2- Kabir Azabının Keyfiyeti:
Önce şunu belirtmeliyiz ki, yukarıda sıraladığımız âyet ve hadisler kabir azabının mutlak olarak varlığına delâlet etmektedir. Bu sebeple kabir azabının varlığına inanmak zaruridir ve bunu inkâr etmek küfre götürür. Ama kabir azabının varlığını tasdik ettikten sonra, bunun yalnız ruhi veya hem ruhi hem de bedenî olacağı hususu gibi -hakkında kesin delil olmayan- keyfiyeti hususunda ileri sürülen görüşlerdeki farklılık insanı küfre götürmez. Çünkü bunlardan her hangi birine nasslarda açık delalet yoktur, sadece işaretler vardır. 350
Bu gibi -nasslarda açıklık bulunmayan- hususlarda izlanecek en doğru yol, üzerinde akıl yürütmemek ve işi Allah'a havale etmektir. O, nasıl dilerse öyle yapar, çünkü O'nun gücü her şeye yeter demektir. Ancak insanoğlu, kendine verilen eksik ve ölçülü, sadece kulluk vazifelerini idrak edip yapması için verilmiş olan aklıyla her şeyin üstesinden gelmek ister. Onun için bu konuda da akıl yürütülmüştür. Halta o büyük (!) akıllarına dayanarak kabir hayatını imkânsız gören ve tümüyle inkâr edenler de çıkmıştır.
Biz burada kabir azabını kabul edenlerin, keyfiyeti hususundaki görüşlerini sıralamağa çalışacağız. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bunlardan her hangi birini kabul etmek veya etmemek insanı küfre götürmez. Ama nassların daha açık olarak işaret ettiği ve daha kuvvetli delillere dayananların görüşleri -şayet birini tercih gerekirse tercihe şayan olmalıdır. 351
Kabir Azabının Keyfiyeti Konusundaki Görüşleri Önce İkiye Ayırabiliriz:
a) Kabirde hayat olmaksızın ölünün azap ya da nimet göreceğini söyleyenler: Bu fikir, Ruhun çıkışından sonra da ölünün bizzat akıllı, idrak ve ilim sahibi olduğuna kail olan Sâlihiyye 352 ile bir çok konulardaki izahlarıyla Ehl-i Sünnet itikadına ters düşen Kerrâmiyye'nin 353 görüşüdür. Onlara göre, azabın gerçekleşmesi için hayat şart değildir. 354
b) Kabirde azap ya da nimetin gerçekleşmesi için hayatı şart koşanlar: Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat âlimleri, kâfir ve bazı günahkâr mü'minler için azabın, itaatkâr mü'minler için de nimetin gerçekleşmesi için Allah Tealâ'nın ölünün cesedine hayat verdiğini söy lemislerdir."355
Burada Ehl-i Sünnet âlimleri, ta'zib ve ten'im (nimetlerime) için hayatı şart koşmakla Mu'tezlle ile birleşmişlerse de, Mu'tezile ölüye hayat verilmesini caiz görmezken Ehl-i Sünnet uleması, ölü her ne halde bulunursa bulunsun, mutlaka Allah ona azabın acısını ve nimetin zevkini hissedecek kadar bir hayat verir, demekle Mu'tezileden ayrılmışlardır.
Ehl-i Sünnet âlimleri burada "Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin..." 356 âyetini de delil getirerek bu hayatın illa da dünyadaki hayata denk bir hayat olması gerekmediğini, oradaki azap ve nimeti idrak edecek kadar olmasının yeterli olacağını ve Allah'ın ölüye bu kadar bir hayat vermesinin mümkün olduğunu söylemişlerdir. 357 Âyet de buna işaret ettiğine göre hayat şarttır ve vardır.
Kabir azabının ve nimetinin idrak edilmesi için hayatı şart koşan âlimlerin, bu hayatın keyfiyeti hususunda dört ayrı görüş etrafında toplandıklarını görüyoruz:
aa) Kabirde azabın hak olduğunu ve Allah'ın ölüye bunu idrak edecek kadar hayat verdiğini kabul edip, bunun keyfiyetiyle meşgul olmayız ve keyfiyetini bilemeyiz, diyenler.358 Selef-i Sâlihîn ve âlimlerden bir kısmı bu görüşü savunurlar ki, onlar Allah her şeye kadirdir, nasıl dilerse öyle yapar, biz öylece inanırız, derler; daha ileriye gitmezler. Hakikatte en doğru yol da budur ve "kocakarı imanı" denilen, seksiz şüphesiz, âyet ve hadislerde bildirilenlere olduğu gibi iman etmektir bu. Tıpkı ashabın, Hz. Peygamber (sav) den bir şey duyduklarında, hiç üzerinde fikir yürütmeden, o söylediyse doğrudur, deyip tasdik ettikleri gibi.
bb) Bazı kimseler, kabirdeki azap ve nimetin, ruhla hiç bir ilgisi bulunmaksızın, -sadece bedenle idrak edileceğini söylemişlerdir. 359 Bu görüş, yukarıda (a) maddesinde zikredilenden farklıdır. Çünkü onlar ölünün, kendisine hayat verilmeksizin, bizzat azap ve nimeti idrak edeceğini söylüyorlardı. Bunlar ise, hayat verileceğini, ancak ruh iade edilmeksizin bu hayatın bedende yaratılacağına kail olmuşlardır ki, her iki görüş de çok az kimse tarafından benimsenen görüşlerdir.
cc) İslâm âlimlerinden küçük bir topluluk da kabirdeki azap ve nimetin sadece ruhi olduğunu söylemişler ve bedeni işe karıştırmamışlardır. 360 Ancak bunların bu açıklamaları, filozofların görüşlerinden çok farklıdır. İslâm filozofları, ölümden sonra artık hiçbir zaman ruhun bedene dönmeyeceğini ve bu dönüşün imkânsız olacağını, âhiret hayatının da sadece ruhi olduğunu söyleyip, 361 böylece âhiretteki dirilmenin cisimle olacağını inkâr ettiklerinden dolayı bazı alimlere göre küfre vardıkları halde, 362 yalnız kabir hayatının ruhi olacağını söyleyen âlimler küfre varmazlar. Çünkü bunlar, mahşerdeki dirilmenin cesetle birlikte olduğunu kabul etmektedirler. Aslında İslâm filozofları da mahşeri ve âhiret hayatının varlığını kabul ettiklerinden, onları tekfir etmek de kesin bir yargı olmasa gerekir.
Ruhun bizzat idrak edici ve ölümden sonra da bu idrakinin devamlı olduğunu söyleyen Fuzuli (v. 963/ 1556), iyi ruhların, bulundukları makamda tam olmayan bir lezzetle lezzetlendiklerini, kötü ruhların da bulundukları makamda tam olmayan bir elemle elemleneçeklerini söyleyip bedeni bu lezzet ve eleme iştirak ettirmemiştir.363
Allah yolunda öldürülenlerin (şehitlerin) diri olduklarının bildirildiği:
"Allah yolunda ölrülenlere, onlar ölülerdir demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz."364 ayetinde, "onların bizim anlayamayacağımız bir şekilde diri olmalarından kasıt, hayatlarının cesetle olmadığını tenbih etmektir." diyen el-Münzirî (v. 658/1258) de 365 kabir hayatının ruhi olduğunu belirtmek istemiştir. Fahreddin Razî'nin de bu âyeti aynı şekilde açıkladığına bakılırsa' 366 onun da kabir hayatının ruhi olduğuna kail olduğu söylenebilir.
Şehristânî'nin (v. 584/1188) de kabir hayatının ruhi olacağı görüşünde olduğu söyleniyor. 367 Fakat kendi eserlerinde böyle bir şeye rastlanılamamıştır.
Kabirdeki azap veya nimetin yani kabir hayatının ruhi olacağını savunan âlimler. Peygamber Efendimiz (sav) in, Miraç gecesinde göklere yükseltildiği zaman Hz. Adem (a.s) ile ve diğer peygamberlerin ruhlarıyla karşılaşmasını ve Hz. Adem'in sağında iyilerin ruhlarının, solunda da cehennemliklerin ruhlarının bulunduğunu haber vermesini 368 delil getirirler. Halbuki onların ruhlarının bedenlerinden ayrı oluşu, az sonra izah edileceği gibi, bedenleriyle hiç ilişkilerinin olmadığını göstermez.
Bu konuda bir de İbn Ömer'den gelen şöyle bir haber vardır:
İbn Ömer bir gün bir kabirde açığa çıkmış bir kafatası görür ve bir adama onu toprağa gömmesini emrettikten sonra yanındakilere dönerek:
"Bu bedenlere toprak hiçbir zarar vermez. Kıyamet gününe kadar nimet yahut azaplanacak olan ruhlardır." der.369
Kıyamet gününe kadar insan azap çektikten sonra, bu azap ruh üzerinedir de dense bunu, o hak etmiş insan çekecektir, ceset üzerinedir de dense yine o çekecektir. Mühim olan insanın kabrinde azap çekmesi yahut nimet görmesi olduğuna göre, bu, yalnız ruha, yahut yalnız cesede veya her ikisine de olmuş ne farkeder. Bunların hepsi de mümkün şeylerdir ve Allah'ın kudreti dahilindedir. Ama gel görelim ki bu hususta İslâm âlimlerinin çoğunun görüşü, dördüncü maddede açıklanacak olan, ruh ve cesedin ikisine birden azap edileceği veya nimet tattırılacağı şeklindedir.
dd) Kabirdeki azap ve nimet, ruhla bedenin her ikisine birlikte olacaktır. Bu görüş, Ehli Sünnetin ve müslümanların çoğunluğunun görüşüdür. Aslında nassların zahirinden de bu anlaşılmaktadır ve akılla bu nassları tevil etmeye de lüzum yoktur. 370 Çünkü tev'il ancak zahirini almak ve anlamak mümkün olmadığı ve tev'ili gerektirecek bir sebep bulunduğu zaman yapılır. Kabirdeki azap ve nimetin ruhla birlikte cesede de tattırılması, yani hem ruhi, hem de bedenî olması ise aslında mümkün olan şeylerdendir ve bunda hiçbir imkânsızlık yoktur.
Ölünün bedeninin azap veya nimetten hissedar olmasını imkânsız görenler, bunun iki yönden imkânsız olduğunu söylemektedirler: Birincisi, ölünün cesedenin çoğu kez ölümle birlikte veya toprakta çürümesiyle ortadan kalktığını ve tam olarak mevcut olmayan bir bünyeye hayat verilip de, azap veya nimet tattırılmasının imkânsızlığını sanmaları. İkincisi ise, ölüde hiçbir nimet yada azap eserini göremeyişleri ve çoğu kez bir tabutla veya dar bir lahde defnedilen ölünün, hadislerde bildirildiği gibi, oturmasını...falan imkansız saymaları.
Bunların bu itirazlarını sıralayan Teftazânî, kabir hayatı hakkında zikredilenlerin hiçbirinin; diğer harikulade şeyler gibi, imkan dairesi haricinde ve imkânsız olmadıklarını, doğru sözlü Peygamber bunları haber verdiği için de tasdik etmelerinin gerekli olduğunu belirtmektedir. Ve insanın, azap ve nimetten etkilenmesi için bütün vücudunun sağ-sâlim kabirde bulunmasının şart olmadığını, Allah isterse yırtıcı hayvanın karnındaki parçalara bile bu azap ve nimeti tattırabileceğini, veya beden ortadan kalktıktan sonra insanın aslî cüzleri üzerine bu azap veya nimetin devam edeceğini söylemekte; Allah'ın her şeye kadir olduğunu kabul edenlerin, O'nun lahdi veya tabutu genişletmesinde de hiçbir imkânsızlık görmemeleri gerektiğini belirtmektedir. İnsanın bütün bu olanları görememesi de, reddetmesini gerektirmez. Çünkü Allah Tealâ, bazı şeyleri, hikmetine binaen insanlardan saklı tutmuştur. 371
Bazı hadis-i şeriflerde suâl esnasında ruhun bedene iade edildiği zikredilmektedir. 372 Âlimlerden bir kısmı, suâlden sonra ruhun tekrar Cennet veya Cehennem'deki yerine döneceğini belirtirken, 373 Eş'arı ve Maturidîlerin çoğu, Allah'ın, ölünün cesedinde azabın acısını duyacak veya nimetin lezzetini tadacak kadar bir hayat yaratacağını söyleyip, ruhun cesede iadesi hususunda bir şey söylemekten çekinmişlerdir. Ölünün bu kadar bir hayat için ruhunun cesedine tam olarak iadesinin gerekmeyeceğini, bunun ancak kudret ve ihtiyarî fiillerin de bulunduğu tam bir hayatta gerekli olacağını söyleyen âlimlerimiz, bunu kalp sektesi geçiren adamın durumuna benzetmektedirler. Nasıl ki kalp sektesi geçiren bir adam, aslında diri olduğu halde, kudreti ve fiilleri olmadığı için, biz onun diriliğini bilemiyorsak, aynı şekilde kabirdeki ölünün hayatını da bilemeyiz. 374
Bunu Peygamber Efendimiz (sav), kendisinde ruh olmadığı halde bir dişin ağrımasına benzetmiştir. Kendisine gelen bir adam:
"İçinde ruh olmadığı halde, et kabirde nasıl bir acı duyar?" diye sorunca, Rasulullah (sav):
"İçinde ruh olmadığı halde dişin ağrıdığı gibi." cevabını vermiştir. 375 Rasulullah (sav) bu cevabı ile nasıl ki ruhsuz sandığın diş ağrı ve acı duyuyorsa, ruhsuz sandığın ceset de, ruhla irtibatı dolayısıyla, acı ve ağrı duyar, demek istemiş, illa da ruhun cesede girmesinin şart olmadığına işaret etmiştir. 376 Burada o, adamın bedenin azap duymasına olan inancını tenkit etmemiş, tasdik etmiştir ki, bu da, ruhla birlikte bedenin de kabirde azap duyacağına delildir.
Peygamber Efendemiz (sav) in, Bedir Savaşı'nda öldürülen müşriklerin dolduruldukları kuyunun başına gelerek oradan onlara:
"Rabbinizin size vadettiği (azabı) gerçek olarak buldunuz mu?" diye hitabetmesi de 377 cesetle ruhun birlikte azap gördüğüne delâlet eder. Çünkü eğer kabirdeki cesetler hiçbir şey duymayacak olsalardı Rasulullah onlara kuyunun başından hitap etmezdi. Kaldı ki, onun bu hareketini yadırgayıp:
"Ölülere mi sesleniyorsun, hiç ölüler duyar mı?" diyenlere:
"Siz onlardan daha iyi işitmiyorsunuz, yani sizden bile iyi duyarlar." diye cevap vermiştir. 378
Kabirdeki azap ve nimetin ruh ve cesedin ikisine birlikte olacağını belirten âlimler, ruh ve cesedin -içice olmasalar bile- aralarında bir bağlantı, bir ittisal bulunacağını ve böylece Cennet nimetleri içinde, yahut Siccin'de olan ruhun duyduğu zevk veya elemden bedenin de hissedar olacağını söylemişlerdir. 379 Bunu, güneşin gök yüzünde olduğu halde, dünya üzerinde ve arzda (yeryüzünde) ışığının ve ısısının hissedilmesine benzetenler olduğu gibi, 380 uyuyan bir kimsenin uykusunda gördüğü bir rüyadan dolayı bedeniyle de acı, yahut lezzet duymasına teşbih edenler de vardır. 381 Suyütî, kabirdeki ittisalin uykudakinden daha kuvvetli olduğunu söylemektedir. 382
Allah Tealâ dünyada herşeyin bir numunesini yaratmıştır ki, uyku da ölümün misâlidir. Nasıl insan, gözleri kapalı ve bütün duyuları idrakten yoksun olduğu halde rüyasında gördüğü korkulu şeylerden ötürü terler döküyor, titriyor veya gördüğü hoş bir rüyadan ötürü bedenen de lezzet duyuyorsa, aynı şekilde ölünün göreceği azap, yahut nimetten bedeni de etkilenecektir. Azap acı duymak olduktan sonra bunun uykuda, yahut uyanıkken olması arasında fark var mı? İsterse vücudunda onun izleri kalmasın.
Yine ruh ile bir ilgisi bulunduktan ve onunla birlikte azap veya nimeti hissettikten sonra, beden ister et olsun, ister kemik, isterse toprak. Ne iarkeder ki...
Alimlerimizden bazıları, kabirdeki bu ittisalin, bedenin tek çürümeyen parçası olan kuyruk sokumu kemiğine,383 ya da insanın doğumundan ölümüne kadar değişmeyip dalma aynı kalan aslî parçalara 384 olacağını söylerler. Böylece cesedi ortadan kalkmış olanların azap veya nimeti hissetmesi imkân dahiline girmiş olur, imkânsız olduğunu söyleyenlerin itirazları da ortadan kalkar.
Zaten kabirde bizzat azap veya nimeti tadacak olan ruhtur. Beden onun vasıtasıyla azabın acısını, yahut nimetin lezzetini duyacaktır. Bu sebeple mü'minlerin ruhları Cennet'te bizzat lezzetlenirken, meselâ Üçler Mezarlığı'ndaki aslî parçalarıyla olan ilgileri sebebiyle, beden de Cennet nimetleriyle lezzet duyar. Kâfirlerin'de aynı şekilde ruhlarının çektiği azaptan bedenleri de elem duyar. İşte bu sebeple mü'minin kabri Cennet bahçelerinden bir bahçe, kâfirinki de Cehennem çukurlarından bir çukur olur. 385
Böylece berzahtakilerin İlliyyun'da veya Siccin'de olduklarını bildiren haberlerle kabirlerinde olduklarını bildiren haberlerin arası bulunmuş olur ki, ölünün cesedi ne şekilde ve nerede bulunursa bulunsun bu ilgi devam eder. Allah Tealâ da, ölünün cesedi her ne şekle girmiş olursa olsun, onda azabın acasını yahut nimetin lezzetini idrak edecek kadar hayatı yaratmağa kadir olduktan sonra -ki nimetlendirmek veya elemlendirmek istediği kimse için Allah'ın hayat verdiğine Ebu'l-Mü'în en-Nesefî, şehitler hakkındaki âyet-i kerimeleri (Bakara, 2/154 veÂl-i İmrân, 3/169-170) delil getirir 386 cesedin de ruhla birlikte azap görmesi nasıl imkansız olur ki... Akıl bunu imkânsız görmediği gibi, nakilde de olacağı haber verilmiştir. O halde inanmamak ve kabul etmemek için bir sebep var mıdır? 387
Kabirdeki ölüde azap veya nimetin eserinin gorülmeyişine gelince: önce şunu bilmeliyiz ki, dünya ile âhiret âlemi birbirinden çok farklıdır. Ve biz ancak dünya ölçülerine göre, duyu organlarımızın algılama alanına giren şeyleri algılayabiliriz. Tıpkı bir radarın, görüş açısına giren cisimleri haber vermesi gibi. Biz dünyadaki varlıkların bile pek çoğunu, duyu organlarımızın algılama alanlarına girmediği, yahut algılaya bilmemiz için gerekli şartlar mevcut olmadığı için algılayamazken, nasıl olur da dünya ötesi âlemi algılamaya kalkışırız. Yahut algılayamadık diye inkâr ederiz? Bu tıpkı yanımızda uyuyup da rüya gören bir kimsenin gördüğü rüyayı -biz bir şey görmedik- diye inkâr etmemize benzer ki, bu ne kadar gülünç ise, kabir âleminde olanları göremiyoruz, duyamıyoruz diye inkâr edenlerin hali de en az o kadar gülünçtür.
Araştırıcı Lincoln Bernett:
"İnsanın, kendisini çevreleyen gerçeklerden algılayabildiği (idrak edebildiği), duyu organlarının güçsüzlüğü nedeniyle sınırlıdır. İnsanın gözü daha duyarlı olsa, meselâ X ışınlarının dalgalarını farkedebilse, yeryüzü kendisine şimdiki gördüğünden bambaşka şekilde görünürdü." demiştir. 388
Peygamberimiz (sav), ashabıyla birlikteyken ona Cebrail (a.s) geliyor ve vahiy getiriyordu. Yanındakiler hiç biz görmedik diye Cebrail'in geldiğini ve vahiy getirdiğini inkâr ediyorlar mıydı? Eğer öyle deselerdi, kendileri de peygamber olmayı istiyorlar demek olmaz mıydı? Çünkü Cebrail (a.s) ı görmek ve duymak peygamberlere mahsustur.
"Duyu organları yoluyla insanın bilgisi, ışık hızıyla sınırlı ve bağlıdır. Işık hızına eşit veya ondan üstün hızla hareket eden cisim, insanoğluna göre hiçtir. Fakat bundan, böylesi hızla hareket eden varlık, yaratık ve diğer âlemlerin yokluğu veya bulunamayacağı anlamı çıkmamaktadır." 389 Aksi halde göremiyorum diye inkâr etmek, körün güneş ışığını veya sağırın bülbül sesini inkâr etmesi gibi olur.
Öyleyse -bütün sem'iyyât konularında olduğu gibi-kabir hayatı ve kabirdeki azap veya nimetin keyfiyeti hususunda da akıllı insana yakışan, o âlemi Allah'ın lutfuyla bizzat idrak etmiş olan Peygamberimiz (sav) in haber verdiklerini olduğu gibi kabul etmek, üzerinde fazla kafa yormamak, hele inkâra hiç kalkışmamaktır.
Bunu böylece tesbit ettikten sonra şimdi Peygamberimiz (sav) in haber verdiği -şahıslara göre farklı olan-azap şekillerine geçebiliriz. 390
Dostları ilə paylaş: |