T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor


III. BÖLÜM ÇATIŞMA TEOLOJİSİNDEN



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə36/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   47

III. BÖLÜM

ÇATIŞMA TEOLOJİSİNDEN

UZLAŞMA TEOLOJİSİNE


Bir dine mensup kişiler veya guruplar arasında ortaya çıkan guruplaşmalar ve fırkalaşmaların nedenlerini belirlemek ve bu nedenleri ortadan kaldırmak, dinsel temel öğretilerde birleştirmek suretiyle olgun insanlardan oluşan toplumsal yapı oluşturmak, günümüzde Müslüman teolojisinin görevidir. Tarihsel ve güncel olarak Müslümanların din anlayışları incelendiğinde, gerçekte bir dinin teolojisi varken, fırkalaşmalar sonucunda fırkalar teolojisinin oluştuğu görülmektedir. Bununla birlikte, insanın olduğu her yerde farklılaşmaların olması, insanın doğasında vardır. Din anlayışı, insanın elçiye vahy edilen bir metni ve varlığı okuması sonucunda oluşmaktadır. İnsanın bu iki okuması, Allah’ın alemle ilişkili yaratma/halk ve düzenleme/emr gibi iki fiiliyle ilişkilidir. İnsanın bu incelemeleri sonucunda geliştireceği veya geliştirmesi istenen düşünce ve yargı, insan yaşamının yeryüzünde devam etmesi için zorunludur.

Allah’ın insana vahiy indirmesinin amacı, fırkalaşmayı engellemek ve inanan insanları belirli ilkeler etrafında birleştirmektir. Bu ilkeler, insan aklının temel ilkeleridir ki, akılla kastettiğimiz bireysel akıl değil, ortak akıldır. Müslümanlar arasında ortaya çıkan farklılaşmalara dayalı çatışmaların boyutları, çoğu kere farklı din mensuplarıyla yaşadıkları çatışmanın da ötesine geçmiştir. Bu davranış, tarihsel olarak ortaya çıktığı gibi, güncel olarak da varlığını sürdürmektedir. İnsan türünün yeryüzünde varoluşunu ortadan kaldıran çatışmaları engellemek, ancak insanın eğitimi ile mümkün olacaktır. Çatışma, asıl olarak insanın yeryüzündeki yaratılışında ona verilen görevde ortaya çıkmaktadır. İnsan türünün yapısındaki egemenlik kurma dürtüsü, onun türün diğer fertleri ile çatışmasını ortaya çıkarmaktadır. Dinin temel amacı, insanda var olan çatışma ve egemenlik kurma dürtülerini eğitmek suretiyle uzlaşma kültürünü yaratmaktır.


A. Çatışma Teolojisinin Yansımaları


Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan farklılaşmaların, başlangıçta inanç alanında oluştuğu ve inanca bağlı olarak da sosyal hayatta yansıdığı görülmektedir.

1. İnanç Alanı

a. İnkarcılıkla Niteleme/Tekfîr


Çatışma teolojisinin en belirgin olarak üretildiği alan, ötekilerin kafir olduklarını ilan etme; yani dinin dışına itmektir. Bu olgu, teolojik olarak tekfir terimi ile ifade edilmektedir ve asıl olarak bir inançsal kimliği tanımlayan küfür sözcüğünden türetilmiştir. Bir kimsenin, Tanrı’nın varlığını veya iman nesnelerini reddetmesi/küfür kişinin kendi tavrı iken, tekfir, başka bir insanın onun hakkındaki belirlemesini ifade etmektedir. Bu terimi, inananlar hakkında ilk olarak kullanan ekol Haricilerdir. Harici düşünce ve davranışların oluştuğu döneme kadar bu terim, inanmayan insanlara işaret etmek üzere kullanılmakta iken, o dönemden sonra kendisini mümin olarak tanımlayan insanlar için de kullanılmıştır.

Hariciler tarafından siyasal amaçların aracı olarak üretilen bu terimin, iman-amel ilişkisi bağlamında teorik yapısı da oluşturulmuştur. Buna göre asıl olarak tekfiri gerektiren eylem, Tanrı tarafından yasaklanmış eylemi yapmak veya Tanrı tarafından emredilmiş bir eylemi de terk etmektir. Her ne kadar bu anlayış, Mutezile tarafından yumuşatılmış olsa da, büyük günah işleyen bir kimsenin fasık olarak kabul edilmesi nedeniyle, yine de onu dinin dışına itmek anlamına gelmektedir. Mutezile’nin iman tanımının Haricilerin iman tanımından farkı, sosyal alanda onlara karşı takınılacak tavrı belirlemede etkili olmakta, bu kişinin ahiretteki durumu açısından bir değişiklik oluşturmamaktadır. Büyük günah işleyen inançlı bir kimseyi teorik olarak inkarcılıkla nitelemeyen Mürcie ve Ehl-i Sünnet gibi teoloji ekolleri, pratikte buna bağlı kalmamışlardır. Başka mezheplerin öğretilerini benimseyen veya kendi mezhepsel görüşlerini benimsemeyen kişiler hakkında inkar nitelemesini, Ehl-i Sünnet alimleri genel olarak kullandıkları gibi,708 en belirgin olarak kullanan Gazâlî’dir (ö.505). Gazâlî’nin tekfir ettiği iki kesim, filozoflar ve Batınilerdir. Gazâlî’nin filozofları tekfir etmesi düşünsel nedenlere dayanmakta iken, Batınileri tekfir etmesi siyasal nedenlere dayanmaktadır. Aleviliğin de batini bir ekol olması nedeniyle, burada sadece onun Batıniler hakkındaki tekfir nitelemelerine yer vereceğiz.

Gazâlî, Batınilerin görüşlerini inceledikten sonra, onların kendi ölçütlerine göre tekfiri hak ettikleri inançlarına yer vermektedir. Gazâlî, şu görüşlerinden ötürü onların tekfir edileceğini söylemektedir. Birincisi; Kendileri gibi inanmayan bir kimsenin kanını helal saymayanlar tekfir edilemez. Batıniler ise, kendileri gibi inanmayanları tekfir ettikleri, mallarını gasp etmeyi ve kanlarını akıtmayı helal saydıkları için, tekfiri hak etmişlerdir.709 Onun bu görüşü, salt imanından dolayı bir Müslüman’ı inkarcılıkla nitelemek ve onun kanını ve malını helal saymanın, tekfiri gerektirmesine dayanmaktadır. İkinci olarak, bir kimse, Hz. Muhammed tarafından övülmüş olduğunu bilerek bir sahabeyi tekfir ederse, o kişi icmaya muhalefetinden değil, Hz. Peygamberi yalanlamasından ötürü kafir sayılır.710 Üçüncü olarak, “İmamet, Ebu Bekir ve Ömer’in değil, Ali’nin hakkıydı” diyen ve icmaya muhalefet eden bir kimse tekfir edilemez. Çünkü icmanın delil olmadığını söyleyenler olduğu gibi, icmaya muhalefet de küfrü gerektirmez. Hz. Muhammed’din sözlerini yalanladığı için icma ile kafir olur.711 Dördüncüsü; Eğer bir kimse diriliş, cennet, cehennem, duyusal tatların vs. varlığını inkar etmeyip, mükafat ve cezanın ruhsal olacağını, tatların asıl olarak ruhsal olduğu ve Kur’an’da tatların duyusal olarak anlatmasının avamın anlaması için olduğunu söylerse kafir olur. Çünkü şeriat sahibi, bu terimlerle onların gerçek olduğunu söylemiştir. O ise, bunları tevil etmemiş, yalanlamıştır.712 O, bununla filozofların ölümden sonra diriliş konusundaki görüşüne de gönderme yapmaktadır. Fakat onun, Kur’an’ın bu anlatımlarının gerçek anlatımlar olduğuna dair yargısının, dinsel bir temeli mevcut değildir.

İster tarihsel ve isterse güncel olsun, inanç guruplarının diğerine karşı dışlayıcı nitelemelerinden en önemlisi, onların kafir olduklarını söyleme yani tekfir etmektir. Alevilik hakkında eser yazan İshak Hoca, eserinin yazılış amacını şu şekilde açıklamaktadır: “İslam ehlini sapıtmakla uğraşan gurupların başlıcası Bektaşilik gurubudur. Hâlbuki bunların söz ve fiillerinden İslam ehlinden olmadıkları bilinmekte ise de, 1208 tarihinde bütünüyle açığa vurdular... Bunların hallerini ve kitaplarındaki inkarcılıklarını iman ehline haber vermek için bir risale yazmak şüphesiz ki farz-ı kifayedir.“713 Batılı yazarların, Anadolu’da yaşayan Sünnileri Müslüman olarak isimlendirmeleri ve Kızılbaşları da Müslümanlardan ayrı olarak zikretmeleri de, İslam’ın bir yorumu olan Alevilik hakkında tutarlı değildir. Sözgelimi, Vital Cuinet, Mamuratu’l-Azîz vilayetine bağlı Dersim’in nüfus sayısını verirken, Müslümanlar, Kürtler, Kızılbaşlar olarak tasnif etmiştir.714

Bir kimsenin inancı hakkında karar verme yetkisi, insana ait değildir. Onun kafir olarak nitelenmesi, ancak kendisinin kafir olduğunu açıklaması veya açık bir şekilde inkarcılık belirten eylemleri yapmasıyla mümkündür. Kur’an’ın, “Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır715 ayetinde, her ne kadar özel bir durumla ilişkili olarak kendisini inançlı olarak tanıtan bir kimsenin ganimet elde etmek için öldürülmeme ilkesini belirlemiş ise de, bu ilkeyi genelleştirmek suretiyle bir kimseyi inkarcılıkla nitelemenin yasaklandığı şekilde anlamak mümkündür. Hadis olarak rivayet edilen, birinin inkarcılıkla nitelenmesi durumunda, onun gerçek anlamda inkarcı olmaması durumunda inkarcılığın kişinin kendisine dönmesi sözünün Hz. Muhammed’e ait olup olmaması bir yana, Müslüman topluluklardaki tekfir geleneğinin çokluğunu ve bunu engellemenin gerekliliğini de ima etmektedir.

Kızılbaşları tekfir eden Kemal Paşâzâde, bu nitelemeye gerekçe olarak onların bazı fiillerine atıfta bulunmaktadır. Bu fiiller de; Osman’ı tekfir eden Hariciler kafir oldukları gibi Ebu Bekir ve Ömer’in hilafetlerini inkar etmeleri, her iki halifeye sövmeleri, içki içmek gibi haram olarak bilinen bir eylemi helal kabul etmelerini göstermektedir.716 Paşâzâde’nin bu konuya ayırdığı risalenin sonunda insanları bu görüşleri ileri sürenlere karşı topyekun cihada çağırması onun bu nitelemelerinin gerekçesini de “siyasal neden” olarak açığa koymaktadır.



Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin