İLERİ BİLGİLER - 25
UZAY'DA KILINAN NAMAZ
Son bölümde ise müslümanların "Uzay ve Ay'a gidecekleri" anlatılmaktadır:
"Kıyametin vasatı (Ortanca) alametleri inşikak (yarılma) ile zuhur edecek yardıkça yaracaktır. Hüsûftan küsûf; hâmızdan hûmuz; Âden Kar'ı'ndan (Arap yarımadası) Kızıldeniz Tûr'u yarılacak. Kızıldeniz firavunun na'şını (cesedini) kıyıya red edecek (dışarı atacak.) Kudüs müslümandan gasp edilecek, Kur'an'ın 113'ü yahudiye lanet edecek. Şakkı Kudüs'ten sonra Şakkı Kâbe (Kabe bölünmesi) olacak. Haram ayın ihramını beyazken kan kırmızı yapan Rafizî Deccâli zâlim Mecûsî Süfyanî Kaim'e Tevbe sûresi Lânet edecek. Süfyani Kaim Mesihi Deccâl'dendir (Kötülük Mesihi'nin adamı). Haşimî'den Mehdi ise Mesih'dendir (Hz. İsa'dan). Nasrânî Nisrası ile Meş'um'un Miş'a'sı arasında Şakkı Kamer (Ayın paylaşılması, bölüşülmesi) ardından şimal şom olacak, Ay mahvolacak, Mescidi Kamer (Ay mescidi) kurtulacak." (*)
(*) Kıyametin küçük, büyük ve "ortanca ile saklı" alametleri bulunmaktadır. Yukarıdaki paragraf, bir kısım "Ortanca" alametleri bildirmektedir. Burada İnşikak'ın, her türlü bölünme, nifak, paylaşma anlamına geldiğini, ayrıca Arap yarımadası-Kızıldeniz arasında coğrafik bir bölünmeyi haber veriyor. Kızıldeniz'in Sina yarımadası, zamanında Hz. Musa ümmeti için yarılan Kızıldeniz'de boğulan Firavun'un cesedinin kıyıya vurması yanında Kudüs'ün İsrail tarafından işgali ve Kabe'nin son hac sırasında "Mezheb propagandası" için kullanılması da gerçekleşmiştir. Hac mevsimi kan yasağına karşı gelenlerin "Rafizî=Şiî" oldukları ve Deccâl'e hizmet ettikleri, zâlim ve Mecûsi=Ateşe tapan kalıntıları, "Süfyani=Hz. Mehdi'ye karşı olan taassub yobazları olduğu anlatılmış, üstelik "Kaim" adı da verilmiştir ki, bu Şiilerin "12. İmamı olan sahte Mehdileridir. (Asıl Mehdi ise Hz. İsa'dandır.) Ay yeniden ele alınmış, uzayda da gezegenlerin bölüşülmesine ilişkin işaret verilmiştir. Bunlardan birincisi Hristiyan Amerika, diğeri ise Meş'um (Uğursuz, sol, kuzeyli) kamptır. Şimal hem solcu rejimi [?] hem de Kuzey'i anlatmaktadır. (Miş'â henüz günümüzde anlaşılamamıştır.) Şimal, meş'um, şom vb. Meşeme'nin türevleridir. Ay'da bir "Mahv"dan söz edilmekte orada "Uzay camils-ri'nin kurulacağı" bildirilmektedir. Çeyrek kala/çeyrek gece kıyamet" kitabında bu konuları kıyametin, küçük, büyük ve sözü edilmeyen gizli-ortanca alametleri sunulmaktadır.
"Hızır Tezkiresi diye de bilinen Hâlidî Kameriyyesinin son pasajı son derece anlamlı olup, "Tecelli" etmiştir:
"Fezadaki yeniay mahrekine uhruc eden (yörüngesine oturan) ilk müslim, ehlibeytten bir seyyid ve Kureyşî Emiridir. (Resulullah soyundan ve kabilesinden bir prens olacaktır.) Fezada namazını eda ederken, yeniay ona bayram müjdesi verir (Verecektir). Nafilesi vacibe tebdil olacaktır. Namazının ezanı ise ruhani müezzinin daha önce okuduğudur (Ay'daki ezan-Kur'an). Bunun zuhuratı (ortaya çıkışı) vasat alâmettendir (Kıyametin ortanca alâmetidir). Kureyş Emir'i secdeye güç kifayet eder (Güçlükle secde edecektir)."
Gerçekten de hatırlanacağı üzere, uzay mekiği Challenger, müslüman Suudi Prensi Ahmed'i uzay programına almıştı. Prens, uzayda namaz kılmış, fakat çekim azlığı nedeniyle beden hareketlerini zor kontrol ettiğini açıklamıştı. Namazını kıldığı sırada da "Yeni ay"ı dünyadakilerden önce ilk o uzaydan görmüştü. Bilindiği gibi bir vakit namazı "Yeni Ay göründüğünde" bayramın girmesiyle iptal olur. Prensin niyetlendiği nâfile namaz, "Yeni Ay"ın görünmesiyle Vacip olan kurban bayramı namazına dönüşmüş oluyordu. (*)
(*) Arap astronotun yaşadığı bu olay, belki de İslâm ülkeleri arasındaki takvim birliği için bir uzlaşma verisi olabilir. Bilindiği gibi ülkemizde, bir istisna olarak, diğer çoğunluğun tersine Ramazan, bayramlar ve mübarek geceler, bir gün sonra kutlanmaktadır. Ne var ki, oruca bir gün sonra başlamanın bedeli, bayramın ilk gününe taşmakta, bayramda oruç tutulması haram olduğundan risk doğurmaktadır. İçinde "Bin ay sevabı" olan Kadir gecesi de kayabilir. Uzayda kılınan bayram namazı olayı, bu çifte standartı İslâm takvimi çelişkisi için bir kıstas, ölçüt olabilir.
Eser, Âli İmran suresinin benzeri biçimde sona ermektedir:
"Müslüman âlimler âcibe hayret edeceklerdir. Fezada kıyam (ayakta duruş) rükûn (eğiliş) ka'de (oturuş) ve secde ile ufkî yatış hep birdir (Aynıdır). Müslüman âlimler kâinatı (Kozmoloji bilimini) ve Kâinatın 'Kûn'unu (Kozmogoni bilimi) idrâk ederler (Edeceklerdir). Hidâyet fezadakilere (astronotlara) erişir (Erişecektir). Gadap (Gazap) dünyada ertelenmiştir ama feza kâfiri olursa ona da ateş azabı erişir (Erişecektir). Onlara hiç bir yardım da erişemez (Erişmeyecektir). Kim Allah'ın azamet ve kibriyasını yan üstü, yüzüstü, sırtüstü de olsun düşünürse, müslüman olur. Bir de secde ederse ona da sonsuz nimet vardır ve ona emanetçi olarak Allah yeter. Kameriyye Tezkiremizin Mahreki Sıratal Müstakiym'den Mahreci (Kaynağı) sadaka Hızır As.dan tamamdır. Doğrusunu Allah bilir."
Şimdi Âlî İmran suresinin 189 ve 192 arasındaki âyetlerinin ÇİFTE YORUMUNU sunalım :
• "GÖKLER VE YERLER ALLAH'IN MÜLKÜDÜR. (Gezegenlerin de Rabbidir.) ALLAH HER ŞEYE (İnsanoğlunu uzaya çıkarmaya) KADİRDİR."
• "ELBETTE GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞINDA (Yaratılış bilim=Kozmogoni) VE GECE İLE GÜNDÜZÜN PEŞPEŞE GELİŞLERİNDE (Evren bilim=Kozmoloji) AKIL (Bilim) SAHİPLERİ İÇİN ÂYETLER (Deliller, ders, ibret, kanıtlar) VARDIR."
• "ONLAR (Akıl-bilim sahibi kozmolog, kozmogonist ve kozmonotlar eğer müslüman olmaya azmetmişlerse) Kİ AYAKTA (Kıyam-Yeryüzü ve gezegenlerde ayak basmakta) OTURURLARKEN (Kadede ve/veya kumanda mahallinde oturmak) YAN ÜSTÜ (Yatakta uzanırken ve/veya çekimsiz uzayda yan-dik olduklarının farkına varmadan yan üstü) DURURKEN ZİKREDERLER (Akıl sahipleri oldukları için tefekkür ederler) VE DERLER Kİ: EY ALLAH'IMIZ SEN (Evreni ve sırlarını) BOŞUNA YARATMADIN. BÜYÜKSÜN (Uzay o kadar büyüktür ki, insanoğlunun ne kadar küçük olduğunu anlaması için bu sonsuz uzayın içinde olup idrak etmesi yeterlidir). BUNDAN DOLAYI BİZİ ATEŞ AZABINDAN (Cehennem ve mahşer azabından ve/veya uzaydaki kozmik yakmalardan) KORU."
(Ve derler ki: ) "ALLAH'IMIZ, ÇÜNKİ SEN KİMİ ATEŞE SOKARSAN ONU KESİNLİKLE REZİL VE PERİŞAN EDERSİN VE ZALİMLERİN YARDIMCISI YOKTUR."
Şimdi yeniden "İnşikak" suresine dönerek, topluca ifade edelim:
"ŞAFAK'a geceleyin VESAK'a Ay'daki İTTESAK'A and olsun ki, SİZ mutlaka TABAKAdan TABAKAya bineceksiniz. (Uzay, Ay ve gezegenlere gideceksiniz.) Öyleyse ONLARA ne oluyor da İMAN ETMİYORLAR? Ve kendilerine KUR'AN OKUNDUĞU hâlde secde etmiyorlar? Bilakis o küfredenler YALANLIYORLAR. Oysa ALLAH onların bütün DÜŞÜNDÜKLERİNİ iyi bilendir. Bundan (İslâmı kabul etmediklerinden) ötürü onları çok acı verici bir âzab ile müjdele. İMAN EDİP DE GÜZEL İŞLER YAPAN (Müslüman Astronotlar, bilim adamları gibi) İSTİSNADIR. ONLAR İÇİN NİHAYETSİZ BİR ECİR (Ödül) VARDIR." (İnşikak- 16 ilâ 25)
Majüskül olarak yazdığımız son âyet, müslümanların da Ay'a, Uzay'a ve gezegenlere gideceğini açıkça bildirmektedir.
Sevgideğer okurum, bu birinci bölüm boyunca, Kur'an'ın BİLİM ve TEKNİĞE yöneldiğini, uzay-ay-gezegenler (Kevkebler, Kamerler) gibi sonsuz bir nimetin, insanın bilgisi oranında "Yararına sunulacağını" anlayabilir.
İLERİ BİLGİLER - 26
YÂSİN VE İNŞİKAK UZAY YERLEŞİMİDİR
Uzay çağının tam eşiğindeyiz. Dünyamızı kara-deniz-hava olarak kirletmiş, ekonomik kaynaklar için savaşlar icat eden modern barbarlar kesilmişiz. Dünyaya mahkûm kaldıkça, bölüşemez, paylaşamaz olmuşuz. Ama önümüzde uzay çağıyla yeni ufuklar ve ufuklarda görünen kudretler belirmiştir. Artık dünya ekolojisinin tabiat tahribini frenlemek zamanıdır. Hayvan nesillerinin tüketilmesi, usulsüz avlanma, usulsüz betonlaşma, asit yağmuru ile kıyıma uğrayan ormanlarımız, yok olan bitki örtümüz, yerle bir ettiğimiz, yaşanmaz dünyamızın sorumlusu biziz.
Doğa, insan olmadığı sürece kendini dengeler ve korur. Ne var ki, insanın doğaya hükmetmesi (gerek nüfus artışıyla gerekse teknolojik hafriyat-istihkâm iş makineleriyle) hızlanmıştır. Kelaynak kuşlarının birkaç tane, yüz milyonlarca bizonun birkaç yüz kalmış olmasından insan sorumludur. Hayvan türlerini "Kürk" diye giymek üzere acımasızca telef etmiş, adına da spor demişiz.
Endüstrinin bacalarından büyük kentler üzerine "Hava kirliliği" diye gri, puslu bir kasvet sisi oluşturmuşuz. Radyoaktif deney ve tesis artıkları mesihimizi değiştiriyor, bizi için için çürütüyor, kanser modası oluşturuyor. Deterjanlar ile deniz-akarsu hayatını da kanser etmişiz. İlaçlı artıkları iç denizlere akıtıp, doğal sahipleri olan balıklara bile hayat hakkı vermemişiz. Ticarî pratizm yüzünden "Hidro-Fluoro-Karbon" bileşikleriyle Ozon tabakasını delmişiz; "Şıhab"ları içeri buyur etmişiz. Gelecek yakın dönem için önümüzde üç ihtimalli yol ayırımı var:
• Ya doğayı yok ederiz, teknoloji çevreye hâkim olur, doğayla bağlantımız kesilir ve bütün dünyayı KENT hâline sokarken zehirlenerek ölürüz, bozulan iklim akışının saptırdığı doğa afetleriyle tükeniriz.
• Ya doğa bize hâkim olur ve klâsik çağ ya da şimdiki "Camping" hayatını sürdürürüz ki, bu geriye dönüştür.
• Ya da doğa ve teknolojiyi EŞİT şartlar altında birbirinin içinde eritiriz. (Şimdiki İsviçre politikası gibi) Doğal biçimlere ve ritimlere saygı duyarak doğanın tam tutsağı olmadan çevre tahribatını en alt seviyede tutmaya çalışırız.
Dünyayı kirleten endüstriyi de dünya dışına atarak kurtuluruz. Çünkü uzay bir nimettir. Uzay, yeryüzünün her noktasına (Satelitler gibi) eşit ve aynı uzaklıktadır. Yani yakın-uzak problemi yoktur. Üstelik uzayın dünya gibi bir ekolojisi yoktur. Uzayı ve Ay'ı istesek de kirletemeyiz.
Uzay ve Ay'ın yararları saymakla bitmez. En başta, yeryüzünün çoktan tükenmeye yüz tutmuş kaynaklarını petrol dışında tamamlayacaktır.
Uzayda astronomik gözlemevleri, transit istasyonlar ve fabrikalar kurulacaktır. Nükleer teknoloji uzayda zararsızdır; nükleer artıklar (Beton tabutlarla deniz dibine değil) uzay çöplüğüne bırakılacaktır. Riskli laboratuarlar uzayda kurulacaktır. (Yeni virüs deneyimleri gibi uzayda "Vakum" ortamı vardır. Yüksek ve düşük sıcaklıklar çevreyi tehlikeye sokmadan elde edilebilir. Sert ışınlar üretilir, ideal mercek ve ideal rulman-bilye gibi "Az çekim" isteyen ortam sağlanmış olur.)
Uzayın daha sayılmayacak kadar birçok özelliğinden yararlanarak, yeryüzünün güç ve imkânsız endüstriyel süreçlerini ele alacak fabrikalar, uzay kolonileri kurulabilecek, bunların hammaddesi de (Örneğin) Ay'dan alınacaktır. Dünya'nın ağır endüstrisi Ay ve Uzay'a nakledilebilecektir, dünya ferahlatılmış olacaktır. Enerjinin her türü uzaydan rahatlıkla elde edilip, dünyayı takviye edebilir. (Güneş enerjisi projeleri.)
Bütün bunların olabilmesi için zorluk teknolojiden değil, insanın feragat edemediği ihtiraslarından kaynaklanmaktadır. Terörist devletler (Ve Dünya ekonomi imparatorluğu) aradan çıkarılıp, Milletlerarası ortak-eşit-eşgüdümlü dünya çapında insancıl bir işbirliği oluşturulması gerekmektedir. Elbette bu soylu işbirliğine küçük çaplı, kötü, hileli ihtiras sahibi çıkarcı çevreler gölge düşürecektir. Barışçı amaçlar dışında Uzay ve Ay parsellenmemeli, uzay savaşları için kullanılmamalıdır. Dünyanın Ay'dan kalkan nükleer roketlerle vurulmasına misilleme olsun diye Ay'ın vurulması (Mahvı) da mümkündür. İnsanoğlu rahat oturursa, o zaman, gezegenler sırayla Resulullah'ın bildirdiği gibi tesbih taneleri gibi dizilirler:
"Yaklaşın Ferrûhoğulları (esmer, kumral olup da müslümanlığı kabul edecek olan Arap olmayan ırklar, sarı saçlı ırk). Eğer bilim Süreyya yıldızında kalmış da olsa, içinizden ona ulaşıp, bu bilimi alacak kimseler bulunacaktır."
Resulullah, kuşkusuz, olacakları (Allah'ın izniyle) biliyordu ve bu hadisini Araplar için değil; Ferruh, genel ismiyle anılan Sami-Arap ırkı dışındaki müslümanlara ve kıyamete doğru müslümanlaşacak Töton (Germen, Slav) ırklarına yöneltmiştir. Hâlidi Kameriyyesi'nde de "Süreyya yıldızından" söz edilmiştir ki, bunlar birbiriyle uyum halindedir. Süreyya yıldız sistemine kadar genişlemiş bir "Uzay", insan zürriyetinin elinde tuttuğu Allah (c) vaatlerinden biridir. Bunun için Kur'an'ın kalbi Yâsin ve kardeşi de İnşikak suresidir.
Yasin ve İnşikak surelerini sunmamızın nedeni, insanoğlunun uzay fatihi olacağının, bizzatihi Rabbimiz vaadi olduğunu vurgulamaktı. Bir kez daha mübarek kitabımızın ölüler kitabı olmadığını, insanoğlunun uygarlık ve teknoloji denen çifte hasat aldığı "BİLİM" nimetinin teşvikçisi olduğunu, biz yirmi birinci yüzyıl müslümanları olarak, bir an aklımızdan çıkarmamalıyız. Kur'an'ımızın üç bölümü vardır. İlki sosyal bilimlere giren genelde fıkıh dediğimiz kurallar. Diğeri tarih bilimi içine giren geçmiş ümmetlerle ilgili ayetlerdir. Fakat çok gariptir ki, Kur'an'ın % 70'i gelecekteki bulgularda dâhil bütün pozitif bilimleri ipuçlamasıdır. Bu nedenle Rabbimiz şu dua'nın kendine edilmesini önemle bildirmiştir:
"RABBİM İLMİMİ ÇOK ARTIR" (Tâha-114)
Allah ilminizi artırsın sevgideğer okurlarım...
BEŞİNCİ BÖLÜM
YEDİ YER KUŞAĞI
"O ALLAH'Kİ YEDİ GÖK (yüzünü) VE BUNUN MİSLİ YER (yüzünü) YARATANDIR." (Talak - 12)
KESİM : 7
GİRİŞ
Aşağı Gök
Arz-Arş öğretimizin temelini "Kozmik jiroskobi" oluşturmaktadır. Birincisi yatay ve dört yöne olan evren katmanlarıdır ki, bunlar Rahman-17'deki bu ufkî (Horizal=Yatay) şifreden başka düşey (Şakulî=Vertical) jiroskobiyi de Nebe-27'de "Gökler ve yer (ler) ile ikisi arasında bulunanların Rabbi..." âyeti bildirmekte, Rabbimizin "İşlerini yukarıdan aşağıya doğru yönettiği" Kur'an'da türlü yerlerde yer almaktadır.
Böylece evrenin tertip edilmesinde absis-ordinat dört yönü ile taban-tavan katmanları da ortaya çıkmaktadır. Bu jiroskobinin hacmını, dolgusunu ise "Âlemler" oluşturur. Âlemler Kur'an'da Fatiha'nın ilk âyetinden başlayarak, 43 yerde "Âlemlerin Rabbî" biçiminde tekrarlanır. Ayrıca 7 yer ve Arş katmanlarının da Rabbi olduğu bildirilmekle limitler de anlatılır. "Sonsuzluk Kulesi"ni bu nedenle isim olarak seçmiştik.
Arz-Arş dizimizin ilk cildi "Tabanı=Arzı" ele almış; 7 gök ve 7 yer katmanlarını, bineceğimiz tabakaları sunmuştu. İzleyen ikinci cilt ise "Gökler, yerler, arasındakileri" işlemekteydi. Şimdi ise TAVAN'a tırmanışımızı sürdürüyoruz. Hatırlatmak bakımından ilk bandın kısa özeti ile birlikte izleyen bölümlerde de kaldığımız yerden "Sonsuzluk Kulesi'ne" tırmanışı sürdürmeye çalışacağız.
Dünya çocukları "Deniz"i en iyi anlatan kompozisyon yarışması düzenlenmiş, birinciliği en kısası almıştı: "Denizi gördüm. Çok büyüktü!"
Evreni de böyle kompoze edebiliriz: "EVREN ÇOK BÜYÜKTÜR!"
Fakat evren şimdi çok büyük, çok soğuk, çok karanlıktır. En başta ise evren çok küçük, çok sıcak, çok aydınlıktı. En başta evren sonsuz küçük bir noktaydı.
Bu sonsuz küçük nokta, şimdiki evrenimizin toplam sıcaklığına ve toplam ağırlığına eşitti. Evren minik bir yaratılış odağından ya da akmerkezinden, "Büyük bir patlama" ile birden şişip genişlemeye başlamıştır.
En başta evren "Cehennem" sıcağı (Trilyarlarca derece) idi. Şimdi ise "Zemherin" soğuğuna çok yakındır. Zemherir soğuğuna "Mutlak soğuk derece" de denmektedir ve değeri sıfır altında -273,16 °C derecedir. Bundan daha soğuk yoktur. Soğuğun sonu Zemherir'dir. Bu dereceye -3 °C yaklaşmış bulunuyoruz.
Bir santimetreyi alıp milyarda bir kere milyarıncı kökünü aldığımızda, ortaya çıkan sonsuz küçüklükte bir nokta evrenimizdi. Bu öyle küçük bir noktadır ki, "Hiçlik" anlamına gelen "Sıfır" bile onun yanında dev kalır. Yani "Yoktan" var edilmiştir.
Evrenin ilk yaratılışı, sıfırdan küçük uzay-zamanda maddileşmediği için "Soyut=Mücerret"tir. Çünkü maddiliğin sırrı, "Kuant" denen en küçük (boyutsuz) bir koordinat noktasından itibaren başlar. Bundan önce her şey "NUR" denen "Sonsuz bir Kudret" etkisindedir. Planck'ın bulduğu bir aralığa kadar olan yaratılış SOYUT'tur. Çünkü Uzay-Zaman soyuttur. Maddileşme olmadığı için yaratılış önce soyuttur. Daha sonra evren Planck sabitesinden itibaren kuantlaşmaya başlamıştır.
Kuantlaşma maddileşmeye başlamak demektir. Kuantlar mini-enerji tespihçikleri olup, aldıkları değerlere ve soğuma oranlarına göre "Türlü maddî görünüm" verirler.
Aslında madde yoktur, kuant (Enerji noktacıkları) vardır. Enerjinin soğumasına, yoğunlaşmasına, kararlı olup yoğuşmasına MADDE denmektedir.
Madde, yoğuşan enerji (Kuantlarının) "Kararlı" önce atom-altı zerreleri hâline gelmesi ve sonra soğuyarak "Atomlaşması" olayıdır. Eş anlamda bir enerji kalıbı olan maddenin saklı hâli (Ateş unsuru) enerjidir. Diğer hâlleri ise; Gaz, buhar (hava unsuru), Su, sıvı (su unsuru) ve katıdır (Toprak unsuru).
Bir parça buzu ısıtırsak erir; ısıtmaya devam edersek buharlaşır ve bu ısıtmayı (Güneşin enerjisine eşit derecelere) yükseltirsek, moleküller atomlara, onlar da çekirdeklere çözünür ve geriye çekirdek plâzması kalıverir. Bu da aşırı bir ısıtmayla "Quant=Kuant" denen enerji noktacıklarına ulaşır. Dolayısıyla enerji maddenin içinde saklıdır. Örneğin bir gram uranyum içindeki enerji, yüz binlik nüfusa sahip bir kenti Atom bombası olup yok eder.
Evren önce bu enerji plâzması halindeydi. Daha sonra giderek genişledikçe, cehennemi sıcağı daha geniş bir alana yayıldı.
En başta gök ve yer yoktu; her nokta güneş kadar sıcak ve aydınken, sonradan kararmaya, soğumaya başladı. (Buna Termodinamik tek yönlü deniyor.) Madde hantal, fakat enerji çok cevval (Akıcı, dinamik) ve hızlıdır.
Enerjinin hızı, maddî evrenin en büyük hızıdır ve saniyede 300 bin km. olup, bir saniyede 7,5 kez dünyanın çevresini döner. En tanınan enerji tanımı IŞIK'tır.
Güneşin ışığı bize (Bu değişmez hızla) 8 dakikada gelir. Aynı ışık, komşu bir başka güneşe 4 yılda ve komşu bir galaksiye 4 milyon yılda gider.
Güneş, bize en yakın yıldızın "Özel" ismidir. Diğer güneşler "Yıldız=Necm" adını; gezegenler de "Kevkeb" adını alır.
Güneşin bitişik komşusu olan en yakın yıldıza ışık, 51 ayda gider. Bizim en hızlı roketimiz aynı yere 43 bin yılda gider. Hemen her komşu güneş arası bu uzaklıktadır. İçinde bulunduğumuz sistemde, en az yüzmilyar güneş (yıldız) vardır ki, bu sisteme "Gök adası" anlamında "Galaksi" denmesi âdet olmuştur.
İçinde bulunduğumuz gök adası, galaksinin özel adı "Samanyolu"dur. Bize en yakın diğer Samanyolu ise Andromeda isimli komşumuzdur. Oraya ışık, 3-4 milyon yılda ulaşır. Eğer roketle gitmeye kalkışırsak 30 milyar yıl boyunca yolculuk yapmamız gerekirdi ki, bu, evrenin BÜTÜN ÖMRÜNÜN yaklaşık İKİ KATIDIR.
Kaldı ki oraya 30 milyar yılda gitseydik bile, ulaşamayacaktık! Çünkü hedef aldığımız KOMŞU GALAKSİ, aslında orada değildir: Evren sürekli genişlediği için, bu yolculuk boyunca önümüzden, bizden de hızlı kaçmaktadır. Bu, oraya hiç ulaşamayacağımız anlamına gelir. Çünkü EVREN SÜREKLİ GENİŞLEMEKTE, HEDEFİMİZ BİZDEN KAÇMAKTADIR. Öyleyse oradan bize ne gelen olur, ne de biz oraya gidebiliriz! Bunun için evren çok büyüktür ve hatta bunları yazarken bile evren, "Dördüncü kuvvetiyle orantılı" olarak, çok daha büyümektedir. Boyumuzdan (ve ömrümüzden) büyük işlere kalkışmadan, en iyisi olduğumuz yerden "Uzaya uzanalım" sevgideğer okurlarım...
Uzay, yani Kur'an'daki ismiyle "SEMA"; bilim diliyle, "Uzay-Zaman-madde ve enerji" namına ne varsa hepsini kapsar.
Maddî cisimler YER kavramını ATOMLARDAN; enerjik alanlar da GÖK kavramını kuantlardan kurmuşlardır. Yani yer ve gök bitişik olarak "Kuant" denen boyutsuz enerji noktalarından kuruludur.
Kuantlar maddileşirse atomları; atomlar gök cisimlerini oluştururlar. Onlar da daha büyük bir sisteme bağlanırlar. (Güneş sistemleri, galaksiler, meta-galaksiler, süper diziler ve âlemler.)
Evrende çekim, büyük balığın küçük balığı yutması biçiminde özetlenebilir. Evreni bir bütün olarak bir arada tutan sadece ÇEKİM (Gravitation, tutunum, kütleçekim, evrençekim, cazibe) kuvvetidir. Ay'ın çevresine bir uydu oturur. Ay ise, kendinden daha ağır olan dünyanın çevresinde döner. Dünya ve diğer gezegenler de güneşin çevresinde döner. Güneş, galaksi içinde yörüngeye sahiptir. 150 kadar galaksi de bir YEREL KÜME oluştururlar. Bu kümeler de süper dizileri oluşturur. Sonra bütün bu devasa âlemler Kur'an'da bildirilen "AŞAĞI GÖĞÜ" oluştururlar.
KESİM : 8
Genişleyen Evren
Samanyolu ve Andromeda birbirine çok benzerler. Her ikisinin de merkezinde dev bir karadelik vardır. 150 ilâ bin galaksi, daha büyük bir meta-galaksi oluştururlar. Daha sonra da süper-diziler bir arada bir doku oluştururlar. Kısaca uzayın sonu gelmez. Fakat en başta, sadece bir tek Nur olan AKNOKTA'dan başlamıştır yaratılış...
Yaratılış, düşünülmeyecek kadar en küçük bir noktada, çok sıcak ve HEMEN oluvermiştir. Evrenin yaratılışındaki ilk bir saniyeyi alıp da milyar parçaya bölerseniz, bu küçük zaman diliminden birinde, şimdi evrende olan HERŞEY (Atomları yapan kuantlar denen enerji tuğlaları) hazır ve nazır olmuştur.
Elbette Kur'an bunu ap-açık bildirmişti:
"BİZİM HERHANGİ BİR ŞEY İÇİN TEK SÖZÜMÜZ, ONU DİLEDİĞİMİZDE, O İŞ İÇİN SADECE OL DERİZ, HEMEN OLUVERİR." (Nahl-40)
Gerçekten evrenin, (Daha zamanın akmaya bile fırsat bulamadığı) sonsuzda-bir saniyelerde her şeyiyle HEMEN oluverdiğini, bize, BİG BANG (Büyük patlama) teoremi ve fiziğin şaşmaz TERMODİNAMİK yasaları ispatlamıştır.
Evren, yaratıldığından 700 bin yıl sonra sadece bir tek "Hidrojen plâzması" halindeydi. Yani yer ve gök kavramı yoktu. Daha sonra "Karanoktalar ve/veya mini kuazar denen ak-noktacıklar" patlayarak açıldılar ve bu bulutu "Adalara, kümelere" böldüler. Adalar "Yer" (ve kalan enerjetik alanlar) boşluklar ise "Gök kavramını" oluşturdular. Böylece yer-gök Ratk iken Fatk ile yarılıp ayrıldılar.
"O KÜFÜR EDENLER HÂLÂ GÖRMÜYORLAR MI, YER VE GÖK BİTİŞİKKEN, İKİSİNİ BİRBİRİNDEN BİZ YARIP AYIRDIK." (Enbiya-30)
Evren sürekli şişmekte, yani galaksiler (YER) arası boşluk (GÖK) büyümektedir. 1920'lerde bulduğumuz bu gerçek 14 yüzyıl önce Kur'an'da şöyle bildirmektedir:
"GÖĞÜ KUDRETİMİZLE BİNA ETTİK, HERŞEYİ GENİŞLETEN DE BİZİZ." (Zariat-47)
Evren, içinde madde olmadığında "Düz"dür. İçine madde konduğunda ise "Yuvarlanır"; yani başı ve sonu birleşir. Göğün bu "Binası"; düz, yuvarlak ve negatif yuvarlak (Semer biçimi) olmak üzere modelize edilir.
Önce evren en küçük noktaydı. Bu küçük noktanın genişleyip büyümesi; Hz. Âli'nin (ra), Arapçadaki noktalı B harfini kastederek "... Ben B harfinin noktasıyım" demesiyle özetlenebilir.
Evrende "ÖNCÜ" her şey, kuantlar (ya da fotonlar dediğimiz bütün enerji noktacıkları) hep "NOKTA" biçiminde bize görünürler.
"Oluş" ya da yaratılış, "AKNOKTA"; "Ölüş" ise "KARANOKTA" biçimindedir. Geldiğimiz yere Rücû etmek, aslımıza döndürülmek üzere "Ömür" ediniriz. Kur'an'da en genel olarak, "AKNOKTALAR=Künnes" ve "KARANOKTALAR=Hûnnes" terimiyle anlatılmıştır. RATK=Bitişik=Hûnnes; FATK=Ayrılık=Künnes sırrının tecellisidir.
Yaratılış, iki nokta (Neden-Sonuç) arasındaki türlü geometrik biçimlerin yaşamasından ibarettir.
Bir geometrik mekânda "ZAMAN" olmazsa, bize hiçbir şey ifade edemez. Bu yüzden evrenden "ZAMAN-MEKÂN" bileşimi olarak söz ederiz.
Mekân, kabaca, en, boy ve yükseklik ile anlatılır. Fakat ZAMAN böyle metrik ölçüme hitap etmez; cetvelle değil, saatle ölçümlenir.
Kur'an'daki "Feza" sözünden "Mekân-Zaman" biçimini anlarız. Mekân üç boyutludur. Zaman da dördüncü bir boyut olarak bu sisteme alınmıştır.
Mekânı üç boyutlu olarak en boy ve yükseklik biçiminde ve düz olarak düşünürken; "İki boyutlu" olarak yaşadığımızı bize Gauss ile öğrencileri ispatlamışlardır. Dolayısıyla bir de evrenin görünmeyen saklı ÜÇÜNCÜ DÜZLEMİ (Üçüncü mekân polarizasyonu) olduğu ortaya konmuştur:
Bir kâğıt, iki boyutludur (Yani alanı olan yüzeydir). Bunu büküp bir küre yüzeyi gibi bombeli hâle getirdiğimizde, yine "İki boyutludur" fakat sahte bir "Üçüncü boyut" izlenimi verir. Önceden insanlığı bu yanılttığı için, uzayı (Bir sandık gibi) düz ve sonsuz düşünmüştük. Daha sonra, aslında "İki boyutlu" bir evren yüzeyinde, sandık değil balon zarında yaşadığımız ortaya çıktı. Bunu bize "Riemann" isimli Alman matematikçisi sundu. Uzayın Soyut olduğu ve "Düz" kavramına yer verilmediği iyice anlaşılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |