Ahmed Cevdet Paşa Tarih-İ Cevdet Cilt1



Yüklə 3,27 Mb.
səhifə33/44
tarix17.08.2018
ölçüsü3,27 Mb.
#71621
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   44

meğer ki karısı zina edecek olursa o vakit evlâdlariyle

beraber satarlar.

Şöyle ki, birisi karısına veya kızma yaklaşıp zina et-

tiği duyulursa derhal kadının kocası kayınbabasma ve

kaymvaldesine gidip, şöyle bir iş ortaya çıkdı, evlâdınız

haramzade imiş, ben kabul etmem. Önce, nikâh kıyılırken

verdiğim bahayı veriniz ve kızınızı alınız, diye haber ve-

rir ve anlatır. Babası da kabul etmezse, damadları onlar-

dan ruhsat aldıkdan sonra karısını ve ondan kaç evlâdı

olmuşsa, bunlar da böyledir, piçdir, diye hepsini bir ara-


390

AHMED CEVDET PAŞA

baya yükleyip esirciye götürüp satar ve bahasını kendi

alırken, kadın, ben bu adamın nikâhlı karısı idim, bana

iftira ettiler, diye fahişe kaidesi üzere feryad etmek âdet

olmayıp hemen suçunu söyleyip açıklayarak kanuna bo-

yun eğip sessiz sedasız, kısmetim benimle beraberdir diye

avunarak avusun dursun, kocası esirciden bedel aldığı

malı evine gelinceye kadar dostlar ve arkadaşlarına dağı-

tır ve bir gün sonra bir kaç ihtiyarlar ile zanparamn ol-

duğu yere varıp, ben karıyı şu kadar bedel karşılığı sat-

tım, kabileler geleneğini hepimiz biliriz. Hakkımı isterim,

diye iddia ile bir elçi gönderir ve karı her ne bedel ile sa-

tılmışsa, bir benzerini de zanpara verdikden başka, dokuz

katını da ayıplık olmak üzere vermeğe mecbur olur. Eğer

zanparamn gücü yetmiyorsa ve kimse de yardım etmezse,

kendi anası ve babası onu tutup, iple bağlayıp, işte hak-

kın budur diye herife teslim ederler. O da zanparayı alıp,

aralarında söğmek, fena söz söylemek ayıp olduğundan

döğüp sövmeden, incitmeden ve şöyle ettin, böyle ettin

diye suçlamadan hoş tutup soyarak pazara götürüp her

kaça çıkarsa satar ve eğer fazla kızmışsa o mezad yerin-

de ne denilirse değerin budur anlamında hemen verir ve

aldığı bedeli de hemen esirin gözü önünde bulunanlara

dağıdıp çekilir gider. Geri kalan hakkını da cinayeti işle-

yenin kabilesi öder.


Ve yine livata da aralarında gayet ayıp olduğundan,

ender rastlanır. Şöyle ki, kabileye yeni girenlerden bir

böyie fena iş işleyip de birisi görecek olursa, hemen her-

kese söyler ve herkes oğlanı maskara etmeğe başlayıp, ça-

resiz kalıp, utancmdan saklanacak bir köşe bulamayıp,

hemen kıyıya iner. Reis ve gemicilerden her kime rastlar-

sa elini öpüp, aman beni İstanbul'a, yahud Mısır'a sat-

mak üzere gemiye alın, diye yalvarıp yakarır ve kendini

sattırır, lutinin de kimse yüzüne bakmaz ve hakaret ede-

TARÎH-t CEVDET

391

rek terk-i diyar etmek zorundadır. Yahud oğlanın kabile-



si elinde öldürülür.

İşte bu nedenlerle kabileler içinde zina ve livata ga-

yet güç, akıbeti korkunç olduğundan hepsi korkup çeki-

nirlerdi.

Gerçekden Ferah Ali Paşa zamanına kadar araların-

da şeriat üzerine nikâh yoksa da, karı koca arasında sıkı

bir anlaşma olup birbirlerine olan bağlılıklarını kendi akıl

ve yeterli davranışlariyle aralarında bilinen şartları içine

alan kanun koyup hepsi ona uyarlardı. Bunun dışında ka-

lanlar zanpara sayılır ve o kanun gereğince ve bahanesiy-

le her mülete kız verirlerdi.

Nikâh işlemleri de şöyledir: Oğlan kızın evine gele-

rek, konuşur ve birbirini beğenip de kabul ettikden son-

ra bir gün akraba ve arkadaşlariyle kayınbabasmın evi-

ne gelip diyet maddesi gibi rütbelere göre belli ölçüde

top üzere elçi yardımı ile bahası kesildikden sonra dama-

dın dostlarından biri bir zırh diğeri bir kılıç ve bir at ve-

rip alelhesap kaymbabaya verirler. Geri kalanını damad

tedarik edince, vermek üzere toplantıya son verip yerli

yerine giderler. Sonra damad aralık aralık kaymbabası-

nın evine gelip eşi olacak kız ile konuşup anlaşırlar ve

babanın olmadığı bir vakitte kız ile oğlan aralarında an-

laşıp, şöyle ki, ben seni bu yeni doğacak ayın, meselâ ü-

çüncü yahud beşinci günü gecesi ilk horoz öttüğünde fi-

lân ağacın altında bulayım, diye iyice söyler.

Kararlaştırılan zamanda bahadır ve çalmakda çok

iyi yetişmiş, güçlü süvarilerden yirmi otuz kadar kafa-

darlariyle o ağacın altına gelir, kız da babasından gizli

beklerken, süvarilerden ilk önce hangisi kızı görürse he-

men terkisine alıp kaçar ve kendi evine götürüp dünya ve

ahıret kızı olmuş olur. Şöyleki yedi göbeğe varınca olan

çocuklarının birbirine olan nikâhı caiz olmazdı.


392 AHMED CEVDET PAŞA
Eğer kıza alıp da firer edecekleri sırada kızın babası

ve sair kabilesi duyup bilecek olurlarsa derhal onlar da

atlanıp iki taraf savaşıp ve mücadele ederek birbirini öl-

düren öldürene bir hengâme olur. Gerçekde önce babası-

nın güzelce razı olmasiyle kızın bahası kesilmiş tutarından.

biraz şey de verilmişse de göz göre göre kızını damada

teslim etmek kabile doğa geleneğine aykırı olduğundan

böj'ie kaçırarak almak geçerli gelenekleridir. Çünkü ge-

lin olan kıza annesi ve babası tarafından bir şey veril-

mek gelenek olmadığından damad dağlar içinde çoban ku-

lübesi gibi bir yer ve bir kazan ile bir kova, bir ağaç ça-

nak tedarik edinceyedek ikisi de anlatıldığı gibi kızı ka-

pan adamın evinde misafir olurlar ve orada yerler içer-

ler.


Ferah Ali Paşadan sonra islâm dini o bölgeye yayıla-

rak şimdi gelenek üzere imam çağırıp meşru surette ni-

kâh akdi yaparlarmış. Lâkin eski geleneklerini de bütün

bütün terk etmemişlerdir. Şöyle ki, hâlâ oğlan, kızı aldık-

dan sonra bir daha kaymbabasmm evine varmamak ve

kaymbabası ve kaymvaldesi ile görüşememek ve oğlan,

kıza alınca ilk önce bir özel yere koyup, beş on gün sonra

gerçekde kendi babasının evine getirebilirse de, kız da ka-

yınbabasınm ve kaymvaldesinin yanında oturamayıp be-

raber yemek yememek gelenekleri devam ediyormuş.

Çerkezistanm havası, suyu, lâtif dört bir yanı, güzel

toprakları verimli olup, her türlü sebze yetişir. Fakat ge-

rek çerkez kabileleri, gerek tatar kabileleri sebzeyi insan

yemez deyip yalnız et yerler. Her ne ekilse biter. Hattâ

evleri yanında tütün fidanı yetişdirip bazı eşya ile değiş-

tirirler ki, akça hesabiyle okkası yirmibeş paraya gelir.

Ancak kabile halkı yaşlı ve tabiatları Arablara benzedi-

ğinden kendilerine yetecek kadar ziraat yapar, ziyadesiy-

le uğraşmazlar. Çünkü birbirini vurmak öldürmek, aldat-

mak, sövmek gelenek olmadığından birbirlerinden kork-

TARİH-1 CEVDET

393


mazlar ve birbirlerine dalkavukluk etmezler ve birbirle-

rinden çekinecek, utanacak, kuşkulanacak biçimde neza-

ket ve medenî olanakları yokdur. Böylece yüz yıl bile bu

halde kalsalar, madem ki mahalle kurulup da toplum ha-

line gelemiyorlar, eski geleneklerini de bırakmazlar. Ama

onbeşer, yirmişer ev bir yere götürülerek cami, mektep

yapılsa, güzel ve temiz tabiat ve gelenekleri gereği yaşan-

tıları değişerek az zamanda güzelce eğitilebilirler diye

Haşim Efendi yazmışdır.

Anapa civarında sinameki Ravend-i Çinî (tıpda kul-

lanılan kök), bir nevi kuvvet veren sa'lep çıkar. Sohum'a

gelince, o kıyıda türlü sebze ve meyveden başka Cupsin,

Goya, Suça adlı yerlerde zeytin, kestane, gayet güzel Ha-

tay çayı yetişdikden başka pek çok çimşirlik bile vardır.

Ve çimşir kesmek için o bölgeye düşen gemiler define bul-

muş gibi olur. Lâkin kabilelerin Haçaça adı verilen kor-

san gemilerinden korkulur ama bu işi bilenler o havali

beylerine rehin verip rehin alarak gidip serbestçe çimşir

keserler.

Çerkezistan'da tuz olmadığından onların bakımından

da gayet değerli olduğundan giden gemiler tuz götürüp

bal ve balmumu tilki ve zerdova, vaşak derilerinden bir

mikdarını terazinin bir gözüne koyup iki kat tuzla deği-

şirler.


Çerkezistan'da her türlü av ve avcılık olup ve fakat

vaşak avlamak kadınlara vergi garip bir işdir. Şöyle ki.

bir çatal ağacın çatalı arasına bir parça et asarlar, vaşak

geUp eti almak için sıçrayınca ayağı çatala geçerek tutu-

lur. Derisini derhal uzun boylu bir adama soydururlar.

Şöyle ki, boyu vaşağın boyu kadar olmak şaşılacak

geleııeklerindendir. O havalide kış şiddetli olduğu için

Kasım ayında sakal bırakıp Nisan ayında keserlerdi. Ve

hâlâ güya ki, farz ve sünneti bilmişler iken süreli olarak

sakal uzatmazlar diye Haşim Efendi rivayet edip söyle-

mişdir.
EK

(Eflâk ve Buğdan Hakkındadır)


Kıpçak Ovası bölgesinden Hazer Denizi havalisine in-

miş olan topluluklardan biri de DAK kavmi olup, o taraf-

da olan saldırı belirtisi Dağıstan memleketinin adı olarak

İcalmışdır.

Dak'larm bir kolu da Kıpçak'dan Kırım çölleri yolu

ile Aksu, Turla, Tuna bölgelerine yayılmış ve Romalılar-

la uzun süre savaşaıak bulundukları topraklar RAKYA

ve RACYA adlariyle ün kazanmışdır.

Bunların Roma Devleti eyaletlerine taarruzlarının ar-

dı arkası kesilemediğinden Kayserlerin en meşhurlarm-

ran Trayan adlı İmparator büyük sayıda askerle bu top-

lulukları el altına alıp, yerlerini ele geçirmeğe vaktini ayı-

rıp süreli çalışarak vilâyetlerini kuvvetli Roma Devletine

bağlanır hale getirince, aralarına birkaç alay asker yer-

leştirip o askerin her bölüğüne bir yeri yurdluk olarak

vermişdi. Bunlar da gün geçdikç ;e halka karışmışdı. Bu-

gün Eflâk, Buğdan, Basarabya, Bukovina ve Erdel eya-

letleri yerlilerinin dilinden de anlaşılacağı gibi, Romenler

Dak'lar arasında ikisi ortası bir ortaya çıkarak Roman-

ya adiyle anılmıştır.

Uzun süre Roma İmparatorluğunun idare merkezi

Konstantaniye şehrine naklolundukdan sonra bir kaç yüz

sene Asya Kuzeyinden taarruzlarını sürdüren bu kavim,

Hazer, Avar, Bulgar, Engurus (Macar) ve diğer Türk

tatarların dağıtıp zorla aldıkları, yakıp yıkdıkları gibi bu

vahşî kabilelerin karanlık günleri geçişdirildikden sonra

Karpat dağlarının en yüksek yelrerine sığınmış olan Ro-

men halkı yine yavaş yavaş ovalara inip 200 yıl kadar da

Macar ve Bulgarların herşeyi kusur gören baskılarına,

zulüm ve tecavüzlerine karşı koymağa çalışırlardı.

TARÎH-I CEVDET

395


Hicretin 600 senesine doğru Rumenlerin ünlü reisle-

rinden (Rado Negro) Cengiz sülâlesinden Batu Han ordu-

sunu bozguna uğratıp hatta o büyük savaş yerinde Batu

Han'ın adı anılsın diye yapılmış olan Batusani kasabası

bugün bile vardır.

Bu olaydan sonra (Rado Negro) Tuna ile Prut ne-

hirleri aralarında olan bütün yerlere Voyvoda yani hü-

kümdar olup, Turgoviç şehrini kurup hükümet idare ye-

ri yapmış ve Prutla Karadeniz ve Tuna arasında olan Ru-

menlerin reisi bulunan Mihal Basarabe de kendine tâbi

olmuşdu.

Mihal adında bir başka reis de (Romanacı) adı veri-

len ülkede (Bano) yani serdar unvanı ile hükmünü yürü-

tüp (Krayova) şehrini kurmuşdur. Bugün bile oraları Ba-

nat ve Küçük Eflâk diye anılmakta olup bazı toprakları

Nemçeli elindedir.

işte o eyaletlerin düzen ve kanunlarını bu Rado Neg-

ro koymuş ve memleketinin hükümdarlığına seçim geli-

neceğini kaydettiğinden ötürü ondan sonra yerine yukar-

da adı geçen Mihal Basarabe seçilmişdir.


Bir süre bu düzen de gittikden sonra 700 Hicrî yılı

•ortalarında dülerince Allahın ihsanı anlamına gelen Buğ-

dan adında reislerden biri Dak milletinin yerleşdiği Dağ-

lar mânasına Moldavya, yani Buğdan vilâyeti halkını ba-

sma toplayıp Turuhuy şehrini kurarak ayrıca hükümete

başlamışdır. Bu reislerin hepsi imar ettik'eri topraklarda

halkı vahşet ve cahillikden kurtarmak amacıyla kiüse ve

manastırlar yapınca, Konstantiniye patrikleri ile tam

ilişki kurmağa başlamışlardır. Eflâk Hükümdarı Nikola,

Sırp Kralına yardım olarak asker gönderirdi. Onlar da

Kosova, yani Kosova savaşından sonra Sultan Murad-ı

Hüdavendigârm kılıcının zoru ile düşmanı ezdikleri söyle-

nir.
396

AHMED CEVDET PAŞA

Bulgar Kralı Sizman, Gazi Ahmed Paşa savaşında

mağlûp olduğu sırada Eflâk Voyvodası olan Mirce de

kendisini bir tarafdan vurarak Silistire, Ziştovi ve Dob-

roviçe topraklarını ele geçirmişdir.


O zaman Buğdan'da Voyvoda Petro Miree'nin böyle

kuvvetini artırmasından kuşkulanarak topraklarını onun

saldırısından korumak için Leh Kralına bi'at etmişdir.

(795) Hicrî yılı Martında Mirce Ziştovi'den hareketle Os-

manlı askeri üzerine taarruz edip yenilgi ile dönüşünde

Macar Kralına tâbi olan Erdel Voyvodası Ladislas da ar-

kasından düşmanca hareketlere başlayıp ilerleyince Mir-

ce çaresiz kalıp Niğbolu'da aman düemek için Sultan

Yıldırım Bayezid'e adamlar gönderince kendisine bir kıt'a

Berat-ı Âlişan çıkarıp gönderilmişdir ki, Eflâkhlar bu-

nun adına Osmanlı Devleti memleketinin bağlılığını şart

altına koyan andlaşmadır diye kötülerler. Bu ise, kendi-

lerine bazı elverişli izinleri ve tâbi olan devletleri tarafın-

dan yükümlü oldukları bazı maddeleri içine alan bir fer-

man olup kısaca anlamı budur :

Avatıf-ı âliye-i mülukanemiz iktizasmca muahharan

Kuvve-i Kahiremizle daire-i inkiyad ve tebaiyete getürü-

len Eflâk vilâyetinin yine kendi nizamatiyle idare olun-

masına ve voyvodasının ilân-ı harbe ve akd-i sulhe ve si-

yaset-i tebaaya mezun olmasına müsaade ederiz. Din-i

Muhammedîyi kabul eden hıristiyanlar sonra, memaliki-

mizden Eflâk'a geçerek tekrar tanassur ettiklerinde istir-

dadma ısrar olunmaya. Voyvodalar isevî milletinden ol-

makla metropolid ve boyaran ' marifetiyle intihab oluna.

işte bu asar-ı âliyye eltaf-ı sultaniyemiz icabmca sair te-

baamız defterine bu memleketin voyvodası dah raiyye

kayd olunduğundan beher sene Hazine-i hassamıza kendi

sikkemizle beşyüz guruş edâ etmesi meşrut ola. Hurrire

fi şehr-i rebi-ül evvel sene 795.

TARİH-Î CEVDET

397

Adı geçen beş yüz kuruş arslanî kuruş demek olup



elli akçaya, ve o vakit yaldız altını altmış akçaya rayiç

olduğundan adı geçen beşyüz kuruş bugünkü günde 416

yaldız altunu ve küsur akça olup sağ akça hesabiyle iki-

bin küsur kuruş eder. Fakat o vakit maden olanların az-

lığından paranın eşya ile olan nispî değeri Amerika'nın

keşfinden sonra Amerikada büyük madenler açılıp da

bol miktarda altın ve gümüş geldiği zamana tatbikle beş

kattan artı olduğundan adı geçen para açıkça görülürse

hu günde yüz yirmi bin kuruşun yerini tutar. Eflâk eya-

letinin Osmanlı devletine bağlantısı, düzeni bu suretle

kararlaşmış ise de yukarda anlatıldığı gibi Eflâkhlar bu-

na bir ittifak mukavelesi gözü ile baktıklarından Mirce

bir aralık Silistire kalesini genişletmeye başlayıp da bu

yolda dayatınca üzerine asker göndermek lâzım geldiği

ve iğbolu savaşında Macarların mahiyetinde Eflâk askeri

"bulunduğu ve Musa Çelebî'yi Çelebi Sultan Mehmed aley-

hine yürümeğe iteledikleri ve gerek Belgrad kuşatmasın-

da v gerek Varna büyük savaşında ve ikinci Kosova sa-

vaşında Sultan İkinci Murad'm düşmanları sırasında bu-

lundukları ünlü tarihlerde yazılıp söylenir.

O günlerde yani 820 hicrî yılma doğru Mirçenin hü-

kümetinin son zamanında Sind-i Rumi, Mültani ve Rumi

adlariyle anılan çingeneler, Kıpçak ovası ve Kırım taraf-

larından Tuna kıyılarına inip, çoğu ovalarda ve özellikle

Bükreş dolaylarında yerleştiklerinden Mirce bunları de-

mircilik ve arabacılık gibi san'at işlerini tutturup elleri-

ni hırsızlıkdan çekmeye çalışıp onların çoğu ise zaman

geçince Eflâk yerlilerine karışmışdır. Ve bir azı da dağ-

ları geçerek Erdel ve Almanya ve özellikle Çek, yani Bo-

hemya topraklarına yayılıp Avrupa'nın batı memleket-

lerine de oradan gittikleri halde halâ bazı yerlerde onla-

ra Bohemyalı denir. Bunların bir kolu da Belh ve Mazen-

?diran, Ermenistan ve Kürdistan dağlarında, Ber-rüş
398

AHMED CEVDET PAŞA

Şam'a, ondan sonra Mısır'a inip bir süre orada eğlendik-

den sonra Afrika'nın kuzey topraklarını dolaşarak İs-

panya ve İtalyaya ondan geçmiş olduklarından o taraf-

larda da bunlara kıptî denirlir. Yoksa hepsinin dilleri bir-

birine yakın ve benzer bugün bile Hind'de Rumî dili deni-

len dilin benzeridir. Kiptiler ise Mısır'ın eski yerlisi olup

yüz benzerliğinden bunlara aykırı ve başkadır. Bunların

Hindistandan çıkıp yayılmalarının nedeni şöyle söylenir:

Bunlar Hind'de aşağılık san'atlarla uğraşarak başka in-

sanların önünde iğrenç istenilmeyen insanların bir kolu

oldukları halde Timur ordularının önü ve ardı sıra dola-

şarak o zaman memleketlerinden çıkıp yukarıda anlatıl-

dığı gibi yer yer ayrılıp Eflâk ve Buğdan taraflarına dü-

şenler olabildiği gibi san'atını yaptıkdan sonra giderek

kimlerin yurdunda ve eiflik arazisinde bulunmuşlarsa

onların kölesi sayılıp ta bu vakte kadar babadan oğula

kulluk da kalarak halâ sürü ile alınıp satılmaktadırlar.

Fakat bu kadar bin yıllık düşünce ve geleneklerinde de-

ğişiklik olmayıp okuma yazma öğrenmeden ve hiç bir

dine girmeden hangi yerde bulunsalar din bakımından

hürriyete kavuşamadıkları halde görünüşde oranın din

ve ayinlerine katılarak yine kendi bildiklerinden şaşmaz-

lardı. Biz yine konuya gelelim:

Eflâklılar anlatıldığı gibi bir çığırda durmadıkların-

dan Fatih Sultan Mehmed Han üzerlerine ordu gönderin-

ce 165 tarihinde Voyvoda bulunan (Vilad Drakol) karşı

koyamayacağını anlayıp yeniden tabaalık gösterip bu kez

yılda on bin yaldız altını cizye vermeğe katlanmışdı. O

günlerde Moldavya voyvodası Buğdan voyvodaları vilâ-

yetlerinin bütün bütün sancak kılığına girer de hükümet

işleri elimizden çıkar kuşkusuna kapılıp o tarafdan Os-

manlı devletine yapılan düşman taarruzlarında bunların

payı olup düşmanlık ve eşkiyalıkdan hiç bir zaman vaz

geçmemişlerdir.

TARİH-Î CEVDET

39^


Böyle olunca arada sırada cezalandırmak için fer-

man çıkar, asker gönderilir sonra bağışlanır ve aman

fermanları yenilenir ola gelmişdir. işte bu fermanlardan

biri de dördüncü Sultan Mehmed zamanında verilmiş olan

büyük buyrukla ve sonra onun üzerine gidilmişdir.

(923) hicrî yılında nisan ayı ortasında adı geçen

Buğdan ölünce yerine oğlu Istefan voyvoda olup (927)

yılı mayısının sonunda Eflâk'a girmiş olan Osmanlı as-

kerinin zaferlerini ve Avrupa hükümdarlarının çekimser

ve yavaş davranışlarını görüp te tabaa olmağı isteyince

mükâfat olarak Padişah tarafından kendisine beyaz ke-

çeden beyaz tüylü yeniçeri ustası kukası giydirilip, Ef-

lâk beyleri siyah tüylü kuka ile boynu bükük ve üzgün

kalıp üstünlüklerini yitirerek Buğdan beylerinden aşağı

sayıldılar. Böyle olunca bugüne kadar Buğdan beyleri

merasim yerinde eflâk beylerine üste gelmişlerdir. Kısa-

ca Eflâk voyvodaları kâh tabaa olmuş, kâh isyana kal-

kışmıştır. Nihayet Kantagözen ailesinden (Şerban voy-

voda) Viyana'nm ikinci kuşatmasında Nemçeli ve Lehli

ile haberleşip Osmanlı ordusu çekilirse Bosna, Sırbistan,

ve Bulgaristan ülkelerinin eklenip Tuna'nm karşı yaka-

sını büsbütün Nemçeli'ye ve Prut suyundan Kırım'a ka-

dar Lehli'ye vermeği kendisinin de Kostantiniyede kayser

olmak hayallerini kurmuşdu. Yerine geçen (Brankovano

Basarabe) demekle ünlü (Kostanti Prada) da Almanya

İmparatoruna tabaa olmağı resmen bildirerek kendi adı-

na para bastırıp krallara özel mehterhane takımı, tuğ gi-

bi şeyler tertibiyle bütün bütün bağımsızlık taslamış ve

yine Buğdanda voyvoda bulunan Kantemir Han neslinden

Dimitri Rusya imparatoru Petroya kapılarak onunla and-

laşma yapıp memleketini onun himayesine sokmuşdu, ni-

hayet (1120) hicrî yılında Rus askeri ile beraber eyalet-

ten çıkıp kaçmağa mecbur olmuşdu. Ve artık yerli Bo-

yarlarına güven ve dayanma kalmamış olduğundan Ef-


400

AHMED CEVDET PAŞA

lâk ve Buğdan'ın yaşantılarını geliştirmek ve sağlam

bir idare düzeni kurmak gerektiği için Sultan Ahmed

olayı bastırıldıkdan sonra Nemçe üzerine sefer açılmak

üzere iken (128) yılı ortasında Divan-ı Hümâyûn tercü-

manı (Nikolaki mavrokordato) Eflâk voyvodası ve Rum

milleti ileri gelenlerinden (Mihal Rakoviçe) Buğdan voy-

vodası nasbolunarak voyvodalık bu yolda yerli boyarla-

rından fenerlilere, yani Istanbulda bulunan Rum milleti

ileri gelenlerine özellikle divan tercümanlığı hizmetinde

bulunanlara geçmişdir.

Voyvodaların fenerli ramlardan olması Osmanlı dev-

letince hükümet haklarını genişletmek gibi görünmüşse

de Ruslar bu davranişdan da ziyade istifade etmişlerdir.

Zira bu sırada yeniçerilerin başkaldırması nedeni ile

devlet işleri sarsılmış vükela ve devlet büyükleri tez tez

işden el çektirilip değiştirildiklerinden ve yeniden işbaşı-

na gelenler de menfaatlerini korumak için voyvodaların

değiştirilmesine başladıklarından onlar da İstanbul'da

sarf ettikleri parçaları halk sırtından çıkarmak için hak-

sız adalet dışı tecavüzlere başladılar.

Osmanlı devleti de bu hallerini görünce böyle voy-

vodaların hakkmdan gelip cezalandırıyordu. Böylece voy-

vodaların kimisi bir sene geçmeden işden el çektiriüp de-

ğiştiriliyor kimisi türlü akibete uğrayıp yola getiriliyor

ve bastırılıyordu. Bu nedenle ilk önce kendilerine barına-

cak yer bulmak için kendi milletlerinden İstanbul'da bu-

lunan hasım ve rakipleri aleyhine kuvvetlenmek üzere

günden güne o tarafta genişlemekde olan Rusların nüfu-

zundan istifade bakımından Ruslara bazı gizli hizmetler-

de bulunurlardı.

Kısaca fenerliler Rusyaya yakınhk göstermeyi işleri

icabı sayıp fakat bunu bazıları içtenlikle, bazıları da is-

ter istemez yaparlardı. Bu suretle voyvodaların seçilip

kullanılmasında özellikle dikkat göstermek devletin ileri

TARİH-İ CEVDET

401


.gelenlerine farz sayılan borç olup rüşvet ve çalma belâ-

sından bu hususda pek büyük hatır ve hatalar işlerlerdi.

Eflâk, Buğdan ahalisi ise fenerlilere kendilerinden

olmayan kimse ve mültezim gözüyle bakıp adalet dışı

-tecavüz olaylarından şikâyet edegeldiklerinden başka, bu

zamanda Eflâk Buğdana gidip gelen memurlarla, Osman-

lı devleti askeri de kendilerine acımadan haksız davranış-

larından halk bütün bütün bıkıp usanmış ve kuşku için-

de Rusların tarafına yanaşıp onu kendilerine koruyucu

saymışlardır.

Kısaca voyvodalıkların fenerli Rumların eline geç-

mesi Eflâk Buğdanm harab olmasına ve halkın nefret

duymasına ve sonunda düşman kucağına düşmeleriyle

sonuçlanmışdır.

(1182) yılı seferinde Ruslar Mora ve Arnavudluk

taraflarında reayayı kendine çekmeye, altın ve gümüş

para saçıp tarafdar kazanmağa çalıştığı sırada Eflâk,

Buğdan'a rahip kılığında bir hey'ette Dirmanos adında

bir casus görevlendirmişdi. O da metrepolid, Piskopos


Yüklə 3,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin