İLERİ BİLGİLER - 16
ASTRONOTA "YASİN" GÜVENCESİ
• Uzay ince yapısı türdeştir (Homojen, üniform). Yani evrende her şey aynı birimlerin aynı değeri taşımasından kurulmuştur.
• Uzay izotroptur: Uzaya hangi doğrultudan bakılırsa bakılsın, her yönde aynı görünür.
"Ön ve arkanın" aynılanmasının nedeni, "Kaynağı belli olmayan" TÜNEL SÜRECİ ile ilgilidir. Kozmik ışınların kaynağı belli değildir: Bunlara Şıhab, Şuvaz ve Nûhas olarak önceden değinmiştik. Kozmik ışınlar, herhangi bir zamanda, herhangi bir noktadan ortaya çıkarlar. Çünkü dördüncü mekân boyutuna saklı olan tünellerine gizlenmişlerdir. Yeri gelince spin yaparak "Madde dünyasına" ATICILIK sembolü olarak girerler, şeytanları taşlarlar, yakarlar.
Görüldüğü gibi 1400 yıl önceden "İzotropi, türdeşlik ve tünel süreci" bildirilmiştir. Ama insanoğlunun izotropiyi (Evrenin hangi doğrultudan bakılırsa bakılsın aynı görünmesi, her yönün aynı olmasını) bulması henüz 1965 yılında başarılmıştır.
Tünellerin bulunması bundan daha sonradır: Bilindiği gibi tünel süreci, belirsizlik ilkesinin bir sonucudur. Radyoaktif bir çift atomun yarı ömrü dolunca, tünel uzanarak bir atomu yutar ve kaybeder. Kuantların ardındaki bu tünel bir yıldızın da ardında vardır: Karadelik tüneli ile uranyum atomunun ardındaki mikro tünel AYNI şeydir.
• Bundan başka sonsuz ötesindeki "Elif noktası" da tünellerin üstündeki mekânda yer alır. Tüneller, Süper uzayda (Misâl âleminin alt katında) ve Elif noktaları ise Hiper uzayda (Misâl âleminin üst katında) yer alırlar.
Kuantum teoreminde BÜTÜNLÜK (Tümellik) ilkesi vardır: Buna göre, kuantlar arasında bir uzaklık, ayrılık bulunmaz. Uzak ile yakın; arka ile ön arasında HİÇ BİR mesafe yoktur, her şey "Evren çapında BİRDİR".
"Öndekiler ve arkadakiler" terimi, Âfak (Obje) ve Enfûs (Sübje) olaylarının da şifresidir. Örneğin, sesli söylediğimiz (Afakî) her konuşmayı "Yazıcı = Recorder meleklerimiz" kayda geçer. Melekler her söylediğimizi mutlaka teypler, öğrenmiş olur, sırrımızı paylaşırlar.
Fakat söylemediğimizi, içimizden geçirdiğimizi onlar bilemez. (Nitekim çok sevdikleri ve öğrencisi oldukları İblis'in de "İçinden geçenleri" bilemediklerinden yanılgıya düşmüşlerdi.) Çünkü Rabbimiz içimizdekini de bilir. Ama melek bunu bilip de kayda geçemez. Dolayısıyla söylemediğimiz, içimizden gizlice ya da ard niyetli sinsice geçirdiğimiz her düşüncemiz, kayda ve zapta geçmemiş olmasına rağmen; Rabbimizin bildiği her şey "ARKAMIZ" sayılmaktadır. Şahitlerimizin sesli kayıtları da "ÖNÜMÜZDEKİLER"dir.
"Öndekiler ve arkadakiler" aynı zamanda bir ZAMAN SIRALAMASI, Zürriyet denen kuşaklar arası ardışık ve nedensel olmayan bağlantılardır: Önümüzde GELECEK vardır; arkamızda ise GEÇMİŞ bulunmaktadır. "Ehli zürriyetin ZAMAN YOLCULUĞU" da bu âyetlerle, daha ileri çağlara seslenmektedir. (*)
(*) "Zaman yolculuğu" çok başka bir teknolojidir. Önce uzay aracımızın ışık hızına ulaşması gerekmektedir ki, bunu sağlayan SULTAN GÜÇ (Manyetik şişe de denen) Foton tepkimeli bir roket tasarımıdır. Bu roketin egzozunda maddî ve antimaddî (eşlenik) bir çift kritik yakıt bulunur. Bunlar serbest bırakılınca birbirlerini YOK ederler ve roketi ışık hızına ulaştıracak tepkiyi oluştururlar. Böylece tasarım hâlindeki bu SULTAN GÜÇ sayesinde, Zaman yolculuğu denen SULTAN KUVVET doğar. Işık hızı engelini aşmak SULTAN KUVVET'tir.
Rabbimiz Yâsin 43 ve 44. ayetlerde "Şefaat eden, merhamet eden (Acıyan) kurtarıcının bizzat kendisi" olduğunu bildirmekte ve her ikisinde de "Acınmak, merhamet olunmayı dilememizi" buyuruyor. Bu, Rabbin "RAHİM" isminin tecellisidir. Çünkü Yâsin ve özellikle Rahman surelerinde Allah'ın RAHMAN (Koruyan, esirgeyen, kendini inkâr eden kuluna bile fırsat ve süre tanıyan) ismi anahtardır. Dolayısıyla "Bağışlanmak, acınmış olmak" için, bu âyetlerde ayrıca "RAHİM = Merhamet eden" isminin tâlimi istenir. O hâlde, bir uzay yolcusu müslümanın ritülleri vardır: Besmele ile aracına biner, her yolculuk türü için geçerli olan "Ayetel Kürsi" ve "Tebarâke" dualarını okur.
Yerde ve gökte ne varsa ALLAH'ın mülkü olduğuna göre, yer ve deniz taşıtları gibi, gök ve uzay taşıtları da Ayetel Kürsi kapsamındadır. Ledünnî bir dua da "Hadis" olarak verilmiştir:
"Allahü Tealâ'nın ismini anan kimseye yerde ve GÖKTE bir zarar gelmez. O (Yani Allah, astronotun bile sesli duasını) işiten ve (Sessiz, içinden de geçirse, niyetini işitmeden de) önündekini-arkasındakini bilendir."
Kaçınılmaz uzay kazalarından ve dolayısıyla "Âfetlerden" söz eden diğer âyeti de Cifir olarak şöyle buluruz: Yâsin'in kalbinin her kefesi dörder âyet olup, kardeşi Rahman'ın iki Cennet ve ayrıca iki Cennet (Dört Cennet) bildirmesiyle ve Rahman suresinin 78 ayet olması nedeniyle, dördüncü surenin (Nisa) 78. âyetini okuruz:
"NEREDE OLURSANIZ OLUN, HATTA MUHKEM BURÇLARDA BULUNSANIZ DA ÖLÜM SİZE ERİŞİP ÇATAR."
Bu âyetin zahirî (Yüzeysel, afakî) anlamı tahkim edilmiş yani sağlamlaştırılmış "Kale Burçları"dır. Ne var ki, her çağın kitabı olan Kur'an'ı (Artık hiçbir "Kale"nin olmadığı günümüzde) dar ve ilkel düşünemeyiz: İki türlü BURÇ vardır: Birincisi Yer=Arz burcudur ki, bunun da birçok anlamı vardır. Siperlerden şimdiki nükleer sığınaklara kadar her şey "Yer burçlarından"dır. Burcun bir diğer Ledünnî anlamı da "İnsan mizacını tasnif eden biyoritmik trans psikolojik kozmik kuşak" olayıdır. Doğum tarihimize göre hangi burca mensup isek, onun belli yönteminde görülürüz. Ölüm nedenimiz de buna dâhildir. (Örneğin Aslan burcu mensubunun kalb krizine; Yengeç burcu insanlarının solunum-akciğer enfeksiyonlarına yatkın olduğunu klâsik astroloji bile önceden belirlemiştir.)
Oysa "Burç terimi, âyette muğlak (Nekire) ifade edilmiştir: Çünkü Buruc (Burçlar) suresi bile "BURÇLARI BULUNAN GÖK HAKKI İÇİN" diye başlamaktadır. Dünyadaki kale burçları gibi, gökteki burçları kastedildiği "Nekire" esnekliği vardır.
Bu gökteki gök burçlarının uzaysal konumu, burç bilimlerini (Astroloji) oluşturur. Gökteki YER burçları ise "Uzay istasyonları" konusudur.
Bu istasyonların çok büyük boyutlarda olacağı; muhkem uzay ve gezegen kolonilerinin muhtemel her türlü âfete karşı iyi korunacağına işarettir. Ama insanoğlu, asla "Ölümden" kaçamayacaktır. Ayrıca yakın burçlardan birinin yıldızlarından birine de gidebileceğimiz belirtilmiştir. Bütün bunlar muhtemel pek çok kazanın ve bunun yanında âfetin de habercisidir. Bu yeni türde kaza ve âfetleri şimdiden kestirmek zordur ama denemeye değer:
Uzayda insanoğlu kendine yeni hastalıklar, yani Mesih değişmesi gereği tanımadığı rahatsızlıklar tanımlayacaktır. (Sözgelimi uzay humması, uzay vurgunu, agorafobik gravitik şok, uzay melankolisi, uzay yalnızlığına özgü psikoz ve melankoliler gibi.)
"KİMİ SAPIKLIKTA BIRAKMAYI DİLERSE ONUN GÖĞSÜNÜ SON DERECE DARALTIR (Psikosomatik astma, oksijen yetersizliği) VE SIKAR. SANKİ GÖK İÇİNDEN ÇIKIYORMUŞ (Yeniden uzayın derinliklerine yükseliyormuşçasına merkezcil kuvvet etkisinde) GİBİ OLUR." (En'am-125)
Uzayda yetişecek olan bir insan kuşağının yukarıdaki çekime olan az bağımlılığı yüzünden MESİH değişmeleri baş gösterecektir: Uzayda erken büyünür, geç yaşlanır, dünyaya intibak zorlaşır ve uzay âşinâsı biri, yerçekiminden son derece yılar.
Gerek Ayetel Kürsî gerekse Yâsin-45'de; "ÖNÜMÜZDE VE ARKAMIZDAKİ ÂFETLERDEN SAKINMAMIZ" istenmiştir. Uzay âfetleri, bu Mesih değişmeleri (Uzayvarî hastalık ve psikozlar) yanında muhtemel uzay kazaları olan âfetlerdir. Bunun yanında, insanın günahlarını, yerleşeceği Ay ve diğer gezegenlere birlikte götürmesi (Alkol, zina, kumar ve her istenmeyen yasak) "UZAY'IN BAKİRLİĞİNİ" bozacaktır ki, uzaydaki her noktanın bir melekçe meskûn olması dolayısıyla, ya da bu gezegenlerin (LOGO) meleklerine saygısızlık olması yüzünden ÂFET nedeni sayılmaktadır.
Her fetihe yönelik bir "Öncü, kâşif, ilk göçmenler, ilk kurucu kafileler" bulunur. (Amerika tarihindeki Explorer kılavuz ve Pioneer denen göçmen koloniler; Resulallah'ın ilk ashabının 10 mü'minden oluşan ÇEKİRDEK KADROLAR, öncü atalar vb.)
Allah (c), hangi inançta olursa olsun o "Çekirdek öncüleri"; kurucu olduklarından dolayı "MERHAMET ederek" yani esirgeyerek, acıyarak, özel bir koruma ile şefkat göstererek, (Nuh tufanındaki öncü ata-hayvan çiftleri örneğindeki gibi) KORUMAKTA'dır: Ama korunmanın bir limiti de vardır. Eğer o toplum, Allah'ın yasağı olan âfetleri zevk edinmişse, ergeç gadap ve kada (Gazap ve Kaza) gelecek, erişecektir.
"Onlara, 'Merhamet olunmanız için önlerinizde ve arkalarınızda olan âfetlerden sakının' denildiğinde yüz çevirirler. Onlara Rabb'lerinden hiçbir delil ve hüccet (Gösterge, hacet) gelmemiştir ki, ondan (da, eskiden olduğu gibi) yüz çevirmemiş olsunlar." (Yâsin-45, 46)
Bu âyetlerin ne anlama geldiğini, Yâsin-46'dan sonraki CİFİRSEL geçiş olan İNŞİKAK suresinde inceleyeceğiz.
Hatırlanırsa, Yâsin ile birlikte İnşikak suresinin de "Uzayın fethi" için Cifir gereği BİR ÇİFT olduğunu belirtmiştik.
İnşikak suresi Nüzul sırasına göre 83. sure olup, 83 ayetli Yasin suresinin "İKİZİ"dir. Üstelik Kur'an'daki sırasının da 84. sure olması dolayısıyla, gerçekten Yâsin'in "GİZLİ BİR DEVAMI" olduğu ortaya çıkmaktadır. Bakara ve Yasin ilişkisi gibi...
KRİPTOLOJİK BİLGİLER - D
CİFİR İLE MÜKAŞEFE
Okuyucu, İslâm kriptolojisi dediğimiz Ledün, Batın, Havas bilimlerin sistematiği olan Cifir (Şifre) bilimine bir ölçüde vakıf olduğumu anlamış olmalıdır. Cifir sayesinde TILSIM gibi gizli bilimlere semantik (Meâl-üstü-meâl) verilebilmektedir. Örneğin, "Kehf ve Râkim" yani mağara ve RAKAM ehli de bu bilimin habercisidir. Çok boyutlu bir matematik olan CİFİR, kâinatın öteki katlarındaki fiziğin de en azından matematik anlatımını gerçekleştirmektedir. Fiziğin matematiğe dönüştürülmesi, "VEFK/Simetrik toplama", EBCeB/ABCD ses-sayı dönüşümü gibi beşinci matematik işlemleri kapsamaktadır. Bu "Sonsuz-ötesi" matematik, doğrudan Kur'an bilimlerinden biridir ve "Cifir" (Şifre) adıyla bilinmektedir. Bu yöntemle, doğrudan ayetlerin saklı anlamlarına erişilebilir; tefsirlerde tartışılan birçok sır, kıyasa yer vermeyecek biçimde ayetlerin numeroloji ve kriptolojisinden deşifre edilebilir. Ayetler "Ses-harf" karşılığı RAKAM (Râkim, sayı) olarak yazılmış sayı karşılığına dönüştürülebilmektedir (Ebced).
O zaman, ayetlerin operatör sayılarından dinamik bilincinin mantralarını sezmek mümkündür. Cifir bilimi kriptolojik semantikler teknolojisi olan TILSIM gibi çok ileri kerametleri de kontrolünde tutar. Öğretimizde, bunların "Gaybı taşlamamak, havada kalan tahminler" olmadığına ilişkin örnekler verdik.
Kur'an'da asıl sıranın değiştirilip, Cifir esasına göre yeniden ve şimdiki tertibi nedeniyle, her âyeti KENDİ BAŞINA YORUMLAMALIYIZ. Bir önceki ve sonrakiyle MUTLAK İLİŞKİLENDİRMEK gerekmez.
Her âyetin bir kardeşi, ikizi ve tekrarı vardır ve bunlar simetrik (karşılıklı) olarak durur. Kimi ayrı surelerde, kimi de aynı surededir. Örneğin Rahman suresinde bu ikizlerden birer çift aynı surede yer alır. 31 kez "Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?" diye sorulması dışında; "İKİZLER"den bir çift örnek sunuyorum:
Hem Rahman'ın 27. ayetinde "CELÂL VE İKRAM SAHİBİ RABBİNİN YÜZÜ BAKİDİR" ve 78. ayetinde "CELÂL VE İKRAM SAHİBİ RABBİNİN ADI MÜBAREKTİR" gibi tekrara çok yakın bir "Kardeş anlam" vardır.
Rahman-56 : "O CENNETLERDE EŞLERİNDEN BAŞKASINA BAKMAYAN HURİLER VARDIR Kİ ONLARDAN ÖNCE KENDİLERİNE NE CİN NE İNSAN DOKUNMUŞTUR."
Rahman-74 : "ONLARDAN ÖNCE BU HURİLERE NE CİN NE DE İNSAN DOKUNMUŞTUR."
Ayrı surelerde de "Kardeşlik" vardır. Örneğin çok güçlü olan Ayetel Kürsî üç bölümdür. Birincisi İHLÂS ile kardeştir, ikinci bölümü Yâsin terazisinin ikinci kefesiyle ve üçüncü pasajı da CİFİR ile kardeştir.
Bakara-255'in son pasajı şöyledir:
"(Allah'ın) O'NUN BİLİMİNDEN YALNIZCA KENDİSİNİN DİLEDİĞİNDEN BAŞKALARI HİÇBİR ŞEY KAVRAYAMAZLAR. O'NUN KÜRSİSİ GÖKLERİ VE YERİ İÇİNE ALMIŞTIR. BUNLARIN İŞLEYİŞİ (Denetimi) O'NA AĞIR GELMEZ. O ÇOK YÜCE VE ÇOK ULUDUR."
Bilindiği gibi Kur'an'ın orijini LEVHİ MAHFUZ'dur. Yani Levhi Mahfuz'un bir bölümü "SEMAVÎ KİTAPLAR" olarak indirilmiştir ki, Kur'an'da bütün bu kitapların var olduğunu biliyoruz.
Levhi Mahfuz da Arş'ın (Zezzağ denen) EN ALT KATMANINA çakılıdır. Bu katman ise "Hz. Hızır örneğinde" olduğu gibi "Katımızdan ilim verdiklerimiz" [öğrettiklerimiz] sırrına teğettir. Göklerin ve yerin yönetimini üstlenen Kürsi ile Cifir bilimi iç içedir.
Kur'an'ın alındığı orijin "Levhi Mahfuz" olduğundan her sure ve âyetin türlü gizli (Cifirsel) özellikleri vardır. Dünyamızla ilgili olanlar "GEÇİCİ" bilimlerdir. Özellikle fıkıh denen islâm hukuku, sosyal akideler, evlilik-miras aile hukuku, ticaret, ibâdet, kıyas vb. DÜNYA HAYATIMIZ ile ilgili olduğundan bu âyetlerin kapsamı cihanşümul (Kozmik çapta) değildir. Cennet ya da Cehennem'de ibadet, çalışmak, fıkıh miras-evlilik işleri, namaz, oruç, Hac, zekât gibi islâmın şartları yoktur. (Sadece Kelimei Şahadet bütün bunların yerine geçmektedir.) Yaşlıya saygı, çocuğa bir eğitim fıkıhı da yoktur, çünkü HERKES AYNI YAŞTADIR. Ahlâk ilkeleri, günah-haram olayı, uyku adabı, biyoloji, tıb da yoktur. Çünkü herkes bunlardan arınmıştır. Dolayısıyla DÜNYASAL ayetler geçerliliğini dünya dışında hemen yitirmektedir. Aslında Mensuh-Nesih "Sonradan iptal edilen âyetler" diye algılanmamalıdır. Daha BATINÎ büyük anlamları vardır.
Bir kısım âyetler ise dünya dışına çıkınca "Geçerliliğini" yitirir. Örneğin, Ay'ın bize bakan yüzündeki bir astronotun, "Kıbleye yönelmek için" dünyaya dönmesi yeterlidir. Fakat Ay'ın arka yüzünde namaz kılan bir Astronot için bu şart da ortadan kalkar, dilediği yere döner ve namazını kılar.
Uzayda ağırlıksızlık nedeniyle namazın Tâdili Erkânı başkalaşır, secde zorlaşır. Abdest almamız gereken su, çekimsizlik nedeniyle bildiğimiz gibi akamaz ve baloncuklar oluşturup uçuşur. Görüldüğü gibi, dünyamızdaki temel ilmihal bile uzayda başkalaşmaya adaydır.
Uzay söz konusu olduğunda birçok şey, dünyasal işlerliğini ve gerekçelerini yitirir: Uzayda yağmur duası gereksiz ve geçersizdir.
Öteki dünya için ise Fatiha, Yâsin, İhlâs gibi ana dualar vardır. (Bunların değerini sadece "Rahmetlilerimiz" açıklayabilirlerdi.) Evrensel çapta olan Ayetel Kürsi, Haşr'ın son üç ayeti gibi âyetler ve Vakıa, Rahman, Tebâreke, Yâsin, Nâs, Tarık, Zilzal, Kehf, Tekvir, İnşikak ve benzeri kıyamet sureleri; bütün fen âyet ve sureleri; zaman bildiren (Fecr=Sabah, Leyl=Akşam, Duha=Kuşluk ve öğle, Asr=İkindi [?], Felâk=Gece gibi) "Tulû" âyetleri KOZMİK önemlidir. Gerek tarikatlarca seçilen ünlü "Ders" sureleri gerekse rahmetlilerimize okunması tavsiye olan âyet ve surelerin hiç biri "Dünyasal fıkıh ve bilim" içermez. Rahman suresi cennet-cehennem ve fen içindir. Hiç biri sosyal bilimler ayet ve sureleri değildir, tam tersine POZİTİF BİLİM (hey'et, fen) âyetleridir. Taassubun anladığı anlamda ya da mezarda okunduğu anlamda Yâsin, Yâsin değildir. Okuyucu bu tespitlerim üzerinde iyice düşünmeli; Kur'an'ı "Ölüler kitabı" sayan o batasıca taassubun alışkanlığından sıyrılmalıdır.
Bundan sonra gireceğimiz konu ise Yâsin'in "İkinci kefesinin" kardeşi olan İnşikak (Yarılma) suresidir. Tekvir, İnfitar, Mutaffifin ve İnşikak sureleri bir denge, bir dörtgen oluştururlar. Her birinin içinde birer Cifir şifresi olan NİRENGİ kelâm bir çift olarak bulunur. Örneğin, 29 ayetli 29 asal sayılı Tekvir suresinin tam ortası "HÛNNES'dir.
Hûnnes'i daha önceki bandımızın iki cildinde de açmıştık: Hûnnes, bir "KARADELİK TEKİLLİĞİ"dir. Ama Tekvir, İnfitar ve İnşikak surelerindeki Hûnnes, "Görünen karadelik tekilliği olup, artık göründüğü için "Karadelik=Hûnnes değil; Künnes=Çıplak tekillik" hâline gelir. Böylece iplik, yılan biçiminde bir "Gök yarılması" olan ÇATLAK TEKİLLİK ortaya çıkacak; gök çatlayıp yarılmış, arkasında ise (şimdi görmediğimiz) PARALEL EVREN ortaya çıkacaktır. (İzleyen cildimize bakınız.)
Bu iki evren aynı karakteristiği taşıdığından, aynı felâkete uğramışlardır ve ikisi de kıyameti yaşamaktadırlar. Tek çatlak iki yana da "Cehennemini" göstermekte olacaktır. Çıplak ve Asimetrik bu tekillik, kıyametin şiddet olaylarından etkilenerek, "Gökyüzünün kırmızı bir gül gibi katmerli olmasına, tutuşmasına, kıyamet yangınına, evrenin alev almasına neden olacaktır. ("Kırmızı gül gibi" terimi bizzat Kur'an'da ilgili surede geçmektedir.)
Tekvir suresinden, bu çıplak tekilliğin, uzayı bükeceği için güneşi ve diğer yıldızları der-top ederek dökeceği, söndüreceği anlamı gelmektedir. Böylece Hûnnes (Saklı tekillik) Künnes (Çıplak yarık, katmerli gül biçimi) açık tekilliğe dönüşmüş olacaktır.
Karadeliklerin görünür olması için "Işıktan hızlı dönmeleri" gerekmektedir. Nitekim daha önceki âyetlerlerden de "Gökün kıyamete doğru cereyan hızının ÇOK ARTACAĞI" bildirilmişti ki, bu çok normal olarak yaradılışımızla BENZERDİR. Çünkü Kur'an'da birçok yerde, "Yaratılış ile yok oluşun" birbirinin aynı biçimde olduğu bildirilmiştir.
Tekvir suresini izleyen Mutaffifin suresine daha önce de "Terazinin denge" yasası uyarınca değinmiştik. Bu sure bize gravitik ve kozmik bütün (Hunnes-Künnes gibi merkezcil ve merkezkaç kuvvetlerin dengesi, çekim ve diğer kuvvetlerin birbirini dengelemesi gibi) kozmik dengelerin bozulacağını bildirmektedir.
Denge bozulduğunda Kâzif=Etki ve buna yanıt (Respons) olan Hâsif=Tepki oluşur. Terazinin kararlı dengeyi bulma çabaları sırasında da osilasyon ve MESİH oluşur. (Rahman suresi 7. ayet: "Göğü o kaldırdı ve teraziyi o kurdu" biçimindedir.)
Bunu izleyen İnfitâr (Gök yarılması, yıldızların dağılması) suresi ise 36. âyet olup, ortasında "İliyyin" bulunmaktadır. Bu da Hûnnes-Künnes gibi İlliyyin-Siccin ikilisidir. Evrenin rotasyonunun dönme aksı (Ekseni) bu doğrultudadır. Aksın dibi "Siccin ve Esfeli Sâfilin"den geçer ki, aşağıların en aşağısı, Cehennemdendir. "Kiramen kâtibin'in arkamızdakileri yazdığı" bildirilmektedir.
Şimdi İnşikak suresini inceleyelim:
Arz'dan Arş'a Mi'rac 1
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AY'DA OKUNAN KUR'AN
"AND OLSUN ŞAFAK'A, GECENİN KAMUFLE ETTİKLERİNE, (Keşfi) TAMAMLANDIĞINDA AY'A. KUŞKUSUZ SİZ BİR TABAKADAN DİĞER TABAKAYA (Astronomik Gök katlarına, Uzay Teknolojisi etapları olan araçlara) BİNDİRİLECEKSİNİZ. ONLARA (Ay'a giden Astronotlara) NE OLUYOR DA İNANMIYORLAR. ONLARA KUR'AN (Ay'da) OKUNDUĞU ZAMAN NEDEN SECDE ETMİYORLAR. TERSİNE İNKÂRCI OLUP YALANLIYORLAR." (İnşikâk/16-22)
İLERİ BİLGİLER - 18
İNŞİKAK VE UZAYIN FETHİ
Üçüz "Gök yarılması" ayetlerinden Yâsin'in "İkizi" olan İnşikak suresi, doğrudan göğün yarılmasının ismini almıştır. Göğün yarılmasının Türkçede tek karşılığı vardır ama, Kur'an'da İnfitâr suresinde "İzessemâ-ünfetaret" ve İnşikak suresinde "İzessemâün-şakkat" olarak birinci ayetlerde verilmiştir. Birincisinde "Göğün çatlaması, yıldızların bulanıp düşmesi, denizlerin kaynayıp akması ve birbirine karışması" bildirilmiştir ki, bu çekimsel bir dengesizliktir.
İnşikak'da ise "Yarılma" olayı vardır ve yarılmanın yasaları bildirilmektedir:
"GÖK YARILDIĞI ZAMAN. RABBİNE YARILMAK KONUSUNDA BOYUN EĞDİĞİ ZAMAN Kİ GÖK BOYUN EĞECEKTİR. YER DÜZELTİLİP (İki boyutlu kalınlıksız) İÇİNDE OLANLARI DIŞARI ATARAK BOŞALDIĞI ZAMAN VE YER RABBİNE BOYUN EĞDİĞİ ZAMAN Kİ YER BOYUN EĞECEKTİR."
Göğün yarılması, onun "Üç boyutluluğunun" dürülerek, tek bir sayfa gibi iki boyutlu olmasıdır. Yer de kendini ayna yüzeyi gibi "İki boyutlu" olarak dümdüz uzatacaktır. Yani Kâzif'e karşı Hâsif bir daha oluşacaktır. Çekimsel dengenin bozulması nedeniyle uzay burulacak (dürülecek) ve içindeki bütün göksel cisimleri de bir kitap sayfasına resim gibi yapacaktır (Enbiya-104). Yarılmak ETKİSİNE karşılık DÜMDÜZ UZATILMAK TEPKİSİ oluşmaktadır.
Yaratılış ile yok oluş aynı biçimdedir, ikisi de bir "OL=ÖL" patlamasıdır ("Kıyametin tek bir sayha olması" denen büyük patlama).
Yaratılış sırasında, yer ve göğün ikisinin birbirinin aynı ortak yapı, bitişik olduğunu anlıyoruz. Bu birçok ayetten birini örnek verelim:
"SONRA DUMAN HALİNDEKİ (Homojen tek bulut olan) GÖĞE YÖNELDİ. ONA (Göğe) VE YER'E (Arz) 'İSTEYEREK YA DA İSTEMEYEREK BUYRUĞUMA (Evren yasalarıma) GELİN' DEDİ. İKİSİ DE 'İSTEYEREK GELDİK' DEDİLER." (Fussilet-11)
Şimdi yer ve göğün, Rabbine niçin boyun eğdiğini (Hukka) buradan anlayabiliriz. Yaratılış ve kıyamet birbirinin TAM BENZERİ olduğundan, AYNI FİZİK YASALAR (HUKKA) güdümündedirler. En başta gök ve yer bitişikti, daha sonra bunlar ayrıldılar ve sonra yeniden bir araya getirildiler.
Dışımızdaki atmosfer "Gök"tür, bize bağlanmıştır. Çevremizden kaçmadığı için rahatlıkla "Yer"de yaşayabiliyoruz.
Öte yandan, aynı yüklerin birbirini itmesi nedeniyle Elektromagnetizmayı bile yenecek bir ÇEKİRDEK KUVVETİ (Sultan) ortaya çıkmıştır. Böylece Hidrojen ve Helyumdan sonraki element atomları içinde yer alan Protonlar birbirini itememiş, isteyerek bir araya gelmelerine neden olan güçlü kuvvet (Gluon denen parçacıkların taşıdığı kuark düzeyindeki güçlü çekirdek kuvveti) ortaya çıkmıştır. Protonun yarı ömrünün bozunmasından sonra da bu kuvvet dağılacaktır ve doğanın dört kuvveti tek çekim kuvvetine yenilecektir. Çekim SULTAN olacaktır.
Yaratılış sırasında yer ve göğün atomik ince yapılarının bir araya gelmeleri "Atom ağırlıklarını" bildirmektedir. Çünkü Fussilet-12. ayet konuyu sürdürmektedir:
"ALLAH, BUNUN (İsteyerek bir araya gelmeleri) ÜZERİNE İKİ GÜN (Dönem, peryod) İÇİNDE YEDİ GÖĞÜ VAR ETTİ VE HER BİR GÖĞÜN İŞİNİ KENDİSİNE BİLDİRDİ..."
Kıyamette ise bunun tam tersi olacaktır: Önce 7 göğün katmanlarının ahengi bozulacaktır: En içte dünyamız "Yerin yedi katı" olup, ortasında Nikel-Demir grubu eriyik, hatta doğrudan buhar hâlinde iç çekirdeği oluşturur. Dış katmanlara doğru hafif elementler yer alır. (Nifsima, Sial vb.) Sonra manto dediğimiz tabakayı 120 km. kalınlığında kabuk kuşatır. Kabuk katmanları bitince atmosfer tabakaları başlamaktadır. Bunlar Oksijen, Azot, Karbon gazları olup, dışa doğru daha hafif ve seyrek gazlar hâlinde atmosferimizin 7 göğünü oluştururlar. Böylece "Ağırdan hafife büyüyen felekler" ortasında korunmaktayız.
Evrende en başta hayatı oluşturan bileşikler yoktu. Bunlar süpernovalar sonucu yıldızlarda oluştular ve sistemimizde "Organik bağlar" kurarak bir araya geldiler. Yani elektronun kovalent bağlanması "İSTEYEREK BİR ARAYA GELDİK" sırrındandır.
İki protonun birbirini itmesi gerekirken, nükleer kuvvet ile bir arada kalması da "İsteyerek bir araya geldik" sırrıdır.
Bu yaratılış (Fussilet) tersine bir film gibi "İnşikak"a dönüşecektir. Gök katmanları bozulacak, yer katmanları uzatılıp birleşecek; gök ve yer yeniden ikisi de "İsteyerek ya da istemeyerek bir araya gelecektir". Böylece gök ve yer "Doğanın dört temel kuvvetinin teklikten (Vahdaniyetten) gelmesi şartına" uyarak aynı şey olacak, bitişecek ve bir üst disiplin sistemine bağlanacaktır.
İzleyen İnşikak âyetleri ise 16. âyete kadar "İnsanın sigaya [sorguya] çekileceğini" bildirmektedir. İyilerin defterleri (Tutanakları, kayıtları, raporları) SAĞ ve ÖNDEN; asilerin ise SOL ve ARKADAN verileceği bildirilmektedir (ki bu, "Önünüzdekilerin ve arkalarınızdakilerin" şifresinin yeni bir anahtarıdır).
İLERİ BİLGİLER - 19
ŞAFAK
İnşikak suresi 15. ayete kadar "İlk bölümünü" böylece bitirip, birden "İttesak" adlı ikinci bölüme döner. Yeni bölüm ise şöyle başlamaktadır:
"AND OLSUN O ŞAFAK'A... GECELEYİN VESAK'A... AY'DAKİ İTTESAK'A" (İnşikak-16,17,18)
Şafak terimi, Türkçemize tan sökmesi, fecir-seher arası alacalık diye yerleşmiştir. Oysa asıl anlamı "Alaca karanlık" olup, "Tan yeri ağarmak" kadar "Akşam gurubunu" da kapsamaktadır. Daha ileri anlamlarda da "Kutuplardaki gece yarısı güneşi denen kızıllık" da şafaktır. Kutuplarda 6 ay gece, 6 ay gündüz nedeniyle ÇİFTE YASAK [ŞAFAK] vardır, şafak SÜREKLİDİR.
Yerel olarak, gün ağarması ve gün batımı kızıllığının aynı anda olmadığını sanırız. Ama "Ay'dan dünyayı seyreden biri" dünyanın doğu ufkunda güneşin doğması sırasında ufuğun kızardığını görür. AYNI ANDA, bunun antipodu (Ayakucu) olan öteki batı ufkunda da güneş battığı içip "Gurup" denen akşam şafağını görür.
Dünyaya dışarıdan bakıldığında, şafak (Tan sökmesi ile akşam gurubu) EŞZAMANLI olarak, AYNI ANDA oluşmaktadır. Bu simetrinin ikisi birden ŞAFAK'tır. Çünkü (Öğlen zevalinin dimdik gelmesine karşılık) sabah ve akşam, gün ışınlarının en yatık, en eğik ve dünyayı teğet yalayıp geçtiği dönem Şafaktır.
1400 yıl öncenin insanı "Güneşin çevremizde döndüğünü", bir yerde bir tek kez şafak sökmekte olduğunu, gün bitiminde gurup şafağı ile geceye girildiğini sanıyordu. Oysa âyet, dünyanın yuvarlak, simetrik olduğunu, aynı anda çifte ŞAFAK söktüğünü; böylece güneşin dünyanın çevresinde dönmeyip, tam tersine dünyanın güneş çevresinde döndüğünü bildirmiştir. Bunu şimdi rahatlıkla biliyoruz. (*)
(*) Çünkü bize okutuluyor. Ama kendimizi 1400 yıl önceki Göktürklerden biri olarak düşündüğümüzde Kur'an'ın yüce tezahürü iyice anlaşılır. Diğer göksel kitaplarda "Allah kelâmı üzerinde kul kalemi" oynatıldığı için (Örneğin rahipler İncil üzerinde 50 bin hata bulabilirken) Kur'an üzerinde hiç bir hata saptamak mümkün değildir. DEĞİL BİR TANE, hatta yarım tane hata bulabilselerdi, Kur'an'a da saldırılardı. Bu kusursuz Allah Kelâmı, çağlar boyunca bilimsel verileri "KONTROL EDEN", her çağın gerçeğini doğrulayan bir "KOZMİK SAĞLAMA KİTABI"dır. Kur'an'ın bilimsel gerçekleri bir kez olsun TEKZİB EDİLMEMİŞ, EDİLEMEMİŞTİR. Kur'an bunun için de mucize'dir.
Şafak, Güneş sistemimizdeki her gezegende bir BAŞKA biçimde oluşur: Güneş'in kendisi bizzat ışık kaynağı olduğundan bir şafağı yoktur. Merkür, kendi çevresinde dönmeyen sistemin tek gezegeni olup, Güneş'e bakan tarafı sürekli yanar-çöl, arkası ise karanlık soğuktur. İkisinin arasında "ILIK BİR KUŞAK" ya da "ALACA KARANLIK ŞERİT" vardır ki, buraya gün ışığı YATIK yani Şafak biçiminde geldiği için, insanın yerleşmesine en elverişli tek bölge burasıdır. Burası sürekli alaca karanlık ŞAFAK ülkesidir.
Venüs ise tersine döndüğü için, Güneş batıdan doğar, doğudan batar ve orada TERS bir şafak vardır. Plüton gezegeni dünya eksenine dik doğrultuda olduğundan Plüton Şafağı ekvatordadır. Yani kutupları "Ekvator" olup, ekvatoru kutup şafağıdır. Gece ve gündüz ekvatorda 6 ay, kutuplarda ise normal sürede cereyan eder.
Dünya, 23 derece eğri aksa (Eksene) sahip olduğundan, bizim şafağımız ile dik eksenli Mars şafağı da farklıdır. Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Mars'da gece-gündüz uzaması-kısalması yoktur. Buna karşılık bu gezegenlerin bir kısmı aynı düzlem üzerinde bulunmadığından eğik (Ekliptik) düzlemleri nedeniyle farklı mevsim ve şafak özelliği gösterirler. Günümüzde Şafak, Ay ve diğer bütün gezegenlerde "Gün doğması ve/veya gün batması" olup, insanoğlunun bu gezegenlere gideceğini, oradaki şafakları yerinde gözlemleyeceğini bildirmektedir. Nitekim ilk olarak "Dünyanın şafak ve mehtabını" AY'dan seyredebildik!
Dolayısıyla dünyamızın "Ay ve Güneş ile" yuvarlaklık açısından BENZEDİĞİ anlaşılmıştır. Güneşin Şafak'ı olmadığı için, bize bir fikir vermez. Ama AY'ın Şafak'ı (ve haftalık Şafak'ı olan Menziller ile anlatılan Hilâl'in en inceden dolunaya büyümesi olayı) bize "BOYLAM=Meridyen" ilhamını vermiştir. Dünyanın da menzilleri bizim BOYLAM derecelerimizdir. Ay'dan bakan birisi, bizim boylam derecelerimizi Dünya Hilâli olarak gün-be-gün fark edecektir.
Dostları ilə paylaş: |