VII — KUR'AN'IN METODU
Kur'an-ı Kerîm, Kelâmullah olup, bütün beşeriyyete hitabeden™ hükmü kıyamete kadar devam edecek ilâhî bir kanundur. İnsanları cismen, fikren ve ruhen kemâle eriştiren bütün inanç, amel ve ahlâk esaslarını ihtiva eder. Kur'an-ı Kerîm dâima akla hitâbeder. Yani, her emri akl-ı selîme uygundur, aklın intacı olan ilimle bağdaşır.
Kur'an-ı Kerîm, beşeriyyeti fert ve cemiyet olarak hidayete sevkeden, refah ve saadetini temin eden, her türlü içtimaî, iktisadî, idarî, hukukî, insanî ve ahlâkî nizamını sağlayan ilâhî bir mucizedir. Kur'an-ı Kerîm, her türlü ilim, fazilet ve terakki yollarını insanlara göstermiş, her nev'i ilim ve fünûn esaslarına açık veya kapalı olarak işaret etmiştir.
Yüce Allah; bütün bu hususları insanlara bildirirken kısacası, şu âyet-i kerîmede beyan olunan ilâhî metodun uygulanmasını emretmiştin :
«Ey Resulüm! (İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel Öğütle davet et; onlarla mücadeleni en güzel şekilde yap.» 106
Bu âyeti kerîmede bildirilen üç ilâhî esas; insanları dine ve ilâhî yolla; hikmetle, güzel öğütle davet etmek, gerektiğinde onlarla en güzel üslûp ve metodla mücadele etmektir. 107
Vıh- Dîn Ve Akıl
Din, akıl sahibi şuurlu insanları kendi irade ve arzulan ile hak ve gerçeğe, mutlak hayır ve fazilete sevkeden, insanlara saadet yollarım gösteren ve saadete erişmelerine delâlet eden ilâhî bir nizam* dır. Bu ilâhî nizam, Allah elçisi olan Peygamberlere vahiy suretiyle bildirilen ve insanlara tebliğ olunan en doğru yoldur. O halde din, Peygamberlerin ilâhî vahye dayanan tebliğleridir. Dînin hakîkî vâzu ve kurucusu, Allahu Teâlâ'dir. Peygamberler din vazedemezler. Onların vazifeleri, kendilerine gönderileni aynen tebliğden ibarettir.
Din insana, kendi mahiyyetini, nereden gelip, nereye gideceğini, yaratılışmdaki gaye ve hedefi, yaratıcısına karşı olan kulluk, yaratılanlara kargı olan insanlık vazifelerini bildirir. İyi ve kötüyü, hayır ve şerri, fazîlet ve rezîleti öğretir, insana hayır ve fazilet yollarını göstererek refah ve saadete ulaştırır.
Din, cemiyetin nizamını, huzur ve saadetini sağlayan sosyal bir müessese olduğu içindir İd, beşeriyet için lüzumludur. Çünkü din, fertleri, kudsî duygular ve güzel âdetlerle birleştirerek, millî vicdanı geliştiren, cemiyeti ilerleten, yardımlaşma ve dayanışmaya sevkeden, cemiyette güzel ahlâkı ve sosyal -adaleti sağlayan büyük bir kuvvettir. Kaynağı kudsî ve ilâhî olan din, cemiyette nizâmı sağlar. Din hissi ve Allah korkusu, insanı dâima murakabe eder, onu kötülükten korur, İyiliğe ve hayra yöneltir.
«İşte böyle vahye dayanan ve vâzu Allah olan dinlere, «Hak Din»,
Vahye ve ilâhî bir esasa dayanmayan ve insanlar tarafından uydundan dinlere, «Bâtıl Din»,
Aslında ilâhî ve semavî iken, daha sonraları tağyir ve tahrife
uğrayarak, asalet ve kudsiyyetini kaybeden dinlere de, «Muharref Din» denir.
Birincisine misâl, Allah indinde yegâne hak din olan İslâmiyet 108 ikincisine misâl, Putperestlik, üçüncüsünde misâl de, Hris-tiyanlık ve Yahudiliktir 109
Yer ve gökte bulunan canlı ve cansız bütün varlıklar hizmetine verilen ve enirine müsahhar kılman insan, mahlûkâtm en şeref-lisidir. İnsanı insan yapan ve yaratıklara üstün kılan şey, yalnız ona ihsan edilen «akıl» cevheridir.
Muhakak ki akıl; ilâhî bir mevhibe, ruhanî bir nurdur. Fakat aklın mahiyyeti, tam olarak bilinememektedir. Çünkü akıl, görülebilen maddî bir varlık değildir. O halde akıl, hissolunan şeylerden olmayıp, makûlâttandır. Akü, ilâhî bir sır olduğundan, mahiyyeti-nin ne olduğunu kavrayabilmek ebedî bir sır olarak kalacaktır. Çünkü bugüne kadar aklın mahiyyetini ifadeye çalışan tariflerin hiçbiri yeterli görülmemektedir. Bu hususa ilmin sebebleri bahsinde işaret olunmuştur. Burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.
Aklın mahiyyeti ne olursa olsun, şüphe yoktur ki insan, akıl vasıtasiyle ilim ve tekniği keşfeder ve ona ulaşır. Aklı olmayan varlık, mükellef değildir. Çünkü din akla hitâbeder. Allah'ın varlığını bilmek ve O'nu isbat etmek, ancak akılla olur. Buna rağmen akıl, bütün hakikatları kavrıyabilecek yegâne kuvvet değildir. Çünkü o da insandan bir cüz olarak, diğer uzuv ve kuvvetler gibi sınırlı ve kusurludur, noksan ve âcizdir.
Ancak belirli bir hudud içerisinde hükmünü yürütür. «Gaybiy-yât ve Sem'iyyât» denilen fizik Ötesindeki birçok hakikatları kavra-yamaz. Birçok dînî gerçekleri bilemez. Sırrını yalnız başına çözemez. İşte bu hakikatlar ancak vahiy ile, vahye dayanan din ile, dînin kaynağı olan mukaddes kitap ile bilinebilir. Fakat, dînin bildirdiği gerçekleri anlamak da ancak akıl ile olur. O halde akl-ı selim ile, hak ve gerçek din dâima birlik ye yardımlaşma halindedir. Akl-ı selim, gerçek dinle dâima bağdaşır. Gerçek din de dâima akla yardım eder. Bâtıl din ise, akıl ile dâima çatışma ve çelişme halindedir. 110
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Aklî Hükümler Ve Özellikleri
(Ahkâmı Akfiyye)
Şer'î yani dînî hükümleri ve bu hükümlerin kaynaklarını, ilmin mahiyyetini, sebeblerini ve yollarını izah ettikten sonra, aklî hükümlerin de neler olduğunu bilmemiz ve bunların hususiyetlerini öğrenmemiz gerekir .
Kelâm ilmi bilginlerine göre aklî hükümler üç kısma ayrılır :
1- Vâcib,
2- Mum kin veya Caiz,
3- Müstahil, Muhal veya Mümteni'.
Çünkü Kelâm ilminin mevzuu; bilinmek nev'inden olan, ilimle ilgili her malûmdur. Malûm olan bir şey de, akıl nazarında ya vâcib, ya mümkin veya müstahîl olur. Kelâm âlimleri, vacibin zatî sıfatlarını, mümkin ve müstahil olan şeylerin zatî arazlarını araştırarak, tesbit etmişlerdir.
«Mütekellimun» diye anılan Kelâm âlimleri vâcib kelimesini, iki mânâda kullanırlar :
a) Birinci mânâda Vâcib : Mükellef olan kimsenin mutlaka inanması lâzımgelen bilgiye denir. Allahu Teâlâ'mn varlığına, bütün noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf olduğuna inanmak gibi... Bunlara inanmak her mükellef için vâcibdir, yâni. lâzımdır, inanmayan ise, İslâm dininden çıkmış sayılır. Burada vâcib, farz manasınadır
b) ikinci mânâda ise Vâcib : Mümkün ve müstahîlin karşılığıdır. Çünkü bir şey ya vâcib, ya mümkin veya müstahîl olur.
Herhangi bir şeyin, vâcib veya mümkin veya müstahîl olduğunu tasavvur etmek, aklen zarurîdir. Çünkü, aklı tam olan bir kimse kolayca idrak eder ki, yaşayan bir insanın canlı olması vâcibtir. Kâtip olması mümkündir. Taş veya demir olması müstahîldir. Bu se-beble, vâcib, mümkin ve müstahîlin mânâları hadd-i zâtında, yani hakikatmda mevcut olup, tarifine lüzum yoktur denmiştir. Bu kelimelerin masdarı olan vücûb, imkân ve imtina' hakkında aynı şeyler söylenmiştir. Yâni bunlarjn da tasavvuru zarurîdir. Nazarî olmadığından tarif edilmelerine hacet yoktur.
Bir kısım Kelâm ulemâsı ise; vâcib, mümkin ve müstahîl, zarurî olarak bilinen şeylerden olmayıp, nazarîdir, demişler ve herbi-rini tarif etmeye çalışmışlardır. Bunlara göre :
Vâcib, varlığı zâtının icabettirdiği malûmdur ki yolduğu aklen mümkin değildir.
Yâni yokluğu aklen muhaldir. Buna «vâcib lizâtüıi» denir
Mümkin; ne varlığı, ne de yokluğu zâtının icabettirmediği malûmdur ki, varlığı da yokluğu da kaabildir.
Yâni varlığını veya yokluğunu tasavvur etmek aklen muhal değildir. Böyle olan şeylere, «Mümkin lizâtihi» denir.
Müstahîl; yokluğu zâtının gerektirdiği şeydir İd, varlığını tasavvur etmek aklen mümkün değildir.
Yani yokluğu aklen vâcibtir. Buna ise «Müstahîl lizâtihi» denir.
Bu tarifler, vâcib, mümkin ve müstahîl'in mahiyetlerini bildiren hakîkî tarifler olmayıp, bunlar hakkında takrîbî bir fikir veren ve birbirlerinden ayıran lâfzî tariflerdir. Bu sebeble, bu tariflerde görülen «Devir», Mantık ilmine göre muhali gerektiren devirden sayılmaz, demişlerdir.
Şimdi, bunların herbirinin hassalarını, hüküm ve aksamını izah edelim :
1- Vâcib'in Özellikleri, Hüküm ve Kısımları :
Vacibin başlıca üç özelliği (hususiyeti) vardır :
a) Vacibin zâtı, vücûdunu tam olarak iktizâ eder ve onu za-
rurî kıiar. Zâtın iktizâ ettiği, yani gerekli kıldığı şey ise, o zâttan asla ayrılmaz.
b) Vacibin zâtı, varlığında başkasından müstağnidir. Yâni: var olmak için hiçbir şeye muhtaç değildir.
c) Kendine mahsus özel bir vücûdu vardır ve bu vücut, zâtının aynıdır. Vâcib her şeyden zâtı ile temayüz eder ve zâtı ile ayrılır.
Vacibin hükmü ise :
a) Zâtını adem (yokluk) sebkat etmemek. Yani, varlığının başlangıcı olmamak,
b) Zâtına yokluk asla âm olmamak. Yani, varlığının sonu bulunmamak.
c) Cüzlerden mürekkeb olmamaktır
Bütün bu hüküm ve hususiyetler, Vâcib Lizâtihi'ye aittir. Vücûdu zâtına vâcib olan zât ise, yalnız ve yalnız Cenab-ı Hak'tır.
O halde, Vâcib Lizâtihi hem ezelî ve ebedî 111 hem de kadîm ve bakîdir 112
Çünkü, Vâcib Lizâtihi ezelî, olmazsa, vücûdu adem ile mesbûk olur. (Yani varlığından önce yokluk bulunur). Gerçekte ise, varlığı zâtının muktezası olduğundan, vücûdu adem ile mesbûk olamaz.
Vâcib Lizâtihi kadîm olmazsa, varlığında bir mucidin varlığına muhtaç olur. Halbuki O, varlığında hiçbir şeye muhtaç değildir,
Vâcib Lizâtihi bakî ve edebî olmasa, zâtına adem arız olabilir. Adem ise vâcib olan bir zâta ânz olmaz. Çünkü vâcib, vücûdu, zâtına dâima lâzım olan ve asla.yok olmayan zât demektir.
Vâcib Lizâtihi mürekkeb de değildir. Yani cüzlerden meydana gelmemiştir. Çünkü, mürekkeb olsa, zâtından önce mevcut olması gerekir ve zâtından gayri olan cüzlerden terekküb etmiş ve bu cüzlere muhtaç olmuş olur. Eğer öyle olsaydı, vücûdu zâtının muktezası olmamış olurdu. Halbuki Vâcib Lizâtihinin varlığı, dâima zâtının muktezası ve zâtının icabıdır.
Vâcib'in Kısımları :
Vâcib : Ya yukarıda beyan ettiğimiz gibi Vâcib Lizâtihi olur ki, o da Allahu Teâlâ'dır.
Yahut «Vâcib liğayrîhi» olur. Cenâb-ı Hak'kın, vücudunu irade ettiği her mümkin gibi... Çünkü, zâtına nazaran mümkün olan bir şey, mucidin (yani yaratıcının) o şeyin varlığını irade etmesine nazaran da vâcib olur. Bu sebeble ona, «vâcib liğayrihi» denir.
Bir şey hem Vâcib Lizâtihi, hem vâcib ligayrihi olamaz. Çünkü başkasiyle kâim olan şey, o şeyin ortadan kalkması ile zeval bulur. Zâtiyle kaaim olan-şey ise, başkasının yok olmasıyla yok olmaz. Bu
Meselâ : Beş onun yarısıdır. Ateş, temas edeni yakar. Her insan canlıdır... gibi hükümler, bedihî ve zarurî olan vâciblerdir.
Sonra, Vâcib : Ya nazari, Veya zarurî olur.
Meselâ : Beş onun yarısıdır. Ateş, temas edeni yakar. Her insan canlıdır... gibi hükümler, bedihî ve zarurî olan vâciblerdir.
Cenâb-ı Hakk'ın birliği ise nazarî bir vâcibdir. Çünkü bu hükümde delile ve istidlale ihtiyaç vardır.
2- Mümkinin Özellikleri ve Kısımları:
Mümkinin de üç özelliği vardır
a) Ancak bir sebeb, yâni bir mûcid ile mevcut olmak ve bir sebeble mâdum «yok» olmak,
Çünkü mümkin olan bir şeyin varlığı da, yokluğu da, zâtından hâriç bir sebeble olabilir.
b) Mümkinin zâtı, vücûdunu da, yokluğunu da gerektirmemek,
Çünkü her ikisi de zâtına nisbetie müsavidir. Bir tarafı, diğer tarafından evlâ değildir. Sebebsiz olarak bir taraf vâki olsa, yekdiğerine müsavi olan iki şeyden birinin diğerine, müreccih (tercih eden) olmadan tercihi lâzım gelir. Bu ise muhaldir, aklen mümkün değildir. .
c) Mümkini başkasından ayıran bir özelliği olmak,
Mümkin olan bir şeyin vücûdu, sebeb ve illetinden önce bulunamaz. Çünkü mümkin, hadis olan (sonradan olan) bir şeydir. Hadisin mucidine, sebebin müsebbibine 113 takaddümü (yani ondan önce bulunması) caiz değildir. Mümkin, vücûdunda, vacibe muhtaç olmakla, vâcibden önce, veya vâcible birlikte vücûda gelemez. Çünkü mümkin; başlangıçta da, daha sonra da bakî kalmak için sebebe, mucide muhtaçtır. Zira zâtı, vücûdunu hiçbir zaman icap ettirmez. Vücûdunun ademine (yokluğuna) tercihi için, dâima bir müreccihe (tercih edene) ihtiyaç vardır. Mümkin vâcible birlikte olsa, hangisinin vâcib olduğu bilinemez. Hülâsa, mümkin, başlangıçta da var olduğu müddetince de dâima bir sebebe, bir müessire muhtaçtır. Bu hususta ittifak vardır.
Ancak ihtilâf, «Bu ihtiyâcın sebebi (illeti )hudûs mudur, yoksa imkân mıdır, veya her ikisi midir?» noktasındadır.
Bu mevzuda en kuvvetli görülen rey, «Mümkinin mucide ihtiyâcının sebebi imkândır», görüşüdür. Çünkü mümkin, başlangıçta da, varlığı boyunca da, dâima, vücûdunu ademine tercih edecek bir müessire muhtaçtır. Bu mânâda, mümkünde, dâima «imkân» mânâsı vardır. Halbuki hudûs mânâsı, bir şey hadîs olduktan, yani meydana geldikten sonra nihayete erer.
Mümkinin Kısımları :
Mümkin, «mümkin .lizâtihi» olduğu gibi, «vâcib liğayrihi» de aslında mümkin olan bir şeydir. Çünki; vâeib îiğayrihinin de vücûdu zâtının icabı olmayıp, zât ve nıâhiyyetinden ayrı olan bir mucidin (yaratıcının) icabıdır.
Sonra mümkin : Ya âdi veya gayr-ı âdi olur.
Demirin sertliği, ateşin sıcaklığı, güneşin ışığı, taşın sükûtu (düşmesi) hep âdi olan, Sünnet-i Ilâhiyyeye uygun olarak cereyan eden mümkinler cinsindendir. İnsanın uçması, güneşin tutulması, ayın inşikakı (ikiye ayrılması) gibi hâdiseler ise, tetkik ile, istidlal ile sabit olan mümkinâttan sayılır. Sünnet-i Ilâhiyyeye göre cereyan etmeyen ve hâriku'1-âde (âdetler üstü) olan şeylerin hepsi, âdi olmayan mümkinler cümlesindendir.
3- Müstahîlin Hüküm ve Özellikleri :
Mümteni' veya muhal isimleri de verilen müstahîl'in özellikleri ise :
a) Zâtı (yâni mefhumu) dâima ademini (yokluğunu) iktizâ etmek.
b) Kendisine asla vücûd arız olmamak. Yani hiçbir zaman var olmaz.
c) Varlığı aklen mumlun olmamaktır.
Çünkü, adem (yokluk) müstahîlin mahiyyetinin lâzımıdır. Müs-tahîl olan bir şeyin mahiyyetinde tenakuz fikri gibi bâtıl b;r mânâ vardır. Meselâ : Yapılması mümkün olmayan bir iş için «bu işin meydana getirilmesi muhal, yani müstahîl» denir.
Aklen muhal olan bir şey de :
Ya zarurî olur; «nakîzlerin içtimâ' etmesi», «ikinin beşten büyük olması» gibi,
Veya nazarî olur; «Cenâb-i Hak'km şeriki (ortağı) bulunması» gibi...
Tasavvuru aklen zarurî olan vücûb ve iftıkân, Mütekellimûn (Kelânıcılar) nazarında sıfât-ı îtibâriyye (itibarî sıfat) olup, hariçte mevcut değildir. Filozoflara göre ise, sıfât-ı vücûdiyye (vücûdî sıfat) dir. Bazı Mâtürîdi Kelâm ulemâsına göre, vücûd, sıfât-ı vücûdiyye, imkân ise sıfât-ı îtibâriyyedir.
Müstahîlin, itibarî birşey olduğu hususunda. Filozoflar, Kelânıcılar ile ittifak halindedirler.
Vücud ise :
1- Eş'ariyye mezhebi âlimlerine göre vücûd, vâcib ve müm-kinde mevcudun aynıdır.
2- Kelâmciların ekserisine göre vücûd, vâcib ve mümkinin mahiyetlerinin aynı olmayıp, o mahiyet üzerine zaittir.
3- Filozoflara göre ise; vücûd, vacibin mâhiyetinin aynıdır, mümkinin mâhiyetinin gayridir. Ve o mâhiyet üzerine zaittir.
Bu üç mezhep meşhur olup, herbirinin kendi görüşünü destekleyen delilleri vardır. Bunlar Şerh-i Mevâkıf, Şerh-i Makas id gibi geniş Kelâm kitaplarında zikredilmiştir. Bu mezheblerin hiçbirinin delili tâm ve itirazdan salim değildir.
Mütekellimûn ve Filozoflara Göre :
Mümkin olan bir şeyin vücûd ve taayyünü, o mümkıhin mahiyetine arız olması, arız olmaması veya mutlak bulunması) itibariyle mahiyet-i mümkine üçe ayrılır : ;
1- Mahiyet-i mutlaka : Yani mutlak mahiyet. Bunlar hariçte ne var, ne de yoktur.
2- Mahiyet-i mücerrede : Yani mücerred mahiyet. Bunlar hariçte bulunmayan, fakat zihinde mevcut olan şeylerdir.
3-Mahiyet-i mahluta : Yani mahlut, karışık mahiyet. Bunlar hariçte mevcut olan şeylerdir. 114
Dostları ilə paylaş: |