İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə1/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



.n

İSTANBULUN: CAMİ, MESCİD, MEDRESE, MEKTEB, KÜTÜBHÂNE, TEKKE, TÜRBE, KİLİSE, AYAZMA, ÇEŞME, SEBİL, SARAY, YALI, KONAK, KÖŞK, HAN, HAMAM, TİYATRO, KAHVEHANE, MEYHANE.. BÜTÜN YAPILARI... DEVLET ADAMI, ÂLİM, ŞÂİR, SANATKÂR, İŞ ADAMI, HEKİM, MUALLİM. HOCA, DERVİŞ, PAPAZ, KEŞİŞ, MECZUB, NEVCİVAN, NİGÂR, HANENDE, SAZENDE, ÇENGİ, KÖÇEK, AYYAŞ, DERBEDER, PEHLİVAN, TULUMBACI, KABADAYI, KUMARBAZ, HIRSIZ, SERSERİ, DİLENCİ, KAATİL,. ^ÜTÜN ŞÖHRETLERİ. DAĞI, BAYIRI, SUYU, HAVASI, MESİRE YERLERİ, BAHÇELERİ, BOSTANLARI VE İLÂH.. BÜTÜN TABİAT GÜZELLİKLERİ VE COĞRAFYASI... SOKAKLARI, MAHALLELERİ, SEMTLERİ.. YANGINLARI, SALGINLARI, ZELZELELERİ, İHTİLÂLLERİ, CİNAYETLERİ, VE DİLLERE DESTAN OLAN AŞK MACERALARI... İSTANBUL HALKININ DEVİR DEVİR ÂDET, AN'ANE, GİYİM VE KUŞAMI... İSTANBUL ARGOSU.. İSTANBULA AİT RESİMLER, ŞİİRLER, KİTAPLAR, ROMANLAR, SEYAHATNAMELER... İSTANBULA GELMİŞ YABANCI ŞÖHRETLER..



Bu cildi rahmetli arkadaşlanm Muallim Muzaffer Esen, Heykeltıraş Râtib Âşir Acudoğu ve Muallim Sâiru Turgud Aktansel'in aziz hâtıralarına ithaf ediyorum.

R. E. Koçu



EKREM KOÇU

Bu cildde: Saim Turgud AKTANSEL, Sermet Muhtar ALUS, M. Naci ECER, İhsan HAMAMİOĞLU, Vâsıf HİÇ, Reşad MİMAROĞLU, Aziz OĞAN, Ali ORTA, Nâhid Sırrı ÖRİK, Mahmud YESARİ merhumlarla Meh-med Ali AKBAY, Ekrem Hakkı AYVERDİ, B. ALACALI, Rebii BARAZ, Naşid BAYLAV, Şükrü Nail BAY-RAKDAR, Pertev Naili BORATAV, Müok Süleyman ÇAPANOĞLU, Rüşdi DAĞLAROĞLU, Feridun DİRİM-TEKİN, Behçet EVLER, Osman Nuri ERGİN, İsmail ERSEVİM, Semavi EYİCE, Ali GENCELİ, Ali Nüzhet GÖKSEL, Hakkı GÖKTÜRK, Reşid Halid GÖNÇ, M. Baha KÂHYAOĞLU, Hasan KOCAMAN, B. OLKER, Neşat Halil ÖZKAN, Mahmud ÖZLÜ, T. Yılmaz ÖZTUNA, Kevork PAMUKCUYAN, Neoklis SARRİS, Midhat SERTOĞLU, H. Y. ŞEHSUVAROĞLU, Hadi TAMER, İbrahim Hilmi TANIŞIK, Osman TOLGA, Taceddin TOPAÇ, Ali VEREN kalem arkadaşlığı etmişlerdir.

Sabiha BOZCALI, Behçet CANTOK, O. Zeki ÇAKALOZ, H. ÇİZER, Hâşim, H. Hüsnü, Nezih İZMİRLİOĞLU, A. Bülend KOÇU, Reşad SEVİNÇSOY, Salih SİNAN, Abdullah TOMRUK, Kemal ZEREN resim, harita, kroki ve plânları yapmışlardır.

276 resim, 28 plân, harita ve metin dışında 6 yaprak renksiz, l yaprak renkli resini ve l yaprak yazı ilâvesi.

\
ÜÇÜNCÜ CİLD



AŞİRET MEKTEBİ — BABA

Ekrem Koçu ve Mehmet Ali Akbay İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ

ve Neşriyat KoUektif Şirketi İSTANBUL, 1960



Ayasofya (Resim: Reşad Scvinçsoy)

Yabancı dillere terceme hakkı ve türkçe baskı hakkı yalnız Reşad Ekrem Koçunundur.

NURGÖK MATBAASINDA BASILMIŞTIR.

A

AŞİRET MEKTEBİ HÜMAYUNU —



İkinci Abdülhamid zamanında ve 1306 (1890) senelerine doğru arablarla aşiretlere karşı (kuvvetli bir temsil siyaseti projesi ha-zılranmış ve evvelâ) çocukların harbiye mektebinde (okutulması düşünülmüştür).

6. Temmuz 1306 (1886) tarihi Tercümanı hakikatin başmakalesinde okunduğuna göre: 1302 (1886) senesinde Hicaz, Yemen ve Trablusgarb evlâdı arabından 48 kişi getirilip Harbiyede tahsil ettirilerek üç senede zabit çıkarılıp memleketlerine gönderilmiştir. Bu zabitler bir cuma selâmlığından sonra Padişahın huzuruna kabul olunmuşlardır.

Arab zabitler gördükleri teveccüh ve iltifata karşı padişaha bir teşekkür arızası takdim etmişler, padişah da memnuniyetini başkâtibi vasıtasile onlara yazı ile bildirmiştir.

Bu yazıda şu cümleler bilhassa kayda değer:

«... Memleketlerinize avdetinizde memur olacağınız hidematı askeriyeyi askerlik şanı âlisine lâyık olduğu üzere bçgayet namuskâ-

rane ve sadakat şıarane ifa ile hakkınızdaki teveccühatı (şahane) nin bir kat daha teza-yüdüne sarfı mesai edeceğiniz ve hemşehri ve hemsinlerinizden pek çoğunun sizi görüp-te sizin gibi sayei (şahane) de tahsili ulûm ederek feyziyab olmağa... çalışacakları me-muli âlidir...»

Bu zabitler piyade ve süvari mülâzımı sanilikleri rütbelerile çıkarılmış ve her birerlerine üstelik olarak hükümdarın yaverliği rütbesi ve üniforması da verilerek bulundukları memleketlerdeki askerî mıntakalara göre gönderilmişlerdir. Harbiye mektebinin 1307 (1891) senesi mezunları arasında bunlardan 55 zabitin ada ve gönderildikleri yerler yazılıdır.

İki sene sonra arablarm Harbiyede okutulmasından vaz geçilerek onlar için hususî bir mektep açılması düşünülmüş ve işte Aşiret Mektebi o maksatla ortaya çıkmıştır. Aşiret çocuklarını okutmak için hususî bir mektep açılmasını ilkin Abdülhamid II düşünü yor, bunun hakkında ikinci karin fahrî yaver ve ferik Osman Nuri Paşaya direktifler veriyor ve buna göre bir lâyiha yazıp takdim edilmesini emrediyor. Osman Nuri Paşanın yazmış olduğu 9 Haziran 1308 (1892) tarihli lâyihanın programa ait bir fırkasını (Tarih dersleri hakkında) olduğu gibi alıyorum:

«Selâtini izamı osmaniyenin şevket ve

AŞİRET MEKTEBİ

— 1158


istanbul

ANSİKLOPEDİSÎ

— 1159 —

AŞİRET MEKTEBİ




re'fet ve adaleti şamilesini ve dinî ve siyasî muvaffak buyuruldukları tesisatı hayriyye ve nafıayı ve hıttai Mısriyyei şahanenin Devleti Aliyyei Osmaniyye hükümeti adilesine dahil olmazdan evvelki ve sonraki ahvalini, velhasıl Devleti Aliyyei Osmaniyenin milleti islâmiyye ve milleti saire içinde bihakkın haiz olduğu mevkii azamet ve ulüvvişan ve menzileti biletraf tarif eder surette mahsu-san bir tarih kaime aldırılıp bir hey'eti muktedire marifetile muayene ve, tetkik olunduktan sonra tabolunarak kitabı mezburdan tedris edilmelidir.»

Bu tarzda hususî bir islâm tarihi yazılmış ve muktedir bir hey'et tarafından tetkik edilip bastırılmış mıdır? Öğrenemedim. Fa; kat bu lâyiha üzerine çıkan padişahın iradesine Babıâlice iktifa olunarak mektebin ders programı ve idaresi için nizamnamesi hazırlanıyor ve 14 Haziran 1308 (1892) tarihinde takdim ediliyor ve Beşiktaşta Akaretlerde birkaç bina Maarif Nezaretince kiralanarak mektebe tahsis olunmak isteniyor. Bütün bunlardan bahseden Meclisi Vükelâ mazbatasında şöyle bir fıkra da göze çarpıyor:

«Darüşşefakanın usuli idaresi mazbut ve masarifi mekâtibi saire muhassesatının nısfına muadil olmasına nazaran işbu mektep talebesini sureti iaşesinin dahi Darüşşafakaya tevfik edildiği halde tasarruf ve mazbutiyeti mucib olacağı...»

Şu izahata göre Arabistanm her köşesinden - bilhassa muteber ailelere mensup -Arab gençleri getirilerek burada okutturulacak, kendilerine Türkçe ile birlikte Osmanlı Terbiyesi ve memleket idaresi usulleri hattâ askerlik gösterilecek, böylece en yeni bilgilerle teçhiz edildikten sonra Arabistanda açılacak mekteplere muallim, kazalara kaymakam ve taburlara zabit olarak gönderileceklerdi.

Bu cihetleri maarif tarihçesindeki şu kayıtlardan da öğreniyoruz.

«Urbanı aşair evlâdının talim ye terbiyelerine ve mektepler tesisine mukaddeme olmak üzere Halep, Suriye, Bağdat, Basra, Musul, Diyarbekir, Trablusgarb vilâyetlerile Bingazi, Kudüs ve Zor sancaklarından dörder; Yemen ve Hicaz vilâyetlerinden beşer ki cem'an elli nefer şakirdin aşair ve urban evlâdının en muhterem ve muteberanından kur'a ile bilintihab Dersaaadete izamlarile

Aşiret Mektebi namile bir mekteb tesisi ve müdüriyetine Mektebi Mülkiye müdür muavinliği uhdesinde kalmak üzere Recai Efendi tayin edilerek Beşiktaşda vâki Akaretlerde 1310 senesi Rebiülevvelihin 12 sine müsadif 21 Eylül 1308 (1892) tarihinde Maarif Nazırı hazır olduğu halde resmî küşadı icra olunmuştur.

Aşiret Mektebinin 1310 (1892) senesi Rebiülevvelinin 12 sine düşen 21. Eylül. 1308 (1892) tarihinde açıldığı resmî bir eser olan Maarif Tarihçesinden anlaşılmakla beraber ancak iki sene sonra açılabilmiş olduğunu da arşivde görülen aşağıdaki vesikadan öğreniyoruz.

Anlaşılan 21. Eylül. 1308 (1892) de şöylece bir başlanmış olsun diye akaretlerdeki evlerde üstün körü bir açılış töreni yapılmış ve fakat (bütün hazırlıklar yapılmaya ve talebe gelinceye kadar aradan iki sene kadar vakit geçmiştir.

Arabistan ve Kürdistandan seçilip peyderpey İstanbula gönderilen talebeyi rıhtımda Mektebi Mülkiye talebesi karşılamış çocuklar Aşiret Mektebi açılıncaya kadar Mektebi Mülkiyede misafir kalmışlar ve salimen gelip mektebe yerleştirildikleri ailelerine telgrafla bildirilmiştir.

Halbuki arşivdeki kayda göre: Aşiret Mektebinin 11. Rebiülevvel. 1312 ye yani 1. Eylül 1310 (1894) tarihine düşen velâdetine-bevî gününde açılması Padişaha arz edilmiş ve Padişah bu tarzda yapılmasını irade etmekle beraber «zikrolunan mekteb için bir mahalli mahsus tedariki lâzimeden olduğundan ve devletlû ismetlû Esma Sultan hazretlerinin elyevm ikamet buyurnıakda oldukları Kabatasda kâin saray (İnönü Kız Lisesi) yokuş üzerine nıebni olmasile araba ile amed ve şüdde müşkilât bulunduğu gibi sair cihetlerle dahi saray ittihazına pek de elverişli olmadığından biri sultanı müşarünileyha hazretlerinin ve diğeri hanım sultanlar hazretlerinin ikametlerine tahsis olunmak üzere mütevaffa Hüseyin Avnl ve Ali Paşaların sa-hilhanelerinin hazinei maliyece mübayasile Kabataştaki mezkûr sarayın tesis ve küşadı musammen olan Aşiret Mektebine terk ve tahsisi» lüzumu 11. Temmuz 1308 (1892) de Babıâliye emir ve tebliğ edilmiştir.

Arab çocukları burada beş sene okutula-


çak ve «Âşir halkını füyuzı marifet ve me-deniyetden behremend etmek ve hilâfeti uz-mâyı islâmiyye ve saltanatı seniyyei osmaniy-yeye derkâr olan meyil ve muhabbeti tabiiy-yeleri bir kat daha tezyid ve bunların şer'an ve kanunen mükellef oldukları sadakati kalbiye ve vezaifi diniyeleri takviye ve te'kid» edilecekti.

Aşiretler arasından seçilecek çocuklar «cismen ve zihnen kabiliyetli ve oMukça muteber ailelere mensup ve yasları 12 den aşağı ve 16 dan yukarı olmamak» şart konul-muşdu.

'Bu âdeta Osmanlı İmparatorluğunun ilk kuruluşunda islâm olmayan unsurların çocukları devrişilerek hükümet merkezine getirilip acemi oğlanlar kışlasında islâm terbiyesi üzerine asker, zabit ve memur yetiştirilmesi usulüne benzer ki bu defa da arab çocukları Türkleştirmek gayesi gözetilmiş oluyordu.

Aşiret Mektebine ilk senesi elli çocuk alındı ve 5 inci sene sonunda mekteb mevcudu 250 ye çıkarıldı. Mekteb yatılı idi. Talebesinin cicili bicili bir de üniformaları vardı. Aşiret Mektebi talebesinin grup halinde ve üniformalı bir resmi 30 sayılı ve 19 Kânunusani 1316 (.1900) tarihli Musavver Malûmat gazetesinde görülmektedir. Bu kadar gayrete ve bu derece masraf ihtiyar olunmasına rağmen arabların. bu işe ehemmiyet ve kıymet vermedikleri San'a gazetesinden naklen l Ağustos 1311 (1895) tarihli Tercemanı Hakikat gazetesinde şu fıkradan anlaşılıyor:

«Sayei kemalât vayei hazreti padişahide merkezi hilâfeti kübrayı islâmiyede tesis ve teşkil buyurulmuş olan Aşiret Mektebi için sinleri 12 den ve 14 den akal olmamak ve terbiye ve tahsile müsteid ve tebeddülatı ha-vaiyyeye mütehammil olmak ve asalet ve itibarca birinci derecede rüesa ve meşayih evlâdından ve bulunmadığı halde onların yerlerine dunundaki zevat evlâdından, olarak 4 nefer çocuğun bilintihab Ağustos evailinde Dersaadette bulnmak üzere izamı Dahiliye Nezareti celilesinden şeref mevrud telgrafna-mede iş'ar Duyurulmakla keyfiyet tarafı alii hazreti vilâyetpenahiden elviye mutasarrıflık-lariyle kazalar kaymaklıklarına emir ve 'iş'ar Duyurulmuştu.

Alemde evlâdının iktisabı ulum ve fünun

ile tezyin zat ve sıfat eylemesini arzu etmi-yecek durendiş bir peder tasavvur olunamaz. Halbuki ekâbiri Yemaniyeıün birkaç sene-denberi şu fırsatdan istifade hususunda pek ağır davrandıkları kemali teessüfle görülmektedir.

Yemenlilerin sayei sema payei hazreti hilâfet penahide herveçhile istihsali saadeti ha-liye veâtiyeleri için imali tedabirden bir an halî kalmamakda olan zatı samii hazreti vi-lâyetpenahî bu defa şu vesile ile de vasayayı lâzıme ve müessire olmasını sureti mahsusa-da olarak mülhakat memurini mülkiyesine müfassalan tavsiye ve ihtar buyurmuşlardır».

Aşiret Mektebi ilk açılışında yalnız arab çocuklarına tahsis olunmuş ise de sonraları şark vilâyetlerindeki kürdlerin ve göçebelerin çocuklarına da kapılarını açmış olduğunu görüyoruz.

380 sayılı ve 11 Haziran 1314 (1898) tarihli Serveti fünunda şark vilâyetlerinden getirilip evvelâ aşiret sonra harbiye ve mülkiye mekteplerinde tahsil ettirilerek yüzbaşılık ve fahri yaverlik rütbelerile çıkarılmış olan 13 gencin kendilerine mahsus üniforma ile resimleri görülmektedir. Bunlardan 12 si yüzbaşı ve asker birisi rabia rütbesinde ve üniforması da sivildir. Resim o zaman ordu merkezi olan Erzincanda bulundukları bir sırada çıkartılmıştır. Daha sonra Arnavutluk-dan gelen 18 çocuğun Aşiret Mektebine kabulleri arşivde görülen 10 Eylül 1318 (1902) tarihli vesikadan anlaşıldığı gibi Malûmat gazetesinde Cavadan gelip Aşiret Mektebine girmiş olduğu beyanile resimleri görülen talebelere de kapılarını açmakla mektebin hizmeti İmparatorluk hududu dışarısına kadar aşması ve taşmış demek olur.

Aşiret Mektebinin ehemmiyetle kayde değer bir hususiyeti de talebeyi her iki senede bir büyük masraf ihtiyar edilerek memurların nezareti altında memleketlerine göndermek ve tekrar getirmektir.

Osman Nuri Paşanın lâyihasında her se ne talebe memleketlerine gönderilirse kemdi çocuklarına yapılan dikkat ve itinayı görecekleri ve bunun aşiretler üzerinde iyi tesir bırakacağı gösterilmiş fakat bu mütalea «ito' senede bir» Jcavdile usul ittihaz olunmuşun:

Aşağıya sureti Konulmuş olan 12 Haziran 1316 (1900) tarihli arz tezkeresi bu sıla key-




1160 —

1161
AŞİRET MEKTEBİ

fiyetini izah etmekte ve beher çocuk için gidip gelme masrafı olarak 4 liradan fazla bir para sarf edilmekte olduğunu göstermektedir.

«Aşiret Mektebi hümayunu talebesinin her iki senede bir sılaya gönderilmeleri usuli mevzua iktizasından olduğu halde üç seneden beri gönderilmemiş olduklarından tebdili havaya ihtiyaç hasıl etmekte olmalarına mebni talebei mumaileyhimden 89 neferin bu'diyett mevkileri hasebile vaktile gidip senei haliye eylülü iptidasında avdet ettiril- -mek üzere sılaya izamları zımnında sarfı lâ-zımgelen 40000 kurusun mektebi mezkûrun taamiye tertibinden tesviyesi hususunda»

Mekteb talebesine ayda 30 kuruş harçlık verilmekte idi.

Aşiret Mektebinin ders programı şudur:


  1. inci sene: Kuranı kerim, elifba, ulumi
    diniye, kıraati türkiye, imlâ, talim.

  2. inci sene: Kuranı kerim, tecvid, ulumi
    diniye, kıraati türkiye, lügat, imlâ, hesab,
    hüsni hat, talim.

3 üncü sene: Kuranı kerim, tecvid, ulumi diniye, kısası enbiya, sarfı türkî, kıraati türkiye, lügat, hüsni hat, hesab, soğrafya, fran-sızca, hüsni hattı fransevî, talim.

  1. üncü sene: Kuranı kerim, tecvid, ulu
    mi diniye, sarfı araba, nahvi türkî, farisi, ta
    rihi islâm, kitabeti türkiye, coğrafya, hesab,
    hüsni hat, malûmatı mütenevvia, resim,
    fransızca, hüsni hattı fransevî, talim.

  2. inci sene: Kuranı kerim, tecvid, ulu
    mi diniye, nahvi arabî, farisî, tarihi osmanî,
    kavaidi osmaniye, kitabeti türkiye maa kıra
    at, mükâlemei türkiye, coğrafya, hesap hen
    dese, hüsni hat, malûmatı münevvia, hıfzıs-
    sıhha, usuli defteri, fransızca, hüsnihat, hüs
    ni hattı fransevî, resim, ayak talimi.

Şu programa göre Aşiret Mektebi rüştiye ile'beş senelik idadî, bugünkü tabirile orta mektep arasındadır. Orta mekteplerden ayrıldığı noktalar mükâlemei türkiye gibi bir dersin mevcudiyeti, kuran ile tecvidin her sınıfta okutuluşu ye bir de yine her sınıfta talim mecburiyeti bulunuşudur. Bu mecburiyet çıkanları kısmen Harbiye ve Bahriyede okutularak askerî rütbe ve askerî üniforma vermek fikrinden ileri gelmiştir.

Daha sonra ittihaz olunan bir kararla buradan çıkanlar Mülkiye mektebine de gön-

İSTANBUL

derilerek bir sene de orada okuduktan sonra mülkiye kaymakamı olarak Arabistana gönderilmek istenilmiştir.

Maarif salnamesinde bu suretle Mülkiyede okuyup çıkanların adlarına, memleketlerine ve tayin olunarak gittikleri yerlerin kaydına rastgelinir. Bu kayda göre Aşiret ve Mülkiye mekteplerinden çıkanlar doğrudan doğruya kaymakam olmayıp önce vilâyet maiyetlerine memur edilirler ve orada bir müddet staj görürlerdi.

Aşiret mektebinden gelenlerin tahsil se-viyelerile mülkiyeliler arasında çok fark vardı.

Aşiret Mektebi gibi orta derecede bile bir tahsil veremiyen bir müesseseden yüksek tahsil veren mülkiye mektebine gelen talebenin bir senede oranın programını takip ve ikmal edemiyeceği tabiî olduğundan bunlar sınıfı mahsus adı altında mülkiyelilerden ayrı bir program dairesinde okutulurlarda. Sınıfı mahsus programı şudur: Ulumi diniye, kavaidi osmaniye ve kitabet, mecelle, arabî, farisî, ilmi ahlâk, kava-nin, ilmi servet, usuli idare, hüsni hat rık'a ve divanî.

Aşiret çocuklarının bahriye mektebine yani denizcilikle ne alâkası vardır? anlaşılamıyor!

Bu işde gözetilen maksad: Arab şeyhle-rile, Krüd ve Arnavud sergerdelerinin çocuklarını okutup anlara rütbeler vererek, maaşlar bağlıyarak ve askerî mülkî memuriyetlere tayin edilerek memleket idaresine iştirak ettirilerek bu yüzden çıkmakta olan isyanlardan ve gaidelerden kurtulmak olduğu halde serbestçe ve serkeşçe yaşamak istiyeri şeyhlerle sergerdeler çocuklarını rehine gibi îstanbula göndermeğe yanaşmamışlar ve İstanbul bu mektep için kendilerinden talebe istedikçe eşraftan olmıyan sunim bunun çocuklarını göz boyama kabilinden göndermişlerdir.

Bu çocuklar biraz okuyup, öğrenip güzelce giyinip kuşanıp memleketlerine döndükleri zaman içtimaî mevkilerinin aşağı oluşu yüzünden ayan ve eşraf arasnda itibar görememişler ve hükümetçe gözetilen gaye de bu yüzden husule gelmemiştir.

Nihayet bu baldırı çıplak arab, göçebe, arnavud ve kür d çocukları nâzü niem için-

m

ANSİKLOPEDİSİ

de bulundukları sarayda günün birinde verilen yemeği beğenmemezlik ederek idare aleyhine isyan etmeleri üzerine 1323 (1907) şubatı sonunda mektep kapatılmış, talebe memleketlerine gönderilmiş ve binası da o sırada yeni açılan Kabataş İdadisine tahsis olunmuştur.

Bu lağıv keyfiyeti 1908 inkılâbından 14 ay önce olmuştur.»

Osman Nuri Ergin

ÂŞİYAN, ÂŞİYAN MÜZESİ — Rume-lihisarında, kayalar mezarlığının üstüne rastlıyan sırtta, Hisarın cenup bedeni dışında Edebiyatı Çedidenin en parlak siması büyük şair Tevfik Fikretin evi; tstanbü Bele-, diyesi tarafından zevcesi Fatma Nâzime Hanımefendiden on bin liraya satın alınmış ve 1946 yılında bir müze olarak açılmıştır; içinde, Edebiyatı Cedide şairleri ile mübeşşirle-rinin hâtıraları, metrûkâtı toplanmaktadır.

Fikret, Âşiyanda ömrünün son dokuz yılım geçirmiş ve bu kökşkte ölmüştür.

Âşiyan yolunun sonu ve Âşiyan (Resim: Reşad Sevînçsoy)

ÂŞİYAN

Bebekten gelindiğine köre, Kayalar mezarlığının başından oldukça dik ve yılankavi bir yol ile çıkılır; yol, Belediye tarafından paket taşı ile döşenmiştir. Âşiyan, büyük de-nilemiyecek bir bahçe içinde üç katlı müte-vazi bir yapıdır; bodrum katı ve şimale bakan duvarı kagir, üst tarafı ahşaptır.



İçinde sahibinin oturduğu zamanlardaki Âşiyanı, Ruşen Eşref, 1919 da Sûdi Kütüphanesi tarafından neşredilen «Tevfik Fikret* inde şu satırlarla tasvir ediyor:

«Demir parmaklıklı ufak kapının yanında sizi evvelâ o tombul ağaç karşılar: hafif ıtri, müebbed yeşilliğiyle genç bir ada çamı! Âşiyanın Hisara nazır duvarı - taşlan iltizamı bir kabalıkla yontulup üstüste yığılmış

gibi duran koyu gümüşî duvar - içinize va-huş bir kovuğa girecekmişsiniz duygusunu verir. Hayâlinizi insaniyetin iptidaî devrine çıkarın: Yalnız bir tepe üstünde, hayatın maddî ihtiraslarına yabancı bir mûtekif ömrü süren, eski kâhinlerden birinin mabedine ulaştınız sanırsınız. Sâde, fakat nazirsiz bir güzelliği bulunan bahçenin ince kumlu yollarını biraz kırıp çiğnersiniz. Eliniz çıngırağa hafifçe dokunur!.. Kapının önünde epeyi ayakta kalacaksınızdır. Rüzgârlarla ağaçların sesinden başka, hiç bir sese alışmamış tenha Âşiyan çıngırak ihtizazlarına geççe cevap verir: İhmal belki size o şahikadan Boğazın en seyrine doyulmaz bir parçasını, büklüm büklüm suları, yer yer nefti, kızıl yamaçları, basık küçük yalıları, açılmış birer zambak gibi iki sarayı - Beylerbeyi ve Göksu - ile en zengin parçasını göstermek içindir.

«Nihayet çekingen bir el kapıyı açar. Küçük kız sizi salona alır. O kızın her evdeki hizmetçide rastgelinmiyeıı temiz bir giyinişi, dikkatle taranmış saçları, yüzünün daimî bir tebessümü vardır.

«Hiç umulmıyan tarzı tefrişi, tezyiniyle her ziyarette size ilk defa görüyormuşsunuz hissini veren salonun neresinde yer beğeneceğinizi tayinde acemileşîrsiııiz. Güzelliğe


İSTANBUL




1162

«Duvarlar tablolarla örtülmüştür. Münasip yerlere nefîs cildler, içlerinde her gün taze çiçekler yaşayan Sevr vazoları konulmuştur; öteye beriye heykeller, çevreler ser pistirilmistir. Hasılı bu yer, tenevvü içinde bir vahdet misali, imtizaç etmiş bir ahenk âlemi, bütün bir hüsün iklimidir. Denilebilir ki hakikatte birbirine zıt, rakip milletlerin -yüzlerce senedir yürütüp getirdikleri '- sanatları bu asude salonda uyuşmuşlar! Ve o beynelmilel güzellikler, şairin, ruhunda yaşattığı barışık insaniyet hayalinin bir timsali gibi bu ianeyi süslemiştir! Buradaki en ehemmiyetsiz şeyin üzerinde bile derin bir vukuf i sanat titiz titiz işlemiştir. Siz oturduğunuz iskemleyi kıpırdatmağa bile kail olamazsınız; fakat her gün bir yenilik arayan sahibinin elleri altında o nefîs hurdalar yerlerini sık sık değiştirir.

Edmond Rostand'ın Kambo'daki sayfiyesini ziyarete çıkan bir muharrir, Henri Bordeau, kaarilerine: «Şairin tâbilerce meç-


ÂŞİYAN

Âşiyan ve Fikretin eliyle dikdiği fıstık çamı, 1M7 (Resim: Abdullah Tomruk)

meshuf bir ruhun tekemmül etmiş in'ikası


olan salonun her noktası, zihni saatlerce yor
madan düşündürür: s

«Rengârenk camları gotik mabetleri hatırlatır. Sâde, çiçek gırlantlı duvarları, hafif inhinalı tavanı kadim Yunan evlerini andırır. Sedef kakmalij kadife döşeli sediri, kanapeleri bundan yirmi sene evvelki İstanbul zevkini uyandırır. Cilâlı tahtalara serilmiş zarif seccadeler hayalinizi Buhâraya, îrana kaçırır. Şu yüksek tirşe lâmba, şu fağfur kâseler ihtiyar Çinin metaldir; siyah zemin üzerine sarı sırma kartal işlemeli paravana, ince resimli küpler, volkanlar ve padgoda-lar adalarına mensuptur. Loş, minimini bir girintinin bir tarafındaki ocak, karşısındaki uzun minderi, şal örtüleri, işlemeli yastıkları, ayet levhaları, tavandan sarkan Arabesk lâmbasiyle zihninizi asırlar arasında dolaştırarak tâ kurunu vusta İslâm şarkının efsanevî odalarına götürür. Sedefli, oymalı sigara iskemleleri Bağdadi, Samı düşündürür.



ANSİKLOPEDİSİ

hul bir mühim eseri de Arnaga villâsıdır.-» diyor. O muharrir güzellik arayan ruhunu birkaç zaman da sehhar Şarkımızın firuze seması altında gezdirip Asiyana da yolu düşseydi: «Bu vakur münzevinin, bu tabiat meftunu şairin herkes tarafından bilinmiyen bir şaheseri de Aşiyandır» derdi.

Âşiyanın mimarı Fikret, odalarının nâzımı Fikret, duvarlardaki tabloların ressamı Fikret, eşyasını intihap eden, bahçesinin tarhını çizen Fikret, ruhu, her şeyi Fikrettir.

«Siz, muhayyilenizi kamaştıran bu sükûn, bu saadet penâhında dalmışken o, geniş göğsü, parlak siyah gözleri, açık alniyle kapıların birinden yavaşça görünür. Pek büyük bir adam huzurunda bulundu iseniz, kalbinizi azametle karışık bir hicap içimde çır-pındıran o tesiri eğer duymuşsamz Fikreti gördüğünüz vakit mevcudiyetinize yapılan o râşeyi hakkiyle anlarsınız. O, kuvveti ifham eden serî adımlarla yaklaşır, - tombul parmaklarının ucu sivri - elini size uzatır, ve elinizi samimeytle sıkar. Kanapesine oturur.



Âfiyan, zemin katı (Plân: Reşad Sevinçsoy)

ÂŞİYAN
1163 —

Parmaklarını kenetler. Ellerini uğuşturur. Ve nazarlarını önüne eğerek o vücutta hiç ummadığınız nâzik bir sesle hatırınızı sorar.

«Âşiyanda zevkten doğan bir zenginlik var. Bir zenginlik ki liraların mahsulünü sol-gunlaştırıyor. Meselâ ortada narin bir seccade örtülü masada Japonkâri yüksek tirşe bir lâmba duruyor. Etrafında donuk siyah tunçtan bir çember var. Çemberin bir kenarından yine tunç bir kurbağa tirşelere doğru tırmanıyor. Fakat o kadar sanatla yapılmış ki... İyice görmek için tâ yanına gittim. Meğer hakikî bir kurbağa kurusuymuş. Muhakkak ya bir yol kıyısında bulmuştur, ya bir çalı kenarında.. Fakat onu buraya koyabilmek için bu adamın zihninde .eşyası, teferruatına kadar; ne kuvvetle yer tutuyor. Gezdiği zamanlarda bile beyni nasıl sanatkârane âhenk-ler arıyor, düşünüyor, görüyor, buluyor. Yine ayni masanın üstünde bazı yerleri hafifçe 'yosun tutmuş bir taş var. Öyle taşlardan bir çoğunu deniz kıyılarında gezdikçe siz de ben de görmüşüzdür; fakat hiçbirimiz onun bir kenarına tunçtan küçücük bir heykel koyuvermeyi, o incecik yosunlar arasına da çiy daneleri gibi gayet küçük bir iki inci kırıntısı serpiştirivermeği düşünmeyiz. Bu güzel ve ucuz biblo yalnız onu tahayyül edebilen zekâya mev'ud-dur. Köşede abanoz renkli, sedef menevişli bir koca taht var. Üst kenarlarından büzme büzme şallar sarkıyor. Hele o türlü yollu yollu, koyu çubuklu şallar bana tabutları ve cenazeleri hatırlatır da hiç sevmem. Fakat orada o sedefle o tahtaya o kadar uygundu ki.. Sonra ince yuvarlak sütuna kabzası beyaz, kıvrık bir eski zaman kılı asmış, fevkalâde zarif... Koyu mavi zemin üzerine yaldızla yazılmış sülüs levhalara tahini ipekten büzme büzme çerçeveler yaptırmış. Ma-amafih bu güzel şeylerin yanında insanı gülümseten tuhaf, yapmacık şeyler de var. Meselâ karşılıklı iki camekânm içinde iki fujer yetiştiriyorlar. Saksının orta yerine, nebatı düz tutsun diye bir kamış dikmişler. Ucunda da ya yapma* ya da dolma bir kuş oturuyor. O kuş da, Cemil Paşanın nefîs bahçesindeki letafeti berbat eden o iki s u n 'î ley-



ÂŞİYAN

1164

istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1165

AŞIYAN



lek gibi sinirime dokundu. Fakat umumî ahengin içinde bu teferruat o kadar göze çarpmıyor. Zira oda o kadar manidar ki. Yalnız ev ve süs aşkının değil, aile ve ahlâk aşkının da iyi bir numunesi.. Tahtın yanı başındaki şömineli hacleyi babasının hâtırasına hasretmiş. Yağlı boya ile babasının resmini yapmış... Belki oradaki örtüler, levhalar, beyaz dal işlemeli pembe atlas seccade, küçük sedef çekmece hep pederinden yadigârdır. Az ötede baba aşkına hoca aşkı refakat ediyor. Recai zade Ekrem Beyin buruşuk mavi bir pas par-tu içinde başı açık bir fotoğrafi-si asılı. Kitap dolabının üstündeki vazoda her vakit o resme doğru uzayan zarif ve taze bir demet bulunur. Salonun bir köşesini de Halûk'un çocukluk hâtırası, refikasının oğlu ile bir arada çıkarttığı resimler işgal ediyor. Fikret bize mektepte edebiyat dersi vermişti. Burada da salonu bir ev ve bir aile aşkı, bir ahlâk ve terbiye dersi veriyor.

«Kendisi yanımıza biraz geç geldi. Bahçe ile uğraşıyormuş.

— Meşguldüm. Çabuk kurtulacağım zannediyordum. Sizden mahrum kalmak da istemiyordum. Onun için alıkoydum... diye özür diledi.

«Ne kadar munis adam! Kendisi söylemiyor ama anlaşılıyor ki bu yalnız yerde yaşamaktan biraz canı sıkılıyor. Kendisi Âşiyanı «meşguliyetli bir inziva» diye tarif ediyor.

«Gümüş zarf fincanlarda kahve geldi. Fakat Âşiyanda işler o kadar muntazam, o kadar sessiz görülüyor ki, içinde canlı mahlûk yok gibi... Ayak sesi, fincan şıngırtısı bile duyulmuyor... Sonra ne kadar tertip var. Bu evde erkeğinin arzusuna refakat eden in-tizamperver bir kadın ruhu seziliyor. Tuhaf bir rşey söyleyim. Gümüş zarflar ekseriya insanın elini yakar değil mi? Âşiyanda yakmı-


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin