B- Davet Edilen Insanlar Yönünden:
İnanmayış sebepleri bu bakımdan incelendiği takdirde kusurun bu tarafta olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu sebepleri maddeler halinde sıralayalım:
1- Din Taassubu:
Aslında tebliğ edilen dinin daha üstün, insan hayatına daha kolay tatbik edileceği anlaşıldığı, hak din olduğu bilindiği halde sırf kendi dinlerini bırakmamak yolu tutulmuştur. Yahudilerin durumu buna misaldir. Necran Yahudileri, Peygamberimizle yaptıkları münazarayı kaybettikleri, sordukları suallere ancak bir peygamberin cevap verebileceğini bildikleri, hatta kendi aralarında Nebiyyi Ekrem efendimizin peygamber olduğunu ifade ettikleri halde İslâm dinini kabul etmemişlerdir.
2- Siyasî Düşünceler:
Tebliğ eden zatın peygamber olduğu anlaşıldıktan sonra siyasi nüfuzun elden gideceği, mevki ve makamdan olunacağı korkusuyla kabul etmeyenler olmuştur. Bizans İmparatoru Herakliyus, Ebu Süfyan'la konuştuktan sonra:
"Anlattıkların onun bir peygamber olduğunu isbat ediyor..." demiş, fakat saltanatının elden gitmesi korkusu onu Hıristiyanlıkta kalmağa mecbur etmiştir. Mısır Kralı Mukavkıs'ın durumu da böyledir. Mekke müşriklerinden çoğunun iman etmemesine sebep de, sadece köleler ve fakirlerin de kendileri kadar şerefli olduklarını kabul etmek, onlarla aynı seviyede olmak endişesi idi. İstedikleri gibi gurur ve kibir dolu bir hayat yaşayamayacakları düşüncesiyle bu dini reddetmişlerdi.
3- Hased ve Düşmanlık Hisleri:
Emevîlerin müslüman olmaması, evvelden beri devam edip gelen aile düşmanlığından başka bir sebeple izah edilemez. Hatta türlü sebepler sonunda müslüman olduktan sonra bile Rasulü Ekrem Efendimizin nesline ve sünnetine karşı takındıkları devamlı menfi tutum, bütün şiddetiyle Emevî Devletinin yıkılışına kadar sürmüştür. Ebu Cehil'in peygamberimize: "Ben sana yalan söylüyorsun demiyorum. Ancak senin söylediklerini kabul etmiyorum", demesi bu hisler altında söylenmiş sözlerdendir.
4- Atalarının Dinini Bıraktırmayan Taassub:
Taassub, doğru olmayan bir inanç ve fikir üzerinde lüzumsuz şekilde inad ve ısrarla durmaktır. Taassub gözleri görmez hale getirir. Akıl işlemez olur, en doğru sözlere kulak tıkanır. Mekke müşriklerinden bir kısmının iman etmemesine sebep, sadece atalarından kalan bâtıl itikadlara körü körüne bağlanmaları olmuştur. İslâm dinini kabul etmemelerine sebep olarak söyledikleri söz şudur:
"Atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bulduk. Biz de onların izlerine uymuşlarız." 251
5- Menfi Propaganda:
Dini kabul etmeyenler tarafından yapılan yanlış anlatışların da büyük tesiri olmuştur. Peygamberimiz hakkında şair, kâhin, sihirbaz gibi iftira etmelerinin, bazılarını İslâm dinine girmekten alakoyduğu, hiç olmazsa geç bıraktığı muhakkaktır. Hatta Yahudilerin kendi adamlarına, evvelâ İslâmiyeti kabul eder gibi görünüp bir müddet müslüman olarak kaldıktan sonra onu beğenmemiş bir insan tavrıyla tekrar İslâm dininden ayrılmalarını tavsiye etmeleri, yapılan menfî propagandalara en kâfirce bir nevi ilâve etmiştir."252
Hıristiyan müsteşriklerin ve Yahudilerin dinimiz ve Peygamberimiz hakkında neşrettikleri eserler baştan sona iftiralarla doludur. Avrupa ve Amerika'da İslâmiyetin geniş ölçüde yayılmamasına sebep bu yanlış tanıtmadan başka bir şey değildir.
6- Sorumsuz Bir Hayat Yaşayamama Endişesi
Arzu ettiği gibi sorumsuz bir hayat yaşayamama endişesi de insanları peygamberlerin davetinden uzak tutmuştur. Peygamberler insanları tertemiz ve iffetli bir hayat yaşamağa davet etmiştir. Bu dine girenin elbette yapması gereken vazifeler, terketmesi gereken alışkanlıklar bulunacaktır. İçki, kumar, fuhuş ve benzeri hallere son verilmesi, bu sefahetten ayrılması bazı kimselere zor gelmiş ve daveti kabul etmemişlerdir.
X- Ashabının Dilinden Peygamberimizin Bazı Mucizeleri
Rasulü Ekrem Efendimizin, hayatını anlatan eserlerin başında Asr-ı Saadet'in üçüncü ve dördüncü cildleri sadece peygamberimizin mucizeleri ile ilgilidir. Aşağıya alacağımız parçalar bu kitaptan alınmıştır. Peygamberimizin mucizeleri hakkında en geniş malûmatı bu kitapta bulacak, hatta bazı ciltlerini senede bir defa olsun okumanın lüzumlu olduğunu kitabı okuduğunuz zaman takdir edeceksiniz.
"Hazret-i Ali (r.a.) diyor ki: Bir gün Rasulü Ekrem'le birlikte Mekke haricine çıktım. Yolda her dağ ve her ağaç Rasulü Ekrem'e selam veriyor, bunlardan her birinin "esselâmü aleyke ya Rasulallah" dediğini açıkça duyuyordum."
Hazret-i Cabir (r.a.) diyor ki: "Ey insanlar, sizler mucizeleri korkunç bir şey zannediyorsunuz. Halbuki biz mucizeleri nimet sayarız. Biz yemekleri yerken onların Allah'ı tesbih ettiğini duyardık."
Ebu Talha'nın tembel bir atı vardı. Bir kerre Medine'de bir gürültü olmuş, Rasulü Ekrem, bu atın sırtına binerek şehri teftiş etmişti. Bu tembel ve miskin hayvan Rasulü Ekrem'in altında son derece sür'atle hareket ediyordu. Rasulü Ekrem avdet ettikten sonra atın sür'atini medhetmiş ve ondan sonra hiç bir at bu atla yarış edememişti.
Bir defa ashabdan birine aid bir deve çıldırmış, bu hâdise Rasulü Ekrem'e haber verilmişti, Rasulü Ekrem deveye yaklaşmak istemiş, ashab onu men ederek, "ya Rasulallah, bu deve herkesi akur (kuduz) köpekler gibi ısırıyor", demişlerdi. Rasulü Ekrem (s.a.) onlara, "zararı yok ben korkmuyorum" demiş, sonra hayvana yaklaşmış, deve başını eğerek O'na doğru ilerlemişti. Rasulü Ekrem (s.a.) deveyi yularından tutarak sahibine teslim etti ve:
"Allah'ın her mahlûku, benim Rasûlüllah olduğumu bilir," dedi.
Seleme b. Ekva' Hayber gazası esnasında yaralanmış ve Rasulü Ekrem'in nezdine gelmişti. Rasulü Ekrem (s.a.) bir şey tilâvet ederek onun yarasına üç kerre üflemiş, yaranın da acısı derhal dinmiş, yalnız izi kalmıştı.
Rasulü Ekrem (s.a.) Mekke'den Medine’ye hicret ediyorken Süraka tarafından takip olunmuş, Süraka, Hazret-i Peygambere o kadar yaklaşmıştı ki, Hz. Ebu Bekir endişeye düşerek arkasına bakmış, "bize yetiştiler, bizi yakalayacaklar", demişti. Peygamberimiz ona teselli vermiş ve dua etmişti. Rasulü Ekrem (s.a.)'in duası üzerine Süraka'nın atı kuma gömüldü. Süraka, Hazret-i Peygamberle Hazret-i Ebu Bekir'e bakarak, "şimdi bana dua ediniz, sizi takipten vazgeçeyim", demiş, Rasulü Ekrem (s.a.) de ona dua etmiş, o da kurtulup gitmişti.
Bir kerre adamın biri yemeğini sol eliyle yemeğe başlamıştı. Rasulü Ekrem Efendimiz ona sağ eliyle yemesini ihtar etmiş fakat o adam gurur ve inad göstererek sağ eliyle yiyemiyeceğini söylemiş, Hazret-i Peygamber de: "O halde bir daha sağ elinle bir şey yiyeme," demiş, o günden itibaren o adam bir daha sağ elini kaldıramamıştı.
Hazret-i Cabir'in pederi öldüğü zaman bir çok yahudilere borç bırakmıştı. Yahudiler Cabir'i sıkıştırmağa başlamışlardı. Cabir, Hazret-i Peygambere gelerek babasının Yahudilere borçlu olduğunu, bu borçları ödemek için bir şeye malik olmadığını söyledi. Cabir'in bütün varı bir mikdar hurmadan ibaretti. Borçları bu hurmalarla verebilmek için bir kaç sene geçmesi lâzımdı. Onun için Cabir, Hazret-i Peygamberin kendisine refakat ederek Yahudileri bekletmesini rica etti. Rasulü Ekrem (s.a.) Cabir'e refakat etti. Cabir'in hurma yığınını gördü. Dua etti. Sonra yahudileri çağırdı: "Geliniz" dedi, "hurmaları tartınız." Oradaki hurmalar bütün borçların ödemesine kâfi gelmiş, Câbir'e de bir yığın hurma kalmıştı.
Hudeybiye Musalahası esnasında ashab su kıtlığından fevkalâde muzdarib olmuştu. Rasulü Ekrem (s.a.)'in bir tulum içinde bir mikdar suyu vardı. Kendisi bununla abdest alıyorken ashab koşup gelmişler, Rasulü Ekrem (s.a.) onlara bu tehacümün sebebini sormuş, hepsi de ancak en zaruri ihtiyaca kifayet edecek derecede suları bulunduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine Rasulü Ekrem (s.a.) elini suya koymuş, parmaklarından o kadar su fışkırmıştı ki, 1400-1500 kişi abdest aldıktan başka kana kana içmişti.
Dostları ilə paylaş: |