Ahmed hulûSİ’de kavramlar


-"İnsanlara şükretmeyen, ALLAH'a şükretmiş olmaz!



Yüklə 1,92 Mb.
səhifə16/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,92 Mb.
#44715
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

-"İnsanlara şükretmeyen, ALLAH'a şükretmiş olmaz!

-"ALLAH İHSAN EDENLE BERABERDİR!"

âyetinde işaret edilen bir biçimde, "ihsan edende veren Hakk'tır!"



“İKAN”


  • Yakîn" ehlinin hâli

  • Gördüğünün gereğini yaşama

  • "Gözündeki perde kalksa da artmayacak olan yakîn"...

  • Basiretinin görüşü ve tasdiki...

  • İman ettiğin şeyi görür hâle gelmek...

  • "İman"dan sonra gelen, *"İhlâs"ı "Oku"makla başlayan, gördüğünün gereğini yaşamakla devam eden yakîn hâli...

  • Kesin olarak bilme hâli...

  • Başka türlüsü mümkün olmayan kesin gerçeği tesbit etme...

  • Olay hakkında hiç kuşku olmayan ve gelecekte de olmayacak idrâk hâli...

  • Dünya hayatından sonraki yaşam boyutunu görmek ve gereğini yaşamak...

  • "Ölüm ötesi yaşam" gerçeğini tartışma götürmeyen bir kesinlikle kavrama...

  • "Göremediğine-aklının ermediğine iman ve kabullenme"-den sonraki aşama...

  • Gördüğünün gereğini yaşama...

  • Ölüm ötesi yaşamın tüm aşamalarına karşı kesin bilinç sahibi olmak(Tüm Allah Rasûlu’ne imanı olanlarca kabul edildiği gibi tasdiki)...

Not: Geniş açıklama için Y/Yakîn” bölümüne bakınız.

 


“İKİZ YAPI”

  • Algıladığımız madde yapıların atomaltı boyutunu teşkil eden dalga yapısı

  • Dalga yapının boyutumuzdaki algılanan hâli

  • Birimin madde ve ötesi olan yapısı

  • Eş 

Dalga yapının boyutumuzdaki algılanan hâline, onun ikiz’i tâbirini kullanıyoruz... Ayrıca bir ikincil yapı olarak değil.



“HÛ,”



HER SEMERATTAN(üretilmişten)

ONLARIN EŞİ OLAN İKİZİNİ

(birimin madde ve ötesi olan yapısını)

OLUŞTURDU.

(İsmi) Allah (olan), "HÛ"dur ki semâları (algılanan madde ötesi boyutları-bilinç {yedi nefs} mertebelerini) gördüğünüz bir şeye dayanaksız yükseltti! Sonra Arş üzerine istiva etti (Esmâ'sının özelliklerini Fiiller âleminde hükümran kıldı)! Güneş'i, Ay'ı hükmünün açığa çıkması için işlevlendirmiştir; her biri belli bir ömre sahip olarak işlevine devam eder... Hükmü doğrultusunda (her şeyi) oluşturur-yönlendirir; tüm detaylarıyla var eder; Rabbinizin likâsına (hakikatinizdeki Rabbinizin Esmâ'sının açığa çıkışının farkındalığına) yakîn sahibi olmanız için.

"HÛ", ki arzı yaydı (madde yapıyı-bedeni, kendisindekileri oluşturacak kapasiteyle meydana getirdi; konu dünyanın yuvarlaklığı değil, yeryüzü ve aynı zamanda bedenin yani madde boyutunun kapasitesidir); onda sâbit dağlar (benlik-bilinç sahibi varlıklar) ve nehirler (bilinçleri besleyen sürekli bilgi akışı) oluşturdu... Her semerattan (üretilmişten) onların eşi olan ikizini (birimin madde ve ötesi olan yapısını) oluşturdu... Geceyi gündüze (cehalet karanlığını ilmiyle aydınlığa, hakikatin seyredildiği yaşama) dönüştürür... Gerçek ki, bunlarda tefekkür eden bir topluluk için nice işaretler vardır. (Ra’d/2-3)



FOTONUN İKİZİ



(Her foton, ikiziyle aynı polarizasyon açısını bilir)

Bohm, aynı şeyin bizim, mevcut boyutumuzda da geçerli olduğunu söyler... Yani, uzay boş değil, doludur!. Ve biz dahil, tüm mevcudatın mekânıdır!.

Görünen muazzam, maddesel yapısına rağmen evren, kendi kendine mevcut değildir!... Ancak, çok uzak ve güçlü bir vasînin üvey evladıdır!... Daha da kötüsü, bu vasînin önemli bir uğraşı da değil, geçici bir gölgesidir.

Sonsuz enerji denizi, gizli iradenin tek yönü değildir. Çünkü, gizli irade, atomaltı parçalardan, maddenin her şekline, enerjiye, hayata ve bilince, kuantlardan kişinin beynine kadar herşeyin aslıdır.

Bohm'a göre bu, herşeyin sonu da değildir, belki de gerisinde hayâl bile edemeyeceğimiz başka düzenleyici katlar vardır. Yani varoluşun sonsuz basamakları...

Fizikçiler, uzayın, ışık ve birbirini kesen, içiçe geçen bir sürü elektromenyetik dalgalarla dolu olduğunu kabul etmektedirler. Daha öncede gördüğümüz gibi parçacıklar, aynı zamanda dalgalardır.

Bu da gördüğümüz her fiziki objenin ve herşeyin gerçekte girişim örnekleri olduğunu ispatlamaktadır. Bir gerçek ki, bu ifadeler tartışmasız holografik yapıyı anlatmaktadır.

Bir başka tespit de 1982 de fizikçi Alain Aspect tarafından yapılan deney sonucu elde edildi. Kalsiyum atomları laserle ısıtılarak ikiz fotonlar elde edildi ve bu fotonların 6.5 metrelik bir boru içinde zıt yöne doğru hareket etmeleri ve özel filitrelerden geçerek iki polarizasyon analizörüne yönlendirilmesi sağlandı. Her filitrenin, bir analizörden diğerine yön değiştirtmesi, saniyenin on milyonda biri kadar süre aldı. Işığın, iki foton dizisini ayıran 13m'lik boruyu geçmesi ise, saniyenin 30 milyonda biri kadar süre aldı. Buradan da fotonların, bilinen herhangi bir fiziksel yöntemle haberleşemeyeceği anlaşıldı.

Aspect, kuantum teorisinin de önerdiği gibi, her fotonun ikiziyle aynı polarizasyon açısını bildiğini buldu. Buradan çıkan iki sonuçtan biri Einstein'ın aksine, ışık hızından daha hızlı bir sürat olabileceği idi ki bunu kabul etmek zordu. İkincisi ise, yersiz olarak iki fotonun iletişimde bulunduğu idi.

İngliz fizikçi Paul Davis'e göre parçacıklar devamlı olarak birbirlerine geçme ve ayrılma durumlarında olduklarına göre, kuantum teorisinin yersizlik görüşü, doğanın genel özelliği idi. Bu bilgiler de Bohm'a büyük destek sağladı.



İNSAN-I KÂMİL”İN



("Hakikat-i Muhammediye" -Ruh'u A'zam"- Ulûhiyet kemâlâtının eseri olarak yazılmış olan “Kitab-ı İlâhi”-Tüm boyut ve katmanlarıyla Evren-Mutlak Kitap-İlâhi Kitap-“Ümmül Kitap”)

İKİZİ>“KUR’ÂN

(“Kur’ân”ı meydana getiren mânâ)

"Kur’ân ve insan ikiz kardeştir!”



 İlâhi mânâdaki kitap nedir?...



"ÜMMÜL KİTAP"!.. "Kitapların anası"

Kur’ân nâzil olmadan önce, Hz Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’ın okuması istenen kitap!.... "Oku" diye işaret edilen kitap!.

Beşeri mânâdaki "kitap" ise rasûllerin aracılığı ile bize ulaşmış olan kelâmı ilahidir; ki bu kitap Âlemlerin Rabbından, Rabbani kitaptır. Bütün  Nebilerin bize getirdiği kitaplar Rabbül Âlemin`den bize ulaşmış olan, Rubûbiyet kanalından bize gelmiş olan Rabbani kitaptır.

Daha evvelki Nebilere gelen sahifeler, Hz Davud Aleyhisselâm’a gelen ZEBUR, Hz Musa Aleyhisselâm’a gelen TEVRAT, Hz isa Aleyhisselâm’a gelen İNCİL ve Hz Muhammed Aleyhisselâm’a gelen KUR’ÂN, Rabbani kitaplardır.

İzahı ve ispatı "Âmenerrasûli"nin başındaki



"ÂMENER RASÛLİ MA ÜNZİLEiLEYHİ MİN RABBİHİ "

âyetidir.

Bu sahifeler veya âyetler, bu sûreler Rabbani kitaptır.

Mutlak kitapsa ilâhi kitaptır; "ÜMMÜL KİTAP"tır!... Ulûhiyet kemâlâtının eseri olarak yazılmış olan kitabı ilâhi, yani tüm boyut ve katmanlarıyla evrendir!.

Bir diğer ifade ile İnsanı Kâmil`dir!... Bir diğer ifade ile Ruh`u Âzam`dır... Hakikatı Muhammediye`dir!. işte o, ilâhi kitaptır!.



"Kur’ân ve insan ikiz kardeştir”

Anlamındaki Rasûlullah açıklamasında işaret edildiği üzere, Kur’ân‘ı meydana getiren mânâ , "İnsan" diye bahsedilen İNSAN`I KÂMİL`in; yani HAKİKAT`I MUHAMMEDİYE`nin, yani RUH`U ÂZAM`ın mânâsı ile karşılıklıdır. Birinde diğerindeki mânâ mevcuttur ki, biri mutlak kitap, ilâhi kitaptır.

(Soru: Güneş Sistemimizdeki gezegenlerin mikro dalga ikizlerinin üretimi nasıl oluşmaktadır acaba? Teşekkürler..)

Dalga yapının boyutumuzdaki algılanan hâline, onun ikiz’i tâbirini kullanıyoruz... Ayrıca bir ikincil yapı olarak değil...



GÜNEŞİN İKİZİ



        • Güneşin atomaltı boyuta ait ışınsal yapısı

        • Cehennem

SAMANYOLU’NUN İKİZİ

(Cennetler)

Nasıl bizim bir biyolojik, maddi, atomüstü boyuta ait bir bedenimiz var ve buna karşılık bu bedenin dalga atomaltı boyuta ait "İKİZİ" mevcut ise; aynı şekilde Güneşin de bir atomaltı boyuta ait ışınsal ikizi mevcuttur ki, işte esas "CEHENNEM" oluşu o boyutu itibariyledir.

Ve bu sebepledir ki biz şu anda bu bedenin duyularıyla cehennemi göremeyiz!. Tıpkı atomaltı boyuta ait ışınsal türler olan insan ruhlarını, cinleri ve melekleri göremeyişimiz gibi!.

Buna karşın, madde beden yaşamından "ruh beden = dalga beden" yaşamına geçmiş kişiler ise hem ortamlarına geçmiş oldukları ruhları görürler, hem o ortamda yer alan cinleri görürler, hem de o boyutun meleklerini görürler.

Ve dahi Cehennemi, içindeki canlıları tıpkı yanıbaşlarını seyrediyormuşçasına seyrederler. Çünkü ruh görüşünde mesafe kavramı yoktur!.

İşte Din’de bahsedilen, ölümü tatmış kişilerin kabir âlemlerinde cehennemi seyretmeleri olayı bu şekilde gerçekleşir… Kezâ, “Samanyolu” dediğimiz yıldızlardaki cennetler dahi, bu görünen madde yanları itibariyle değil; algıladığımız madde yapılarının atomaltı boyutunu teşkil eden dalga ikizleri itibariyledir!

 


“İKRA”

Bkz.K / Kur’ân / “OKU”mak



İKRAH


(Zorlama)

DİN’İN UYGULANMASINDA

ZORLAMAYA YER YOKTUR”

 Bkz. İ/İslâm/İslâm, öneridir; tekliftir.



GÜÇLÜ TOPLULUKLARIN



GÜÇSÜZ TOPLULUKLARA ZORLA BİRŞEYLER

YAPTIRMASI, ALLAH SİSTEM VE DÜZENİNİ

İNKÂR MÂNÂSINA GELİR!

“İslâm Dini”nin açıkladığı “Sistem ve düzen”de zorlamaya yer yoktur!.

Kurân dahi, insana bir takım çalışmaları teklif yollu getirmiştir. “Şunları şunları yaparsanız, hakkınızda hayırlı olur“ denmiştir.

Allah’ın hükmüne, emrine karşı gelebilecek her hangi bir yaratılmış söz konusu değildir.

Buna rağmen, Allah, insanlara emir hüküm yollu “bunu yapacaksın” dememiştir!. “Teklif” yollu talepte bulunmuştur. “Bunu yaparsanız, sizin için hayırlı olur” diyerek!.

Farz diye bildiğimiz ibadetler dahi tekliftir!. Teklif olduğu için de zorlamaya yer yoktur!.

O kişi teklifi kabul eder veya etmez, sonucuna da katlanır!.

Bu yüzdendir ki, dünyanın hangi ülkesinde ve neresinde olursa olsun insanların hiçbir şeye zorlanması doğru değildir, yanlıştır!.

Ayrıca güçlü olanların ya da güçlü toplulukların, güçsüz olana, güçsüz topluluklara zorla birtakım şeyler yaptırması, Allah’ın sistem ve düzenini inkâr mânâsına gelir!.

Bunları çok iyi anlayın lütfen!



 BEŞERİ KANUN YA DA DÜZENLEMELER,



PEK ÇOK TOPLUMDA

“SİSTEM”E GÖRE DÜZENLENMEDİĞİ İÇİN,

ZORLAMALARI BERABERİNDE GETİRİR

Demokrasi, İslâm Dini’nin sonucu ve gereğidir... Demokrasinin olmadığı yerde İslâm uygulaması yoktur!... İslâm Dini’nin anlaşıldığı toplumlarda ise demokrasi zorunlu olarak ortaya çıkar!...

İslâm Dini, insanlara teklifler getirmiştir, geleceklerine dönük olarak... Kişiler bunu isterlerse, içlerinden gelirse, uygular ve karşılığını alır; istemezlerse de uygulamaz ve sonuçlarına katlanırlar!...

Saltanatla veya diktatörlükle idare olan yerlerde İslâm uygulanmıyor demektir!..

İslâm etiketinin, demokrasi olmayan rejimlere etiketlenmesi, onları İslâm uygulamalı rejimler yapmaz!...

Cumhuriyet idaresi, demokrasi değildir.

Sovyet Cumhuriyeti veya İran İslâm Cumhuriyeti’dir. Bunlarda demokrasi olmadığı için, “İslâm” Dini gereği rejim yoktur,demektir ; adı “İslâm” bile olsa!...

İslâm, demokrasinin olmadığı rejimlerde yaşanmıyor, demektir.

Nasıl tanrıya "Allah" etiketi yapıştırmak; kişiyi "ALLAH Adıyla İşâret Edilen’e inanıyor gibi yaşatmıyorsa; ve o kişi bu yüzden Cehennem’den çıkamıyorsa!.

Demokrasi, İslâm’ın gereği ve sonucudur; çünkü zaten herkes kendi fıtratının gereğini yaşayacaktır; dış zorlama ile bunu değiştirmek mümkün değildir!...

Ayrıca dinsel baskı ve zorlama kişiyi riyâkâr yapacaktır, Allah’a veya kendini yönetenlere karşı!... Münâfık olacaktır bu durumda!.

Bu da neticede saatli bombaların oluşmasından başka bir şeye yol açmaz!..

Öyle ise, öncelikle, insanların, fıtrî varoluşları gereği, demokratik bir yaşam içinde, her türlü zorlamadan uzak, kendi kabiliyet ve istidatlarının gereğini yaşamalarına saygılı olmasını öğrenmek, insan olmanın ilk şartıdır!...

"Merhamet etmeyene merhamet olunmaz"

ile


"zarar vereni öldürün"

şeklindeki Rasûlullah açıklamalarını iyi değerlendirmek gerekir...

Akrepten söz edip öldürebilir miyiz dendiğinde bu söylenmiştir, hatırladığım kadarıyla...

Yani, bir başkasının yaşamına zarar veren, veremez hale getirilir; demektir bu!...

Öyle ise, İslâm Dini’ne göre, yâni Sistem, uygulamada insanların başkalarına zarar vermedikleri sürece dilediklerini yapabilmesi esasına göre düzenlenmelidir!.. Bu olmadan, insan yaptığından mesûl tutulamaz ve mükâfaat da alamaz!...

Herkes, kendi fıtratı doğrultusunda yaşayacak ve yaşadıklarının sonucuna da ulaşacaktır!...

Beşeri kanun ya da düzenlemeler, pek çok toplumda, “sisteme” göre düzenlenmediği için, zorlamaları beraberinde getirir ki, bu da ya bireysel çıkarlara dayanır, ya da şartlanmışlığa!...

İnsan bunları aşabildiği ölçüde kendi hakikatına yönelebilir...

Ve sistemli düşünce sonucu çelişkilerinin kalktığı nispette dinginleşir!...

Acaba ne demek istediğim açıklık kazandı mı?...

Peki şimdi çelişkisiz düşünmeyi nasıl elde edeceğiz?... Bunun yolu ne olmalı?... Bu konuda fikirleriniz nedir arkadaşlar?...

 


"İLÂH"

  • “Tanrı”

  • Tapınılan Varlık...

  • Tanrı edinilen

  • Ötende bir varlığı simgeleyen kavram...

  • Allah ile bağını kopartan varsayım...

  • Bizi yukarıdan yöneten bir Tanrı...

  • Övülen, yüceltilen büyütülen ve bunların karşılığında kişiye istek ve arzuları istikametinde bağışlarda bulunacağı umulan varlık...

  • Allah ile birlikte oluşturulan(vehmedilen) vücud, müessir...(O’nun gayrına varlık verme-Başka isimlere varlık verme...)

  • Allah (hakikati ortada iken) yanı sıra yöneldiğinde sana azabı yaşatacak olan varsayım varlık...

  • Kurân'da insanları olayın özüne yaklaştırmak için kullanılan mefhum...

  • "Semâ ve Arz kelimeleriyle işaret edilen "Âlemler"deki bir işleve işaret eden kavram...(İnsani-beşerî yani insanda açığa çıkan anlayışa göre)

  • Varlıkta tasarruf eden…

  • İnsanın bâtınındaki("Öz"ündeki) boyutlara işaret eden kavram...

  • “Allah” ismiyle işaret edilen anlamı kavramaya başladığımızda onun içinde yok olduğunu fark edeceğimiz kavram...

  • Allah dûnunda ne yararı ne de zararı olmayan şeyler

  • Zararı yararından fazla olan

  • Kötü bir mevlâ

  • Kötü bir arkadaş

Semâların ve arzın mülkü "HÛ"nundur!

İlâh yoktur; sadece "HÛ"!

Diriltir, öldürür!



Allah sana bir sıkıntı yaşatırsa, onu (hakikatinde de açığa çıkan) "HÛ"dan başka açıp kaldıracak yoktur... Sana bir hayır yaşatacak olan da "HÛ"dur ve her şeye Kâdîr'dir.



"HÛ"dur, kullarının fevkinde (boyutsal derinliğinden açığa çıkarak) Kâhir (varlığında hükümran olan) olan! "HÛ"dur; Hakîm, Habîr. (En’âm/17-18)



"ULÛHİYET” HAKİKATİ



  • "Allah"lık kemâlâtı...

  • "El Esmâ ül Hüsnâ"

  • İnsanın "hatırlaması" istenilen, kendisine talim edilmiş olan "esmâe külleha"…

  • “Ahad” olan “Allah”ın, kendisinde bulunan sayısız özelliklerinin toplamıyla oluşan sonsuz kemâlâtı...

  • Ahadiyet hakikatinden doğan kemâlât...

  • Holografik sistem üzere, holografik esasa göre var olan mertebelerin tümü...

  • Sıfat ve esmâ mertebesinin olduğu boyut...

  • O’nun Sıfatı...

  • O’nun Zât’ını da anlatan Sıfatı...

  • Vâhidiyetin bâtını olan Ahadiyyet-kendini bilişi olan “Eniyyet”- Zâtında hiçlik hâli olan “Â’mâ ‘iyet”)in tümüne birden işaret eden kavram...

  • Her birimin ve zerrenin Hakikati olan boyut…



"ULÛHİYET"E İŞARET EDEN İSİM...

"ALLAH"!

ALLÂH... Öyle bir isimdir ki... "Ulûhiyet"e işaret eder! "Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamına oluşmuş "nokta"lar âlemlerini, her bir "nokta"yı oluşturan kendine özgü "Esmâ" mertebelerine işaret eder! "Zât"ı itibarıyla, "şey"in ayrı, "Esmâ"sı itibarıyla "şey"in aynı olan Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ganî ve benzeri olmayandır! Bu yüzdendir ki, "şey"i ve fiillerini Esmâ'sıyla yaratan Allâh ismiyle işaret edilen Kur'ân-ı Kerîm'de "BİZ" işaretini kullanmaktadır. "Şey"de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: "Şey"den söz ettiğimizde "şey"in zâtı derken onun varlığını oluşturan "Esmâ mertebesinden" söz ederiz. "Şey"in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur. Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır! Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, "vahiy" yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz! İşte bunu anlatmak sadedinde yolun sonu "hiç"likte biter, denmiştir!



İLÂH” KELİMESİ

(“Semâ” ve “Arz” kelimeleriyle işaret edilen)

ÂLEMLER” DEKİ BİR İŞLEVE

İŞARET ETMEKTEDİR...

(Allah'ın İsimleri arasında

"El İlâh" diye bir İsim yoktur!)

Bütün “isim”lerle işâret edilen özellikler, bölünmez parçalanmaz birbirinden ayrılmaz bir “tek”illik içinde, “holografik” gerçekliğe uygun olarak öylesine “TEK”il “mevcud”dur ki; O’ndan başka bir mevcut yani “vücud” sahibi düşünülemez!. “İsimlerin Âdem’e talim edilmesi” işaretini hatırlayalım bu arada…

Burada kısaca “ilâh–tanrı” konusuna bir başka açıdan değinmek istiyorum, yeterince anlaşılamadığı bana ulaştığı içindir ki…

LÂ ilâhe” dendikten sonra, “illâ Allah” yerine, “illâ ilâh” demek kadar saçma bir ifade şekli olamaz!. Çünkü önce, “tanrı yoktur–lâ ilâhe” diyorsunuz; ardından “illâ ilâhancak tanrı vardır” diyorsunuz!!! Böyle gramer ve anlatım hatasını, bırakın Allah kelâmını bir yana, lise talebesi bile yapmaz!.

Lâ ilâhe” dendikten sonra “Allah” ismiyle işaret edilenden söz ediliyorsa; bu, O isimle işaret edilenin, “İLÂH” kavramı ile kastedilen bir varlık olmadığını, düşünebilen beyinlere açık seçik farkettirir. Dolayısıyla burada, “ilâh–tanrı yoktur, ancak “ilâhiyet” işlevini de ortaya koyan “Allah” ismiyle işaret edilen söz konusudur” gibi bir anlam düşünülebilir.

Düşünmeden, sadece gördüğü kelimelerin lokal anlamlarına göre, hüküm verenler için ise, bu konu, âdeta büyük bir açmaz ya da çelişki gibi gelmektedir.

Huvelleziy fiy es semâi ilâhun ve fiyl arzı ilâh” (Zuhruf: 84) âyetinde geçen “ilâh” kelimesi semâ ve arz kelimeleriyle işaret edilen âlemlerdeki bir İŞLEVE işaret etmektedir, insani-beşerî yani insanda açığa çıkan anlayışa göre.

Allah” isimleri arasında “el ilâh” diye bir isim yoktur. “İlâhiyet”, Allah isimlerinin anlamının açığa çıkmasındaki “işlevi”nin adıdır. Yoksa, tapınılası varlık anlamında değil!. “İlâhin nas” açıklaması insanlarda “Allah esmâsı”nın açığa çıkmakta olduğuna işaret eder.

Daha önce de belirttiğim gibi, Kurân âyetlerinde iki tür anlatım vardır. Birincisi, Allah’ın ilminin direkt olarak dilediği gibi açıklanması… Ahad, Samed gibi isimler… İkinci tür ise, insanların anlayışına göre bir şeyler anlamaları için kullanılan anlatımlar… Misâl, Âyetel Kürsî’deki “ne uyuklar ne de uyur” şeklindeki anlatım. Kurân’da hangi âyetlerin birinci, hangi âyetlerin ikinci tür anlatımlar olduğunu farketmek çok önemlidir.

Esasen yukarıda, “esmâ mertebesi” olarak varlığın hakikatini anlatmaya çalıştığımız bölümün anlaşılması hâlinde dahi, “ilâh–tanrı” kavramının asla söz konusu olamayacağı çok iyi anlaşılabilir. Bizim müşahedemiz bu yoldadır. Hakikatini Allah Alîm’dir.



YERDE VE GÖKTE EDİNİLEN



(oluşturulan-vehmedilen-varsayılan) İLÂHLAR

(Bir şey yaratmayan;

kendileri de yaratılmış olanlar)


  • Yahûdilerin ilâhı

  • Hristiyanların ilâhı

  • Mecûsilerin ilâhı

  • Herkese bir diğerinin istek ve arzularına göre davranmak zorunda olan, aksi halde ilâhlığından şüphe edilen İlâhlar

  • İlâhlara tapanların, karşısındakini tehdit ettiği "kendi yarattığı, tasavvurundaki Tanrıları"!

  • Hayata ve ölümün tadılışından sonraki yaşantıyı oluşturacak bir özelliğe sahip olmayan ilâhlar

  • Bitmez tükenmez Rablar(!), dişi yaradılışlı Tanrılar(!)

  • Tanrısal, ruhsal planlar

  • Galaksilerdeki Rab mekanizmaları

  • Falanca filanca yıldız ya da galaksideki Tanrılar

  • Dost-Veli edinlen-Rab kabul edilen (Allah’a ortak koşulan) ‘’Uzaylı kurtarıcılar” (Cinler)

  • Bedenlenmiş Allah tasavvurları

  • Ulu Ruhlar

  • Büyük babalar

  • Allah'a nispet edilen-hoşlanılmayan kız çocukları(Melekler)

  • Hevâ ve hevesler

  • Boş hayâller

  • Kuruntular

  • Bedensel-Hayvani bilinç

  • Doğasal olay veya varlıklar

  • Burçlar

  • Melekler

  • Evliyalar

  • Din adamları



İLÂHLARIN ÖZELLİKLERİ



  • Hayata ve ölümün tadılışından sonraki yaşantıyı oluşturacak bir özelliğe sahip değildirler

  • Bir şey yaratamazlar; kendileri de yaratılmıştır

  • Kendileri de kendini ilâhlaştıran benzeri kullardır

  • Yardıma muktedir olamadıkları gibi kendi nefslerine de yardım edemezler

  • İnsanlardan pek çoğunu saptırırlar

  • Cehennem yakıtıdır(Cehennemde ebedi kalıcıdır)

  • Konuşmazlar



HAYATA VE ÖLÜMÜN TADILIŞINDAN SONRAKİ

YAŞANTIYI OLUŞTURACAK ÖZELLİĞE SAHİP

DEĞİLDİRLER



Ki, semâların ve arzın varlığı O'nun içindir! Çocuk edinme kavramından berîdir! Varlıkta ortağı yoktur O'nun! Her şeyi yaratmış, onu (yarattığını) takdiriyle oluşturmuştur!

(Gerçek böyle iken) O'nun dûnunda, bir şey yaratmayan; kendileri yaratılmış olan; kendi nefslerine bir zarar ve faydası olmayan; ölüme, hayata ve ölümün tadılışından sonraki yaşantıyı oluşturacak bir özelliğe sahip olmayan tanrılar edindiler.



Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Bu (Kur'ân) ancak O'nun uydurduğu bir yalandır. Başka bir kavim de (Yahudiler) bu konuda O'na yardım etmiştir"... Gerçek ki, büyük haksızlık ve yalancı şahitlik suçu işlediler.

Dediler ki: "Bunlar, sabah-akşam okunması için kendisinin yazdırtmış olduğu, eskilerin masallarıdır."

De ki: "O'nu semâlardaki ve arzdaki sırrı bilen inzâl etti! Muhakkak ki O Gafûr'dur, Rahîm'dir."

Dediler ki: "Bu nasıl Rasûldür ki, yemek yiyor ve çarşılarda gezip dolaşıyor... O'na, bir melek inzâl edilmesi, beraberinde bir uyarıcı olması gerekmez miydi?"

"Yahut O'na bir hazine verilmesi ya da yiyeceği özel bir bahçesi olması..." Zâlimler (birbirlerine) şöyle konuştular: "Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!"

Bak senin için yaptıkları benzetmeler (yanlış değerlendirmeler) yüzünden nasıl saptılar! Artık çıkış yolu bulamazlar!

Ne Yücedir O ki, dilerse sana bundan daha hayırlısını, altlarından nehirler akan cennetleri oluşturur ve senin için köşkler yapar.

Fakat onlar o saati de (ölüm akabinde başlayacak olan sonsuz yaşam süreçlerini) yalanladılar... O saati yaşayacaklarını yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.

Daha cehenneme girmeden (kabir âlemlerindeyken), onun taşan öfkesini ve şiddetli uğultulu sesini işitirler.

Bağlanmış (çaresiz) olarak orada dar bir mekâna atıldıklarında, "Yetiş ey ölüm!" diye haykırırlar (içine düştükleri acı azaptan tek kurtuluşun ölüm olduğunu fark ederler).

"Bugün bir ölüm değil, birçok ölüm temenni edin!" (Ne çare ki ölümsüzdürler!)

De ki: "Bu mu daha hayırlıdır yoksa korunmuşlara vadolunan sonsuzluk cenneti mi? (O cennet) onlar için bir ceza (yaşamlarının getirisi) ve (hakikatlerine) dönüş yeridir."

Onlara sonsuza dek diledikleri her şey vardır orada. (Bu) Rabbinin, kendisini yükümlü tuttuğu vaadidir!

Onları ve Allah dûnundaki tapındıklarını haşredeceği süreçte der ki: "Benim kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa onlar mı (derûnlarındaki hakikatlerine ulaştıran) yoldan saptılar?"

(Tapındıkları nesneler) dediler ki: "Subhansın sen! Senin dûnundan velîler edinmek bizim için mümkün değil! Ne var ki, sen onları ve atalarını yararlandırınca, bedensel zevklere dalıp; nihayet, hakikat bilgisini hatırlamaz oldular! Sonunda mahvoldular!"

(Allah dûnundakilere tapanlara): "İşte söylediklerinizi gerçekten yalanladılar... Artık ne (azabı) kendinizden savmaya ve ne de yardım bulmaya gücünüz yetmez! Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattırırız."

Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûller de yemek yerler ve çarşılarda gezip dolaşırlardı! Sizleri birbiriniz için bir sınav objesi kıldık... Sabredecek misiniz? Senin Rabbin Basîr'dir.(Furkan/2-20)



KENDİLERİ DE,



KENDİNİ İLÂHLAŞTIRAN BENZERİ

KULLARDIR…

(Allah'a ortak koşulanlar) onlara yardıma muktedir olamadıkları gibi, kendi nefslerine de yardım edemezler!

Şayet onları hüdaya (hidâyete) davet etseniz, size tâbi olmazlar... Ha onları davet etmişsiniz ha susmuşsunuz, ikisi de birdir.

Allah dûnunda yöneldikleriniz, muhakkak sizin benzerleriniz kullardır! Eğer (inancınızda) ısrarlıysanız hadi çağırın onları da, size icabet etsinler!

Onların yürüyecekleri ayakları; yahut tutacakları elleri; yahut görecekleri gözleri; yahut duyacakları kulakları mı var? De ki: "Çağırın ortak (koştuk)larınızı, bana tuzak kurun ve hiç göz açtırmayın bana!"

Muhakkak ki benim Velîm, O hakikat BİLGİsini (Kitabı) tenzîl eden Allah'tır! O, sâlihlere Velî olur.

Sizin O'nun dûnunda (yardıma) çağırdıklarınız ise, ne size yardım etmeye muktedirdirler ve ne de kendilerine yardım edebilirler.

Onları hidâyet etmeleri için çağırsanız, işitmezler... Onları sana bakar sanırsın, ama görmezler! (A’râf/192-198)



İNSANLARDAN PEK ÇOĞUNU



SAPTIRIRLAR

[Salâtı ikame edemeyişin (Rabbine yönelmeyişin) doğal sonucu!]

Hani İbrahim şöyle dedi: "Rabbim, şu beldeyi emniyetli kıl... Beni de oğullarımı da tanrı edinilenlere tapınmaktan koru."

"Rabbim... Muhakkak ki onlar (tanrı edinilenler) insanlardan pek çoğunu saptırdılar... (Artık) kim bana tâbi olur ise, muhakkak ki o bendendir... Kim de bana isyan eder ise, muhakkak ki sen Gafûr'sun, Rahîm'sin."

"Rabbimiz... Muhakkak ki ben, zürriyetimden bazısını senin kutsal evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim... Rabbimiz, salâtı ikame (sana yönelişlerinin getirisini) yaşasınlar diye! (O hâlde) insanlardan bazı hakikati idraka açık olan şuur sahiplerini, onlara meylettir ve kendilerini ilim ve marifetlerden rızıklandır... Tâ ki değerlendirsinler, şükretsinler."

"Rabbimiz! Muhakkak ki sen gizlediğimizi de bilirsin, açığa çıkardığımızı da... (Zira) arzda ve semâda hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrâhim/35-38)



NE KENDİ NEFSLERİNİ KURTARACAK GÜCE



SAHİP OLURLAR;

NE DE DESTEK GÖRÜRLER!



Yüklə 1,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin