Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə32/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   44

ma göre Şenlik belirtisi olup fakat yıkılmış kale duvar-

larının kalan belirtileri varmış.


378

AHMED CEVDET PAŞA

İşte bu kabileler içinde üç mertebe halk olup yüksek

olanına Beşi yani Bey, ortasına Özden, ayak takımına

Tokav denilir. Fakat Abaza ve Abazhi de beylik olmaz.

Onların yüksek derecesi Özden sınıfındandır. Çerkezlerin

Özdenleri ötedenberi hanedanları olan beylerin hizmetin-

de sipahi takımı olup ama Abaza Özdenleri ümera değe-

rindedir ve her sınıf evleneceği zaman dengini gözedip

aşağısına tenezzül etmez hatta abaza ve abazlı özdenle-

rinden birisi diğer çerkez kabilelerinden kız alacak olsa

Beyler denk olmadığından onların kızını alamayıp öz-

denlerden alabilir, böyle bu sınıflar birbirlerine karışmı-

yarak soyları ile övünmeği ve korumayı başarabilmişler-

dir ve Ümera ile Tokavlılar yüzleri ve lehçeleri ile ayrı-

lırlar.
ÎSTİDRAD

İnsanlar üç tohumdan kol salıp her sınıfı bir takım

özel nitelikleriyle birbirinden ayrılırlar. Birinci sınıf Kaf-

kaslı ki kafası toparlak, yüzü yumurta biçimi, burnu uzun

ve ağzı dar ve saçı siyah yahud kızıl olur. İşte insanın en

güzel sınıfı budur. Çerkez, Gürcü, Ermeni, Hindu, Arab

ve eski Diyarbakırlılar, Iraklı, Suriyeli, Habeş yahud es-

ki Mısırlılar bu sınıfdandır. Bu sınıf dünyanın pek çok

yerlerine yayılmış olup edepli, maarif ve sanayie yatkın

olurlar. Avrupa insanı bu sınıfdandır. Ancak saf olmayıp

İlerde anlatacağımız diğer sınıflarla karışmış bulunmak-

dadır.

İkinci sınıf Moğollardır. Başları dört köşe, yüzü yas-



sı ve yanaklarının üzeri çıkık ve yumru ve gözleri küçük

ve siyah vahşi akışlı yani göz kuyrukları yukarı çekik,

burunları küçük ve batık, saçları siyah, cildleri sarı ve

esmer arasında olup öyle ki doğal renkleri kaçık ve çalık

gibi görünür. Birinci sınıfda gerçekde sarı benizli kimse-

TARİH-İ CEVDET

379

ler olursa da o sarılık kansızlıkdan ve cansızlıkdan olup,



yine beyazdan sayılır. Ama bu sınıfın sarılığı cildin doğal

bir nitelikdir. Bu sınıfın çokluğu dünyanın yarısı,, doğu-

nun çokluk yerlerini doldurmuşdur. Kuzey Asya, Çin,

Hind ve Sind adaları halkı bu sınıfdandır.

Bu sınıfın değerli yaradılışı hükümet kurmağa ve

idareye ve buna bağlı olan kuvvet ve etkisi olup ancak

Çin halkı sanayide de ilerlemişdir.

Üçüncü sınıf Zencilerdir. Başı sıkık, dar, yanakları

geniş, üzerleri çıkık ve yumru ve burnu batık ve çenele-

ri uzun yani hortum gibi, ağzı ileri çıkmış, dudakları ka-

lın ve kıvrık, dişleri beyaz ve cildleri doğal kara ve saç-

ları yün gibi ince ve siyah kısa kıvırcık olup bu smıfdan

olanlar Gine, Sudan, Kafur ve Hotanto gibi ekvator al-

tında olan yerlerde ve Madagaskar kıyısında ve Atlas

Okyanusunun bazı adalarında bulunurlar. Güneşin yakıcı

sıcağı bunların akılca gelişmelerine engel olduğundan bu

güne kadar bilgisiz ve vahşet içinde kalıp kendi hallerini

düzene koymağa güçleri yetmemişdir. Bazıları yaradılış-

ları ile insanlıkda noksan olduklarını ispat ederler.

İlk sınıfın doğduğu yer Kafkas dağları olup aslında

Çerkez ve Gürcülerden ibaret olduğu halde diğer kolları

onlardan ayrılmışdır. İkinci sınıfın aslı Rusların Asya ile

sınıfını teşkü eden Altay Dağlarından bazı kitaplarda

yazılı ise de bu sağlam bir belirti olmayıp dünya doğa

tarihinin bize verdiği bilgiler yalnız insanların üç soydan

üremiş ve pek çok yerlerde birinci ve ikinci sınıf birbirine

karışmışdır.

Yukarıda anlatıldığı gibi Dağıstan taraflarını ta-

tarlar ele geçirip orada yayılınca bayağı ikinci sınıfın

yerleşdiği yer olmuşdur.

Ümera Çerkezlerden ise de Tokavlar ikinci smıfdan

yani Tatar soyundandır.


380

AHMED CEVDET PAŞA

ÇERKEZ KABİLELERİNİN ESKİ GELENEKLERİ

Şark memleketleri denilen Asya kıt'ası din nurları

saçan gün doğusu tarafı olup, doğuşu ile eraber Allanın

şeriatleri ışığı ile aydınlandığı ve o tarafın insanları

Adem oğlunu doğru, olarak insan yapan ve Allahm bir

oluşuna inanışları ile başka hayvanlardan üstün oldukla-

rı vakit dünyanın diğer bölgeleri bilgisizliğin ve inançsız-

lığı karanlığında kalmışdı. Çünkü insanın seçkin niteliği

kendisini yaratan bir tapmak aradığından bilgisiz kalmış

kavimler bu karanlıkda ellerine geçen şeyi Allah yerine

koyup, kimisi nehirlere, kimisi ağaçlara, karınca ve yı-

lanlara taparak her biri bir türlü doğru yoldan çıkıp bir

çıkmağa sapmışlardı.

İşte Çerkez kabileleri ile Abazalar da başka vahşi ka-

vimler gibi aranılsa bulunabilecek gerçek dışında boş ne-

denlere dayanıp kodoş ağacı dedikleri ağacı tapmak ya-

pıp ona tapındıkları söylenir. Açıklanırsa Soğum ile So-

ğucak arasında goya adı verilen dağda meşe ağacı cinsin-

den bir çok ağaçların bir yerde bitip de yetişmesiyle ge-

lişmiş büyük ve acaip bir ağaç vardır. Ona kodoş derler.

Yılda bir kez dağlardan büyük ve korkunç bir boğa gele-

rek başını kodoş ağacına dayayıp kurban olmasını bek-

ler ve asla karşı koymazmış. Hazır olan topluluk hemen

üzerine varıp kurban ederler; başına ve gözüne boza

döküp «Ey ulu tanrım bu kullarına verdiklerinin sı-

nırı ve hesabı yokdur» diye kalpaklarını ellerine alıp baş-

ları açık olduğu halde o ağaca taparak boğanın etini ve

derisini aralarında bölüşüp teşekkür ederlerdi. Denizden

Haçaba kayığı ile korsanlığa yahud bir hırsızlığa gittik-

lerinde eğer galip gelirsem tüfenk, zırh ve yağmurdan

yok olmayacak bir şeyin en iyisini kodoş'a götüreyim di-

ye adayıp götürdüklerinde dallarına asarlardı. Böylece

TARİH-İ CEVDET

381


kodoş ağacının üzerinde buna benzer pekçok şey asılıp

kalmışdır. Kimse de almazdı. Düşüncelerine göre bir hır-

sız bunlardan birini alsa bir türlü kurtuluşu olmayıp he-

men ölürdü derlermiş.

Sair yerlerde kodoş vekilleri olup tegalk adı verilen

evlerinin önünde eyendikleri en güzel ve biçimli bir ağa-

cı kodoş vekili edip etrafını parmaklık ile örterler tepe-

sini ot ve ip ile imame gibi bağlayıp tıgalk derler. Ek-

dikleri zahirenin korumasına emanet edip, kendimizin ve

konuğumuzun yiyeceğimizdir, geçen sene az oldu, kerem

eyle bu yıl çok olsun, rica ederim, diye kalpaklarını çı-

karıp gün doğusu tarafına doğru ağaç altında tapınırlar

bir koyun yahud keçi kurban edip başına boza serper-

lerdi.


İşte ekin biçme zamanına kadar böylece rica

edip, yalvarıp eğer eğer dilekleri yerine gelirse Tıgalk'e

teşekkür ederler. Eğer dileğinin ve umduğunun tersi

olursa Tıgalk'e kızıp niçin benim sözümü tutmadın diye

yaprağını yemişini ve kökünü gövdesini kesip yakarak

bir diğer ağacı onun yerine nasbederek tamam saygı gös-

terisinden sonra bu yeni Tıgalk'e dönüp «ey benim yeni

tapdığım senden önce tapdığım Tıgalk söz dinlemeyip

karşı geldiğinden ateşe ve ışığa çevirdim. Seni kendime

yeniden Tıgalk edip tapdim sen de sözümü dinlemezsen

seni de yakarım» diye uyarmak eski adetlerindenmiş.

Ancak Cengiz Sultanları evlâdına süt emdirme ve

terbiye için Çerkez kabile reisinden birine verdiklerinden

bunları almak ve sonra yerlerine götürmek üzere Kırım'a

gidip gldikçe Şeref-i İslâm'a nail olan Tatarlar ile karış-

malarından doğan ilişki ile İslâm dinine meyletmeğe baş-

layarak çerkez kabilelerinden bazıları senede bir ay oruç

tutmak ve sonra dördüncü ayda aşure pişirmek ve bir ay

-sonra Tamandan getirdikleri dile bilen hocalara mevlîd

okutmak gibi İslâmlığa özenip bazıları da Şahmerdan


382

AHMED CEVDET PAŞA

olan Peygamberimizin damadı Hazreti Ali-yül Murtaza'-

ya Peyet adını vererek onun için yılda bir kez dostlarını

toplayıp ziyafet vererek alevilik yüzünde görünürlerdi.

Fakat Kur'an'm dediklerini bilirler ne de İslâm adet ve

düşüncelerini okumuş öğrenmişlerdi. Halbuki vahşi ka-

bileler önünde Allah dininin ortaya çıkışı başlangıcında

eskiden yerleşmiş olan doğruluğa ve sağ düşünceye ay-

kırı gelenekleri ile yeni din ile karışdığmdan ve çerkez-

lerde bu halde bulunduğundan tatarlardan görerek ettik-

leri ibadetleri Cenab-ı Hakka ibadet etmek, Resul-Ek-

yüceltmek selâm ve dua için olmayıp gürlük, bolluk ge-

tirir umudu ileydi.

İşte Ferah Ali Paşanın Çerkezistan'a memuriyeti sı-

rasında çerkezlerin bir takımı eski inançları olan ağaca

tapmaya devam ediyor, bir kısmı da böyle yalan yanlış.

müslümanlıkda bulunuyorlardı. Bazıları da hiristiyanlı-

ğa özenerek Allanın rahmetinden mahrum kırmızı yu-

murtaya saygı duyarlardı. En garibi bilmem ne akılla

(savsuruk) yani kötü Ebu Cehilin ruhu için bir küçük pas-

kalyacık yaparlarmış. Çerkez kabileleri büyük kavim olup

yukarıda anlatıldığı gibi Arapların dine daveti ile bu ta-

raflara taarruzlarında bu kabilelerin Dağıstan bölgesin-

de olanlarından bir haylisi müslüman olmuşlarsa da

Arapların çöküşü ile bu hız kesilip bunların da bir çokla-

rı böylece dine karşı ve bilgisiz bilinçsiz kalmışlardır.

Fakat bunlardan Mısır da devlet kurup uzun süre

çerkez kumandanlarının ve ümerasının nüfuzları geçerli

iken bunlar kendi asil vatanlarını anarak özel adamlar

ve bilim adamları gönderip de hemşehrilerini şeref-i İs-

lâm ile yüceltmeye güç harcamamaları bir garib işdir.

Buralara Hiristiyanlık fikirlerinin girmesine sebep

de Cenevizlilerdir. Orta çağda Karadeniz kıyılarına gelip

yerleştiklerinde Hiristiyanlık dinini o bölgede yaymak

nedenlerine baş vurmuşlardı. Fakat Osmanlı devletinin

TARİH-I CEVDET

383


ortaya çıkıp yerlerini alması bu atılımlarını engelledi.

Aşağıda ayrıntılariyle anlatılacağı üzere Ferah Ali

Paşanın uyarmalarıyla doğru yola giren çerkez kabile-

lerin bir çoğu şeref-i İslâm'a nail oldular. Hatta kendile-

rine Tıgalk söylendikçe utanırlardı. Ama kodoş ağacının

bulunduğu Goya bölgesinin ele geçirilmesine vakit olma-

dığından o havali olduğu gibi kaldı diye Haşim Efendi ri-

vayet eder.

Lâkin sonra İslâm dini yavaş yavaş o kıyılara yayı-

lınca buna benzer bilinç dışı inançlar terk edilmiştir. Ço-

ğunlukla vahşet içinde bulunan kavimler önünde gele-

nekleri dışında olarak bazı hikâyeler bulunup çocukların

umacı ve karkoncoloza inanıp ta her şeyi iyi kötü ayıra-

bilecek çağa gelince böyle olağan üstü uydurma kulak

asmadıkları gibi insan manevî denilen insan topluluğu-

nun da gençlik çağındaki başlangıç böyle masalların

inançları olup sonra gelişme çağı olan uyarlık hâline gir-

dikleri zaman gerek bir halkın eğitim ölçüsünü, gerek bir

adamın terbiyesini anlamak için bir ölçü olduğundan

Çerkezistan'da bize kadar gelen ve anlatılan bazı garip

hikâyelerin bu yerde açıklanıp yazılması uygun görül-

müşdür.


Şöyle ki, Elbürüz dağında Hacılar Kalesi tarafında

bulunan bir dağda bir mağara olup, Dahak-i Mari diye

içinde hapsedilen bir adam olduğunu rivayet ederler. Hat-

ta o civarda bir köy olup halkından biri av avlamak için

dağda gezerken o mağarayı görüp acaba koyun kışlası

olabilir mi? diye hayal kurarak içine girince korkunç bir

ses duyarak durunca mağaranın karanlığına gözü alışın-

ca dikkatle bakıp görür ki, adam'a benzer şaşılacak bir

§ey olup, boynu, beli, ve ayağı zincirle bağlı oldukdan baş-

ka iki elleri de birbirine bağlanmış ve hapsolmuş. Yakın-

dan görünce ilk önce korkup çekinmişse de biraz durun-

ca, korkusu geçip mahbus'u seyrederken, «Birader kork-


384 AHMED CEVDET PAŞA

ma, biz rehin vaktini bekliyoruz ve memuruz. Var git ba-

na çamaşır sırığı gibi bir sırık getir. Şu karşımda asılı

kılıcı yerinden indirebilirsem bu zincir ve bağlardan kur-

tulurum ve sana çok bağışım olur» deyince varıp istediği

gibi bir sırık keserek mahpus'a verince, elleri bağlı iken

sırığı karşısında olan kılıca uzadıp indirmeğe çalışıp, ne

kadar zorladıysa da gücü yetmeyince, kurtuluş vaktimiz

gelmemiş, diyerek elindeki sırığı kürdan çöpü gibi parça

parça ettikden sonra bu avcı köyüne dönüp bu olayı ço-

luğuna çocuğuna anlattıkdan üç dört gün içinde hasta ol-

madan öldüğünü gören dostları, kabile halkı ölümden çok

korkdukları için çekindiklerinden «Avcının babası ve ced-

di yüz yıldan fazla yaşamışlardı. Bu da mağaradaki mah-

pusu görmeseydi, babası kadar yaşardı» diye bundan son-

ra mağara bölgesine elbirliğiyle birlikde aralarında anla-

şıp köylülere haber salıp hudud ve sınır kazmışlar. Bugün

bile bu sınır içinde her ne kadar tilki, zerdova, vaşak,

kunduz hayvanları olup turna, toy. angud, yaban tavuğu,

sülün gibi kuşlar pek çoksa da, aralarında av yapmak ya-

sak olduğundan adı geçen hayvanatın çoğalıp tehlikeden

uzak ve emniyetle gezindikleri görülür.

Çocukları ağlasa kendi dilleriyle mağaradaki mah-

pus geliyor, diye korkuturlardı. Bazı geceler mahpusun

zincirlerinin sesi duyulurdu, diye bu hikâyeyi rivayet et-

tiklerinde Ali Paşanın kâtibi Hasan efendi bulunduğu

toplantıda inanmadığını açıkdan söylemeyip, tüccarlardan

bu köye gelmiş, gitmiş olan yedi sekiz kişiyi hemen çağır-

tıp sorunca, anlattıkları birbirini tutunca olayı ispatladı-

lar. Rivayet edenin kendindendir diye Hasım Efendi riva-

yet etmişdir. Bu hikâyeyi ben bile oraları gezmiş olan

bazı çerkez ümerasından sorduğum zaman, böyle olduğu-

nu onlar da onayladılar. Fakat bazı sözcük ve ayrıntıla-

rında fark bulunduğundan bu yolda benim dinlediğime

göre, aşağıdaki gibi söylenir. Şöyle ki, Elbürüz dağında

TARÎH-İ CEVDET

385

bir mağara olup, içinde yazüdığı gibi adam şeklinde zin-



cirlere vurulmuş bir mahpus ve karşısında asılı bir kılıç

varmış. Yılda bir kez silkinip dağı öyle sarsarmış ki, dağ

üzerindeki vahşi kuş ve hayvanlar ürküp kaçarmış ve

mahpusun yanma girenlere yanabî [Çerkezistanda biter

bir nevi ot] çok biter mi? Ve çocuklar mektebe gider mi?

diye sorar ve karşısındaki kılıcı almak için en önce çiçek

açıp da en sonra yemiş veren ağacdan [kızılcık] bana bir

çengel verin, dermiş. Lâkin kabileler halkı eğer kılıç eli-

ne geçerse bir zararı olur diye korkup çekindiklerinden,

yahut istediği ağacı arayıp bulmadıklarından diğer bir

cins ağaçdan bir çengel verseler, kızıp getirenlerin arka-

sı sıra atarmış, diye rivayet ederler.

Yine o tarafa seyahat edenlerden duyulmuşdur ki,

bu mağara yakınında bir kaynak olup, avcılar avı vur-

dukları zaman suya düşüp derhal yeniden canlanıp uçar

ve kaçarmış, fakat bu suya yaklaşmak istenilince fırtına

ve bora çıkmakla, yaklaşıp varmak mümkün olamazmış,

derler. Buna benzer inanılmayacak hikâyeler söyleyip ri-

vayet ederler.
ÇERKEZLERİN AHLÂK VE ADETLERİ

Adı geçen Haşim Efendinin yazılarından anlaşıldığı-

na göre, abaza ve çerkez kabileleri akıllı, reşid ve her

şeye yatkın, cesur ve bahadır tiynetleri temiz, temiz gö-

rünüşlü, sözünde durur ve direnir, asla yalan söylemez-

ler. Yalan yere yemin etmezler.

Şöyle ki, çerkez, abaza ve abazhiden bir köle her ne

kadar kafa tutar, baş eğmez olsa, onu disiplin altına al-

mak ve emniyet edebilmek için yemin verdilir ise, tersine

bir davranışı asla olmaz. Fakat yemin ver dirilir ken, bü-

tün ayrıntıları açıklamak gerekir. Zira her kaç madde

üzerine yemin etmişse, unutmaz sonra bir maddeye kar-

F. 25
386

AHMED CEVDET PAŞA

§ı gelir de azarlanırsa bu madde yemin dışındadır diye

açıklar ve yalan söylemez.

Hepsi eli açık, misafir sever olup, şöyle ki, ev sahi-

bi bey ve misafiri bayağı adam olsa, ev sahibi yine misa-

firin huzurunda oturmayıp ayak üzerinde hizmet eder ve

sabaha kadar uyumayıp silâhlı olarak misafirini korur.

Misafir için pişirilen yemekden ev sahibi yemez ve

tavuğun başını bedeninden ayırmayarak kesip, pişirip de

başiyle beraber misafirin önüne koyarak, baş ve canım

yoluna fedadır, deyimini anlatmak gelenekleridir. Elbise-

leri tek renk olup, zengini, fakiri ayırd edilemez. Fakir-

leri zengin, zenginleri fakir olmaz. Zira kardeşlik iddia-

sında olduklarından birine lâzım olan ne ise, diğerinden

ister o da olmaz demeyip verir ve beş paralık bir şey ahp

da sonra kendisinden beş kuruşluk bir şey istenilse he-

men verip, az aldım, çok verdim diye hesabı hatırına ge-

tirmez. Eğer pek canı sıkılırsa ve üzülürse, Rus hududu-

nu geçip esir ve hayvan ne bulursa alır ve Ruslardan asla

korkmazlar. Gayet bahadır sayılan Nogay tatarlarının on

neferini abaza ve çerkezden bir tanesi yakalayıp esir

eder.

Çünkü aralarında birbirlerini dövmek, söğmek, öldür-



mek geleneği olmadığından ele geçirdikleri esirleri döğ-

meden, incitmeden hür olarak kullanıp yiyeceğine, içece-

ğine dikkatli ve titiz davranırlar. Kendi düşüncelerine gö-

re çalmak ve talan etmek ayıp olmayıp, yiğitlik sayılır

ve buna gücü yetmeyenler gözlerinde makbul olmaz ve

insandan sayılmaz. Gerçekde aralarında tam bir birlik ol-

madığından dağınık kabilelerdir.

Lâkin gençleri, ihtiyarlarına itaat eder, kul gibi hiz-

met ederler ve her kabile savaş düzeninde kendi beyine

ve büyüğüne itaatle baş eğip bağlanır. Şöyle ki, her ka-

bilede ötedenberi soylu büyük hanedanlar olup, kabileler

içinde sözleri geçer ve kendilerinden aşağı bir sınıf dan

TARİH-Î CEVDET

387


kız alıp, kız vermezler. Ve bu hanedanlar içinde bile en

büyük her kimse, kabilenin kumandan ve yöneticisi olur.

Hatırı sayılır ve sözü geçerlidir. Şöyle ki, mahalle ve top-

lanuları olmayıp evleri dağ başlarında ayrı yerlerde da-

ğılmış ise de, önemli olay çıkınca tatar dilinde (iş kırık)

deniîir seslenme üe dağdan dağa haber ulaşdırarak dile-

diklerini anlatırlar, gerektiğinde az vakit içinde bir yere

toplanıp konuşarak işleri yoluna koyarlar. Düşman üzeri-

ne gidilmek lâzım gelirse, içlerinden birini başbuğ nasbe-

dip her yönden ona itaat edip dediğini yaparlar. Lâkin gi-

dip geldiklerinde yine her biri başlı basma kalıp hepsinin

işlerini yöneten süreli bir reisleri olmadığından bir işin

sonunu kazanamazlardı.

Kısaca, Osmanlı Devletinin hizmetine değer şaşılacak

insanlardır. Fakat lisanları harflerden çıkmakdan uzak,

kendileri vahşî ve dağlı, küfr ve imanı, iyiliği, kötülüğü

farkedip ayırmakdan uzak olup, içlerinde garip ve bigâ-

ne kimse kendi kendinezdi. Bir kabilenin içinden geçer-

ken zararları dokunmasın diye hududa varınca o kabile-

den bir klavuz almak lâzım gelir ki, buna (Sayrı) derler.

Ve sayrı hatırı sayılır kimse olmalıdır ki, herkes sözünü

dinlesin.

İş icabı kabileler ile konuşmak, anlaşmak ve içlerin-

de gezmek lâzım gelse soylu kişilerden birine besleme ol-

mak lâzım gelir. Şöyle ki, iki top bez, bir meşin, bir sah-

tiyan, iğne, iplik, tarak, yüksük alıp tedarik edip ve bir

klavuz bulup ona da bir top bez verdikden sonra istediği

kabile beyinin evine varırlar. Hediyelerini ev sahibinin

eşine verir, eğer ev sahibi evde değilse, eşi o gece gerdeğe

girmiş kız olsa bile, hem evine inip kadının üzerine atıla-

rak memesini ağzına alıp emer ve babasma konak ve sa-

na besleme oldum diye, dil bilmiyorsa tercüman yardımı

İle anlatınca kural gereği kadın beslemeyi kabul ettiğini

açıkça söyleyip arkasını sıvar ve ayağa kalkmasına izin


388

AHMED CEVDET PAŞA

verir. Kocası gelince de bu benim beslememdir, deyip eli-

ni öptürür, o da kabul edip gerekli ziyafetin hazırlığına

geçer, hem yiyecek ve içecek toplayıp, bulup kendi kabi-

lesiyle civar olanları davet ederek, bir bayram havası edip

sonunda o da bu benim beslememdir diye bulunanların

hepsine gösterir. Ondan sonra herkes yerli yerine dağı-

lır, bunlar da baba oğul olup birbirlerine muhabbetlerini

artırırlar.

Besleme olan bundan sonra hür olmak üzere dilediği

yere gidip gelmekde ve tüccardan ise malını korumakda

kimseye muhtaç olmayıp, her türlü korku ve sakıncadan

emin ve güvenli olur. Tekü tenha yolunda giderken bir eş-

kıyaya raslarda elinden malını almağa kalkarsa, ben filâ-

nın beslemesiyim, deyiverince, öteki el çeker. Kabile ka-

nunlarına uymaz da malını alır, yahud kendini esir eder-

se, babalığı duyup işi meydana çıkarınca, kurtardıkdan

başka adı geçen ve anlatılan eşyadan her nev'inin dokuz

katı ayıplık, yani cereme almak resm-i kadim olup, eğer

eşkıyanın vermeğe gücü yetmiyorsa, kendisini esir alıp

satar.


Çünkü kanunca gereken cezadan kaçmak da, gele-

neklerine göre en ziyade namusa dokunur sayıldığından

eşkiya da kaçamayıp hemen teslim olur. Fakat kızları

varsa ve beslemenin babalığı da müsaade ederse eşkıya-

nın yerine iki kızını bedel almak kanunlarınca geçerli

olup bu yüzden iki kızını alır ve satar.

Ama adam öldürmek içlerinde pek büyük suç olmak-

la, onu istemeyip korkar ve çekinirler.

Eğer kazara içlerinden birisi birini vurup öldürse,

anlatıldığı gibi halkı üç mertebe olduğu gibi diyetleri de

üç mertebe olarak kesilir. Boy ile Tokav'in diyetlerinde

açık ve büyük fark olup,Özden'lerin diyeti bile ikisi orta-

ğıdır. Şöyle ki, orta mertebede olanlardan birisi öldürül-

se, diyeti yirmi top tâbir olunur ki, beş topu karışdan

TARİH-I CEVDET

389


çıkmış, beş baş esir ve beş topu birer esir değerinde ol-

mak üzere beş baş at ve beş topu yine birer esir bahasın-

da olmak üzere beş adet zırh ve geri kalan beş topu (şuş-

ka) yani kılıç tüfek ve yay verilmek üzere kanun olup,

her ne olursa olsun tahsil olunur.

Esir hakkında karış tâbirinin anlamı şudur: Arala-

rında nakid ve sikke olmadığından baha takdiri karış he-

sabiyledir. Şöyle ki, esirin güzelliği ve çirkinliği değeriy-

le aralarında bir fiat olmayıp, ancak karış değeri ile he-

sap görürler. Meselâ tam esir altı karış olmak üzere de-

ğerlenip aşağısı eksik sayılarak birisi diğerine tamam

esir vermek lâzım gelince, dört karış boyunda bir esir ve-

recek olsa, üst tarafını bir başka şeyle tamamlamak lâ-

zım gelir, işte Çerkezistan'dan bol sayıda esir çıkması

yüze çıkan bu nedenlerle doğmuşdur.

Bir de (Şelka) adı verilir şaşılacak gelenekleri vardır

ki, esir ettikleri Rus kazağını ellerindeki cariyelerle çif-

leşdirip dul ederler. Ve güya mahsul saydıkları çocukları-

nı ne zaman isterse satar ve tatar kabilelerinden (can

buyluk) adı verilen kabile cariyelerinden olan öz çocukla-

rım bile satar. Yetim, bakacak kimsesi olmayan kız ve

kadınları mirzaları bu benim kısmetimdir, yani mirî ma-

lıdır diyerek ele geçirir ve Rus kazağı ile çifleşdirip (tok-

ma) adiyle satarlar. Ama çerkez kendi evlâdını satmaz,


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin