9 Şubat Guatemala Tikal Milli Parkı
Otelimizde telefon yok. Saat beşte bir görevli kapıları vurarak uyandırıyor. Koridorun başından sonuna kadar sanki defalarca bizim kapıyı çalmış gibi. Kalkmamak mümkün değil.
Daha hava karanlık. Dışarıda sokak lambalarının ışıkları var. Ben duş alıyorum ama Nihal sudan mikrop kapmaktan korkuyor. Çantaları da pek dağıtmamıştık zaten. Fermuarlarını çekip hemen kapı dışına çıkarttık. Daha ben çıkartırken kapıda bir görevli elimden aldı bile. Bütün valizleri bir odaya topluyorlardı.
Kahvaltı salonunda iki masada 27 tabak hazırlanmış. Masalara yağ, reçel ve ekmek konmuştu. Termoslarda da kahve ve çay vardı. Daha önce gelenler nerede ise kalkacaklar. Mürşit bey takılıyor. “Bütün valizleriniz benim odada. Haraç vermezseniz size vermem.”
Herhalde kahvaltımız bu kadar diye düşünüyoruz.. Sabahın bu kör saatinde, El Peten’de, bu kadarına da şükür. Dün Küba’da o 5 yıldızlı otelde bu kadarı bile yoktu. Olan malzemelerle tam karnımızı doyurmuştuk ki büyük tabaklar içinde jambonlu omlet, sosis ve domates geldi. Aslında kimsede bunları yiyecek hal yoktu ama olsun gözümüz doydu ya.
Atili ve otobüsümüz bizi bekliyordu. Saat 6.10 da hareket ettik.
Maya harabelerinin bulunduğu Tikal Milli Parkı buradan 53 km uzaklıkta. Koyu yağmur ormanları arasında henüz uyanmamış Maya köylerinin arasından geçiyoruz. 20 km kadar gitmiştik ki güneş sık ağaçlar arasından kendini göstermeye başladı. O kadar güzel bir manzara ki. Otobüsü durdurup resimler çekiyoruz. Nerede bulacağız bir daha doğmakta olan El Peten güneşini?
Atili buradaki köylerin tamamının Maya halkından oluştuğunu söylüyor. Köylerde hayat yeni yeni başlıyor. Çocuklar sırtlanmışlar kitap-defterlerden oluşan yüklerini okula gidiyorlar. Çok yoğun yağmur ormanlarında ilerleyemeyen İspanyollar, ne yöre halkına ne de Tikal harabelerine zarar vermişler. Zaten uzun süre buraya yerleşmemişler bile. İspanya’ya götürülecek değerli şeyler bulamamışlar. Flores’e yerleşmeleri bile yüz yıldan fazla zaman almış. Böyle olunca Mayalar kendi geleneklerini yürütme imkanı bulmuşlar. Şu anda da kutsal zamanlarında yine atalarından kalan mabetlerinde törenlerini düzenlenmekte. İspanyollar burada halkı Katolikleştirmeye fazla uğraşmamışlar. Onun için hala daha doktor olarak Şaman büyücülerine inanmaktalar. Hasattan önce ve sonra piramitlerde kendi ritüelik törenlerini icra etmektelermiş.
Atili önce bu yöre ile ilgili bilgiler veriyor. “Bu bölge 1990 senesinde Milli Park ilan edildi. Bu koruma altındaki bölgeye MAYA BİOSFER RESERVE denildi. Büyüklüğü 1 milyon hektardır. Bu yörede insan nüfusu azdır. Hayvan nüfusu daha fazladır. Dünyanın başka yerinde göremeyeceğiniz hayvanların yaşadığı bu bölgenin büyük kısmı artık koruma altında. Yaban hayatı henüz modern yaşamdan fazla zarar görmedi.”
O sırada sol tarafımızda hala Peten gölü var. Kıvrım kıvrım hep yanımızda. Bir ara küçük bir göl görüyoruz. Meğer o da bizim 75 kilometrelik Peten gölünün bir parçası imiş. Sanki bağımsız bir göl gibi.
Santa Elena ‘dan ayrıldıktan 43 km sonra bu büyük parkın içinde bir de Biotopo Cerro Cahui adı verilen ayrı bir koruma alanı var. Burada maun, sedir, sapodilla, palmiye ve daha birçok nadir yağmur ormanlarının ağaçları ile eğrelti otları, ağaçlarda yaşayan orkide yosun gibi bitkiler ile zengin hayvan çeşidi rakun, maymun, yabani hindi, tucan, papağan, timsah, siyah jaguar, ayrıca parkın içindeki sularda çok çeşitli balık türleri yaşamakta olduğunu öğreniyoruz. Burasının da giriş ücreti var. Bilhassa tabiat ve hayvan bilimcilerin günlerini geçirdiği bir park burası.
Bu arada Guatemala tarihini anlattırıyoruz Atili’ye. “ Guatemala, Maya’ların ülkesidir. İspanyolların Orta Amerika’ya gelişleri 1509 senesinde şimdiki Panama’ya yerleşmeleri ile başlar. 1519’da Panama City kurulurken Hernan Cortez’de Meksiko City’yi işgal etmişti. İspanyol’ların bir bölümü güneyden kuzeye doğru gelirken Cortes’in kan içiciliği ile tanınan kumandanı Alvarado da, yanına aldığı Aztek savaşçıları ile Guatemala’yı istila etti. Hatta bu iki kuvvet şimdiki Nikaragua’da Managua yakınlarında savaştılar. Bütün Orta Amerika ilk başta Guatemala diye adlandırıldı. Sonra buralara Yeni İspanya denildi. Yeni İspanya’nın başkenti şimdiki Antigua oldu. Antigua depremde yıkılınca Guatemala City kuruldu ve burası başkent oldu. “
“1821 ‘de bağımsızlık hareketleri Mexico City ve San Salvador’da başladı. Biz İspanya’dan bağımsızlığımızı Meksika ile birlikte aldık. Sonra Meksika’dan ayrılarak ayrı bir ülke olarak bağımsızlığımızı ilan ettik. Ama diğer bütün Orta Amerika devletleri de bağımsız olunca, ABD örnek alınarak Orta Amerika Federasyonu kuruldu. 1823 te kurulan bu federasyon 1939’da dağılarak 5 ayrı devlet haline geldi.”
“Bundan sonra fakir yerlilerle zengin tüccarlar arasındaki farklılıklar ülkeyi hep istikrarsızlık içinde tuttu. İktidara ya muhafazakar veya liberal görüşlü diktatörler geldi. 1870’lerden sonra gelişen kahve yetiştirme alanları yerlilerin arazilerini kaybetmeleri ve zenginlerin büyük topraklara sahip olmaları sonucunu getirdi. Bütün politikalar zenginler ve tüccarlar lehine olduğu için halk arasında büyük huzursuzluk vardı. Bunlar zaman zaman yerlilerin başkaldırması sonucunu doğurdu ise de bu olaylar her seferinde kanlı şekilde bastırıldı.”
Ya Amerika’nın buraya müdahalesi nasıl ve ne zaman olmuştu?
Atili onu da anlatıyor : “İkinci Dünya Savaşı sırasında Guatemala Almanya’ya savaş ilan edip ülkedeki büyük Alman firmalarının mallarına el koydu. El konulan toprak ve tarım alanlarını da bünyesine alan United Fruit gibi Amerikan firmaları daha da güçlü hale geldiler. Bu artan adaletsiz gelir ve toprak dağılımını gidermek için 1951 de iktidara gelen Albay Guzman büyük arazi sahiplerinden, bu arazilerini alıp faydasına inandığı küçük işletmeler haline getirdi. Bu uygulamadan, başta United Fruit olmak üzere büyük Amerikan firmaları etkilendi. Bunun üzerine ABD kendi casus teşkilatı olan CIA’yı darbe yapmakla görevlendirdi. CIA, Honduras’ta sürgünde olan eski Guatemalı subayları toplayıp paralı askerleri ile birlikte Guzman’ı devirmeye yolladı. Bu kuvvetlere havadan bombardıman desteği verdi. Bunun üzerine Guzman geri adım atıp bütün reformları iptal etti. Amerikan firmalarının tüm haklarının korunacağı ve ticarette de ABD’ye öncelikler sağlayan anlaşmalar Guzman’a baskı ile imzalattırıldı.”
Ne korkunç değil mi? O Amerikan firmasının parasal kaybı olmasın diye masum insanları bombalamak. İktidarı devirmek. Ama daha sonra ABD bu eylemi başta bakır madenleri olmak üzere birçok firmasını devletleştiren Şili Cumhurbaşkanı Allende’yi de benzer şekilde devirmek için tekrarlamamış mıydı? Panama kanalındaki haklarını korumak için Panama Başkanını kendi ülkesinde yakalayıp Amerika’da yargılayıp hapse atmamış mıydı? Petrol kuyularının denetimini alacağım diye Irak’ta binlerce masumu öldürmemiş miydi?
Bunları düşünürken Atili anlatmaya devam ediyor. “Ama bir kere ülke içinde şiddet ve karışıklık başlamıştı. Her yerde gerilla hareketleri artıyordu.1960 ta başlayan iç harp tam 36 sene sürdü ve 1996 da sona erdi. Ama halen daha huzursuzluk tam olarak bitmedi.”
O sırada Tikal Milli Parkı’nın bilet alma yerine gelmiştik. Burası aynı zamanda Canopy Tour’un da başlama yeri. Otobüsten otoparkta inip önce tuvalet molası için merkez binaya geldik. Her tarafta sanki tavus kuşu gibi çok renkli tüyleri ile yabani hindiler dolaşıyor. İlk defa burada gördüğümüz yabani hindilerin bu kadar güzel renkli tüylere sahip olması bizi şaşırtıyor. Bir de burada Hati Mundi denilen kunduz benzeri siyah hayvanlar var. Maymun kuyruğu gibi kuyruklarını hep dik tutuyorlar. Binanın orta yerine Tikal’in dev bir maketi yapılmış. Her taraf alışveriş merkezi olduğu için grubu, dönüşte burada mola vereceğimiz sözü ile toplu tutmaya çalışıyoruz.
Atili gezeceğimiz yer hakkında bu maketin başında bilgi veriyor.
“Mayaların buralara MÖ 700 yıllarında yerleştiği tahmin edilmektedir. Tören alanlarının ilki kuzey akropolis, MÖ 200 yıllarında yapılmış. Sonra Büyük Meydan yapılmış. Klasik devir denilen MS. 250 ila 700 yılları arasında başta Kral Jaguar Pençesi’nin idaresinde çok acımasız bir yönetimle idare edildi. Yağmur ormanlarının arasında oluşu burasının diğer Maya’lar tarafından işgalini imkansız kıldı. Tikal’in Rönesans devri 700 ila 900 yılları arasındadır. Kral Ay Çift İbik (veya Çukulata Kral) hem askeri gücünü kuvvetlendirmiş hem de Büyük Meydan etrafındaki piramitleri yaptırmıştır. 900 yıllarında bu medeniyet esrarengiz bir şekilde kayboldu. 1200 -1500 yıllarında da burada yaşayan köylülerin olduğu biliniyor ama o krallıklar ortadan kalkmıştı. Aslında halen daha buradaki Mayalar törenleri için bu alanları kullanırlar. 1848’den sonra Guatemala hükümeti bu bölgeyi keşif için arkeologları görevlendirdi. Hatta İngiliz arkeolog Mervin Tozzler 1954 te ölümüne kadar buradan ayrılmayıp birçok eseri gün ışığına çıkardı.”
Guatemala’da Tikal’den başka düzinelerce Maya kalıntıları vardır. ( Uaxactun, Ceibal gibi) Onlarda hep aynı tarihlerde tekrar gün ışığına çıkarılmış. Maya devrinde iki ayrı mimari vardı. Biri Teotehuacan mimarisi. Mabetlerin ve piramitlerin köşeleri sert. Diğeri Tikal mimarisi köşeler yuvarlak. İşte Maya medeniyeti deyince en ön planda adı geçen Tikal burası işte.
Tikal’i gezmek Coba’yı gezmek gibi. En az 2 km yolumuz var. Harabelere doğru yürüyüşümüze ormana dalarak başlıyoruz. Sol taraftaki su birikintisinde timsahların yaşadığını söylüyor Atili. Sonra ağaçlar hakkında bilgi veriyor. Sakız ağacını yakından görüyoruz ve aynı bilgileri bir daha alıyoruz. Botanikteki adı Çiko Sebote imiş. Sonra Kakule ağacını gösteriyor. Bizim aktarlarda satılan Kakulelerin Guatemala’dan ithal olduğunu duyacaktım sonradan. Kakule bizim kişniş’e benzer. Ancak tohumları hem kanı temizler hem mideye çok iyi gelirmiş. İçki içenler içkiden sonra birkaç tane kakule yerlerse kanlarındaki probil sıfıra yaklaşırmış. Sigara içenlerin de ağız kokularını yok edermiş.
Sonra dev bir Şeyba ağacı görüyoruz. Ağacın dik durmasını sağlayan yan paletlerinin boyu 5 metreye yaklaşıyor. Ağaç herhalde 50 metreden büyük.
Biraz ilerideki dev bir ağaç tütsü ağacı. Kabuklarından tütsü yapılır ve tören boyunca yakılarak mistik bir hava verilirmiş. Xcaret’te, Maya savaşçıları gösterisinde yaktıkları tütsü bu ağaçtan elde ediliyormuş.
Sonra bir başka ağaç. Bunun kabukları kaynatılarak içilirse ağrılara iyi geliyormuş. Bütün Şaman büyücüsünün kullandığı malzemeler bu bitkilerden toplanıyor.
Yağmur ormanları orada yaşayanlar için hem süper markettir hem de eczane. Halk, hem yiyeceklerini buradan temin eder hem de hastalandıkları zaman kendileri için gereken ilaçları.
Biraz ileride bir ulu ağacın dallarına konmuş, iri simsiyah akbabaları ve Tucan’ı gördük. Dün akşam lokantada resim çektirdiğimiz Tucan’ı doğada görmek heyecanlandırmıştı bizi. Yeri gelmişken Borneo adasındaki İban yerlisinin, Tucan’ın da ayni familyadan geldiği yağmur ormanlarının benzersiz kuşu Hornbil için anlattığı öyküyü gruptakilerle paylaşmak istedim.
Tucanlar eş halinde yaşarlar ve eşler ömür boyu birbirlerinden ayrılmazlar. Yumurtlama zamanı geldiğinde eşler bir ağacın içine girip yumurtlayacağı büyüklükte bir kovuk oyarlar. Dişi bunun içine girip yumurtlar ve kuluçkaya yatar. Kuluçka süresince eşi gagası ile eşine yiyecek getirir. Gaga gagaya beslenme işi yapılırken erkek pençeleriyle ağaca tutunur ve eşini besler. Bu kuşların en zayıf olduğu andır. Kuş avcıları tüfeklerine en ince ayarları yapabilecek çok zamana sahiptir. Artık erkek kuşu vurmak çok kolaydır. Ve maalesef avcılar acımasızca bu kuşları öldürürler.
Dişi kuş artık yumurtaları ile yalnızdır. Ya yumurtalarını ölüme terk ederek kendi yiyecek aramaya çıkacaktır veya orada ölümü bekleyecektir. Doğa bunun da çözümünü bulmuş. Eşi ölen Tucan acıklı bir sesle doğadaki diğer Tucan’lara durumu bildirir. Bunun üzerine diğer Tucan’lar sırayla yavrular yumurtadan çıkana kadar eşini kaybeden dişiyi beslerler.
Bu hayvanları öldürme sebebi tüylerini ve fildişi gibi işlenebilir özellikteki muhteşem gagası . Bunlardan süs eşyaları yapıyorlar.
Grubumuzdaki bazı bayanların gözlerinin dolduğunu görmek beni de efkarlandırdı. Onun için hemen ekliyorum: Şu anda dünya çapında Tucan ve Hornbiller koruma altındadır. Sayıları yavaş yavaş çoğalmaktadır.
Hüzünlenen dostlarımız biraz olsun rahatladılar.
Evet Tucan’larla ilgili bu bilgiyi paylaştıktan sonra yolumuza devam ediyoruz.
Kuzey kompleksi bölümünde ikiz piramitler ilk durağımız. Yin – Yen gibi yaşam ve ölüm piramitleri diye adlandırılmış Sunak alanındaki karşılıklı iki piramitten Yaşam piramidinin önünde 7 adet sunak taşı var. Demek aynı anda 7 kurban birden verilebiliyormuş.. Karşısında Ölüm piramidi henüz toprak üstüne çıkarılmamış. Bu sunak alanı halen daha Mayalarca kullanılmakta. Belli günlerde Mayalar gelip kurban verirler.
Sol tarafında koruma altına alınmış stelea’lar oyma ve boyama ile yapılmış. Üzerindeki kartuşta tarih yazılı. Ayrıca bu şehir ile ilgili bilgiler var. Mısır kartuşları ile büyük benzerlik içinde. Bu kartuşa göre steleanın yazılış tarihi 711 yılı.
O sırada ormandan gelen üç ceylan gezimize renk katıyor.
Büyük Meydana doğru sacbeb yani Mayaların Beyaz yolundan gidiyoruz. Bu yol Tikal’i bir başka Maya şehrine bağlıyor.
Ağaçların köklerinin toprak üstünden gidiş sebebini toprak tabakasının çok ince ve altının verimsiz kil tabakası olması ile açıklıyor Atili.
Büyük Meydan gerçekten bu gezimizin en muhteşem noktalarından biri. Karşılıklı iki dev piramit. Birbirine 100 metre mesafedeki iki piramit hemen aynı boyda. Jaguar piramidi 44, maskeler piramidi 43 metre yüksekliğinde.
Büyük Jaguar Mabedi’nin planı Kral Moon Double Comb (ay çift ibik) tarafından çizilmiş. Mezarının üstüne 734 senesinde oğlu tarafından yaptırılmıştır. Bu piramidin altındaki kralın mezarına ulaşan arkeologlar burada, 180 adet çok güzel işlenmiş yeşim taşından objeler ile 90 parça işlenmiş kemik obje ile inciler bulmuşlar. İki kişinin düşüp ölmesinden sonra piramide çıkmak yasaklanmış olduğundan bunun tepesine çıkamıyoruz ama karşısındaki Maskeler Piramidine çıkış serbest. Bunun tepesinden gerek bu meydan, gerekse ormanın içindeki diğer tapınaklar çok güzel görünüyor. İki piramidin bir tarafında Kuzey Akropol, diğer tarafında Güney Akropol var.
Kuzey Akropol’ün önünde iki sıra stelea var. Akropolde en alttaki stelealarda Tikal Krallarının yaptıkları anlatılıyor. Üst taraflardaki sazlarla koruma altına alınan yerlerde büyük masklar var. Yağmur tanrısı maskı çok etkileyici. Akropol’de şimdiye kadar 100 yapı ortaya çıkarılmış. Mayalar binalarını birbiri üzerine yaptıkları için alttaki binaların inşa tarihi da MÖ 400 senesine kadar gitmektedir.
Bu akropolde binlerce ofisin bulunduğu tahmin ediliyor. Güney Akropol’ün ise Tikal asillerinin evlerinin bulunduğu yer olduğu tahmin ediliyor.
54 metre yüksekliğindeki bir diğer piramit halen ortaya çıkarılma aşamasında.
Uçaktan gördüğümüz Kayıp Dünya El Mundo Perdido. En son bulunan bölüm olduğu için bu isim verilmiş. 38 yapının bulunduğu bu alandaki piramit 38 metre. Tepesi dümdüz. Herhangi bir oda yok diğerlerindeki gibi. Onun için bu yapının astroloji çalışmalarında kullanıldığı sanılıyor. Yapı kendisi de gün ve gecenin eşitliğini bildiren konumda. Tepeye çıkan basamakların sağında ve solunda dev maskeler var. Arkeologlar içine tünel açtıklarında 4 tane daha piramit bulmuşlar.
Ve nihayet Tikal’in en yüksek tapınağı olan 4 numaraya gidiyoruz. Yürürken ağaçların arasından zaman zaman kendini gösteriyor. Tam tepede insanlar var. Demek çıkılıyor. Biraz sonra biz de orada olacağız kısmetse.
Temple 4 ün önünde Tikal’in en iyi korunmuş biri yuvarlak iki steleası var. Kralın yüzü en net burada görülüyor. Kafası iki yandan sıkıştırılarak kemiklerin yılan başı gibi olması sağlanmış.
Temple 4, 64 metre yüksekliğinde. Kral Ay Çift İbik’in oğlu tarafından 741 senesinde yaptırılmış. İlk 50 metrelik bölümü toprak altından çıkartılamamış ve üzeri ağaçlarla kaplı. Bu ağaçlar arasından yapılan tahta merdiven ile tepeye çıkılıyor. Tepeye Yarış, Huri, Destegül, Gülsen, Beste, Bahadır, Nihal ve ben çıkıyoruz. Diğerleri ağaçlar altına konulmuş kütüklerde bekliyorlar bizi.
Bu piramit muhteşem. En üst basamaklarda basamaklar arası yükseklik 50 santimden fazla. Onun için hem çıkış hem de iniş o kadar kolay değil. Burada güneşin batışını seyretmek isteyenler inmek için merdivenlerden inerken koyu bir karanlıkla karşılaşıyormuş. Onun için el fenersiz güneş batırmayın diyorlar. Yukarıya vardığımızda sucuk gibi terlediğimizden biraz soluklanıyoruz.
Ne güzel geçiyor günlerimiz. Neler gördük. Ben oldum bittim bu Tikal’i merak ederdim de bu kadar muazzam bir yer görebileceğimi hiç düşünmezdim.
Ziyaretleri tamamladıktan sonra sıra öğle yemeğine geliyor. 4 saat süren gezimizden sonra epey acıkmıştık. Yolda ayağı bir köke takılıp düşen Şermin hocamız heyecanlandırdı bizi. Ama Yarış zamanında müdahale edip alıp getirmiş. Tam kolunun üzerine ama güzelce düştüğü için kırık, çıkık bir şeyi yoktu. “Neden beni en arkada bırakıyorsunuz? Yarış olmasa idi ne yapardım?” diye haklı sitem etti. Ama böyle kalabalık gruplarda hızlı yürüyen ile yavaş yürüyen arasında metrelerce mesafe oluyor ve ön ile arka arasında ister istemez kopukluklar oluyor.
Öğle yemek yiyeceğimiz yer orman içinde. Üstü kalın sazlarla örtülü bir çatının altında tahta sıralarda yemek yiyeceğiz. Yemeğimizde yarımşar kömürde kızarmış tavuk yanında pilav ve haşlanmış havuç ve bezelye vardı. Üstüne meyve olarak ananas ve karpuz veriyorlar. Doymayanlara ek servisler yapıldı. Orman içinde güzel bir lokantada açık havada yenen bu yemek canlara değdi doğrusu.
Söz verdiğimiz üzere Milli park girişindeki alışveriş yerinde yarım saat mola verdik. Burada çok güzel hediyelik eşyalar vardı. Ormandan topladıkları ağaç mantarından yapılan kız, erkek çocuk bebekleri inanılmazdı. Başka hiçbir yerde görmemiştim. En çok yine el işi çantalar rağbet gördü. Masklar mabedindeki maskların kopyaları burada hediyelik eşya olarak satılıyordu. Bir de ağaç işlerinden bilmeceler. Mesela bir ağaç kaplumbağanın her tarafı çekmece olarak açılabiliyordu. Ben de bir haftadır aradığım Lonely Planet’in Central America kitabını burada buldum. Kitabı bir poşet yerine güzel bir el örme çantaya koyunca Nihal o çantadan bir tane daha istedi. Ne kadar zarif bir sunum.
1.5 saatte zor toparlandık. Her piramide herkes çıkmadığı için 4 saatte bitirebilmiştik Tikal turumuzu. Uzakta olan bir iki kalıntıyı es geçmiştik zaten. Otobüse binmeden bizi uğurlamaya gelen güzel hindilerle de vedalaşarak Flores’e dönüşe geçtik.
Dönüş yolu uyku yolu gibiydi. Bir saat süren bu yolda hemen herkes derin bir uykuya dalmıştı.
Otele vardığımızda bizi Guatemala City^ye götürecek otobüsümüz henüz gelmemişti. Gelecek otobüsün daha modern olduğunu söylemişti Atili. O otobüsleri Milli Park yolunda kullanmıyorlarmış. Toprak zemin sağlam olduğu için Tikal yolunda da öyle önemli çukurlar yoktu. Otobüsümüzü beklerken bu güzel bir havada göl kenarında şezlonglara oturduk. Destegül hamağın sefasını çıkartıyordu. Pek rahattık. Hatta burada birkaç gün kalıp dinlensek mi diye düşündük. Çok güzel bir otobüs saat 3 e doğru geldi. Eşyalarımız yüklendi ve rehberimiz Atili’ye veda edip yola çıktık.
Tam yola çıkarken Mete’den bir mesaj aldım. Mesajda bu sabah erkenden Tikal’e gideceğimizi söylüyordu. (Bizim o saatlerde uyuyacağımızı düşünmüş herhalde. Biz onun dediği saatte çoktan yola çıkmıştık bile) Guatemala City’ye otobüsle gideceğimizi, kalacağımız otelin Clarion Suites olduğunu burada otele 952 dolar ödeyeceğimi ve yeni acentemizin Antigua’da Nancy olduğunu ve telefon numaralarını yazıyordu. “Otele varınca Nancy ile görüş her şey organize. Hepinize iyi eğlenceler.” Diyerek mesajini bitiriyordu. Zaten burada her şeyin kontrol altında olduğunu biz seyahate başlamadan söylemişti ya. Buradan uçakla gidecektik ama olsun bu ormanları otobüsle geçmek te değişik olmalı. Bu düşüncelerle Atili’ye veda edip huzur içinde Guatemala City’ye doğru yola çıktık.
Otobüste düşünüyordum da dün öğleyin Flores uçağına bindiğimden bu yana huzurum hiç bozulmamıştı. Bu 30 saatlik huzurumun, gezinin bu bölümündeki tek huzurlu zamanım olacağını nereden bilebilirdim.
Yağmur ormanları içinde yolculuk çok güzel. İki saat sonra bir benzincide ihtiyaç molası verdik. Bizim benzincilerin çok eski hali gibi. Yolun karşı tarafındaki bir büfede gerek çeşitli krakerleri gerekse dondurmaları bulmak pek makbule geçti..
Flores’ten Guatemala City’ye gitmek için aslında iki yol var. Birisi Coban Maya harabeleri üzerinden. Ama galiba burası çok dağlık ve virajlı bir yol. Üstelik güvenli de değil. Onun için yol uzun olmasına rağmen Guatemala City’ye gitmek için diğer yol tercih ediliyor. Önce karayip deniz kenarına kadar gidiliyor ve sonra içerilere doğru tekrar dönülüyor. Kısa kenardan gitmek yerine üçgenin iki kenarını dolaşmak gibi bir şey. Deniz kenarına geldiğimizde Rio Dulce diye bir şehirden geçiyorduk. Burada çok renkli bir pazar kurulmuştu. Şoföre mola verelim dedik . Korkuyla “Güvenliğiniz için olmaz. Buralarda duramam. Sizi aşağıya indiremem.” dedi. Adamın korkusunu pek değerlendiremedik.
Biraz ileride yollarda ananaslar satıyorlardı. Bari bunlardan yiyelim dedik. Bizim otobüsten inmememiz koşulu ile şoförümüz durmaya karar verdi. Yol kenarına çekip satıcı bayandan bize ananas soymasını istedik. 18 ananasın soyulup torbalanması sırasında orobüsten inmedik. Bu alışveriş için yarım saatten fazla zaman kaybettik. Ama ananaslarda ne sulu ve tatlı imiş. Tanesi bir dolara da çok ucuz. Sayhan bütün yol boyunca olduğu gibi burada da İspanyolcasıyla yardımcı oldu. Tezgahtaki kadın ananasları soyup doğrarken kocasının kenarda oturup seyretmesi biz Türkiye’de eşini tarlaya gönderip kendisi kahveye giden erkekleri hatırlattı. Sayhan “Nedir bu hal.? Kocan orada durup sana bakıyor ama hiç yardım etmiyor?” diye sordu. “Adamım çalışmaz” cevabını aldı.
Artık hava iyice kararmıştı. Biz hala yollarda idik. Yol en az 8 saat sürecekti. Saat 9’a doğru şoförümüz yine bir benzincide durdu. Ama burada çok büyük bir kafeterya vardı. Yemeklerin tadına bakmak cesaret isterdi. Ama yeni pişirildiği belli olan kek kapışıldı. Sonra içimizden biri deneyip tavsiye edince peynirli börekler de kapışıldı. Bu arada Nurşanlarla şu kalan Rom’u bitirmeye karar verdik. Artık şu şişeleri taşımayalım demiştik. Karton kutuda portakal suyu da aldık. Safa, Beste, Gülsen, Nurşan, Nihal ve ben bundan sonraki güzel günlere kadeh kaldırdık. Çay ve kahvelerin içilmesinden sonra da yola koyulduk.
Büyük gerilla olaylarından sonra halen daha şoförler buralarda gece araba kullanmak istemiyorlar. Tehlikeli olduğunu düşünüyorlar.
Otele kadar iki saatten fazla hiç durmadan geldik. Guatemala City^ye ara sokaklardan girdik galiba çünkü hiç 2 katlı bina görmemiştik. Deprem korkusuyla evlerin böyle yapıldığını sonradan öğrenecektik.
Clarion Suites otelimize geldiğimizde herkesin morali düzeldi çünkü otel 5 yıldızlı ve her oda suitti. Yorucu bir yolculuk yapmıştık. Otobüsümüz çok rahattı ama sabah 5 ten beri ayakta olduğumuz düşünülürse hepimiz bir an önce odalarımıza yerleşmek istiyorduk. Grubumuza oda anahtarlarını verdiğimde beni acentemiz Nancy’nin iki üç kere aradığını duymam da emin ellerde olduğumu düşündürdü. Ben de hemen kontak kurayım ki yarın saat kaçta Antigua şehir turuna başlayacağımız öğreneyim istedim. Ona göre sabah kalkış saati verecektim. Hem de tekrar otele dönecek miyiz? Valizlerini aşağıya indirsinler mi onları soracaktım. Ben telefonla temas kurmaya çalışırken dostlarımız etrafımda uyandırma saatini söylememi bekliyorlardı.
Nihayet Mete’nin bana gönderdiği fakstaki numaraların birinden Nancy’ye ulaştım. En sevimli sesimle “Merhaba Nancy. Nasılsın?. Biz geldik. Yarın saat kaçta lobide olalım?”
Nancy’nin söylediklerine ve kulaklarıma inanamıyordum. Nancy diyordu ki “Mete beyden sonuç alamadım. Size hiçbir program yapmadım.” Olacak şey değil. Dilim tutulmuştu. Benden ses çıkmadığını görünce Nancy anlatmaya devam etti. “ Şu andan itibaren Nikaragua’da Managua’dan dönüşünüze kadar hiçbir organizasyon yok. Yarın sabah uyanınca siz otelin travel bölümünde satıcı ile görüşüp Antigua ve Guatemala City turu satın alabilirsiniz. Sonra öğleden sonra El Salvador’un başkenti San Salvador’a gitmek için otobüs terminaline gidin. O arada müşteriler şehir turu yaparlar. Eğer otobüste 27 yer bulabilirseniz gidersiniz. Otelinizden taksilerle terminale gidersiniz. Yarın gece kalınacak otel için El Salvador’a indiğinizde otobüs şoförü belki yardımcı olabilir.”
Ne demek oluyordu bu?. Bir daha sordum. Gene aynı cevap. “Ben size hiçbir hazırlık yapmadım. “
Ne olacak şimdi? Hadi diyelim ki yarın Guatemala City turunu yaptırabilim. Belki Antigua turu da alabilirim. Hadi diyelim ki otobüs buldum ve San Salvador’a da gittik. Ya sonra? Sonra şehir turları, Honduras’a geçiş, orada turlar, oteller, rehberler, sonra Nikaragua’ya oradan Costa Rica’ya geçiş sonra tekrar Nikaragua’nın başşehri Managua’ya dönüş, oteller, turlar rehberler, otobüs organizasyonu. Bunlar ne olacak?
“Onlar benim sorunum değil” diyor Antigua’daki acente sahibi Amerikalı Nancy. “Allah kolaylık versin. Umarım her şey iyi geçer Size iyi geceler”. Başımdan kaynar sular dökülüyordu. Allah’ın Guatemala’sında tek başıma parasız, 27 yolcu ile baş başa kalmıştım. O arada sabah saat kaçta kalkacağımızı ve tura kaçta başlayacağımızı soran Şermin hanıma ters bir cevap vermişim. Ertesi gün bana çok kırıldığını söyledi. Beni bağışlaması için çok özür diledim.
Dostlara bir şey çaktırmadan kaçta kalkacağımızı size bildiririm deyip iyi geceler diledim.. Beynim devamlı çalışıyor ne yapacağımı düşünüyordum. Biz de valizlerimizi aldık ve odamıza çıktık.
Türkiye’de saat sabahın sekizi. Guatemala’da gece yarısı 12. Türkiye ile burası arasında 8 saat zaman farkı var. Önce faks çekerek işi halletmeyi düşündüm. Hemen bir faks hazırladım ama bir türlü Türkiye ile faks teması kurulamıyordu. Burada telefonun da çok pahalı olduğunu tahmin ediyordum Ama ne olursa olsun diye düşünüp hemen cepten Mete’yi aradım. Şansım varmış Mete uyanmış ve cebini açmış. Çünkü o gün bayram arifesi, Pazartesi günü. Bankalar yarım gün açık. Bir de Mete iki gün sonra Ankara’ya gidip kız isteyecek. Onun için bu gün bütün işleri toparlamak zorunda imiş. Erkenden işe gitmek için kalkmış ve cebini açmış. Cep telefonunu açmasa bende ev telefonu yok. Ona nasıl ulaşabilirdim bilemiyorum.
Mete telefonda benim anlattıklarıma inanamıyor. Şok olmuş durumda. “ Nasıl olur Atila? “ diyor. “ Daha dün konuştuk Nancy ile. Her konuda anlaştık ve ona bugün acele para çıkartmak için bankaya gidiyordum. Nasıl olur? “ Nasıl olacak kadının söyledikleri çok açık. Hiçbir şekilde bu geziyi üstlenmiyor.
Sonradan öğreniyorum ki bu bayan bir Yahudi. Guatemalalı bir çocuğa aşık olmuş. Buraya yerleşmiş ve Antigua’da bir seyahat acentesi açmış. Antigua eski başşehir. Orta Amerikanın en çok turist çeken şehri. Onun için Nancy de acentesini Antigua’da açmış. Tam bir ticaret kadını. Mete’nin şu anda bu programı uygulamak için kendisinden başka hiçbir alternatifi olmadığını hissetmiş ve en çok parayı nasıl alabileceğinin hesabını yapmış. Mete ile anlaştıktan sonra bana ben bu işte yokum dersem daha da çok para kopartırım diye düşünmüş olmalı ki kafasından bir program yaptı ve benimle böyle konuştu. Tabi tahmin ettiği gibi bizde ona “Aman” dedik. Hem de ne aman.
Mete şok olmuş durumda. Nasıl ben şok oldu isem Mete’de aynı durumda. Uzun uzun yaptığımız telefon konuşmasından sonra Mete “ sen benim telefonumu bekle ben Nancy ile görüşüp seni arayacağım” dedi.
Odada ne yapacağımı bilmez tarzda Nihal ile konuşuyoruz. Hani ömrümden 5 yıl gitti falan derler ya ayni durumdayım. Odada bir ileri bir geri dönüp duruyorum.
Ve bir saat sonra Mete’den beklediğim telefon geliyor. Nancy ile telefonda görüştüğünü onun her şeyi organize edeceğini, benim kredi kartlarımı kullanarak ödemeleri yapmamı ve şimdi rahat uyumamı söyledi. Nancy’nin neden böyle davrandığını o da anlamamış.
Bu görüşmeler bittiğinde saat sabahın dördüne geliyordu. Tam biraz uzanmıştım ki telefon çaldı. Saate baktım saat beş. Nancy arıyor. Sabah saat sekizde üç minibüs göndereceğini ve o minibüslerle Antigua’ya gideceğimizi, burada detaylı konuşacağımızı ve dönüşte bir otobüs ile Guatemala City’ye döneceğimizi, valizlerimizi alıp hemen El Salvador’a hareket edeceğimizi söyledi. Mete ile telefonda konuşmuş ve para dahil her konuda anlaşmışlardı. Bana ödemeyi yapmak ve programı oturtmak kalıyordu.
Bu hiç olmazsa bir şeydi. Gece yatarken hiçbir program yoktu ama şimdi gruptakilere söyleyecek bir sözüm vardı. Nancy ile telefonu kapattığımda saat altı idi. Nihal ve ben gerçekten zorlu bir gece geçirmiştik. Nihal devamlı beni yatıştırmaya çalışıyor ve mutlaka bir çözüm olacağını, üzülmememi söylüyordu. O olmazsa çıldırırdım herhalde. Onun şu sakin, yumuşak, yatıştırıcı davranışları yok mu. Ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum.
Bir duş alıp ayılmaya çalıştım. Giyinip gruba bilgi vermek için telefonun başına geçtiğimde saat 7 olmuştu. Her odaya telefon ederek 7.30 da valizlerin dışarıya çıkacağını ve kahvaltıya ineceğimizi, saat 8 de de Antigua turunu alacağımızı söyledim. Yalnızca Bülent ve Nevin Göker çiftinin odasına ulaşamamıştım. Telefon cevap vermiyordu. Biz de hazır olup tekrar telefonu denediğimde öğrendim ki her günkü alışkanlıkla sabah beşte uyanıp kahvaltı için lobiye indiklerini söylediler. Birisi onları kandırmış ama kim bulamadık. Benim telefonumdan sonra kahvaltıya inen bir dostumuzdan programı öğrenip valizlerini toplamak için odaya çıktıklarında yakalamıştım onları.
Dostları ilə paylaş: |