey yok. Üçü de çok memnun oldular. Bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar. Aldıkları ücretin de çok bir şey olduğunu sanmıyorum. Onun için bu toplanan ve de yüklü olduğunu sandığım bahşiş onlar için çok önemli. Tek tek teşekkür ediyorlar.
Sevnur hanım tam inecekken beni de durdurdu ve o güzel konuşmasını yaptı” Atila bey. Sizin sayenizde biz çok güzel bir gezi yaptık. Bütün zorlukları sayenizde kolayca aştık. Size teşekkür ediyoruz.” Buraya kadar çok iyi. Ben de mutlu oldum onların böyle düşünmesine. Ama o ne Sevnur devam ediyor. “Bu emeğinizin karşılığı değil ama lütfen bu zarfı kabul ediniz. Bizim adımıza bir hediye alınız ve hep bizi hatırlayınız” Ve bana bir zarf uzatıyor.
Hayatımda böyle ağır hakarete uğradığımı hiç hatırlamıyorum desem yeridir. Başımdan kaynar sular döküldü. Yüzüm allak pullak. Gözlerimden kızgınlık fışkırıyor. Başta Sevnur olmak üzere herkes şaşkın ve suskun. Yalnızca “Olmaz öyle şey” diye bağırıp otobüsten atıyorum kendimi aşağıya. Benim bu uğraşılarımın bir bedeli olacağını ve benim onlar için yaptıklarımın karşılığının para ile değerlendirilebileceğini nasıl düşünebilirler inanamıyorum.
Sonra uçakta öğrendiğime göre Sevnur hanım para toplama işini üzerine almış.Kendisinin grubu ile gittiği her turda tur lideri olarak gezdikleri arkadaşa para toplarlarmış O alışkanlıkla benim içinde para toplamak istemiş. O tur liderlerinin işi ve geçimi ondan. Onlar için para toplaması da asil bir davranış. Ama beni bu geçen 16 günde tanımamış olması üzüyor. Mürşit bey ikaz etmiş.” Sevnur hanım yanlış anlamayın ama bu hareketiniz doğru değil. Atila beye para vermek çok ayıp olur. Ben katkıda bulunmaktan kaçınıyor değilim ama isterseniz bunu yapmayın” diye ikaz etmiş. Sonra da “Ben size demiştim. Lütfen bazen bizlerin sözüne ve tecrübesine güvenin.” Demiş. Yine uçakta yanıma oturan yaşlı hocam Hüsniye hanım konu açıldığında “Atila bey sizin yüzünüzü görünce çok yanlış bir iş yaptığımızı anladık anladık ama yapılacak bir şey yoktu mahcup olmaktan başka. Lütfen bizi affedin” demişti.
Şu anda düşünmem gereken başka işler var. Bu konu üzerinde durmamın manası yok.
Ronald , Manuel ve Javier ağızları kulaklarında valizlerimizi indiriyorlar. Bize bir haftadır hizmet eden bu ekibe tek tek teşekkür edip binadan içeriye giriyoruz. Onları hiç unutmayacağız.
Şimdi şu Amerika vizesi olmayanların sorununu çözmeye geldi sıra. Hep beraber kontuara yaklaştık. Valizler topluca bir yere yığıldı. Anlaşılan toplu check-in yapacağız. Sordum, burada da herkesin iki valiz ve toplam 64 kg. hakkı varmış aynı ABD’den uçar gibi. Onun için hiç bakmıyorlar bile bizim grubun kaç tane valizi olduğuna, toplam kaç kilo geldiğine. Mürşit beyler ve Betül'ler bu işten memnunlar. Sıra ile pasaportlarımızı vereceğiz. Ben pasaportları topladım. Bizim grup için bir memur ayrı bir masanın başına geldi. Grupça toplu işlem yapacak. O sırada grupta Bülent Güzeliş ile Huri arasında bir tatsızlık var ama tam anlamadım ne oldu. Dinledim. Bağrış, çağrış yok. Memurun yanına yaklaştım ve pasaportları uzattım.
“Önce havaalanı vergisi vereceksiniz” dedi.

“Ne kadar?”

“32 dolar adam başı”

“Ne ?”


“32 dolar”

“Ama biz girerken 2 dolar fazla ödemiştik. Bu formları doldurmuştuk. Çıkış vergisi ödemeyecektik?”



“O karayolu ile çıkış yaparsanız geçerli Bu hava alanı çıkış vergisi”
Tartışmanın bir sonuç getireceği yok. O kadar nakit para da yok. Burası kart ta almaz. Kart alsa da bizim kartlar geçmez. Nihal ile tüm paramızı sayıyoruz ve eksik olan yüz dolar için yine Nurşan’a müracaat. Sağ olsun hemen “Gülsen yüz dolar verir misin?” Gülsen de hemen çantasından gıcır gıcır bir yüzlük çıkartıp sorunumuzu çözüyor. Umarım bir daha bir yerde para gerekmez yoksa Nurşan’a da pek yüzümüz kalmayacak. Yine Mete’nin kulaklarını çınlatıyorum(!).
Bu paraları ödedik te ne olacak Selen, Bülent ve Nevin Göker ile Hüsniye hanımların vize işleri. Memura söylüyorum. Yüzüme ters ters bakıp “Bana o dört pasaportu ayrı verin. O dört kişi de ayrılsın. Sol tarafta beklesin” diyor. Dur bakalım ne olacak? İster misiniz onlar giremez desin. Ah Mete ! Nasıl yollarsın bu dostları vizesiz buraya. Bana hareket etmeden önce verdiği akıl geliyor aklıma. Orada da sormuştum.” Mete bu dört kişiyi uçağa bindirmezlerse ne olacak ? Ne yapayım?” Zaten Meksika konsolosluğu ve ters giden her şey için sinirleri tamamen laçka olmuş dostum “Vallahi bilemem. Memurun önünde ağla, sızla, kendini yerlere at, yalvar. Ne istersen yap ama onları buraya getir” dediğini hatırlıyorum. Şimdi burada yere yatmaya kalksam nereye yatayım diye kendime yer beğenmeye çalışıyorum.
Bunca günlük endişe ve stresten sonra memurun sözlerine inanamıyorum .” Önemli değil. Yalnız onların pasaportlarını ben alıkoyacağım ve sonra benimle beraber uçağa binecekler. Miami’de de uçak değiştirirken onları görevli bir kişi ayrı bir salondan geçirerek Madrid uçağına bindirecek. Pasaportlar kendilerine Madrid havaalanında verilecek. “
Hepsi bu mu? Bu kadar basit mi? Basit ise neden şimdiye kadar kimse bunu söylemedi? Kimse bilmiyor mu bu prosedürü?
Mümkün olsa birkaç kere dinleyeceğim ve ancak ondan sonra inanacağım duyduklarıma. Biraz önce önünde kendini yere atıp tepinmeye razı olan ben, şimdi acaba bu adamı buracıkta Şappadak öpsem ayıp olur mu diye düşünmeye başlıyorum.
Dördüne durumu anlatıyorum. Sevincimi paylaşacaklar sanıyorum. Hiç tepki yok. “İyi” diyorlar o kadar. Oysa ta öbür uçta duran Nihal’e başparmağım ile “tamam” işaretini yaptığımda sevincinden sıçrıyor. Ama bizim dörtlü sakince sol tarafa geçip bekliyorlar. Dayanamadım. “Oh nihayet sorunsuz bu konu da halloldu” deyip ağızlarında bir iki güzel söz çıkar diye çanak tutuyorum ama Bülent bey “Atila bey siz varken bir çözüm olacağını biliyorduk. Biz hiç bu konuyu düşünmedik ki.” demez mi? Diğerlerine bakıyorum. Başları ile sakin sakin tasdik ediyorlar. Zaten o inançları olmasa her sabah sormazlar mıydı ne olacağını? Geçen sene Çin gezisine giderken 70 yaşında bir teyzemiz uçak biletlerini biniş kartım var diye Bahreyn hava alanında kontuarda bırakmıştı. Yeni biletinin dönüşte Hong Kong’da hazır olacağını söylemişti Mete. Ayrıca her gün telefon ettiği kızı ve damadı da 15 gün boyunca aynı şeyi söylemişti. Bana günde kaç öğün sorduğunu hatırlamak bile istemiyorum ama ne zaman beni yakalasa “Atila bey benim biletim ne olacak?” diye sorarak kendi sabrımı bana takdir ettirdiğini hatırladıkça, bu dört dostuma içimden defalarca teşekkür etmek geliyor.
İberia kontuarında üç memur bize tahsis edildi. Ben 32 dolarlık makbuzu kesilen tüm pasaportları kendilerine dağıtmıştım. Onlar oturma yerlerini memura söyleyip biniş kartlarını alıyorlardı. Mesele yok derken biraz önceki gerginlik su üstüne çıktı.
Huri sinirli sinirli Bülent Güzeliş’e laf atıyordu “ Allah Allah. Adama bak. İlla önüme geçecek. ” Birkaç adım atıp dolanıyor tekrar söyleniyor.” İttirip ittirip bir kişi öne geçsen ne olur? Ayıp be. Bir kere de sıranı beklesen ne olur?”
Gene gidip geliyor ve söyleniyor. Ben “Huri, Gel burada benim önümden al biniş kartını” diyerek muhtemel bir olayı önlemeye çalışıyorum.
“Sağ ol Atila bey. Ben biniş kartlarımı aldım ama bu adamın yaptığı terbiyesizlik”
Hır çıkacak diye korkup uzaklaştırmaya çalışıyorum. Ama Huri susmuyor.”Bir de hukukçu olacak, adalet dağıtacak. Bu mu sizin adalet anlayışınız? İnsanları iterek sırasını almak? Ha söyleyin bakayım?”
Bülent Güzeliş'te ses yok. Kulağının dibinde söylenmesine rağmen çıt yok. Aman iyi bari. Bir laf etse Huri’yi tutmak mümkün olmayacak. Nihal uzaklaştırıyor Huri’yi. Çünkü ne olacağı belli olmaz. Lafı fazla uzatmamak gerek.
Gruba da bu dört kişiye de göz kulak olmak lazım. Ama ikiye bölünemem ki. Güzel bir çözüm geliyor aklıma. Dört kişiden biri Selen hanım. Bahadır’ın annesi. Bahadır annesini yalnız bırakamaz. O zaman diğer üç kişiye de göz kulak olabilir. “Tabii abi sen merak etme Sen diğerleri ile ilgilen” diyor Bahadır ve beni bir kere daha rahatlatıyor.
Üç kontuar birden açılınca işler çabuk bitiyor. Ama bu sefer yine Betül söyleniyor.”Gördün mü yine biz kaldık en sona. Yok yok olmaz bu böyle. Herkesin işi bitiyor biz hep böyleyiz. Bizim başımızda bir erkek olsa böyle olmaz.” Hiçbir tuzağa düşme niyetim yok. Ben de duymazdan gelip uzaklaşıyorum.
Bütün grup biniş kartını aldı. Uçağa binmeye yarım saat var. Topluca herkese gireceğimiz B kapısını yerini gösterip “Hayırlı alışverişler” diyorum
Bizde Javier ile son sohbetlerimizi yapıp vedalaşıyoruz. Onlar şimdi otobüsle dönüşe geçecekler. Ama Donald daha kısa ve iyi olduğu için Leon yerine Esteli üzerinden giden yolu tercih etmiş. Onun için Javier bir otobüsle Leon’a dönecekmiş. Bu yağız delikanlının da benim hayatımda önemli bir yeri olacak.
Uçakta bizim dört vizesizi görünce rahatlıyorum. Demek onlar da problemsiz binmişler. Cam kenarından aşağıya bakarken geçen günlerimiz bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor. Ne maceraydı ama.
Yukarıdan ne de güzel görünüyor ovalar ve yanardağlar.
Miami’de bir saatlik zamanımız var aktarma için. Vizesiz dört dostumuzdan Selen’in aslında ömür boyu vizesi varmış ama on seneyi doldurmuş. Bu seferliğe mahsus pasaportunu verip grupla seyahat etmesine izin vermişler. 1993’e kadar ABD ömür boyu vize verebiliyordu. Sonra bunu en uzun 10 yıla çevirince 10 yılını dolduranlar yeni vize başvurusunda bulunmak zorundalar. Dört kişimiz üçe indi. Bülent, Nevin ve Hüsniye hanımı söylenildiği gibi özel bir ihtimam ile başka yollardan Madrid uçağına getirecekler.
Miami’de transit salonunda beklerken Amerika’da yaşayan kardeşime ödemeli telefon açıp hatırını sorayım diyorum. Sesimi duyunca çok şaşırıyor ve seviniyor. Daha ben lafa başlamadan “Abi neler yaşamışsınız öyle. Nasıl iyi misiniz şimdi? Her şey halloldu mu?”
Aman Allahım. Kardeşim nereden biliyor bunları? Zamansızlık ve problemlerden ona hiç mail atmamıştım ki. “Ferhancığım. Nereden öğrendin bunları? Diye merakla soruyorum. “Ağabeycim biz sizleri çok merak ettik. Haber alamayınca senin Internet adresine girdim. Şifreni değiştirmediğin için orada senin Mete ile yazışmalarını okudum. Hem sağ olduğunuza sevindik hem de başınıza gelenlere üzüldük. Neler yaşamışsınız öyle?” Bu akıllı çocuğun kardeşim olduğuna memnuniyetim bir kat daha artıyor. Doya doya sohbet edip hasret gideriyoruz.
Uçağa çağrıldığımızda benim ve Safa’nın elindeki küçük çek-çekler yani el bagajları dert oldu bize. Tam uçağın kapısında “Bunlar normalden büyük. Bagaja vermeniz gerekir” diyerek çek-çeklerimizi ellerimizden almaya çalıştılar. Ben çok ısrar ettim ama faydasız. Biletimi göstererek çek-çekimi İstanbul’a kadar check ettirip görevliye teslim ettim ve uçağa bindim. Ama Safa çek-çekini elinden alan görevliye iniş yeri olarak Madrid demiş onlar da Madrid’te alınacak diye işlem yapıp alıp uçağın bagajına göndermişler.
Uçakta Safa yanıma gelip olayı anlattı. Şimdi ne olacak Atila bey?” diye sordu. Kardeşim işlem yaptırmadan neden sormuyorsun? Nasıl alırız onu Madrid’de? Olacak iş mi? Çek-çek’i Madrid’de uçaktan çıkartacaklar ve bagaj alma yerinde bantın üzerine koyacaklar. Onu oradan nasıl alabileceklerdi?. Eşi Beste Hanım “Aman Atila bey inince bize yardımcı olun o valizi almaya çalışalım. Benim bütün çektiğim filimler orada.” Kendisine benim bu üç dostun pasaportlarıyla uğraşacağımı onlara da yol göstereceğimi söyledim ama dokuz saat uçak yolculuğumuzda aklıma geldikçe huzursuz oldum. Hiç mi rahat bir seyahat yapamayacaktım ben. Hep bir dert, hep bir sorun. Hadi hayırlısı.
Zamanında vardık Madrid’e. Ama çok kısa bir zaman vardı hem pasaportları almaya hem de şu valiz işini halletmeye. Uçağımız 45 dakika sonra kalkıyor. Bir de bizim indiğimiz kapı ile İstanbul uçağının kapısı çok ters yerlerde imiş. Koş babam koş. Kapılardan ve X-Ray’lerden geçip duruyoruz. İstanbul uçağına bineceğiz kapıyı bulup üç kişinin pasaportlarını sorduğumda geride bir kapıda alt katta poliste olduğunu söylediler Hani biraz önce koşarak geçtiğimiz kapılardan birinin alt katında imiş. Bilsek veya orada soracak kimse bulsak hiç bu kadar koşturmayacağız. Bir de başımda Safa ve Beste var. İlla çek-çekleri ile ilgilenmemi istiyorlar. Tamam ben de ilgilenmek isterim ama pasaportlar çek-çekten daha önemli. Valiz belki bir iki gün sonra gelir ama pasaport öyle mi? Önce şu polis işini halledelim de diyorum ve tarif edilen yerdeki polisi bulmaya çalışırken Safa “Biz de seninle gelelim. Belki orada soracak insan buluruz” diyor. Başlıyoruz topluca koşuşmaya. Neyse alt katta bir bankonun arkasında iki polis var.
Hiç İngilizce bilip bilmediklerini sormadan olayı anlatmaya başlıyorum. “Managua’dan gelirken Amerika vizesi yok diye polis ......... “Konuyu anlamış galiba benim cümlemi bitirmemi beklemeden “Pasaportlar bizde. İki bayan bir bay pasaportu” dedi. Bir oh daha çektim Polis baktı .Bir erkek. Erkek pasaportunu, Bülent Göker’inkini verdi. Sonra bir bayan. Beste hanımı da görünce, Nevin Göker’inkini de verdi. Bir bayan pasaportu daha. Hüsniye hanımın ki. Ama biz o sırada bir bayan iki bayız. “Bu kişi nerde?” diye sordu. Yaşlı olduğunu , biniş kapısında beklediğini söyledi isem de para etmedi. İlla kendisine verebilirim getirin diye tutturdu. 10 dakikamız var yetişemeyiz falan dedi isem de fayda yok. Çare yok acele tekrar o koridorları geçip Hüsniye hanımı alıp geleceğim ve sonra tekrar geri döneceğiz. İnşallah yetişiriz. Benim işim tamam ama Safa’ların çek-çeki? Miami’den gelen uçağın valizlerinin nereye geldiğini soruyorum. Şansa bak hemen yan taraf. Ama orada polis önce İspanya’ya giriş işlemi yapıyor. Sonra artık İspanya’ya girmiş bir kişi olarak valizlerin geldiği salona gidip hangi yürüyen bant olduğunu bulup, geldi ise valizinizi alıyorsunuz. Her havaalanında işlem böyle. Sonra tekrar polisten geçip dış hatlara gelip pasaport kontrolünden sonra içeriye gelip bizim uçağın kalktığı koridora koşmak lazım. Yandaki kuyruğa bakılırsa Safa ve Beste’nin işi çok zor ama benim ki de zor. Gerekli tarifi yapıp onları kaderi ile baş başa bırakıp Hüsniye hanıma koşuyorum. Koşarken de “Bırak bu düşünceliliği Atila. Hep beraber gelse idiniz şimdi işiniz tamamdı. Aman yaşlılar yürümesin diye koşuşursan tek başına işte bir daha gidip gelirsin” diye kendime söyleniyorum.
Ben koşarak kapıya gittiğimde bizim sevimli üç yaşlımız titrek kuşlar gibi bekliyorlardı. İkisinin pasaportlarını verip uçağa binmelerini söyledim. Çünkü uçağa yolcu alma işi başlamıştı. Hüsniye hanımla beraber polise doğru koşarken neden diğerlerini alabildikten bir tek onun pasaportunun poliste kaldığını anlattım.”Olsun. Şimdi de biz alırız. Siz çok yoruldunuz Atila bey” diye hala beni düşünüyor. Ne zarif bayan. Polisler karşıdan bizi görür görmez veriyorlar pasaportu ve ayni hızda geri koşmaya başlıyoruz. Karşıdan kapımız gözüktüğünde hiç kimsenin kalmadığını bir tek Nihal’in bizi beklediğini görüyorum. El sallaşıyoruz. Meğer Nihal kapıyı kapatmamaları için görevlilere rica edip duruyormuş. Nefes nefese biniş kartlarının ucunu kopartırken Safa’ları sordum gelmediler dedi. Bu sefer ben kapıyı kapatmamalarını daha iki yolcumuz olduğunu söylerken o meş’um uzun koridorun ucunda ikisini, hem de ellerinde çek-çekleri ile görünce derin bir oh çektim. Ama ne Oh. Galiba şimdi bitti bu iş. Uçağa biniş tünelinde kısaca özetliyorlar maceralarını. Gümrük polisine durumu anlatıp o sırada karşı bantta dönmekte olan çek-çeki göstermişler. Pasaportlarını emanet bırakıp geçip çek-çeki hemen bulup tekrar polisten emanete bıraktıkları pasaportlarını alıp koşarak gelmişler çıkış kapısına. Çok takdir ettim. Büyük şans ve beceriklilik. Yürüyen bantlar havaalanının ta öbür ucunda da olabilirdi. Neyse o konu da halloldu. Dostlarımızın yüzü gülüyor.
Uçak tıklım tıklım dolu. Bizden başka üç grup daha tatilden dönüyormuş. Bizimkiler hemen onlarla muhabbete başladılar. Bizimkiler seyahatimizi bir övüyorlar ki kulaklarınıza inanamazsınız. Bir meth, bir meth. Birkaç yolcu geldi “Sizin Orta Amerika geziniz çok iyi geçmiş. Biz de oraları görmek istiyoruz. Acaba bundan sonraki turunuz ne zaman? Bize nasıl bilgi verirsiniz?” diye sorarlarken Nihal ile ben sanki çok derin bir yerlere yolculuk yapmışta şimdi rüyadan yavaş yavaş uyanıyor gibiydik. Ama ne rüya.
İstanbul’da eksiksiz gelen valizlerimizi alıp birbirimize veda derken Huri bir gözlemini paylaşıyor bizimle.” Bakın uçakta üç grup daha tatilden dönüyordu. Bizim kadar çok öpüşerek ayrılan başka grup yok.”

