2004 faaliyet raporu



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə12/17
tarix06.08.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#67429
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17

Ahmet Ersun GENÇ


BES Denetleme Kurulu Başkanı

İŞKUR Genel Kurul Delegesi



SEMPOZYUMLARA SUNULAN YAZILAR

27.07.2002



“ÇALIŞMA YAŞAMINDA KADIN” SEMPOZYUMUNA


Sempozyumdaki ilgili tebliğ başlıklarına ilişkin çalışmaların ciddi bir ön hazırlık gerektirmesi ve bu sempozyumun her tebliğ başlığına ilişkin detaylı sunumları sağlamaya yönelik bir tarzda hazırlanmamış olması nedeniyle, tüm konu başlıkları bizim sunumumuzda “Toplu Sözleşmede Yer Alması Gereken Somut Düzenlemeler” başlığında ele alınmıştır. KESK’in ve sendikalarımızın içinde bulunduğu Toplu Pazarlık sürecinde de bu başlık doğal olarak öne çıkmaktadır. Bu sempozyumunda eksikliklerine karşın en azından TİS’te yer alacak kadın sorununa ilişkin maddelerin somutlanmasına hizmet edeceği inancındayız.

Sendikamız, örgütlü olduğu Büro, Bankacılık ve Sigortacılık işkolu genel olarak kadın istihdamının yoğun olduğu işkolu olması nedeniyle de kadın sorununu daha da önemsemektedir.



Toplu Sözleşmede Yer Alması Gereken Somut Düzenlemeler

Tarihsel süreç içinde oluşan iş bolumu kadın sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kapitalist üretim içerisinde ise kadın emeği “ucuz işgücü” olarak üretim sürecine dahil edilmiştir. Yaşanan bu süreç kadının özel alandan kamusal alana geçişini sağlayarak, kadınlara göreli olarak kısmi haklar sağlamasına karşın kadının çifte sömürüsünü de beraberinde getirmiştir. Çalışma yaşamı da tarih boyunca oluşan egemen ideolojik yapının oluşturduğu cins ayrımı üzerine kurulmuştur.

Kadının cinsel, sınıfsal, ulusal sömürüsünü kırmaya yönelik çalışma yaşamında düzenlemelerin yapılması açısından TİS’te sunduğumuz önerilerin yer almasını önemli bulmaktayız.

A- Çalışma Yaşamında Kadın Olmaktan Kaynaklanan Cins Ayrımcılığı

Çalışma yaşamına kadınların katılmasına karşın, kadınların çalışma yaşamındaki yeri cins ayrımına göre şekillenmiş ve egemen ideoloji içerisinde oluşan toplumsal roller çalışma yaşamına taşınmıştır. (Örnegin: Büro, Bankacılık ve Sigortacılık işkolunun kadınların yoğun olarak çalıştığı işkolu olması, hemşirelik, sekreterlik gibi işlerin kadınlara özgü, teknisyenlik, şoförlük gibi işlerin de erkeklere özgü olarak tanımlanması gibi)

Kamu sektöründe ekonomik, sosyal ve özlük haklar açısından yasal engellemeler olmamasına ve cinsler arasında eşitlik görünmesine karşın, fiili olarak cins ayrımcılığı olduğu açıktır. Bunun ortadan kalkması için, savunduğumuz maddeler TİS’de yer almalıdır.


  1. Yükselme ve bazı personel alım sınavlarında, kadınlara pozitif destek sağlanarak, alınacak personel cinslere göre eşit oranda alınmalıdır.

  2. Kadın ve erkek işi ayrımı kaldırılmalı, kadrolar cinslere göre eşit oranda tahsis edilmelidir. (Örneğin; icra memuru, yoklama memuru, teknisyen, alım satım memuru kadrosunun erkeklere verilmesi, kurum amirleri sekreterlerinin kadınlardan oluşturularak kadının meta gibi algılandığı anlayışının sürdürülmesi vb.)

  3. Aynı kadroda bulunan kadın ve erkek çalışanlar arasında kadronun gerektirdiği işleri cinslere göre yeniden ayrıştırılmasının ortadan kaldırılması için gerekli iç düzenlemeler yapılmalıdır. (Örneğin; hizmetlilerde temizlik işlerinin kadına, dosya taşıma işinin erkeğe verilmesi veya inşaat mühendislerinde, şantiye işinin erkeğe, büro işinin kadınlara verilmesi gibi)

  4. Kadın emekçilerin görevlerini yürütürken cinsel kimliğinden kaynaklı karşılaşabileceği sorunlarda muhatap olan taraflara yaptırımların daha da ağırlaştırılması. (Örneğin; Yoklama memuru, inşaat mühendisi vb.)

  5. Kadın emekçiler açısından risk oluşturabilecek yerlere görevlendirilmesinde gerekli önlemler işveren kurum tarafından alınmalıdır. (Örneğin; SSK ve Bağ-Kur’daki denetmenler, DİE’deki istatistikçiler, yoklama memuru vb.)

B) Annelikte Karşılaşılan Sorunlar

Bu başlık öncelikli olarak “hamilelik ve sonrasında karşılaşılan sorunlar” olarak değiştirilmelidir. Çünkü “kadın ve anne” kavramları özellikle bütünleştirilerek kutsanmakta ve egemen ideolojik yapı kadın sömürüsündeki dayanağını buradan almaktadır.

Kadını özel alana hapseden çocuk bakımı işi, sadece kadının sorumluluğunda olmayıp, kadın ve erkek, yani anne ve babanın her ikisinin de sorumluluğundadır.

Kadının hamilelik sürecini tek başına yaşıyor olması, çocuğun bakımını da tek başına üstlenmesi anlamına gelmez. Çalışma yaşamının kadını anneliğe hapseden egemen anlayışının değiştirilmesi için sunduğumuz TİS önerileri yaşama geçirilmelidir.



  1. Doğum yapacak kamu emekçisine doğumdan önce 3 ay, doğumdan sonra 6 ay ücretli izin verilir. Sonraki 6 ay ise babaya ücretli izin verilir. İsteğe bağlı olarak ilk 1 yıl babaya, sonraki 1 yıl ise anneye ücretsiz izin verilir. Ücretsiz izin kullanmayacak kamu emekçilerinin çocuk bakımının sağlanması için 1-3 yaş arası bebek bakım üniteleri açılmalıdır. Ücretsiz izinlerde emekli kesenekleri ve tedavi giderleri kurumca karşılanır.

  2. En az 50 kamu emekçisinin çalıştığı işyerlerinde gerekli mesleki personel istihdam edilerek, kreş ve bebek bakım üniteleri oluşturulur. Kamu emekçisi kreş ve bebek bakım üniteleri hizmetlerine herhangi bir ücret ödemez. Çalışan sayısı yeterli olmayan kurumların fiziki ve coğrafi konumları dikkate alınarak ortak kreş ve bakım üniteleri hizmeti verilir.

  3. Mazeret izinlerinden doğum, ölüm hallerinde verilecek izinlerde amirin onayı aranmaz. Kamu emekçisinin bildirmesiyle izin başlar. Eşi doğum yapan kamu emekçisine normal doğumda 1 hafta, erken doğum, sezeryan gibi durumlarda 2 hafta, kendisinin evlenmesi halinde 10 gün, çocuğunun evlenmesi halinde 1 hafta, annesinin, babasının (sıhri hısımlık dahil) eşinin, çocuğunun, kardeşinin ölümü halinde 1 hafta mazeret izni verilir. Diğer hususlarla ilgili mazeret izinleri 657’deki gibidir.

  4. Çocuğu hasta olduğunda doktor raporuna bağlı olarak anne veya babaya izin verilir. Sağlık izinlerinden dolayı maaşlardan kesinti yapılamaz.

  5. İşyerlerinde psiko-sosyal servislerin oluşturulması, özelde de kadın emekçilerin hamilelik süresince bu servisin hizmetlerinden yararlanması sağlanmalıdır.

  6. Kadının hamileliği süresince, hamileliğini etkileyecek olumsuz koşullarda çalıştırılmamalı, ve hamileliğinden kaynaklı ekonomik, sosyal ve özlük haklarında bir kayba uğratılmamalıdır. (Örneğin; arşiv, bilgisayar vb. yerlerde çalışan hamile kadınlar daha uygun koşullarda çalıştırılmalıdır.)

  7. Kamu emekçilerinden çocuğu dünyaya gelenlere 100 gösterge rakamının aylık katsayısı ile çarpılması sonucu elde edilecek miktarda doğum yardımı ödeneği verilir. Bu yardımdan doğum yapan kadın yararlanır. Eğer eşinin doğum yardım ödeneği yapılan iş akdi veya toplu sözleşme gereği daha yüksek düzeyde ise eşi yararlanır.

C) Sosyal Ve Özlük Haklar

1- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü tatil ilan edilmelidir.

Sunduğumuz TİS maddesi önerileri, sosyal ve özlük haklar kapsamındadır.

MERKEZ YÖNETİM KURULU

BES Kadın Sayıları




KADIN SAYISI

TOPLAM SAYI

%

30 Şubeden Kadın Yönetim Kurulu Üyesi

37

210

17,6

Genel Merkezden Kadın Yönetim Kurulu Üyesi

4

7

57,

Toplam Kadın Üye Sayımız

14.494

36.413

(31.05.2002 tarihine kadar)



40

DEĞİŞİM SÜRECİNDE KAMU HİZMETLERİ VE SENDİKAL POLİTİKALAR SEMPOZYUMU 1-2 ŞABAT 2003

SOSYAL GÜVENLİK POLİTİKALARI

Sosyal Güvenlik, çalışma kapsamında yer alan insanların hayatlarının herhangi bir döneminde karşılaşabilecekleri risklere karşı yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli koşulların sağlanması olarak ifade edilebilir.

Bu riskler; yaşlılık, ölüm, malullük, iş kazası, hastalık, meslek hastalıkları, analık, işsizlik vb. olarak sınıflanabilir.

Sınıflı toplumların oluşması ile birlikte toplumun içerisinde üretim araçlarına sahip az sayıda kişiden oluşan ve yönetim erkine sahip sınıfların emrinde iş gören sınıfın, hayatının herhangi bir döneminde yukarıda belirtilen risklerden herhangi birisi ile karşılaştığında yaşamını devam ettirecek olanaklara sahip olmadığı, herhangi bir sermaye birikiminin bulunmadığı, emeğini satamayacağı için yaşamı için gerekli koşulları sağlayamayacağı gerçeği düşünüldüğünde, sosyal güvenliğin asıl olarak sayıca fazla olan, yönetilen ve üretim araçlarına sahip bulunmayan bu emekçi sınıflar için bir ihtiyaç olduğu değerlendirmesi yanlış olmaz.

Dünyada sosyalizm fikri ile eşzamanlı olarak, ilk adımlarının 1880’li yıllarda yükselen sınıf hareketine bağlı olarak atıldığı sosyal güvenlik, 17 Ekim Devrimi ile birlikte Sovyet Hükümetince başlatılan bütünlüklü ve kurumsal uygulamalara dönüşerek zaman içinde “sosyal refah devleti” çerçevesinde bütün ülkelere yayılmıştır.

Osmanlı döneminde, feodal yapıya uygun olarak aile içi dayanışma, din ve vakıf örgütleri ve mesleki birlikler olarak oluşan sosyal güvenlik, Cumhuriyet döneminde, 2. Dünya Savaşı sonrası sosyalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşması ve Dünyada esen keynezyen politikaların ülkemizde de bir yansıması olarak kurumlaşma yoluna gitmiştir.

Bugün ülkemizde sosyal güvenlik hizmetleri, mevzuatları uyarınca tüm emekçileri kapsamak üzere 3 kurum tarafından yürütülmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu, T.C. Emekli Sandığı ve Bağ-Kur yasalarına bakıldığında; işçi, memur, çiftçi, esnaf, işsiz, ev kadını vb. toplumun tüm kesimlerini kapsamaktadır.

2002 Yılı verilerine göre, Emekli Sandığı, 2.372.777 çalışana, 1.408.941 emekliye, Bağ-Kur 3.318.908 çalışana, 1.389.760 emekliye, SSK ise, 2000 yılı verilerine göre, 5.254.125 çalışana, 3.339.327 emekliye sosyal güvenlik hizmeti sunmaktadır.

Ancak, sosyal güvenliğin asıl sorunlarından biri, toplumun bütün kesimlerini kapsayacak bir mevzuata sahip olunmasına rağmen, fiili durumda kayıt dışı işgücünün oldukça fazla olmasıdır.

Çünkü, yaklaşık 45.726.000 olan çalışabilir nüfusun ancak yaklaşık 10.945.810’unun sosyal güvenlik kapsamında oluğu düşünüldüğünde, durumun vahameti açıkça görülebilir.

Prim usulü ile işleyen sosyal güvenlik sisteminin aktif-pasif dengesini bozan kayıt dışı istihdam, aslında “Sosyal Devlet” olma ilkesinin yerine getirilmesinde esas alanlardan olan sosyal güvenliğe Devlet katkısının bulunmaması, cüzi miktarlarda katkı olduğunda ise sosyal güvenliğin devlet sırtında kambur olarak gösterilmesi sorunları daha da çarpıtmıştır. Borçlanmalar, prim afları, finans kaynaklarının hor kullanımı vb. uygulamalar sorunların katlanarak artmasına neden olmuştur.

Neo-liberal politikalarla her türlü faaliyetin piyasalaştırıldığı dönemde KİT’lerde başlayan özelleştirme süreci, günümüzde kamu hizmetlerinin hemen hemen tümüne yönelmiş durumdadır.



Neden Sosyal Güvenlik:

Kapitalist sistemde sosyal güvenlik sisteminin kurumsallaşması, sosyalizm düşüncesinin ve özellikle Sovyetler Birliği’nde uygulanmakta olan sosyalist politikaların Dünya işçi sınıfını etkilemesi sonucu olmuştur. Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri dönüşüyle birlikte, burjuvazide sosyal devletten vazgeçmeye başlamıştır. İlk saldırılarından biri de sınıfın en köklü ve en eski dayanışma örgütü olan sosyal güvenlik alanına yönelmiştir.

“Sosyal Devlet” ilkesinden fiili olarak vazgeçen egemenler, sistemi piyasanın ihtiyacına göre şekillendirmek üzere, saldırılarını kamu hizmetlerinin tamamına yöneltmiş durumdadır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, kamunun küçültülmesi ve yeniden yapılandırılması, personel rejimi reformu ve toplam kalite yönetimi uygulamaları bir bütün olarak bu ihtiyacın sonucudur.

Kamu kuruluşları çalışma koşulları, örgütlenme hakkı, yaşama koşulları vb. açıdan bakıldığında, bu kurumlarda çalışanlar, sınıfın diğer kesimleri ile kıyaslan-dığında oldukça iyi durumdadır. Çünkü, büyük fabrikalarda üretime katılan işçiler, toplu halde lojmanlarda otururlar ve sendikalıdırlar. Güç olma ilişkisini buralardan yakalayan sınıfın bu kesimi, sermaye için karşısında duran bir güçtür.

Kamu Kurumlarının özelleştirilmesi ile, halkın yıllardır yarattığı değerlere sahip olan sermaye, bu kurumlarda üretim ilişkilerini yeniden düzenleyerek karşısında bir güç olarak bulunan sınıfın dağıtılmasını da sağlamış oldular.

Çalışma hayatında piyasalaşma faaliyetine uygun olarak yapılan düzenlemeler sonucu gövde üretim faaliyetleri sonlandırılmış, ilk etapta fabrikadaki üretim faaliyetlerinin bir kısmı taşeron firmalara devredilmek suretiyle sanayilere kaydırılmış ve bu ihtiyaca cevap verecek organize sanayi bölgeleri oluşturulmuştur.

Böylece, 8 saat iş günü çerçevesinde, kazanılmış haklar nedeniyle gövde üretim faaliyetlerinde yüksek işçi maliyeti ile yürütülen üretim, taşeron firmalarda günlük 14-16 iş saatine, asgari ücret karşılığında çoğunlukla çocuk yada genç işçilerden oluşan kuralsız ve kayıt dışı iş gücüne gidilmiştir. Ayrıca, en önemlisi organize sanayilerde yer alan üretim faaliyetlerini gerçekleştiren sınıfın bu kesimi, herhangi bir güç ilişkisi yaratacak olan sigorta ve sendikaya da sahip değildirler.

Çalışma hayatının bu şekilde piyasa faaliyetlerine uygun hale getirilme-sinin sosyal güvenlik sistemini etkilememesi mümkün değildir. Sosyal sigorta kurumlarının finans kaynakları (sigorta fonları) tekellerin iştahlarını kabartırken, bu kurumlar aracılığı ile güç ilişkisi yaratan sınıf dağıtılarak, kapitalizm cehen-neminde iş gücü piyasalarında kendileri için cennet ortam yaratılmış olacaktır.

Özelleştirme faaliyetlerini “Devlet koyun, kaz üretmez, peynirle, sütle uğraşmaz” söylemleri ile ve toplumun büyük kesimini ikna ederek gerçek-leştiren burjuvazi, lokal direnişler hariç ciddi bir karşı duruşla karşılaşmamıştır.

1995’li yıllarda tartışmaya açılan sosyal güvenlik kurumları, kimi zaman “Devletin sırtında kambur” olarak tanımlanarak, kimi zaman da bu kurumlardaki sözde yolsuzlukları medyada çarşaf çarşaf gündeme getirilerek, bu kurumlar gözden çıkarılmıştır.

İlk operasyon, hizmet ettiği kesim ve toplam nüfus itibariyle özel öneme sahip olan SSK’dan başlatılmış, sigorta ve sağlık işleri ayrılmıştır. Çünkü, özelleştirme işlemleri bölüp parçalanarak satılmak suretiyle daha rahat yürütülmektedir.

Sağlık alanında, SSK hastanelerinin önce yerel işletmeler haline getirilme-si ve şimdi ise Sağlık Bakanlığı’na devrinin tartışmaya açılması boşuna değildir. Sigorta ve sağlık işlerinin ayrılması ile, işletme haline getirilen hastanelerin, SSK bünyesinden koparılarak, yerel hizmetler yasası yürürlüğe girdiğinde yerel işletmeler haline getirilmesi ile hizmetin sınıfsal karakteri tümden bozulmuş olacaktır. Sigorta alanında ise bütün sosyal güvenlik kurumları için emeklilik yaşı 58-60’a çekilerek fonların sermaye için verimli kaynak haline getirilmesi tesadüf değildir.

Ülkemizdeki çalışma yaşamına ilişkin koşullar ve ortalama yaşam süresi dikkate alındığında;


  • Dağıtılmış iş gücü ve kayıt dışı istihdam nedeni ile özellikle küçük sanayi ve organize sanayilerde sınıf sigorta hizmetlerinden uzaklaştırılmıştır.

  • Tarım, inşaat, turizm, tekstil gibi sektörle devamlı sigortalılık söz konusu olmadığı için emeklilik için gereken prim gün sayısının tamamlanması hemen hemen imkansızlaştırılmıştır.

  • Bütün bu koşullardan sonra emekliliğe prim gün sayısı olarak hak edenler ise yaş engeline takılmaktadır.

Görülüyor ki, işçiler adına yatırdıkları primleri angarya olarak tanımlayan sermaye, sigorta angaryasından kurtulacak, düşük ücretlerde hesaba katıldığında hem işçilik maliyetini düşürmüş olacaktır, hem de zorlaşan emeklilik nedeni ile de fonları oldukça büyüyen sosyal sigorta kurumları iyi birer karlı kaynak olacaktır.

Yeniden şekillenen üretim ilişkileri ile sendikal örgütlenme yok edilirken, sendikalarla birlikte sınıfın en önemli dayanışma kurumlarından olan sosyal sigorta kurumlarının işlevsizleştirilmesi ve bu hizmetlerin piyasanın emrine sunulması temel hedeftir.

58. AKP Hükümetinin programında Sosyal Güvenlik Kamu Hizmeti olarak sayılmamaktadır. Kamu Kurumlarının ve hizmetlerinin tasfiyesine bağlı olarak Personel Rejimi Reformu ile devlet memuru sayısı da IMF’nin belirlediği sayıya, yani 400.000 lere çekilmesi hedeflenmektedir. Bunlar da devletin asli ve sürekli görevlileri arasında sayılan savunma ve adalet hizmetleri alanında olacaktır.

Diğer alanlarda, dolayısıyla sosyal güvenlik alanında da, çalışanlar “memur” tanımlamasından çıkarılacak, 1475’e tabi kamu çalışanı statüsünde tanımlanarak, iş güvencesi kaldırılacaktır. Böylece, sosyal güvenlik hizmeti vermekten kurtulan devlet, aynı zamanda bu alanda hizmet veren kamu çalışanlarından da kurtulmuş olacaktır.

Sınıf mücadelesinin yüksek olduğu bir dönemde sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda sağlık hizmetlerinin ve sigorta hizmetlerinin yeniden planlanması ve standart bir sosyal güvenlik sistemi tartışılabilir.

Bugün için yapılan sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplama, sağlık hizmetlerini tek kurumda birleştirme tartışmaları, sınıfın ihtiyaçlarından uzak tam tersine tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda yürütülen bir tartışmadır. Ayrıca, emekçi sınıfların güç birliği ilişkilerinin mevcut durumu, emekçilerden yana yeni bir yapılanma için uygun koşullara sahip bulunmamaktadır.

Sosyal güvenlik alanında yaratılan kurumların birleştirilmesi ve yeniden yapılanması, emekçiler açısından en azından bu günkü mevcut verili durumda tartışmaya açılmasına taraf olunamaz.

Tekellerin ihtiyaçları üzerinden sosyal güvenlik alanında yapılacak yeniden şekillenmeye karşı, tüm uygulamaları ters yüz edecek bir karşı koyuşun sağlanması ve karakterine uygun sınıfsal güç birliğinin sağlanması, sendikalarımızın ve emekçilerin önünde ertelenemez bir görevdir.

Sosyal Güvenlik alanına dair aşağıda belirttiğimiz genel talepler için mücadelemizi diğer emek örgütleriyle ve tüm halk kesimleriyle birleştirme çabalarımız sürecektir.


  • Sosyal güvenlik kamu hizmetidir, kar alanı haline getirilmemelidir.

  • Devlet, sosyal güvenliğin finansmanına katılmalıdır.

  • Kayıt dışı ekonomiden vazgeçilmeli, sigortasız işçi çalıştırılmaya son verilmelidir.

  • Prim borçları affedilmemeli, faiziyle birlikte ödenmelidir.

  • SSK bir hizmet örgütü olarak kalmalı, kar aracı haline getirilmemelidir.

  • Tüm yurttaşları kapsayan işsizlik sigortası ve iş güvencesi yasası çıkarılmalı, sosyal güvenlik kapsamı genişletilmelidir.

MERKEZ YÖNETİM KURULU



KESK KADIN SEMPOZYUMUNA SUNULMAK ÜZERE



DEĞİŞEN ÜRETİM İLİŞKİLERİ İŞKOLUMUZA NASIL YANSIYOR

KADINLARI NASIL ETKİLİYOR

Bilindiği gibi, kapitalizm 1929 ekonomik krizini sosyal devlet ve refah toplumu politikalarıyla aşmıştı. Keynes’yen politikalar olarak da bilinen bu politikaların en önemli özelliği sadece asayiş ve adaletten sorumlu olan devletin, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, ulaşım, haberleşme madencilik ve altyapı sektörlerinde bizzat bulunarak, “jandarma devlet”ten, “sosyal devlet” niteliğine dönüşmesidir. Bu politikaların gelişiminde sosyalizmin güçlü bir alternatif olması da, kapitalizmin taviz vermesinde etkili olmuştur.

Ancak, 1970 krizi ve doğu blokunun çökmesi sonucunda, sermaye sınıfı sosyal devlet politikalarından, dolayısıyla “emekçi halklarla vardığı kısmi uzlaşma”dan da vazgeçtir. Son yıllarda da “yeni dünya düzeni”, “küreselleşme” adı altında yeni liberal politikalar gündeme getirilmiştir. Fordist üretim sisteminin yerini esnekliği sağlamaya yönelik üretim ve yönetim modelleri alırken, sosyal devlet, piyasa devleti halini almaktadır.

Serbestleşme, kuralsızlaştırma ve özelleştirme politikaları yeni liberalizmin oturtulduğu temel ayaklardandır.

Serbestleşme politikalarının özünde, sermayenin tüm dünyada serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması yatmaktadır. IMF, DB ve OECD aracılığıyla yürütülen emperyal politikalar, bugün Dünya Ticaret Örgütü koordinasyonunda yürütülmekte, tüm ülkelere, mal ve sermayenin hiçbir engele takılmadan serbestçe dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması ve tüm hizmetlerin ticarileştirilmesi için yeni yasal düzenlemeler dayatılmaktadır. Kısaca, “sermaye için dikensiz gül bahçesi” yaratmak demek daha anlamlı olacak.

Emperyalizmin en etkili politikalarından biri de özelleştirmedir. Sermaye sınıfı, kamu kuruluşları aracılığıyla yürütülen ve “kamu yararı” gözetilerek verilen hizmetleri, bir rant alanı olarak görmekte ve kuruluşlara ve hizmet alanlarına el koymaktadır. Devlet eliyle yürütülen sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, enerji, haberleşme ve ulaşım hizmetlerinin “piyasa koşullarında” kar gözetilerek verilmesi yayılmaktadır. Bu hizmetleri veren kamu kurumları ya yok pahasına sermaye çevrelerine satılmakta ya da kapatılarak bu hizmet alanları sermayeye terk edilmektedir. IMF ve DB az gelişmiş ülkelere verdiği kredilerle özelleştirme politikalarını zorunlu kılmaktadır. Bu politikalar sonucunda, devletin sosyal harcamaları kısıtlanmış, piyasa koşullarında yürütülen kamu hizmetlerinin fiyatı arttırılmış ve “paran kadar hizmet” dönemi başlatılmıştır. Yeni dünya düzencilerin tüm iddialarının tersine, bu politikaların sonucunda gelir dağılımı bozulmuş, yoksulluk çığ gibi büyümüş, işsizlik artmış, çalışanların işgüvencesi, sosyal hakları ortadan kaldırılma noktasına gelmiştir.

Yeni liberalizm (emperyalizm) mali sermayenin serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırmış, vatandaştan toplanan vergilerle kurulan kamu kurumlarına ve işletmelerine el koymuş, bununla da yetinmemiştir. Sermaye birikimini arttırmak için emeğin maliyetini daha da düşürecek politikaları acımasızca uygulamaya koymaktadır. Böylesi bir durumda, yüksek ücret alan, sosyal güvenceli, iş güvencesi olan, sendikalı, TİS ve grev hakkı olan bir emek piyasasının artık lüks sayılarak bu alan olabildiğince kuralsızlaştırılmaktadır.

Yeni üretim politikaları, emek sürecinin kuralsızlaştırılmasının en önemli ayağıdır. Keynes’yen politikaların (kitlesel üretim, büyük ölçekli işletmeler, sendika hakkı kullanan işçiler) yerini post-fordist politikalar almaktadır.(sipariş usulü üretim, küçük ölçekli işletmeler, sigortasız sendikasız işçiler) Bu politikalar sonucunda esneklik, emek süreçlerinin her alanına yansımaktadır. Çalışma saatleri, ücretler, izin hakkı, üretim tarzı, istihdam koşulları vb. kısacası 18.yy vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma koşulları yeniden oluşturulmak istenmektedir.

Sendikamız, Büro, banka ve sigortacılık işkolunda örgütlü bulunmakta ve genel olarak kadın istihdamının yoğun olduğu bir işkoludur. Sendikamızın üye sayısı, 40 bin civarında olup, üyelerinin %42.5’i, yöneticilerinin ise %21’i kadındır. İşkolumuzda yer alan kurumlar arasında, Maliye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Adalet, İçişleri, Dışişleri Bakanlıkları, SSK, Bağ-Kur, İş,Kur, Emekli Sandığı, DMO, Nüfus ve Vatandaşlık, Gençlik Spor Genel Müdürlükleri, Hazine, Dış Ticaret, DPT, DİE, Gümrük Müsteşarlıkları, Sayıştay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi Başkanlıkları vb. 42 kurum yer almaktadır. İşkolumuzda, memur, sözleşmeli, kadrolu sözleşmeli, geçici işçi ve işçi olmak üzere değişik istihdam biçimleri mevcuttur.

Üretim politikaları, esnekliği sağlayan çeşitli yöntemlerle kamu hizmetleri alanında da uygulanmaktadır. Bu yöntemler, norm kadro, TKY, performansa bağlı ücretlendirme, yönetişim,farklı statüde istihdam vb. Bu yöntemlerin temel amacı, az kişiyle çok iş yapmak, çalışanlar arasında rekabeti körüklemek, katılım ve demokratikleşme gibi söylemlerle kamu kurumlarını şirketleştirmedir. Yeni liberalizmin ideolojik argümanları bu kavramlar üzerinde inşa edilmiş ve çağdaşlaşma adı ile emekçiler yanılmaktadır.

Toplam Kalite Yönetimi, Çalışma Bakanlığı, SSK, Bağ-Kur, İş-Kur’da hayata geçirilmiş, ISO ve kalite belgeleri alınmış durumdadır. Maliye Bakanlığı ve Vergi Dairelerinde, Dışişleri Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Nüfus ve Vatandaşlık başta olmak üzere diğer kurumlarda ise anket çalışmaları yapılmış takım oluşturma durumuna gelmiştir. Norm kadro uygulamalarına yönelik yasal düzenlemeler yapılmakta, kimi kurumlarda uygulamaya geçilmektedir. Bir çok çalışanın, emekliliğine iki-üç yıl kala 20 yıl çalıştığı işyerinden zorla koparılıp, başka işyerlerine dağıtılması söz konusudur.

TKY çalışanlara sunulduğu biçimi ile, çalışanların kurum yönetimlerinde söz sahibi olması, üst amirleri tarafından alt kademede çalışanların görüş ve önerilerinin dikkate alınması ve iş süresinde verimli hizmet üretiminin sağlanması olarak ifade edilmiştir.

Uygulama sonuçlarına bakıldığında ise, örneğin Bağ-Kur’da yaşanan sorunlar, şikayet kutularına çalışanlarca yazılı olarak bildirilmekte, sorunlara cevaplar panolarda şu şekilde verilmektedir. “... kişi tarafından ..... konu hakkında sorular sorulmuş, ... Başkanlığından konu hakkında bilgi istenmiş.... yasa gereği konunun çözüme kavuşturulmadığı bilgisi alınmıştır.” Bu güne kadar bu çerçevede çözümlenmiş her hangi bir sorun mevcut değildir. Ayrıca, iş süresi içinde verimli hizmet üretimi hedeflendiğinden, kurumlar %30 eksik istihdam ile hizmet yürütülmekte olup, çalışanların iş yükü çalışma kapasitesinin çok üzerinde bir artış göstermiştir. Kısacası nitelikli iş üretme yerine, iş yükünün artışı söz konusudur. TKY’nin uygulandığı birimlerde dikkat çeken şey dosya düzeni ve odaların kısmen daha düzenli ve temiz olmasıdır. Ancak bu uygulama sonucunda, kırtasiye artmış, mesai süresi gece geç saatlere kadar sürmekte, özellikle takım çalışması yapılan yerlerde ve takım sorumlularında boyun ve bel fıtığı, göz bozuklukları, bilgisayar kullananlarda bilek kemik yapılarının zayıflaması ve lif kopmaları yaşanmaya başlanmıştır. TKY eğitimlerinde vatandaş dış müşteri, iş arkadaşı müşteri çalıştığı kurum da şirket olarak anlatılmaktadır. Bu eğitimlere, kamu kurumları da henüz yasal zemini olmasa da piyasa koşullarında hizmet sunulmaya hazırlanmaktadır.

Özellikle otomasyona geçilen, bilgi sayar kullanımının yoğun olduğu birimlerde performansa bağlı ücretlendirme uygulaması olabilmekte, ya da bazı maaş dışı ödemeler, belli bir sayıda tuş basılmasına bağlı olarak verilebilmektedir. İSO belgesi almış birimlerde, ödüllendirme-teşvik amaçlı olarak ek ödemelerde 2-3 puan fazla ödeme yapılmakta, ancak, en ufak bir hata da yada geç kalma durumunda ek ücret kesintisi yapılmaktadır. Ödül bir anda cezaya dönüşmektedir. Aynı işi yapan kesimlere farklı ücret uygulaması yapılabilmektedir.

Özellikle, yoğun olarak kadın emekçinin çalıştığı bilgi işlem bürolarında adı konulmamış uygulamalar yaşanmaktadır. Son birkaç gün içinde bize ulaşan bir örneği burada aktarmakta yarar görüyoruz. Henüz TKY uygulanmayan Ankara Vergi İstihbarat bürosunda yaklaşık 300 kadın emekçi iki vardiya halinde çalışmaktadır. Bir grup 7.30-13.30 diğer grup 13.30.19.30 arasında çalışmaktadır. Gün içinde iki kez belli aralıklarla 20’şer dak, sigara ve çay molası dışında masasından kalkması, masasında çay, sigara içmesi, ziyaretçi kabul etmesi yasak. Sabah vardiyasında çalışan bir emekçi, hastalanmış ise, öyleden sonra hastaneye gidecek, şayet sabah gitmek zorunda kalmış ve hastanedeki işi 10’da bitmiş ise saat 11’de gelip işine devam edemez, öyleden sonra gelip tam vardiya çalışacak, bakmakla yükümlü olduğu çocuğunu ya da eşi vb. doktora götürmesi yasak, amiriyle aynı asansöre binmesi yasak, şayet binmiş ise amiri de binerse, memur inecek asansörden. Bahsedilen bu yasaklar yazılı kural değil, sözlü yasaklardır, kat sorumluları aracılığıyla duyurulmaktadır. Bu emekçiler kreş, yemek ve servis hizmetinden yararlandırılmamakta, devletin her memur için bütçeden ayırdığı yemek katkı payı dahi kendilerine verilmemektedir. Ama her birinden maaşlarının yanı sıra (kurumun tamamında farklı oranlarda da olsa ödenmekte) fazla mesai ödemesinden yararlanabilmek için günlük 130 mükellef bilgilerinin girilmesi istenilmektedir. Her kişinin günlük, saatlik ne kadar giriş yaptığı hesaplanmakta ve az giriş yapanlar çok giriş yapanlarla karşılaştırılarak, çalışanlar arasında rekabet geliştirilmektedir. Günlük bu sayıya ulaşması için de masasından kalkmaması gerekmektedir. Kadın emekçiler, anlamsız tehdit, baskı ve yasaklarla köleliğe boyun eğmeye zorlanmaktadır. Bu kadınların çoğunda bilek kemikleri zayıflamış, lif zedelenmeleri, boyun fıtığı, stres ve asabiyet durumları görülmeye başlanmıştır. Birçok işyerinde “nöbetçi memurluk” ve “danışma memurluğu” adı altında mesai saati dışında ve hafta sonu tatil günlerinde kamu emekçileri kural dışı çalışmaya zorlanmaktadır.

Başta Vergi Daireleri, SSK, Bağ-Kur olmak üzere bir çok kurumda sürekli, fazla mesai uygulanmakta, özellikle vergi affı ve SSK, Bağ-Kur prim borçları affı dönemlerinde yaptırılan zorunlu fazla mesai çalışması insan vücudunun dayanamayacağı boyutlara ulaşmaktadır. İşkolumuzda %30 eksik kadroyla işler yürütülmektedir. Var olan boş kadrolara personel alınmadığı gibi sürekli emeklilik zorlanmaktadır. Bu kurumlarda sürekli vatandaşla yüz yüze çalışılmakta ve bir çok kadına yasal doğum izni bile verilmemektedir. Kreş ve gündüz bakım evleri olmadığı için, çocuk bakımı önemli bir sorun halinde, çocuklarıyla ilgilenemeyen anneler suçluluk duygusuyla işlerini yürütmek zorunda kalıyor. Yoğun ve stresli bir iş ortamı, 9-10 saat, kimi zaman 14 saat ve hafta sonları da çalışan kadın emekçilerin sendikal faaliyete de katılımı da olanaksızlaşıyor.

1475 sayılı İş Yasasında yapılan değişiklikle yasalaştırılan kuralsızlaştırma (esneklik) politikaları, Kamu Personel Rejimi Reformu ile kamu emekçileri alanında da yasal zemine kavuşturulmak istenmektedir. Kamunun yeniden yapılandırılması adı altında, GATS’a verilen taahhütler doğrultusunda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, iletişim, yol, su, alt yapı gibi temel hizmetler yerelleştirme adı altında yerli ve yabancı sermaye çevrelerine açılarak tamamen özelleştirilmesi hedeflenmektedir. Hizmetlerin yürütülmesi piyasa koşullarına göre planlanınca, kar güdüsünün egemen olacağı açıktır. Ve bu hizmetleri yürüten kamu emekçilerinin çalışma koşullarının da piyasa koşullarına göre düzenlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla personel rejiminde “esneklik adı altında” yapılmak istenen değişikliklerde de iş güvencesi kaldırılarak sözleşmeli personel çalıştırma, performansa dayalı ücretlendirme ve esnek ve kuralsız çalışma dayatılacaktır.

Reform olarak sunulan bu saldırı yasaları, özelleştirmelerde olduğu gibi önce kadınları vuracaktır. Esneklik denilen kuralsızlık uygulamalarından da en çok etkilenmekte olan ve etkilenecek kesim kadın emekçilerdir. Özellikle kadın olmaktan kaynaklanan, hamilelik, loğusalık, annelik durumu ve cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle kadının ev içi yükleri de dikkate alındığında, performans kriteri düşük olacağı açıktır ve kadın emekçinin piyasa koşullarında hizmet üretimi yarışının dışına düşecektir. Dolayısıyla, kadın istihdamı daralacak, düşük ücret ve her an kapı dışarı edilme tehdidiyle yüz yüze kalabilecektir. Hatta, iş ve sosyal güvencesizlik tehlikesi altında olan kadın, cinsel istismarlara da maruz kalabilecektir.

Sınıfın canları pahasına bize miras bıraktığı yüzyıllık kazanımların gasp edilmesine, esnek, kuralsız ve kölelik koşullarını düzenleyen yasal değişikliklere zemin teşkil eden “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” taslağı bugünlerde hükümetin gündemindedir. Buna bağlı olarak, “Yerel Yönetimler ve Personel Rejimi Reformu” gündeme gelecektir. Saldırı yasalarına ve bölgemizdeki emperyalist kuşatmaya, savaşa karşı kamu emekçisi kadınların diğer kadın ve erkek sınıf kardeşleriyle birlikte mücadeleyi yükselteceği, en önlerde kararlıca direneceği bir dönemden geçiyoruz. 89 Bahar eylemlerinde filiz veren kamu emekçisi kadınlar, kölelik koşullarının dayatılmasına karşı, sınıfsal görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirecek, bugününe ve geleceğine sahip çıkacaktır.

GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU



KURUMLARA SUNULAN İŞYERİ SORUN VE TALEP DOSYALARI
Sayı : 2003/963 30.09.2003

Konu : Çalışanların sorun ve talepleri



Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin