11 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları Eylemleri
Sakarya Başörtüsü Platformu 100’üncü başörtüsü eylemini düzenledi. Özgür-Der Sakarya Şubesi tarafından platform adına yapılan açıklamada “Bizler biliyoruz ki bu ülkede baskı yasak ve zulüm altında yaşamak bir kader değildir. Sorunlarımızı paylaşmak birbirimizle istişare etmek ve Allah’ın sözünü hayatımıza hakim kılmak zorundayız. Bu yüzden namazı ve orucu nasıl görüyorsak Allah’ın emri olarak kabul ediyorsak aynı şekilde zulme boyun eğmemeyi de Allah’ın emri olarak görüyoruz. Bizler biliyoruz ki zalimin zulmüne karşı direnmek ertelenemez açık bir sorumluluktur. Hem Allah’a güvenen bir müslümanın dünyevi korkular ırmağında boğulmayı değil akıntıya karşı mücadele içerisinde olmayı tercih etmesi gerekir. Bu yüzden bu ülkede haksız bir şekilde sürdürülen başörtüsü yasağına karşı ilkeli ve tutarlı eylemliliklerin artırılması daha çok fedakarlık yapılması daha çok platform kurulması ve iktidarı ellerine tutan azgın azınlığa karşı istikrarlı bir mücadelenin hakim kılınması gerekmektedir.” Başörtüsü eylemleri Kocaeli’de 121’inci, Ankara’da 79’uncu, Van’da 50’nci ve Akyazı’da 27’nci basın açıklamasıyla devam etti.
11 Ağustos 2007 - Başörtüsünün tatille imtihanı
Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki yazısında tesettür ve tatil konusuna değindi: ““Türbanlıların haşemayla denize girme” meselesi modern bir talebin tezahürü ve tıpkı okula gitme talebi gibi, tıpkı siyasette görünür olmak gibi, tıpkı çalışma, para kazanma talebi gibi konuların nedeniyle aynı nedenden çok tartışılıyor ve çok su kaldırıyor... Mesele, deniz tatili falan değil, kadınların eğitim talebi de aynı gerekçelerle püskürtülmüştü çünkü. Mesele, kadının modern yaşama intikal etme talebinin laiklerce gerici bulunduğu için, Müslümanlarca ise, İslam dairesinden çıkmak olarak telakki edildiği için engellenmesi. Bütün bunlardan illallah edip evine dönmeyi tercih edenleri ise bu kez, burnu sonradan büyümüş eşi tarafından 'küçümsenmek' kaderi bekledi... Gelgelelim, İslam kurallarının modern yöntemlerle çakıştığı noktalarda ortaya çıkan ve aslında dininin gereklerine riayet ederek modern yaşama tutunmaya çalışan dindar kesimin de memnun kalmadığı bu çelişkili manzaraları da ağır eleştiri sebebi saymıyorum. Modern hayata entegre olma sürecinin çünkü deneme-yanılma yoluyla işlediğini ve bu şaşkınlığın zamanla atılacağına inanıyorum. Bir sebep daha var; o da başörtüsünün artık, laik Kemalistlerle İslam'ı referans noktası olarak almış insanları, 'örtülünün çeşitli nedenlerle görünür olmaması' konusunda eşitleyen bir niteliğe bürünüyor olması. Yanlış olan da bu. Bazen, erkeklere “Bu davanın yükünü biz çektik, siz ne bedel ödediniz ki?” diyen başörtülü kadınların haklılık payının yüksek olduğunu düşünüyorum.”
11 Ağustos 2007 – Hayrünisa Hanım başını örtmeseydi, Abdullah Bey çoktan cumhurbaşkanı olmuştu
Memsur Akgün Referans gazetesindeki makalesinde, şu yorumları yaptı: “Planlar, konuşulanlar, komplolar ne olursa olsun Gül'ün adaylığına karşı olunmasının ardında yatan gerçek neden beni çok rahatsız ediyor… Hepimiz bal gibi farkındayız ki sorun Abdullah Bey değil Hayrünisa Hanım, onun başına inancı gereği taktığı bir bez parçası. Eğer o tez parçası Hayrünisa Hanım'ın başında olmasaydı hiçbirimiz Abdullah Gül'ün adaylığına karşı çıkmazdık. Hayrünisa Hanım başını örtmeseydi, Abdullah Bey çoktan cumhurbaşkanı seçilmiş, Türkiye de tüm bu sorun ve krizlerle karşılaşmamış olurdu…”
AK Parti'nin kadın milletvekillerinden Gülşen Orhan'ın ismi başörtüsü tartışmaları ile gündeme getiriliyor. Memleketi Van'da başının yarısını kapatan örtü kullandığı için, seçildikten sonra başörtüsünü çıkaran MHP eski Antalya milletvekili Nesrin Ünal'la karşılaştırılıyor. Bu tartışmalardan rahatsız olduğunu ve üzüldüğünü belirten Orhan, başını milletvekili seçildikten sonra açmadığını söyledi. Orhan, "Geçmişte ne isem şimdi de oyum. Kapalı olmayan başımın açılması söz konusu değil." dedi. Nesrin Ünal, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e mektup göndererek, konuyu gündeme taşıdı. Mektupta, "Keşke Gülşen Orhan'a gösterdiğiniz anlayışı bana da gösterseydiniz." ifadelerini kullandı. Orhan, bu tartışmalarla yargısız infaza uğradığını düşünüyor. Hakkında sürekli yanlış haberler yapıldığını kaydeden Orhan, memleketinde iken bağda, bahçede herkes gibi saçları yarım örten başörtüsü taktığını söyledi. "Ben ne isem hep o oldum. Halkım beni böyle gördü, tanıdı, oy verdi. Bu şekilde üniversite okudum, diploma aldım." diye konuştu. (Zaman)
11 Ağustos 2007 – O pis türbanlı karısı oraya çıkarsa biz sokaklara dökülürüz
M. Nedim Hazar, Zaman’daki “Şövalye ruhlu medyam!” başlıklı yazısında, Abdullah Gül’den adaylıktan çekilmesini bekleyen medyayı eleştirirken, kendisine gelen bir e-mailde ifadeler dikkat çekiciydi: “‘Sayın gazeteciler! Pis yobazlar oy almış olabilirler; ama bu onlara her şeyi yapma imkânı vermez. O pis Gül, o pis türbanlı karısı oraya çıkarsa biz sokaklara dökülürüz. İstemiyoruz o pis insanları orada..." Böylesine bir mesaj ile yazıya başladığım için özür dilerim. Sanmayın ki, spam bir mail bu. İsmi cismi belli, telefonu, web sitesi olan ve yat işleten bir hanımefendi, bu mesajı tüm gazetecilere yollamayı hayatının gayesi ve anlamı yapmış durumda. 22 Temmuz'dan sonra birkaç gün şaşkınlık yaşayıp maillerini kesen bu bayan yukarıdaki maili kısa süre önce yine yollamaya başladı sağa sola... Ve yine sanmayın ki, yukarıdaki mailin sahibi ve zihniyetindeki insanlar azınlıkta yahut marjinal kıyılarda konuşlanmış durumdadır. Açın Andıç ve Ulak medyasının sayfalarını imzasıyla, resmiyle görün bu zihniyeti.”
11 Ağustos 2007 – “Müslümanlık'ta ‘devlete itaat’ de vardır.”
Ruhat Mengi, “AKP'de başka aday yok mu?” adlı köşe yazısında, Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili şu yorumu yaptı: “Bugüne kadar eşi türbanlı olanlar her mevkiye geldiler. Cumhurbaşkanlığı devletin zirvesi olduğu, tüm toplumu temsil ettiği ve türban "devlete dinsel kimlik" anlamına geleceği için bu laiklik ilkesi bağlamında sorun yaratıyorsa, laiklik üzerine yemin edilerek girilen Meclis'te, verilen söze sadık kalmak neden bu kadar zor onu da anlamak mümkün değil. Ne "laiklere jestle ilgisi vardır bunun, ne "dindarlara saygısızlıkla, ne de "parti tabanına karşı gelmekle..” Tek anlamı ‘devlet kurallarına uymak'tır ve madem ki artık olayları bu eksene taşıdılar, Müslümankk'ta "devlete itaat" de vardır. O zaman neden bu kadar çözümsüz bir noktada kilitleniyoruz ve dünya medyasının kendini bilirkişi saymasına fırsat veriyoruz? Abdullah Gül'den başka aday yok mu? Olamaz mı?”
Dostları ilə paylaş: |