Atila Ege




Sonra ne oldu ?



  • Geziden döndüğümüzün hemen ilk haftasında, yolcularımızın yarısından fazlası Mete’ye telefon edip kendilerine böyle güzel bir gezi yaşattıkları için teşekkür ettiler




  • Yolculardan sekizi, Dolphin Turun bundan sonraki gezilerinden en az birine kayıt yaptırdı




  • Kavga edenlerden hiç ses çıkmadı. Galiba herkes hatasını anladı.




  • Birçok yolcumuzla dostluklarımız pekişti. İzmir’de oturanlarla geceleri ailece buluşmaya başladık. Diğer şehirlerdekiler telefon ediyorlar.




  • Mete, gezinin bu derece mutlu bitmesinden hem şaşkın, hem de sevinçli. Bu geziyi bir daha yapmama kararını gözden geçirecekmiş.




  • Ronald, benimle mailleşip duruyor. Son Bingöl depreminde bize bir şey olup olmadığını merak etmişti.




  • Allah, Nancy’nin cezasını veriyor. Nihal’in hesabından çektim dediği 7500 dolar meğer dolar değil de quetzal imiş. “Yandım Allah” diye bir miktarda dolar çekmiş ama Nihal’in limiti olan 4000 dolardan fazla alamamış. Şimdi yanık yanık Mete’den para kopartmaya çalışıyor. Mete’nin “Hangi hizmetler için ne kadar para istiyorsun?” sorusuna cevap veremiyor.




  • Sevnur hanım Kız Liselilerle yapacağı Rusya turunda Nihal ile benim olmamı arzu etti.




  • Son kaldığımız otel Best Western, Nurşan’ın hesabından üç kere 1771 dolar çekmek istemiş. Yapılan uzun görüşmelerden sonra sorun çözümlendi.




  • San Miguel’de Kredi kartımızdan para alamadıkları için nakit ödeme yaptığım Colonia Oteli meğer kredi kartımdan da para çekmiş. Düzeltmek uzun yazışmalara mal oldu.




  • Ve bu geziden sonra olanları unutmamak için notlarımı bilgisayara aktarırken sonunda okuduğunuz bu sayfalar ortaya çıktı.

Sonra , daha sonra neler oldu?
Geziden döndükten kısa süre sonra neler olduğunu öğrenmiştik. Ama çok daha sonra ilginç gelişmeler oldu. Sizlerle bunları da paylaşayım istedim.
Dolphin Tur ile ilgili olarak:


  • Yapılan çok olumlu reklamlar sonrası Orta Amerika’ya her iki haftada bir tur kaldırmaya başladı. Şu anda rakipsiz.




  • Christina kahve plantasyonundaki otelini faaliyete geçirdi. Alfonso ile evlendi ve Alfonso şu anda otelin müdürlüğünü yapıyor. Dolphin Tur El Salvador’da bir geceyi bu otelde geçiriyor . Yolcular özel kahve liköründen şişe şişe satın alıyorlar. Son tur lideri İlkin hanım bana da bir şişe ve eski dostların selamını getirdi.




  • Bizim grubun hemen tamamı Mete’ye teşekkür etti. Bundan sonraki diğer turlarına katıldılar. Mete de bütün grubu bir hafta sonu Uludağ’da misafir etti. O sırada bir başka tura katılmış bulunan Nevin ve Bülent Göker hariç tüm grup katıldı.


Ya yolcularımız? Onlarda da ilginç gelişmeler var.


  • En ilginç gelişme Bengi ve Bahadır, kavga eden dostlarımız evlendiler. Hatta İzmir’e gelip bizi ziyaret ettiler. Çok mesutlar.




  • Yarış, Ankara’daki inşaatını bitirdi. Birinci katında babası Mürşit bey Bülent Güzeliş ile birlikte avukatlık bürosu açtılar. Hatta şu anda Dolphin Turun da hukuk müşavirliğini yapıyorlar. Mete’nin başına bir dert gelmesin diye “Seyahat Sözleşmesi”ni baştan yazdılar.




  • Sevnur hanım Kız Liseliler ile yaptığı turlara grup dışı kimse almıyor. Her turuna da benim ve Nihal’in katılmasını arzu ediyor.Onlarla yaptığımız Volga turu muhteşem geçti. Hatta grubu ile bir kere daha Orta Amerika’ya gittiler.




  • Beste Timur gezi boyunca tuttuğu notlarını tefrika halinde bir gazetede yayınladı. Çok ilgi gördü. Şimdi çeşitli toplantılarda bir Orta Amerika Uzmanı olarak konuşmalar yapıyor.




  • Mimar olan Nurşan Kadıköylü Meksika stili villalardan kurulu “ Amigo Yaşam Sitesi”ni kurdu. Evleri Nikaragua Evleri, El Salvador evleri, gibi tiplere ayırdı.




  • Sayhan ve Saadet Kohen dostlarımızın nur topu gibi bir oğlanları daha dünyaya geldi. Hem de kız torunlarının olduğu gün.




  • Hüsniye Aydan öğretmenimin bu yaşa kadar yüreğinde yaşattığı bir sevgilisi varmış. Geçenlerde bu beyin eşi vefat etmiş. Hüsniye öğretmenimle buluşmaya başladılar. Ve geçen hafta da evlendiler. Çok ama çok mutlular.




Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin