The miracle of allah



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə5/16
tarix28.07.2018
ölçüsü0,86 Mb.
#61444
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

KRİPTOLOJİK BİLGİLER - A

ATEŞTEN - NURDAN GEMİLER...

ATEŞ unsurunun yolculuk türlerini ise insanoğlu yeni yeni bulmaktadır ve ileride daha da inanılmaz aşamalar yapacaklar, yeni boyutlar ve ufuklar bulup, kendi nefislerini de çözebileceklerdir. Kur'an bunu apaçık bildirmiştir.

"KUDRETİMİZE İNANMAYANLARA UFUKLARDA VE KENDİ CİSİM VE NEFİSLERİNDEKİ BÜYÜKLÜĞÜMÜZÜ BİLDİRECEK, KUDRETİMİZE GÖSTERGE OLAN AYETLERİMİZİ MUTLAKA GÖSTERECEĞİZ. TA Kİ BU DİNİN HAK ÜZERE OLDUĞU TESLİM EDİLSİN!" (Fussilet-23 dikkat, Secde âyetidir!)

Cisimlerin kuruluşu, yani yüzeysel görünümü "Afakî" boyutlara ve zarfa dayanmakta olan biçim geometrisi içerir. Ayetteki ÂFÂK=UFUKLAR ile, bilinen olay ufukları, gözlem ufukları, karadelik ve keşfedilecek daha başka olay-rasat ufukları, evrenin keşfedilecek yeni bölgeleri, insanoğlunun gözünün görebileceği en son noktanın ardında çıkacağı, yeni ufuklar, yeni menzillere yeni uzay yolculukları kastedilmektedir.

Ufuklar, bizden büyük, dev mikroskobik kürreler evrenini anlatmaktadır.

"KENDİ CİSİMLERİ" ile anlatılan da, insanın dev evrenle, minik evren arasında TAM ORTADA bir MERKEZ boyut olduğunu (geosantrik değil fakat antropik) bir ölçüt olduğunu anlatır. Gerçekten de insan çıplak gözün göremediğine "SKOP" cihazlarla ulaşır.

İnsanın elinde bir gözlem aracı, örneğin dürbün vardır. Buna düz baktığında uzakları (Teleskop), ters baktığında yakınları (Mikroskop) görmektedir. Dolayısıyla insan boyutu, tam ortada olduğundan antropik (insan merkezli görüş) gerçekleşmiştir. İnsanın kendi biyolojisini keşfetmesi, "Kendi cismi" ile bildirilmiştir.

İnsanoğlu aynı dürbünü ters çevirdiğinde, kendinden küçük mikroskobik, zerreler âlemini görmektedir ki, bu da "İNSANIN NEFSİNE" yöneliştir. Enfüs, öz kimliğimiz olan Nefis'in çoğuludur, iç dizilişimizi (sübjektif yanımızı) anlatmaktadır. Afak=Ufuklar, bu iç diziliş olan Enfus=Nefislerin dış görünüşüdür: Atomaltı parçacıkların dizilişinden atomlar ortaya çıkar ki, atomaltı parçacıklar asla atoma benzemez. Atomlar molekülleri oluşturur ki, moleküller de asla atomlara benzemez. Moleküller hücreleri oluşturur ve hücreler de insana... Ne hücreler genlerine ne de insan hücrelerine hiç benzemez. Dolayısıyla, bizi İÇSEL DİZİ (Enfusî) olarak kuran bu altyapılar, büyüdükçe âfâk (Yüzeysel kuruluş) biçimlerimizi değiştirerek hiyerarşik bir biçim geometrisi (Matrix) kurar.

Enfus teklikten gelir ve ufakları kurduğunda çoklukları oluşturur. Ancak, "BÜTÜNLÜK-AYNILIK ilkesi" uyarınca, her şey temelde birdir. Örneğin bütün maddî ve enerjik evren sadece KUANTLARDAN kurulmuştur.

İnsan ise "KENDİ CİSMİ" sırrındandır. Antropi olarak insan, kendi cismi dışında kalan ufukları algılar. Oysa insanın bedeni, gövdesi, cismi, enfüs=nefislerden değildir. Âfâk insanoğluna şahdamarına kadar yakındır. Ama Enfus ona ŞAHDAMARINDAN da yakındır. İnsan ufuklardan sonra kendi yapısında (ve kendi yapısından içerideki süper-mikroskobik yapılar olan) nefsinde de, dış ufukların erişilmez yapılarının özde birleştiğini, birbirinin tıpkısı olduğunu, büyük ile küçüğün şahdamarında aynılaştığını, en uzak ile en yakının, uzayın şahdamarı olan TÜNELLERDE birleştiğini, teklik ile çokluğun sonsuz ötesinde birleştiğini görecek, ruhsal yeteneklerini zamanla akademikleştirecektir.

Ateş unsuru yolculuklar, kendi nefsimizin psişik kudretlerinden, ruhsal becerilerimizin sonucudur. En yalın anlamda, atmosfer dışına çıktığımızda yakıcı kozmik ışınlar içinde seyretmemiz bir "ATEŞ" tipi yolculuktur.

Yine "Güneş'e gidileceği" sırrı da ateş tipi yolcuklardandır. İnsanın dış ve iç uzayının değişmesi (dış uzaya taşınmamız olan elektromagnetik deşarjlar ve yolculuklar) sonucu kendiliğinden yanma, alev alarak yanıp kül olma da bir ateş tipi yolculuk olup, BEDENSİZ ASTRONOMİ'yi ispatlamaktadır.

İnsanın deri direnci ile ilgili ateş yolculukları da vardır: Kızgın kor ya da alev üzerinde ayakları yanmadan yürüyenlerin deneyimi de bir "Enfusî" ateş-yolculuğu örneğidir. Bunun sırrı da Hz. İbrahim'in yakılması sırasında ateşin gül bahçesine dönmesi mucizesidir.

Ateş yolculukları, Cinlerin doğal yol teknolojisidir. Çünkü onların enerji yapısına bağlı olarak, diğer canlı yaratıkları (Hayvan, bitki, yiyecek vb.) ile bütün eşyaları (Araç-gereçleri) bu ateş (enerji) doğasındandır. Cinlerin bu yapısını açımsamak için yeniden relativite teorisine değinelim.

Eğer bizim maddî bir uzay gemimiz olsaydı ve bu ışık hızına erebilseydi; o zaman madde kaydından çıkıp, enerji (Ateş) bir gemimiz olacaktı. İşte buna "ATEŞİN TAŞITI" diyoruz. Elektromagnetik her yolculuk bir BİNEK (taşıt) içermektedir.

Philadelphia deneyinde tayfalarıyla kaybolan ve sıçramalı olarak zamanı aşarak türlü yerlerde görünen deney gemisi de bu "Ateş-Taşıt" yani elektromagnetik aşırı yolculukların "binek"liğine birer örnektir. Aynısını tabiat da yapmakta, elektromagnetik fırtınalar, taşıt kaybolmalarına (Şeytan üçgenleri kazalarına) neden olmaktadır. Diğer Enfusî yolculuklar ise özellikle "Öteki âlemlerde" yer almaktadır: Cinlerin ateşten yanmamaları, Zebanilerin (Cehennemin görevli melekleri) ateşten etkilenmemeleri (Hatta onların doğal ortamı olan Cehennemi "Cennet kadar serin bilmeleri"), Mahşerde güneşin tam tepemize açılıp uzatılması sırasındaki aşırı sıcağa dirençlerimiz; hep "Ateş-tipi" yolculukları örneksemektedir.

"Öte âlemde" âfâk-enfus ve cisim BİR ARADA gerçekleşir. Dünyadaki Enfusî ve Cismanî yolculuklar ise bedensiz astronomi (Zikir, yakaza, halvet, keşif, gezici durugörü, hipnoz-telkinle ve OOBE denen astral vizyonlar) ile tecelli etmektedir (İç uzay yolculukları).

Afakî yani dış uzay yolculuklarımız ise bedenli olmaktadır. Bunlar, elektromagnetik fırtınaların uzay-zaman paradoksları, zaman yolculukları, mekân ve tayyı-mekân yolculukları, aynı anda birçok yerde olmak gibi türlü ışınlama biçimlerinde ortaya çıkmaktadır.

Uzay gemimizin ışık hızında "Ateş kökenli=saf enerjik" bir gemi olması ile Cinlerin bunun tıpkısı olan teknolojileri de afakî yolculuklardandır.

Aslında HER VARLIK BİRDİR, fakat değişik hızlara göre değişik görünüm ve yasalar oluştururlar. Hilkat=Yaratılış=Mesih BİRDİR. Ancak, hızlara göre canlılar türlü biçim ve isim alırlar. Melekler ışıktan hızlıdır, Cinler ışık hızındadır ve insanlar (ile canlılar ve madde) hız olarak ışıktan küçüktür.

Ruh'un tek enfüsî hilkati (Mesihi) olmasına karşılık, bedenlenmiş cisimlerin (Takyon, tardyon, lukson) afakî görünümü birbirinden farklı, fizik yasaları da HIZINA GÖRE relatiftir.

Hız sür'atle birlikte MESİH (Yaradılış biçimi) de DÖRT UNSURA bölünmektedir. Bütün bedensel yapılar, TEK BİR ASILDAN yani Simya=Alşimi denen maddenin vahdaniyeti olan TEK BİR UNSUR olan Süper-maddeden yapılmıştır. Daha sonra bunlar (doğanın dört kuvveti gibi) dörde ayrılmışlardır: Toprak, su, hava, ateş dört unsuru; en bilinen biçimiyle katı, sıvı, gaz, enerji olan dört hâlin açıklamasıdır. Bunun yanında Simya sırlarını da Cifir ile gözlemleyebiliriz:

"Yaş ağaçtan ateşin çıkması" gibi âyetler, MESİH=Hilkatin bir tek SİMYA ASLINDAN (Maddenin beşinci hâli) doğduğunu bildirir. Kur'an'da gerçekte ölü-diri değil; âyetlerde bildirildiği gibi "Ne yaş ne kuru (Hiç bir şey olmasın ki Allah'tan gizli değildir)" örneği üzere, canlı-ölü değildir. Cifir'in ana konularından biri olan Simya=Alşimi, ticari istismar olarak, örneğin cıvanın altına çevrilmesi, ucuz zenginlik olarak istismar edilmiştir.

Oysa bugün, atom sayesinde uranyum elementi bölünmesinden "İki ayrı" element elde etmemiz; SİMYA'nın atom çağında gerçeklenmesi, doğrulanmasından, Hilkat ya da Mesih'in değişmesinden başka bir şey değildir. Simya bilimi çağımızın kimya bilimini doğuran ve göksel sırları olan en eski laboratuar uygulamalı bilimlerindendir. Nasıl ki 7 bin yıl önceki Astroloji günümüzün astronomisini doğurduysa, simya da kimyayı doğurmuş göksel kaynaklı bir müstakbel bilimdir.

Simya biliminde ateş unsuru (Kuru) su tarafından (Yaş) söndürülmektedir. Dolayısıyla, ateş-su birbirine düşmandır. Ama su, toprağın dostudur ve toprağı korumaktan (magma olmaktan) kurtarır. Hava ise ateşin dostudur. Çünkü havasız ortamda ateş, alev olmaz. Hava yanıcı hidrojen ve yakıcı oksijenden oluşmuştur. Bu iki element bir araya geldiğinde "SU" olmakta ve ateşin düşmanı kesilmektedir.

Böylece havanın Mesihi değişmiş ve düşmanı SU olmuştur. İnsanın topraktan, Huri kızlarının sudan yaratılması, bu DOSTLUĞUN bir simyasal örneğidir.

Ateşten yaratılan cinlerin ise Cenneti "HAVA" tabiatlıdır. Onların Hurileri HAVA unsurundan yaratılmıştır. Cennetleri insanınkinden farklıdır. Cinlerin Cenneti, yanmaları; cehennemleri ise "Yakmaları" biçiminde eziyet görmeleridir. İnsanların ise yanması eziyettir. Böylece cinler (ve şeytanlar) YAKARAK; insanlar YANARAK eziyet görürler. Bunun tersine cinler yakmayarak, insanlar yanmayarak Cennetlerinde SEFA sürerler.

İnsanın topraktan, hurilerin ve Arş dibinin sudan olması; Cinlerin ateşten, "Cin-hurilerinin" dumandan (Hava-Ateş) yaratılmasının bütün Cifir ve Ledünnî sırları yanında DURAKAPALAM, BURAKAPALAM gibi Hind cifirsel araçları ile Tarık, Burak ve Refref gibi, "Mir'ac"a yönelik araçların da bir NUR'dan yapısı olduğunu, bütün değindiklerimizi, izleyen seri bantlarımızda ve yeri geldikçe okurlarımıza ayrıntıyla sunacağız.

Hint aracı Durakapalam ya da Süryani Turak-ı ğayb âlem (Ğayb âlemlerine giden yolun aracı), Tevrat'ın Tariki Kabala'sı (7 yer altı dünyasının biri olan "Arka"lıların aracı) ve Kur'an'daki TARIK suresine ismini veren "Gece" taşıtı ateş yolculuklarındandır. Hint efsanelerinde Durakapalam isimli bu araç, "İncimsi ışıltılar saçan" anlamında olup, "Gri hiçlik" dediğimiz, uzay-üstü uzayın kurşuniliğinde tek "hareketli" dolayısıyla tek ışık saçan taşıttır. Tibet efsanelerinde de "Turakapalam" diye bilinen ve son Rus çarı ile şimdiki Çin hükümetinin resmen aratmakta olduğu Durakapalam, belgelerde uzay üstü uzay'a (Galaksiler üstü uzaya) ışık hızıyla çıkabilmekte, sonra seçilen bir uzay bölgesine ve ZAMANA inmekte olan imtiyazlı bir taşıttır. Fransız Cedir, yazdığı eserde Durakapalam'ın "Defne külü" ile çalışan "Şeffaf cam balon" biçimi olduğunu yazmıştır. Bunun benzerine Nur suresi 35. âyette de rastlıyoruz:

"ALLAH GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'NUN NURU, İÇİNDE ATEŞ KAYNAĞI BULUNAN, KÜRESEL BİR DUYA BENZER. O KAYNAK DA BİLLUR SIRÇA (Cam ampul) İÇİNDEDİR. BU CAM, SANKİ MÜCEVHER IŞILTILI BİR YILDIZDIR. NE DOĞUDA NE BATIDA YETİŞMEYEN MÜBAREK BİR ZEYTİN AĞACINDAN (Yakıtı) YAKILIR. Kİ, NERDEYSE ONA ATEŞ DEĞMESE DE YAĞI (Yakıtı) IŞIK VERİR! BU DA NUR ÜSTÜNE NUR'DUR. ALLAH DİLEDİĞİ KİMSEYİ NURUNA İLETİR. ALLAH İNSANLARA ÖRNEK VERİR. ALLAH HER ŞEYİ BİLİR."

Bu âyet, en yüzeyde, bildiğimiz elektriğin ve ampulün haberciliği yanında, "Nur üzerine nurdur" diyerek, iki ayrı dalga boyunun TEK DALGA BOYUNA eşleştirilmesinden elde edilen LASER'in ANA İLKESİNİ de haber vermektedir. Elektriğin bilinmediği dönemde ampul neyse, elektriğin bulunmasında da Laser'i bilmeyişimiz odur. Aynı mantıkla Laser çağında da Durakapalam teknolojisini hayal edemeyişimiz de benzeri bir çaresizlik oluşturuyor.

Durakapalam, "Ampul" biçiminde ve bir CAM koruyucu içindedir. Uzay-üstü-uzay'a çıkmaktadır ki, bu bildiğimiz evrenin "Ne doğusu ne batısı"dır. Durakapalam'ın yakıtı (Peter Colossimo'nun da kitaplarında da yazdığı gibi) "Defne" külüdür. Bilindiği gibi defne ve ZEYTİN aynı, akraba ağaçtır. Bir defne dalı ile Zeytin dalı arasında HİÇ BİR FARK yoktur. Durakapalam mit'i ile Kur'an'ın "Zeytin" ağacı arasındaki BENZERLİK tamdır.

Kur'an'da "Ağaçlar" vardır. Örneğin, Son sedir ağacı (Sidretül Münteha) Cennet'e varıldığında görülecek bir ağaçtır. Sanki Zeytin ağacı da onun tersindedir, batı ve doğuda değildir. Bir anlamda Sedir ağacı gibi aktüel evren dışındaki "Kuzey-Güney"de yetişmektedir. Durakapalam'ın TARIK'ı işaret ettiği Ledünnî olarak da doğrulanmaktadır. Uzay-üstü-uzayda bulunan (Kendinden başka hiç bir ışığın bulunmadığı ve "Kendisi ışık saçan") Tarık'a basit anlamda "Gece gelen yıldız, Erke=Arka yıldızı" tefsirleri yakıştırılmıştır. Tarık, Batınî anlamda "Karadelik" ile ilgili olup; bâtıl anlamda da onu ve Nur-36'yı "Uçan daire gibi adlandıranlara" malzeme olmuştur.

Tarık terimi, Nur'un Cifirinden olduğu için Tarık'ın isminin açıklaması için Nur-35 ve 36. âyet konuşturulmaktadır. Kur'an'da sure isimlerinde (Bir anlamda kafiye diyebileceğimiz) benzer harf sayısı %66 olduğunda Cifir yolu izlenir. (Tin, Cin ve Tûr-Nûr Nûr-Nûh gibi.) Tarık suresine ismini veren "TARIK" BİNEĞİ EBCeD olarak (T=400, R=200, K = 100 biçiminde) düzenli yarılanmakta, toplamı 700 EBCeD sayısını vermektedir. 700'ün bağıl değeri EBCeD'de tek başına Zel diye okunan ince Z harfidir; mutlak değeri ise 7 olup, yine aynı EBCeD tablosunda kalın okunan Z=Zâl harfinin karşılığıdır. Zil-Zal, Zez-Zağ (Zig-Zag) 'ın da ismini veren bu değerin Meleğinin karşılığı olan "Şifre", birbirini izleyen çift âyette saklı sayılmaktadır. Şifreyi, 700 ile 7 arasında kalan (70) ondalık değerini ikiye bölerek saptarız. Yani 35. âyet ve devamı olan 36. âyetle "KONUŞULUR"; Nur-35 Tarık suresinin adresini verir.

Kur'an'da olan her şey, daha önceden insanların toplu bilinç altına verilmiştir. Gizli bilimler Durakapalam teknolojileri ve efsaneleri de ("Harut-Marut" isimli bir çift meleğin insanlara gökten indirdiği ve bildirdiği kozmik sırlar) gibidir. Gerçekten ikisi arasında aşırı benzerlikler gözleyebiliyoruz. (Doğrusunu ALLAH bilir!)

Nur-36. âyet de, 35. âyetin "Allah, dilediği kimseyi Nuruna iletir" şifresinin açıklamasıdır.

"(O şey) ALLAH'IN YÜKSELTİLMESİNE VE İÇİNDE ADININ ANILMASINA İZİN VERDİĞİ EVLERDEDİR. ONUN İÇİNDE SABAH-AKŞAM O'NU TESBİH EDERLER."

Bir takım "İmtiyazlı kimselerin" ya da Allah'ın seçkin ve salih kullarının Durakapalamlı "Uzay-üstü-uzay" yolculuğuna izin verilmiştir. 35. âyetteki "Allah insanlara örnek verir" açıklaması, bu aracın varlığının örneksendiğini yani imâl edildiğini açıklar.

Nur'un kafiyelisi "Tur" süresidir. Tur ise Sina'da bir dağdır ve o dağ ayrıca Tin suresinde ikinci âyette de geçmektedir. Tin "İncir" demektir ve "Süper Uzay" bir kesilmiş incir gibidir.

İlk âyette "İncir ve Zeytin'e and" verilerek başlanır; sonra ikinci âyet ile Tur dağına da and verilir. Ayetteki "Zeytin" Durakhapalam'ın "Ne doğuda ne batıda yetişmeyen" Defne-Zeytin ağacı ve yağı ile Cifirde buluşmaktadır.

Harut'un sırrı Durakhapalam gibi Marut'un sırrı BURAKHAPALAM (Hind-Sind-Sanskrit-Süryan tılsımlarındaki) "Burakı ğayb âlem" cifirindendir. Resulullah'ın Mir'acındaki "BURAK" denen bineğini hemen her okuyucu duymuş olmalıdır. Burak evrenin en hızlı aracı olup, "Bir anda ufukları" (Evrenin çapı ile ölçülen olay-rasat ufuklarını) aşmaktadır. Işığın BİN YILDA aldığı mesafeyi bir günde almaktadır. Her bir ufuk, onun için bir adımdır. (Hadisi Kudsilere [?] göre)

Burak'tan daha hızlı olan araç ise REFREF olup, ışığın 50 bin yılda aldığı mesafeyi bir günde kat etmektedir. Refref için "Minder, seccade, yaygı" yakıştırması yapılmıştır. Burak ve Refref Resulullah'dan başkasının binmediği, kişiye özel bir çift araçtır.

Çok kısa ve sadece "Çıtlatma" kabilinden verdiğimiz bu bilgilen ve Ateş-Nur tipi yolculuk teknolojilerini dizimiz kitapları boyunca sunacağız.

İLERİ BİLGİLER - 7

YASİN TECELLİ EDİYOR!..

Önceden de bildirdiğimiz üzere, Yâsin suresinin kalbi, 41 ve 42. âyetlerdir. 40. âyet, "GÜNEŞ SİSTEMİNİN" haberciliğini yapmaktadır. Güneş-Dünya-Ay üçgeni (ya da kuturları) içinde kalan "BİZE YAKIN GÖĞÜ", çevremizdeki uzayı, "HER ŞEYİN KENDİ ÖZGÜN YÖRÜNGESİNDE YÜZDÜĞÜNÜ" yani Galilei'nin "Eylemsizlik kütlesi ve ilkesini" önceden haber vermekte; insanoğluna öncelikle "Bir cismi uzaya bırakması için gerekli Kurtulma=Kaçış hızını" daha sonra da "Uzaya bırakacağımız yapay uyduların" eylemsizlik ilkesi yardımıyla düşmeden yörüngeye oturması için "Yörünge hesaplarını" kısaca bize "UZAY YOLCULUĞUNU" bildiriyor!

Çünkü bu âyeti izleyen 41. âyet "UZAY YOLCULUĞUNA" izin veriyor. "Denizdeki bir gemi" kadar basit düşünülemeyecek olan "Meşhûn=BİNEK" ilâhi kelâmı, Nuh gemisi olayını "Uzay boyutlarına" çıkarmaktadır. (*)

(*) Yanlış ve dar görüşlü tefsirler, bineği sadece "Gemi" diye lanse ederek, okuyucuyu kısıtlamaktadır. Kupkuru bir "Gemi" meali ile yetinmek, hem çağın gerçeklerinin gerisine düşmek, hem beynimizin hamlelerine, tasavvurlarımızın engin ufuklarına bir katliamdır, hem de "HER ÇAĞA HİTAP EDİCİ" KUR'AN'a ters düşmektir. Binek, binilebilen, taşıyan, sürülebilen, yerleşilebilen, seyyar her şeydir. Seyreden her nesne bir binektir. Binek, her çağın dinamik-değişken taşıtları yanında çok boyutlu bir ilâhi kelâmdır. Binek terimini, CİFİR yöntemini ikinci kez kullanacağımız İNŞİKAK suresinde de açacağız, ayrıca Kıyametin "Ortanca-Gizli" alametlerinden biri olan uzay fethini ilgili kitabımızda sunacağız.

Ayetteki "Hamelnâ = Yüklenmiş, yükünü tutmuş" terimi KARGO teknolojisini (Ambarlama, depolama, yakıt tankları, araç için gerekli malzeme ve donanım ile hayatî destek stokları) PERSONEL TAŞIMACILIĞINI ise Zürriyet ve malzeme yükü olarak açıklamaktadır.

Binek ve Kargo ikilisi, insanın uzayı tedricen fethedeceğini, uzay ufuklarının giderek insan elinde genişleyeceğini önceden bildirmektedir. Uzayın endüstriyel ve sosyal yerleşimine bağlı işletmeciliğin bütün taşıt, araç, gereç, ünite-tesis, donanım ve malzemesi "YÜKÜNÜ TUTMUŞ BİNEK" şifresindendir. Oysa böyle bir proje dün imkânsızdı. Günümüzde kısmen gerçekleştirilmekte; gelecekte de olağan, klâsik bir teknoloji sayılacaktır. Yakın gelecekte bile uzay astronotiksi (Havacılık-pilotaj gibi) sıradan bir meslek sayılacaktır. Uzay taşımacılığı, uzay turizmini doğuracaktır. Öyle ki, Ay bile "KAPI KOMŞUSU" sayılacaktır.

Gezegen iskânı yanında, uzay kolonizasyonu ile sosyal yerleşimler oluşturulacak, uzayda yüzen kentler, transit-ara dev uzay istasyon ve plâtformları kurulacak, üsler, fabrikalar, tesisler ile "UZAY YÜKÜNÜ TUTMUŞ" olacaktır. Uzay taşımacılığını, Hz. Nuh'un gemisinin birçok misli büyüklükte Kargo gemileri, Füzyon reaktörüyle çalışan örneğin onbin yolcu kapasiteli MEKİK'ler üstlenecektir. Türlü Kurye ve robot taşıtların yanında, yürüyen merdivenler gibi yürüyen kaldırımlar da birer binek olacaktır. Merkür, Venüs, Mars gibi iç-topraksı gezegenlerin her biri sırayla sıçrama taşı olarak kullanılacaktır. Resulullah hadisleri [?] kaynakça olduğu sürece, tasavvurumuzu bu yönde kullanmalıyız.

Kur'an'ın kalbinin de kalbi olan 41-42. âyetler, bize bütün fizik ilkelerini eksiksiz vermektedir. İşte kurtulma hızı, işte eylemsizlik (Atalet) prensibi, işte "Yörünge hesapları" ve bunun yanında "Uzay teknolojisi" Yâsin'in niçin "KALB" olmayı hak ettiğini gösteriyor. Yoksa mübarek Yasin sadece "Ölülerimize okunan" öylesine bir "hediye" değildir.

Eylemsizlik ilkesini, kurtulma hızı, yörünge hesapları ve uzay teknolojisinden önce, bütün "DİNAMİK" formülleri de aynı âyetlerde verilmiştir.

İnsanoğlu doğduktan sonra yürümeyi öğrenmiş, sonra yaya olarak KARAYI keşfe çıkmıştır. Atı evcilleştirince de piyadelikten süvariliğe terfî etmiştir. Atının beygir gücünü, daha sonra motorlarına güç birimi olarak mal etmiştir. Buhar ve elektriği Hz. Nuh'un tendürü (Tandırı) benzeri buhar kazanlarında, yüksek fırınlarda, dev elektrik santrallerinde yeniden keşfetmiştir. Şimdi de füzyon reaktörlerinde onu mükemmelleştirerek Tabutüs Sâkine (Ahit sandığı) gibi ilahî ileri teknolojileri gerçekleştirme yoluna girmiştir.

İnsanoğlu yürümeden sonra da yüzmeyi öğrenmiştir. Yüzmekten yorulunca tutunduğu kütükleri yüzdüren suyun kaldırma kuvvetini kavramıştır. İçini oyduğu küt uçlu kütüklerin balık biçimi verilince (hidrodinamik biçimler) daha uygun olduğunu akıl etmiştir. Balıkların yüzgeçleri yerine kürekleri, kuyruğu yerine dümeni takmış; yüzücü taşıtlarını balıklar gibi dar, yuvarlak ve füze biçimi bir hidrodinamiğe kavuşturmuştur. Bu arada sal denen ilk kargo şileplerini de bulmayı ihmal etmemiştir.

Karada nasıl ki tekerleği bulup da onu hayvanlara kağnı, fayton diye çektirmişse, denizde de ilkel motoru (Rüzgârın şişirdiği) yelkenleri olmuştur. Daha sonra Hz. Nuh'un tendürü (Tandır) olan fırını buhar, kömür, petrol ve nihayet atom ile tutuşturmuş, gemilerini büyütmeye başlamış, forsalık da kölelik gibi tedavülden kalkmıştır.

Suyun kaldırma kuvvetinin yalnızca tahta gibi özgül ağırlığı sudan küçük olan materyalde olmadığını kavramış, suyun yüzey geriliminin çeliği bile yüzdürdüğünü anlamış, hatta biraz batmasını sağlayarak denizaltıları da yapmıştır.

Aynı insan, kara yüzeyini ve denizlerin ufuklarını tüketince dünya dar gelmiş, gözünü göğe kaldırarak kuşlara imrenmiştir. Artık yüzeyden hacıma (iki boyutludan üçüncü boyuta, yükseklere) azmetmiştir.

Uçurtmalar ve havai fişekler (Donanma maytapları) önce insanoğlunun eğlencesiydi. Daha sonra bunları "Ciddiye" alarak fizik yasalarını ve nihayet teknolojisini imâl etmeyi başarmıştır: Uçurtmayı kanatlı planör; havai fişeği de jet-füze olarak yeniden tanımıştır. Sudaki hidrodinamik ile havadaki aerodinamik arasında fark olmadığını, hem suyun hem de havanın "BİRER KALDIRMA GÜCÜ" olduğunu öğrenmiştir.

Uçan araçlarına kırlangıç ve kırlangıç balığının kopyasını vermiştir. Gövdeyi yuvarlamış, (karada rüzgâra karşı en iyi ilerleyen biçim olan kargı, zıpkın vb.) OK dinamizmini kullanmıştır. Yüzgeçlerin, küreklerin yerini "Kanatlar" almış; tersane ve havacılık mühendisliğinin birbirine aynen benzediğini bulmuştur. Akışkanlar dinamiği (Girdap ve Lâminer akımlar, sirkülâsyonlar, konveksiyonel akımlar, akıntılar, su ve havanın dirençlerine bağlı ideal biçim ve ideal hız modelleri) kısaca hidrodinamik ve aerodinamik teknolojisidir.

Enerji, insanın "Emrine" musahhar kılınmış, tahsis edilip bağlanmıştır. İnsanın emrine sudan başka (Bineklerden barajlara, lokomotife kadar) havanın da verildiğine birazdan âyetlerle değineceğiz. Su ya da hava ya da enerjinin bir başka çeşidi, suyun ve rüzgârın döndürdüğü klâsik değirmenler veya şimdiki dev rüzgâr kuleleri ya da dev güneş enerjisi seralarıdır. Adı ne olursa olsun, insan emrine verilmiştir. Çünkü insana aklıyla keşfetme yeteneği olan ilâhi bir nimet verilemesiyle, maymunlardan farklılığımızı anlamışız. İnsan ENERJİYİ ALLAH'IN İZNİYLE EMRİNE ALMIŞTIR. Oysa bunu hayvanlar yapamaz!

Bu "Emrine alma işlemini" de DOĞADAKİ DOĞAL YARATILIŞTAN kopya etmiştir. Sudaki paraşüt Medüz (Denizanası) ve havadaki paraşüt ise uçucu bitki tohumlarının taklididir. Helikopteri ise "Helikopter böceğinden" yararlanarak almıştır insan...

Sudaki bu hidrodinamik yasalar ve biçimlendirilmeler, havadaki canlılarda ise Aerodinamik yüzde (uçma) biçimi ile tam benzeşir. Gerek havanın gerek suyun kaldırma güçleri vardır. Yüzgeç ve kuyruk dümeni neyse, kuşların da kanadı ve kuyruğu odur. Çünkü ikisi de "Yüzmektendir". Sadece uçucu oldukları için Seyyar değil Tayyar olarak nitelendirilmişlerdir (Seyyare=Gezegen, Tayyare-Uçak gibi).

Balıklar ile kuşların "Dinamik yapısı" arasında temelde fark yoktur. Dolayısıyla, UÇMA serüveni, önce YERYÜZÜNÜN DENİZLERİNDE gerçekleştirilmiştir. Denizde yüzmek, sanki bir tür uçuş gibidir. Kuşların kanatları, dümen olarak kullandıkları kuyrukları ile kedi otunda olduğu gibi paraşüt gibi süzülen tohumların uçma düzeneği hep havacılığın doğal örnekleridir. Yasa koyucu ise bizzat Rabbimizdir:

"YERLE GÖK ARASINDAKİ CEVVİS SEMÂ'DA MÜSAHHAR (Yasalara uygun) OLARAK UÇUŞAN UÇUCULARA (Böcek, kuş, uçak) BAKMADILAR MI? ONLARI ORADA ALLAH'TAN BAŞKASI TUTMUYOR. BUNDA İMAN EDECEK BİR ZÜMRE (Bilim erbabı) İÇİN NİCE ÂYETLER (Delil, kanıt, ders, ibret, model, öğreti, tasarım, gösterge, işaret, ipucu) VARDIR." (Nahl-79)

Yukarıdaki âyet hem yatay (Ufkî) hem de dikey (Şakulî, Enfusî) jiroskop olayını, kısaca "Uçucu teknolojiyi" anlatmıştır.

Bu sayede bizler de uçakları yapmıştık. Kuşların kanatları uçak; hava keseleri ise balonlarımız olmuştur. İnsanoğlu kendine kuşbakışı bakan kuşlara da tepeden bakmış ve daha yukarılara, yani atmosferde oksijenin artık yakmaya yetmediği "Cevvis Semâ=Atmosfer biyosferine" kadar yükselebilmiştir.



İLERİ BİLGİLER - 8

HAVACILIK ENDÜSTRİSİ İÇİN KUR'AN EMRİ...

Kur'an'ın kalbinin kalbi, Yasin'in ortası olan 41-42. âyetlerden 42.si BİNEKLERİN türlü türlü oluşunu açıklayarak, kara, hava, deniz, uzay vb. taşımacılığının bütün taşıtlarını insanlara müjdeliyor. Bu taşıtlar o kadar basite alınmamalıdır. Örneğin en basit bisikleti (bu yüzyıla doğru keşfeden ve bildiğimiz şimdiki modelini) yüzyılımızın içinde bulabilen insanoğluna "TAŞIT" kavramı öyle kolay gelmemelidir:

"ONLARA BUNUN GİBİ BİRÇOK TAŞIT YARATTIK!" (Yâsin-42)

Âyette, Onlara=İnsanoğluna, BİNEK serisinden evrimi boyunca türlü türlü taşıtlar yaratıldığını bildiriyor. Bu yaratım dinamik yasaların yani fizik ilkelerinin ta kendileridir. Buna benzer olarak daha önceki âyette de "Zürriyetlerin TAŞINMA" işlemini bizatihi Allah (c) üstlenmektedir. Devamı olan âyette ise, taşıtlarımıza model olan canlıların "Yaratılmasıdır". Bunun anlamı, kısaca bizim HAYVANDAN OLAN FARKIMIZDIR. Hayvanların uygarlığı, taşıtları yoktur. Ama insanoğlunun (Rabbin koyduğu) fizik yasalarına bağımlılığı vardır. Örneğin suyun kaldırma kuvveti, rüzgârın kaldırma kuvveti fizik yasası olarak konmasaydı, "TAŞIMA İŞLEMİ" olmayacaktı. Yine bu yasaları keşfedip taklit etmeseydi insanoğlu türlü taşıtlar yapmayı beceremeyecekti.

Suyun kaldırma gücü yanında "Havanın da bir kaldırma gücü olduğu" âyetlerde bildirildiği üzere uçaklar, helikopterler, (atmosfer içinde uçan jet denen öncü füzeler) roketler havadan ağır olduğu hâlde bulunmuştur. En önceki baruttan yakıtlar, sonra petrole çevrilerek, havai fişekler, son sistem yolcu jetlerini ve hatta jumbo dediğimiz dev ve çok katlı uçakları uçurmuştur. Bunların tümü de "Havanın kaldırma kuvvetinin" aerodinamizme uygulanmasıdır. Hava, rüzgâr ve fırtınanın bu "Kaldırma kuvveti" Kur'an'da pek çok yerde geçmektedir. Özellikle üç âyet, bu kaldırma gücüne dayandırılarak bir "Uçan aracın" daha önce yapıldığını bildiriyor. Hz. Nuh'un gemisi nasıl ki, insanın tıpkısı boyutlarda onu yapabilmesi için binlerce yıl geçmesini gerektirmişse, aynı türde bir hava aracı da Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş daha sonra yüzyılımızda gerçekleşmiştir:

"BİZ DE ONA (Hz. Süleyman'a) RÜZGÂRI MUSAHHAR KILDIK (Hizmetine verdik). ONUN EMRİYLE LÂTİF BİR HAVA İLE İSTEDİĞİ YERE GİDERDİ." (Sâd-36)

"SÜLEYMAN'IN EMRİNE, SABAH GİDİŞİ BİR AY, AKŞAM DÖNÜŞÜ BİR AY OLAN RÜZGÂRI DA VERDİK. ONA ERİMİŞ BAKIRI PINAR GİBİ AKITTIK. CİNLERDEN BİR KISMI RABBİNİN EMİR VE İZNİYLE ONUN ÖNÜNDE (Bakır eriyiğini) İŞLERLERDİ. ONLARDAN (Cinlerden) HER KİM SÜLEYMAN'A İTAAT ETMEYİP, FERMANIMIZDAN DIŞARI ÇIKACAK OLSA ONA ALEVLİ AZABI TATTIRIYORDUK." (Sebe-12)

"BİR DE (Hz. Davud'a) SİZİN İÇİN, SİZİ SAVAŞIN ŞİDDETİNDEN KORUSUN DİYE ZIRH SAN'ATINI ÖĞRETTİK. SİZ ŞİMDİ BUNUN ŞÜKRÜNÜ YAPIYOR MUSUNUZ? SÜLEYMAN'IN EMRİNE DE ŞİDDETLİ RÜZGÂRI (Fırtına, bora, kasırga) VERDİK. O (Taşıt) ONUN EMRİYLE (Pilot direktifiyle) KENDİSİNİ BAREK (Mübarek, bereketli) YERLERİMİZE GÖTÜRDÜ, BİZ HER ŞEYİ BİLENİZ." (Enbiya-80,86)

İnme sırasına ve Cifir şifresine göre sunduğumuz bu üç âyetten, üç ayrı türde hava taşıtı verildiğini anlıyoruz. Bunlar sırayla, HAFİF HAVA, RÜZGÂRLI HAVA ve TAYFUN TİPİ HAVA esintileri şifreleridir.

Birinci âyetteki hafif hava, "Yavaşça" esen bir rüzgâr olup, sırt uçurtmalarından paraşüte, balondan zepline, helikopterden hava yastıklı (Yarı uçucu Hoverkraftlar) araçlara, ağırlıksız uydu türünden disk biçimli UFO'lara kadar türlü "Süzülebilen" araçları vermektedir. Ayette bunların istenilen yere yöneltilebilecek bir kumanda mekanizması olduğu da açıkça bildirilmiştir.

İkinci âyet ise daha hızlı TAŞITLARI, özellikle "UÇAĞI" şifrelendirmektedir. Bunun açıklamasını daha önce "cev"de [cilt] açıkladık.

Üçüncü âyet "Şiddetli rüzgâr=Kasırga" anlatımıyla bütün bunlardan daha hızlı bir taşıtı bildirmektedir. Cifir yöntemiyle, bunun "Tepkili" olan jet-füze türü taşıtlar olduğunu anlıyoruz.

İkinci âyetteki "Bakır" endüstrisi, üçüncü âyetteki (Daha Önce Hz. Süleyman'ın babası olan) Hz. Davut'un DEMİR endüstrisiyle birleşmektedir. Zırh sanatı, tank gibi zırhlı araç teknolojisinin habercisidir. Böylece "Rüzgârın uçurduğu" metal taşıtların açıkça haberi vardır. Üstelik bu taşıtlar, sürücüsü olan (Peygamberin) pilotluğu yönetimindedir. "Mübarek yerler" ise, bakım-onarım-yakıt ikmal ve hangarı olan, inip-kalkılan hava alanlarını AÇIKÇA İŞARET ETMEKTEDİR. Aynı "Mübarek yerler" daha önce de NUR'a adını veren 35. 36. âyetlerin sırrındandır.

"... ALLAH, DİLEDİĞİ KİMSEYİ NURUNA İLETİR. (O nesne) ALLAH'ın YÜKSELTİLMESİNE VE İÇİNDE ADININ ANILMASINA İZİN VERDİĞİ EVLERDEDİR. ONUN İÇİNDE SABAH-AKŞAM O'NU TESBİH EDERLER."



Okuyucumuz, bunların "Yorum" değil; Kur'an cifirinin konuşturulması olduğunu aklında tutmalıdır. Çünkü yorum, kişiseldir; fakat Cifir yöntemi "Ümmetin yanlış üzerine birleşmediği" asıl ve genel anlama yöneliktir. Kişisel yorumlarda zan-zehab, sanı ve hatta sanrı vardır. Oysa CİFİR'de bulunanlar metodiktir. Akıl-mantık yolu ile imâna uygun geliyorsa inanılabilir. Sunduğumuz 3 âyet için izleyen kriptolojik bilgiler-B ekini okuyabilirsiniz.

Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin