BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Ağustos 2007 – Başı örtülü bir hanımın eşi cumhurbaşkanı olmalı



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə45/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   102

12 Ağustos 2007 – Başı örtülü bir hanımın eşi cumhurbaşkanı olmalı


Mümtaz’er Türköne, Zaman’daki “Çankaya'nın işaretleri, simgeleri, sembolleri” başlıklı yazısında cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü sorunu konusunu işledi: “Çankaya'ya çıkacak cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olamayacağı iddiasında bulunmak, herkesin bildiği üzere hukukî mesnedi olmayan bir iddia. Bu yüzden konu siyasî bir zeminde tartışılıyor. Siyasî zeminde tartışıldığı zaman da bu iddiadan önemli siyasî sonuçlar çıkıyor. Çankaya'da oturan cumhurbaşkanının eşinin başı kapalı olduğu zaman, başörtüsü kullanmayanların, hatta başörtüsüne karşı olanların yapacağı tek şey tahammül göstermek veya saygı duymak olacaktır. Peki, bir cumhurbaşkanı adayına, eşinin başı kapalı olduğu için engel olunduğunda; üstelik bu engelleme de şimdi yapıldığı gibi başörtü merkeze alınarak yapıldığında başörtüyü tercih edenler ne olacaktır? Nüfusun yarısının başörtüyü tercih ettiğini hatırlatarak sorumuza devam edelim. İşte bu durumda, başörtülü olanlar rencide edilmiş, aşağılanmış olmayacaklar mı? Başörtüsü, bir hanımın kendisi için bile değil, eşi için hak kaybına sebep olunca başörtülü olanların bu toplum içindeki yeri ve mevkiine dair esaslı bir meşruiyet problemi ile karşı karşıya kalmayacak mıyız?.. Şayet önümüze "cumhurbaşkanının eşinin başörtüsü sorunu" şeklinde bir sorun geldiyse; bu sorun mutlaka önümüze konduğu şekilde çözülmeli. Çankaya köşkünde "başı örtülü bir hanımın eşi" cumhurbaşkanı olarak oturmalı. Aksi takdirde demokratik temsil makamlarını, toplumun bir kesiminin aşağılandığı yerlere dönüştürmüş olursunuz... Geldiğimiz noktada, süregelen tartışmalar ışığında söylenecek tek şey var: Çankaya'da oturacak cumhurbaşkanının eşinin mutlaka başörtülü olması gerekir. Bu mecburiyetin sorumluluğu da; başörtülü eşi Çankaya için peşinen engel olarak gören ve gösterenlere ait.”

12 Ağustos 2007 – Ülkemizde ne başörtüsü derdi vardı, ne siyasette tesettür derdi...

İlhan Selçuk, herhangi bir dayanak gösteremediği “İslamcılığın siyasal yorumunda kadın günahtır, tesettür modasına tabidir.” tespitinden sonra “cumhurbaşkanlığı seçiminin özü” dediği konuyu şöyle açıkladı: “Tesettür Çankaya'ya çıksın mı, çıkmasın mı?. Tesettürün öteki adı ne? Türban… Hayır, ne başörtüsü. Ne yemeni. Ne yazma. Ülkemizdeki çok partili rejimde “Amerikana Ilımlı İslam Devleti”nin siyasallaşmış modası başa dolanmış türban…”


13 Ağustos 2007 – Başörtüsünü halkın 'sorun' haline getirmediği açık


Ali Bulaç, Zaman’daki köşesinde cumhurbaşkanlığı ve başörtüsü konularını değerlendirdi: “Başörtüsünü kamusal hizmetlerin alındığı ve verildiği alanlarda ve bu arada cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın 'sorun' haline getirmediği gayet açık... Başörtüsünün Mustafa Kemal'in "çağdaşlaşma projesi"yle ve görüşleriyle de ilişkilendirilmesi çok zor. Mustafa Kemal, devrimler yaptı; ama kadınların başörtüsüne dokunmadı, bugüne kadar elde bulunan bütün resimlerinden de anlaşılacağı üzere eşi Latife Hanım'ın başı örtülüydü, eşi yanında toplantılara veya gezilere katılırdı... Sonuç itibarıyla söylenecek olan şudur: Hanımı başörtülü olan Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması ile olmaması arasında önemli bir fark yok. Hayrünnisa Gül'ün başörtülü olarak Çankaya Köşkü'ne çıkması, sistemin temel yapısında, Türkiye'nin genel yöneliminde herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Belki, hiçbir şeyin değişmeyeceği olgusunun ortaya çıkması bakımından 'iyi de olur', bu sayede normalleşme yolunda sahici bir mesafe alınmış olur. Türkiye'yi ve siyaseti yıllardan beri sahte konular meşgul etmekte, birikmiş enerjinin boşa harcanmasına sebep olmaktadır. Bu hengameden acı çeken ve temel hakları çiğnenen, sadece inandıkları gibi yaşamak, okumak ve kamusal hizmet verip almak isteyen kadınlardır. Cumhurbaşkanlığı meselesi kadar bu kadınların acılarının dindirilmesi de önemlidir.”

13 Ağustos 2007 – “TBMM'deki eşi türbanlı vekil sayısı 274'ten 235'e düştü”

Hürriyet gazetesi, eşleri tesettürlü vekillerle ilgili yaptıkları araştırmadan “Bir önceki dönemde 274 milletvekilinin eşi tesettürlü olan TBMM'de, bu oran azaldı. Yeni seçilen milletvekillerinin 235'inin eşi tesettürlü. Bunların arasından, birisi çarşaflı olmak üzere 226'sı AKP'li milletvekillerinin eşleri. CHP'den ise, TBMM'de eşi tesettürlü milletvekili kalmadı.” sonucu çıkardı. Haberin detaylarında şu bilgiler aktarıldı: “MHP'li 6, DTP'li 1, BBP’li 1 ve bağımsız 1 milletvekilinin eşleri türbanlıyken, 226 AKP milletvekili eşi türbanlı. Bir önceki dönemde Mec-lis'e 363 milletvekiliyle giren AKP'de 238 milletvekili eşinin başı kapalıydı. Bu dönem AKP'nin çıkardığı milletvekili sayışman 341 olduğu düşünülürse AKP milletvekilleri arasında eşi türbanlı milletvekili oranının, yüzde 65'ten yüzde 66'ya yükseldiği ortaya çıkıyor. Ancak bu dönem AKP'den 30 kadın milletvekilinin meclise girdiği düşünülürse eşi türbanlı milletvekili oranı daha da yükseliyor. Bu arada bir önceki dönemde CHP'li 1 milletvekilinin eşi türbanlıyken, bu sefer tek bir CHP milletvekilinin bile eşi türban takmıyor.” Haberin devamında, eşleri başörtülü vekillerin isimlerin tek tek verilmesi, haberin bir nevi “fişleme-ihbar dosyası” şeklinde yorumlanmasına yol açtı.



13 Ağustos 2007 – Başörtüsüyle 'uzlaşmak' gerekiyor

Radikal’de yayınlanan makalesinde Ömer Taşpınar, “Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan Türk basını istikrar, uzlaşma ve normalleşme gibi kavramların arkasına sığınıyor. Batı basını ise istikrar, uzlaşma, normalleşme ve demokratikleşme gibi kavramları Abdullah Gül ile eşanlamlı kullanıyor” diyerek, 22 Temmuz seçimleri sonucu ortaya çıkan tabloda, Gül’ün aday gösterilmemesinin büyük bir kayıp olacağını dile getirdi. Taşpınar, “Eğer AK Parti 22 Temmuz'da elde ettiği tarihi başarıya rağmen hjen rejim korkusu nedeniyle Abdullaı Gül'ü aday göstermezse bu sadece AK Parti'ye oy veren milyonlar değil, Batı taraflıdan da, Türkiye'de askeri vesayet rejiminin devam ettiğinin açık bir göstergesi olarak algılanacaktır.” tespitini yaptığı yazısını şöyle tamamladı: “Ben kendi adıma artık herkese Türkiye'de neden üniversitelerde başörtüsü yasağı var anlatmaktan utanır hale geldim. Bu yasağı en iyi anlayacak durumda olan Fransızlar bile bize şaşırıyor. Zira Fransa'daki yasak sadece ve sadece devlet liselerinde geçerli. Devlet üniversitelerinde ve tabii ki siyaset alanında böyle bir yasakçı anlayış kesinlikle yok.”



13 Ağustos 2007 – “Türbana başörtüsü diyen demokrat mı oluyor?”

Vatan yazarı Mehmet Tezkan, “başörtüsü” ve “türban” kelimelerini kullananların siyasi kimliklerini deşifre ettiklerini ileri sürdüğü yazısında görüşlerine şöyle açıklık getirdi: “Türbana başörtüsü deyince insan demokrat mı oluyor? Şöyle ifadeler okuyorum.. Abdullah Gül'ün başörtülü eşi nedeniyle… Ama eşi başörtülü değil ki türbanlı. Bile bile bu tanımı seçen ya İslami kesimin yazarıdır ya da AKP'ye yakın olduğunu belli etmek istiyordur. Çünkü türbana başörtüsü demenin demokratlıkla falan ilgisi yok. Sadece siyasal tercih. İslami kesimin yaklaşımını anlıyorum. Onlar belli bir kampanyanın parçası olarak türbana başörtüsü diyor. Peki AKP'ye yaranmak için bu terimi kullananlar... Bunu demokratlık, liberallik adına yapanlar! Sahi onlar niye türbana başörtüsü diyor. Yoksa türbana türban demek ayıp mı oldu?”



13 Ağustos 2007 - Başörtüsü yanılgısı!

Hüseyin Üzmez, Vakit Gazetesi’ndeki köşesinde şunları yazdı: “Atatürk, vatandaşlar arasında kılık kıyafet ayrımı yapmazdı. Ama sözde Atatürkçüler, çağdaş bağnazlığın celladı kesilmişler. Mustafa Kemal sağ olsaydı, bugünküler onu, annesi ve eşi başörtülü diye, YAŞ kararıyla ordudan ihraç ederlerdi. Bugünkü Atatürkçüler(!) bir marifetmiş gibi başörtüsüne “simge olduğu için karşı çıktıklarını” söylüyorlar. Yanlış değil. Evet, elbette ki başörtüsü kutsal bir simgedir. Ama herhangi bir parti veya görüşün simgesi değildir. Vatanı ve milleti sevmenin simgesidir. Üç çeyrek asır önce Mustafa Kemal'i tanıyıp ona güvenmenin simgesidir. En kötü günümüzde, vatanımızı dört bir yandan aç ve kuduz köpekler gibi kuşatan emperyalizme karşı savaşan ninelerimizin, annelerimizin simgesidir. Onların İstiklâl Savaşımızdaki fedakârlık ve kahramanlıklarının simgesidir. Sabır, metanet ve umudun simgesidir. Tabiî ki bu sözlerimizden, ‘başı açık olanlar, bu millî manevî ve kutsal değerlerimizden uzaktır veya onlardan tümü ile mahrumdur’ anlamı asla çıkarılmamalıdır. Elbette ki kardeşlerimiz de o kahraman ninelerimizin torunlarıdır.”


14 Ağustos 2007 - Siyasette dindarlık eşlerin başörtüsü üzerinden eleştirisi nesnesi kılındı


Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Bu hayatta herkes kendi çektiğini bilir” başlıklı yazısında modernlik, dindarlık, siyaset ve başörtüsü konularına değinirken şöyle bir eleştiri yaptı: "Mesele dinin modernizmle kesişme noktalarında ortaya çıkan manzaraların faturasının hep neden kadınlar üzerinden kesilmesi meselesiydi. Nitekim, erkeklerin dindarlığı bahsinin en çok göze battığı alan olan siyasette dahi, bu dindarlık eşlerin başörtüsü üzerinden görünür ve eleştirisi nesnesi kılındı... Eşi başörtülü olmayan, ancak dini bir görev addederek Cuma namazını kaçırmayan siyasetçiler bile, burun kıvrılarak bakılsa dahi, başörtülü eşleri olanlara reva görülen 'tehdit' algısına muhatap kılınmadı. Bu, bir süre sonra, 'dışarıdan' olduğu kadar, 'içeriden' de asla söze dökülmese de başörtüsüne karşı bir blok oluşmasına sebebiyet verebilirdi. Kimi yüksek mevki, makamlara yerleşmiş ya da göz dikmiş, dindar erkekleri 'başörtüsüne irrite olma' noktasına bile geriletebilirdi. Nitekim ortaya dökülmese de bu -az ya da çok oranda- vardı...”

14 Ağustos 2007 - Örtülülerle örtüsüzler arasında kavga yok


Ekrem Dumanlı, Zaman’daki “Ortak akıl yetmez ortak vicdan da gerekir” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Başörtüsü meselesi için zirvelerde saç saça baş başa kavga veriliyor; halkın umurunda bile değil. Örtülülerle örtüsüzler arasında kavga yokken, koca koca adamların semboller kavgasında ömür törpülemesinin başka anlamları olsa gerek. Belli ki bir egemenlik tartışması yaşanıyor, bir tahakküm kavgası veriliyor. "Kürt sorunu" da öyle, "Alevi-Sünni ayrışımı" da öyle. Sosyal hayatta gerçek yansıması olmayan kavgaları sürekli körükleyenler sadece kendilerini küçük düşürmüyor, ülkenin yükselip kanatlanmasına da mani oluyor.Türkiye'nin en büyük avantajı insanıdır. Bu topraklarda yaşayan insanlara kulak vermek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bundan sonra zirvelerde alınacak her kararın ortak akla hitap etmesi kadar ortak vicdana yakın olması gerekiyor... Bu saatten sonra Türkiye'de her konu sadece ortak akıl değil, ortak vicdana da uygun olmak zorunda.”
14 Ağustos 2007 - Eşi başörtülü milletvekili listesine sert tepki: Utanç verici

Hürriyet Gazetesi 'Türbanlı vekil sayısı azaldı' başlığı ile verdiği haberde il il eşi başörtülü olan milletvekillerinin listesini yayınladı. Kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanan bu duruma milletvekilleri sert tepki gösterdi. Milletvekilleri, 'fişleme'yi hatırlatan Hürriyet'in haberini 'utanç verici' buldu. Eşlerin başı açık-başı kapalı ayrımı yapılmasına sitem eden vekiller, bu tür haberlerin Türkiye'ye yakışmadığını vurguladı. Vekiller, insanların kişisel tercihleri sebebiyle kategorize edilmesini doğru bulmazken, ülkenin daha önemli sorunları olduğunun altını çizdi. Konuyla ilgili haberlerde eşlerinin başörtülü olduğu belirtilen bazı vekillerin tepkileri şöyle: Recep Yıldırım (AK Parti, Sakarya): Bizim ve eşlerimizin birer suçlu gibi liste yayınlanması çok acı ve utanç verici bir olay. Türkiye'nin gündemi başörtüsü değil. Halkın böyle bir gündemi yok. Mehmet Ekici (MHP Genel Başkan Yardımcısı): Milletvekilinin eşinin başörtülü olması siyasi imge olarak algılanmamalı. Benim eşim de başörtülü. Buradan farklı anlam çıkartılmamalı. Bu bir inanç meselesidir. İbrahim Binici (DTP, Şanlıurfa): Koskoca bir medya grubunun bir milletvekilinin eşinin başının açık ya da kapalı diye yazmasını ahlaki bulmuyorum. Eşimin kendi tercihidir bu. (Zaman)

14 Ağustos 2007 – Bozdağ: “Kuran'da başörtüsü yok”

Yazdığı tarih kitapları ve araştırmalarıyla tanınan İsmet Bozdağ, 8 yıl önce dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in kendisinden "Başörtüsünün Kuran'da yeri olup olmadığı"na ilişkin bir çalışma yapmasını istediğini belirtti. Bozdağ, "Araştırmayı yaptım ve Sayın Ecevit'e sundum. Çalışmayı inceledi ve sonra, 'Tıpkı benim düşündüğüm gibi. Ancak ben bunu açıklayamam. Bence bunu siz yayın yoluyla açıklamalısınız' demişti" dedi. Toplam 67 kitap yayımlayan 91 yaşındaki Bozdağ, başörtüsüyle ilgili bu çalışmasını yayımlamaya fırsat bulamadığını, ancak bunu kamuoyuna açıklamayı bir borç bildiğini belirterek, islam dininin başörtüsünü emretmediğini, Nur Suresi'nin 31. ayetinde yer alan örtünme konusunun başla değil, göğüslerin örtülmesiyle ilgili olduğunu ileri sürdü. Bozdağ, "Kuran, 'Dışarı çıkarken başınıza örtü alın" diyor, ama bunu emretmiyor; 'iyi olur' anlamında tavsiye ediyor. Ancak süslerinizi gizleyin dediği yer Diyanet'in dediği gibi 'gerdan' değil, 'göğüsler'dir. Bunu bir tek Yaşar Nuri Öztürk mealinde dile getirdi" diye konuştu. (Milliyet)



14 Ağustos 2007 – “Eşi türbanlı vekil oranı neden azaldı”

Daha önce “eşi türbanlı vekil sayısı” ile ilgili bir haber hazırlayan Hürriyet gazetesi, dosyanın devamında, düşüşün sebeplerini ele almaya çalıştı. Haberde konuyla ilgili şu bilgiler yer aldı: “Eşi türbanlı milletvekili sayısındaki düşüşte, üç önemli etken rol oynadı. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1- Meclis'e giren AKP dışındaki partilerde ve bağımsızlarda eşi türbanlı milletvekili sayısının çok düşük olması {226 AKP'liye karşın diğer partilerden 9 milletvekili) 2- Meclis'e giren kadın milletvekili sayısındaki artış. (2002-2007 arasında, TBMM'deki kadın milletvekili sayısı yüzde 100'ün üzerinde bir artışla 24'ten 50'ye, toplama oranı ise yüzde 4.4'ten yüzde 9.1'e yükseldi.) 3- Ve nihayet eşi türbanlı AKP milletvekili oranının düşüşü etkili oldu. (22.Dönemde kadınlar dahil 363 AKP milletvekilinden 273'ünün eşi türbanlıydı. Oran yüzde 75,2 idi. 23.Dönemde 341 milletvekilinden 226'sının eşi türbanlı. Oran yüzde 66.3).”



14 Ağustos 2007 – “Eşi başörtülü” Abdullah Gül ikinci kez aday

AKP, 22 Temmuz seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanlığı’na aday olması siyasi ve askeri gerilime neden olan Abdullah Gül’'ü yeniden aday gösterdi. Merkez yürütme kurulu toplantısı öncesinde Erdoğan ile baş başa görüşen Gül, aday olmakta kararlı olduğunu söyledi. MYK toplantısında bazı üyelerin "gerilim" uyarısında bulunmasına karşın Erdoğan, Gül'ün aday olduğunu açıkladı. Merkez medya adaylıkla ilgili “Geri adım atmayan Gül, seçilmesi durumunda eşi türbanlı ilk cumhurbaşkanı olacak” yorumunu yaptı. Eşinin AİHM’e başörtüsüyle ilgili yaptığı başvurunun da gündeme taşındığı haberlerde, başörtüsü sorununun yine gündemin en önemli maddesi olacağına işaret edildi.



14 Ağustos 2007 – “Orduevlerine türbanla giremezsin” denilemeyecek!

Vatan’daki, “Gül'ün adaylığıyla başlayacak sorunlar!” başlıklı yazısında Mustafa Mutlu, şu yorumlarda bulundu. “Diyelim ki subay ya da astsubaysınız. Eşiniz ya da kızınız türbanlı. Hele hele bir de tarikatlarla ilişki içindesiniz! Bunlar saptanınca ne oluyor? Ordudan ihraç ediliyorsunuz! Bugünkü uygulamaya göre hangi rütbede olursanız olun durum böyle! Tarikatlarla ilişki ve özel yaşamda dini semboller kullanmak yasak! Peki; Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra ne olacak? Astsubayını, üsteğmenini, yüzbaşısını yukarıda saydığım nedenlerden dolayı meslekten ihraç eden ordunun başına "başkomutan" olarak geçecek... Böylece Türk Silahlı Kuvvetleri, tüm geleneklerini gözden geçirmek zorunda kalacak... Eşi türban takan bir "başkomutan" iş başındayken, kimse düşük rütbeli subayın eşine ya da kızına, "orduevlerine türbanla giremezsin" diyemeyecek! Derse, kendisiyle çelişecek... Ama siz, "canım bu uygulamalar zaten saçmaydı" diyorsanız; size soracak tek sorum kalıyor: Bugüne kadar neden bunu söyleyemediniz? Yoksa maçanız mı sıkmadı?”



14 Ağustos 2007 – Eşini saklayan vekil

Cumhuriyet, Sakarya milletvekili Recep Yıldırım’ın çarşaflı eşini ve kızlarını camları koyu renkli bir minibüsle dışarı çıkarmasını haber yaparken, şu ifadelere yer verdi: “Sakarya milletvekili Recep Yıldırım'ın eşi Türkan Yıldırım'ın kara çarşaflı olduğu öğrenildi. Sakarya'nın Akyazı ilçesinde oturan, iki dönem ise milletvekili olarak Ankara'da bulunan Yıldırım'ın bugüne kadar hiçbir törende, etkinlikte eşiyle birlikle görülmemesi dikkat çekti. Yıldırım'ın 4 kız çocuğunun da uzun yıllar Akyazı'da yaşamalarına karşın kimse tarafından görülmediği belirtildi.”



15 Ağustos 2007 – Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü uzlaşmanın konusu olamaz

Nihal B. Karaca, Zaman’daki “Bıçkınlığın yeni adı: Uzlaşma” başlıklı yazısında Abdullah Gül’ün köşk adaylığını etkileme çabaları değerlendirildi: “'Uzlaşma' hiç bu kadar totaliter bir baskı aracına dönüşmemiş, hiç bu kadar 'bıçkın' bir şey olmamıştı... Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü ise istenilen türde bir uzlaşmanın konusu olamaz. Çünkü o nokta, -diğerinin aksine- milyonlarca genç kızın incitildiği, umutlarının yok edildiği bir yerdir artık. Dün, üniversite kapılarında ağlatılan başörtülü kızlar karşısında dondurulmuş yiyecekler kadar hissiz olanlar, 'çağdaşlık' adına ideolojileştirdikleri 'estetik' kaygılardan asla taviz vermeyenler, ne yüzle 'Çankaya özverisi' beklerler, bu gönül indirmeye hangi hakla 'uzlaşma' derler, anlaşılır gibi değildir. Uzlaşma, özveri demektir. Özveride gözü olmayanların uzlaşma talepleri, geçtim 'onur'u, 'estetik' açıdan dahi, bir hayli sorunlu bir taleptir.”


15 Ağustos 2007 - Köşk'te türban ya da başörtüsüne karşı çıkmadık


Atatürkçü Düşünce Derneği'nden (ADD) Abdullah Gül'ün Köşk adaylığıyla ilgili ilginç bir açıklama geldi. Duman, Cumhuriyet mitinglerinin Abdullah Gül'e karşı yapılmadığını, 'cumhuriyetin tehlikede' olduğu gerekçesiyle gerçekleştirildiğini kaydetti. Duman, "Cumhuriyet şimdi tehlikede mi?" şeklindeki soruya ise şu karşılığı verdi: "Şu an Cumhuriyet tehlikede değil. Devletimiz sağlam. Eğer böyle bir tehlikeyi görürsek tekrar bu mitingleri düzenleriz." Duman, Anayasa'da belirtilen şartlara uyan herkesin cumhurbaşkanı olma hakkının bulunduğunu ifade etti. ADD başkanı, şöyle devam etti: "Abdullah Gül, Parlamento teveccüh gösterirse cumhurbaşkanı olabilir. Gül'ün eşinin başının kapalı olması sorun olmaz. Biz, Köşk'te türban ya da başörtüsüne karşı çıkmadık. Liyakatli insanların seçilmesini istedik. Gül'ün 4,5 yıllık Dışişleri bakanlığı döneminde izlediği politikaları başarılı bulmuyoruz. Böyle bir başarı karnesi olan kişi cumhurbaşkanı seçilecek. Konu, başörtüsü türban değil. Konu Türkiye'nin bütünlüğü, Kuzey Irak ve Kıbrıs'taki siyasi boşluktur." (Zaman)

15 Ağustos 2007 – “Kör olası türban tutkusu”

Cumhuriyet yazarı Cüneyt Arcayürek, “Gül Abdullah bal gibi azınlığın cumhurbaşkanı adayıdır” diyerek başladığı yazısında, şu tür ifadeler kullandı: “70 milyonu kucaklaması gereken, ne ki laik Cumhuriyetin erdemleri arkasında durmayacağı kuşkusunu yaratan, TC'yi kör olası türban tutkusuyla eşi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikâyet eden, Dışişleri'nde başarısız, ABD uydusu bir siyaset izleyen Bay Gül'e ve destekleyicilerine karşı bu gerçekleri, gazetemizle CHP lideri Baykal'dan başka kim söyleyecek, kim?”



15 Ağustos 2007 – “Türban konusu yeniden alevlenebilir”

Melih Aşık, Milliyet’te, “Gül'ün faturası” başlıklı yazısında “Cumhurbaşkanlığı, AKP ile asker arasında bilek güreşine dönüştürüldü. Eğer Gül aday yapılmazsa Erdoğan askere yenilmiş sayılacaktı. Tahrik dozajı yükseltildi. Gül’ün adaylığı askere kafa tutmanın sembolü haline getirildi. Konu Erdoğan'ı da aştı. Gül aday yapıldı...” diyerek, “Bundan sonra ne olacak?” soruna şöyle yanıt verdi: “Türban konusu yeniden alevlenebilir. TSK, yüksek yargı ve üniversiteler ile Çankaya arasında sürtüşme başlayabilir. Gerginlik ekonomiye yansıyabilir.”



15 Ağustos 2007 – “Sıkmabaşlı bir Başkomutan eşi”

Akşam’daki “Ekran Polisi” köşesinde medya yorumları yapan Burhan Ayeri, Abdullah Gül’ün adaylığı hakkında yazdığı yazısında “30 Ağustos kutlamalarında "Sıkmabaşlı bir Başkomutan eşi" görme olasılığımız arttı. Bazı eyyamcılar ise “düğümü değişik yapar ve gevşetirse türban sayılmaz. Ordu da bunu kabul eder" şeklinde kandırmacalarda bulunuyorlar. Unuttuklarınıysa hatırlatmakta yarar var” dedikten sonra yazısına şöyle devam etti: “İlk buluşma sanırız Gazi Orduevi'nde yapılacak. 30 Ağustos Resepsiyonu'nda gerçekleşecek. Bir şehit annesinin bile türbanlı diye alınmadığı yere bu kıyafetli Cumhurbaşkanı eşi nasıl girecek merak içindeyiz. Hadi oraya 'Bekâr takılındı' diyelim. Ya Çankaya'daki yeni First Lady nasıl kabullenilecek? Sanırız, sıkıntılı günlere dönüş yolu yeniden açıldı.”



15 Ağustos 2007 – Hep aynı soru: Başörtüsünden kriz çıkar mı?

Vatan yazarı Ruşen Çakır, “Normal şartlarda 28 Ağustos'taki üçüncü turda seçilmesi garanti olan Gül'ün cumhurbaşkanlığının özellikle ilk yıllarının çok sıkıntılı ve gergin geçeceğini kestirmek için kahin olmak gerekmiyor.” dediği yazısında, gerginlik-kriz oluşturan unsurlarından birinin TSK’nın 27 Nisan muhtırasındaki tavrını devam ettirmesi şeklinde anlatırken, diğer unsur olarak “First lady adayı Hayrünnisa Gül'ün kıyafetinin askerlerin gözünde ciddi bir sorun oluşturması”nı gösterdi.



15 Ağustos 2007 – Asker başörtüsü karşısında ne yapacak?

Vatan yazarlarından Bilal Çetin, “12 Nisan açıklaması ve 27 Nisan bildirisinin ardından askerin Gül'ün cumhurbaşkanlığını nasıl karşılayacağı”nın önemli bir durum olduğunu ifade ettiği yazısında, başörtüsü konusuyla ilgili şunları yazdı: “TSK açısından önümüzdeki dönemde en önemli sıkıntı, Bülent Arınç'ın Meclis Başkanlığı'nın ilk döneminde olduğu gibi yine türban olacak. Belki de Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ün vereceği 29 Ekim resepsiyonuna eşli davet gelmesi durumunda komutanlar gitmeyecek.”



15 Ağustos 2007 – “Göbeğini kaşıyan adamın zaferi”

Bekir Coşkun, Hürriyet’teki yazısında, Abdullah Gül’ün adaylığı konusunda “Doğrusunu isterseniz "Göbeğini kaşıyan adam"ın zaferidir bu. Taa genel seçimlerde kararı o verdi. Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı... Abdullah Gül tam ona göredir. Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır. Benim değil...” dediği yazısında başörtüsü konusunda ise şu ifadeleri kullandı: “Artık türban devletin başındadır... Devletin temsil edildiği birinci sıradaki kamusal alana tesettürün adım atmasıyla; AİHM'nin, bizim Anayasa Mahkemesi'nin, Yargıtay'ın, Danıştay'ın ve evrensel hukukun tüm "Laik yönetimlerde dini simge olmaz" kararları çöpe atılmaktadır. Bizim 235 türbanlı eşe sahip TBMM tarafından... Bundan böyle tesettürü tapu dairelerinde, nüfusta, bankalarda, karakollarda, belediyelerde, okullarda, üniversitelerde nasıl yasaklarsınız?”



15 Ağustos 2007 – Ben Cumhurbaşkanı olacağım, eşim değil

Abdullah Gül, yabancı basına özel bir toplantı yaparak, ordunun kendisinin adaylığını nasıl karşılayacağı ve eşi Hayrunnisa Gül'ün başörtüsü hakkındaki soruları yanıtladı. Reuters ve AFP haber ajansları Gül'ün bu konulardaki açıklamalarını yayınladı. İşte Gül'e sorulan sorular ve yanıtları: “-Cumhurbaşkanlığı adaylığı nedeniyle orduyla problem yaşayacağınızı düşünüyor musunuz? Gül: Kesinlikle hayır. Ben Dışişleri Bakanlığım süresince orduyla çok yakın bir çalışma yürüttüm. Türkiye'de demokrasi ve hukukun üstünlüğü çok güçlüdür. Hepimizin anayasayı takip edeceğimize inanıyorum. Çünkü anayasa hepimizin rehberidir. - Peki ya eşinizin başörtüsü? Gül: Eşimin başörtüsü kendi kişisel tercihidir. Benim için hiçbir şekilde sorun teşkil etmiyor. Türkiye'de başörtüsü takmak da yasalara aykırı değil. Ayrıca ben Cumhurbaşkanı olacağım eşim değil...”



15 Ağustos 2007 – “Demokrasi türban sınavında”

“AKP'nin Gül'ü tek cumhurbaşkanı adayı olarak belirlemesi, dünya medyasında "Türkiye'de ordu ile dinci kesimler arasında yeni bir krizin işareti" olarak değerlendirildi. Spiegel, "AKP yeniden deniyor" derken, BBC, Gül'ün adaylığını, "orduya güç gösterisi" diye yorumladı. Times'ın değerlendirmesi, "Gül'ün adaylığı orduya açık mesaj" oldu. Dünya medyasındaki bu değerlendirmeler, eşi başörtülü bir kişinin Köşk'e çıkma olasılığına yönelik 22 Temmuz öncesinde TSK'nın gösterdiği iki önemli reaksiyondan kaynaklandı. Birincisi, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın 12 Nisan 2007'deki basın toplantısında "Cumhurbaşkanı Anayasa'ya sözde değil özde bağlı" olmalı demesiydi. İkincisi ise Gül'ün adaylığına karşı Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanan sert bildiri. Muhtıra gibi algılanan bu sert bildiri sonrasında Türkiye cumhurbaşkanını seçemediği gibi AKP'nin de çektiği restle erken seçim sürecine girildi. 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 46.6 oyla galip çıkan AKP, önceki gün yeniden eşi türbanlı olan Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı adayı olarak belirleyince Türkiye'de demokrasi bir kez daha türban sınavıyla karşı karşıya kaldı.” (Radikal)



15 Ağustos 2007 – Muhalifler Gül'ün eşinin başörtülü olmasından rahatsız

Abdullah Gül’ün adaylığı konusunda dış basında darbe ihtimali sık zikredilirken, başörtüsü sorunu da en çok değinilen konu oldu. Reuters, “Gül, türban takan kızı Kübra'nın Bilkent Üniversite-si'ndeki mezuniyet törenine katılmıştı. Bu fotoğraf, güçlü ordu generalleri dahil Türkiye'nin laik elitleri açısından, Gül ile iktidardaki AKP'nin Atatürk'ün 1923'te kurduğu laik devleti tasfiye etmek istediğine dair ilave bir kanıttı. Gül'ün başkomutan olup yanında türbanlı eşi Hayrünnisa varken, generalleri selamlaması düşüncesi laiklerin tüylerini ürpertiyor.” diye yazarken; AFP, “Eski İslamcı Gül, cumhurbaşkanlığı için yeniden mücadele edecek. Gül'ün ilk cumhurbaşkanlığı adaylığı derin bir siyasi krize yol açmıştı. Dindar bir Müslüman olan Gül'ün karısı ve kızı türban takıyor. Laik Türkler ise siyasi İslam'ın simgesi olarak saydıkları türbanı, cumhurbaşkanlığı makamında görmek istemiyor.” yorumunu yaptı. BBC, “İktidarın yine Gül'ü aday göstermesi, laik yapı ve orduyla güç gösterisine dair korkuları kamçılıyor. Muhalifler Gül'ün eşinin başörtülü olmasından rahatsız.” ifadelerini kullanırken, Financial Times şöyle yazdı: “Türkiye, Gül'ün tekrar aday olmasıyla hükümet ile laik ve askeri elitler arasında yeni bir krizle yüz yüze. Hayrünnisa'nın türbanı, cumhurbaşkanlığı dahil kamu binalarında yasak.”



15 Ağustos 2007 – “Gül'ün asıl yükü eşinin türbanı”

Vatan yazarı Mehmet Tezkan, “'Dindar' Cumhurbaşkanı adayının sırtındaki yük sadece eşinin türbanı mı?” başlıklı yazısında “Gül'ün adaylığını açıkladığı basın toplantısını dikkatle dinledim… Kurumların hassasiyetini iyi bildiğini de üç kez tekrarladı. Bu sözün anlamı ne? Türban sorunu. Türbanın Çankaya'ya çıkması hadisesi. Bu, ne yapalım sandıktan AKP çıktı, AKP de Gül'ü Cumhurbaşkanı seçti denecek kadar basit bir mesele değil… Gül'ün asıl yükü bu. Eşinin türbanı. Asıl tartışma şimdi başlıyor. Tartışma ne? Sorun ne? Siyasal İslamın simgesi olarak resmen kabul edilen, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin de simgedir dediği türbanın en ön safta durması. Başkomutan eşinin takması. Teğmen eşinin takamaması. Yük bu. Gül, bu yükü taşıyacağına inandı ki o göreve soyundu. Dilerim yeni bir 'sıkıntı'ya davetiye çıkmıyordur.”



16 Ağustos 2007 – Kamusal alanda başörtüsünün yasak olduğunu belirten hiçbir kanun yoktur!

Taha Akyol, Milliyet’teki yazısında Hayrünnisa Gül’ün AİHM’e açtığı davayı gündeme getirenlere “Hak arama bir insan hakkıdır… Çağımızın üst değerlerden biri “bireyin önceliği”dir. Elbette AİHM kararlan eleştirilebilir ama kişinin hak arama için AİHM'ye başvurmasını "devlet düşmanlığı" gibi görmek, çağdışı totaliter bir zihniyettir!” derken, “kamusal alan” başlığı altında şunları yazdı: “Başörtüsünü yasaklayan yargı kararlan öğrenciler ve memurlar hakkındadır. Üniversitedeki yasak yanlış ve ideolojiktir, ama değişene kadar hukuken bağlayıcıdır elbette. Çankaya için hiçbir hukuki yasak yoktur; Sayın Sezerin kişisel tercihi, "hukuk" değildir. "Kamusal alan*da başörtüsünün yasak olduğunu belirten hiçbir kanun yoktur! Başörtüleri yüzünden kadınların bir bölümüne "Haso'lar, Memo'lar" diye bakmak, onlara ırkçı rejimlerdeki "zenci"ler gibi davranmak bizdeki elitist bağnazlığının bir fotoğrafıdır ve bu eski fotoğraf, gelişen, bireyleşen Türkiye'ye uymuyor. Ama türbanı irtica zanneden, kaygı duyan vatandaşlarımız da az değildir. Çankaya'ya çıkacak Güller bu duyarlığı da gözetmelidirler.”



15 Ağustos 2007 – Köşk'te başörtüsüne “Atatürk savunması”

Başbakan Erdoğan, AKP MYK toplantısının ardından bir basın toplantısı düzenledi. Erdoğan, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle yöneltilen, "Bu konuda bir gerginlik olur mu, yoksa konu kapanır mı?" sorusuna şu yanıtı verdi: “Bütün bunları hepsi maalesef huzursuzluk tohumu ekmek isteyenlerin çabasıdır. Bizim işimiz bu olmamalı. Yeri geldiği zaman 'Annem benim böyle giyiniyor. Nenem benim şöyle giyiniyor' diye bunu söylersiniz. Neden bunu söylüyorsun, söylemeye gerek yok ki. Madem annenin, ninenin böyle giyinmesinden memnunsun, kalkıp bunları gündeme getirme. Cumhuriyetimizin birinci Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşine de bak, annesine de bak. Eğer örnek alacaksan, 1. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyor, buna bakarsın. Bu da size bir ders olur. Öyle zannediyorum ki, herhangi bir yanlış söz konusu değildir.”



16 Ağustos 2007 – Latife Hanım başı açık bir kadındı

“Latife Hanım'ın yaşamını araştırarak kitap haline getiren yazar ipek Çalışlar; Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde başı örtülü Latife Hanım'ı şöyle anlatıyor: “Latife Hanım evlendiğinde başörtülü değildi. O dönemin koşullarını göz önüne alarak, muhafazakâr tepkiyi üstüne çekmemek için, kendine özel bir örtünme biçimi yarattı. 1925 yılında boşandı. Boşandıktan sonra da başı açık yaşadı. Latife Hanım'ı başörtülü bir kadına örnek gösterirken; bu duruma dikkat etmek lazım. Onun durumu, Çankaya'da göz önünde olan bir cumhurbaşkanı eşi olarak taşıdığı sorumluluktan ileri geliyordu. Dönemin koşullarını yerine getirmek için, Türkiye'nin içindeki muhafazakâr cephenin kışkırtılmasına neden olmamak için kapalı geziyordu. Ama Latife Hanım, başı açık bir kadındı. Cumhurbaşkanlığı döneminde Mustafa Kemal ile birlikte gezilere giderken başı hep kapalı, ancak evin içinde ailesiyle olduğu durumlarda başı açıktı. Misafir ağırlarken başına bir örtü . Hatta, nikâh günü anlatılırken, 'oradan bir örtü aldı, sardı’ diye anılarda tarif ediliyor… 'Latife Hanım o dönemde başı örtülü bir cumhurbaşkanı eşiydi' diye tarif etmek çok doğru değil.” (Milliyet)



16 Ağustos 2007 – “Türbanın” ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindirmeyeceğiz

Çağdaş Yaşamı Destekleme Demeği (ÇYDD), Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı gösterilmesine, “AKP'nin desteğiyle Gül ailesinin gerçekte özümseyemedikleri bir rejimin en üst makamına aday olmamaları gerekir” ifadeleriyle tepki gösterdi. ÇYDD genel merkezi ve tüm şubeler adına Genel Başkan Prof. Dr. Türkan Saylan imzasıyla yapılan yazılı açıklamada, “Cumhurbaşkanlığı, ülkemizi yurtiçinde ve dışında temsil eden en büyük ve üst makamdır. Ve her şeyden önce ulusumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve çağdaş Türkiye'yi simgelemektedir. Sayın Gül, Milli Görüşçü geçmişi, eşinin, kızlarının tesettürlü oluşu ve devleti dava edişi dikkate alınmaksızın Dışişleri Bakanlığı'na kadar gelmiştir... Kişisel özgürlükler kavramına sığınılarak siyasal, dinsel simge haline getirilmiş olan türbanın Cumhurbaşkanlığı makamında ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindirmeyeceğiz.” (Milliyet)



16 Ağustos 2007 – Türban siyasallaştırılmış dini simgedir

Güngör Mengi, Vatan Gazetesi’ndeki “Asıl Mesele” başlıklı köşe yazısında, “Sorun Gül'de değil, eşinin türbanındadır. Herkes biliyor ki mesele, laik cumhuriyetin türbanlı bir "first lady" nedeniyle darbe alacağı ve çözülmenin de orada sınırlı tutulamayacağı meselesidir. Dün Başbakan da Abdullah Gül de türbanın bireysel hak olduğunu savundular… İkisi de çözümün bu kadar basit olmadığını farkındalar aslında... Başbakan Erdoğan ise örnek arayanlara "Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyorsa öyle giyinirsin" diye yol gösterdi. Tabii ki devrimler öncesinin giyim alışkanlıklarını örnek gösteren bu savunmalar mantıklı değildir ve türbanı siyasallaştırılmış dini simge sayarak kamu alanlarında yasaklayan yüksek mahkeme kararlan bu şekilde ortadan kalkmıyor.”



16 Ağustos 2007 – “Cumhurbaşkanı eşi bile olsanız; kurallar hepimiz için geçerlidir”

Mustafa Mutlu, “Düğünde bile 'koyu renkli elbise' şartı var... Bu da bireysel hakka müdahale mi?” başlıklı yazısında, Abdullah Gül ve Erdoğan’ı eleştirdi: “Kimse kimsenin ne giydiğine, nasıl dolaştığına karışamaz... Ama evinde! Örneğin Abdullah Bey, sıradan bir alışveriş merkezine bile "Bu benim bireysel hakkım" diyerek haşemayla ya da mayoyla gidemez... Çocuklarımız okulda, askerlerimiz, postacılarımız, zabıtalarımız, doktorlarımız, hemşirelerimiz iş yerlerinde sadece "belli kıyafetleri” giyebilir... Ama hiçbiri "Ben bireysel hakkımı kullanmak ve işimi pijamayla yapmak istiyorum" diyemez... Bunu bir "hak ve özgürlükler" sorununa dönüştürmez. Çünkü gittiğimiz ortamın, yaptığımız işin kurallarına göre giyiniriz. Kısacası; "bireysel hak ve özgürlükler" e sonuna kadar saygılıyım. Ama "ortak yaşam"ın kuralları vardır. "Cumhurbaşkanı eşi" bile olsanız; bu kurallar hepimiz için geçerlidir. Dini inancınız kurallara ve geleneklere uymanızı engelliyorsa, onları değiştirmeye değil de "ortak yasam "in içine girmemeye özen gösterirsiniz.”



16 Ağustos 2007 – “Türban sorun olmayacak”

Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nde (TOBB) biraraya geldiği işadamlarına “Türban sorun olmayacak” mesajı verirken, bugüne kadar askeri kurumlar da dahil hiçbir kurumla sorunu olmadığını söyledi. Toplantı sonrası basına açıklama yapan Gül, sorular üzerine başörtüsü tartışmalarına değindi. Gül, “Türban nedeniyle 30 Ağustos resepsiyonu tartışması yaşandığının” anımsatılması üzerine, “Bunların gereksiz olduğu kanaatindeyim. Görürsünüz o zaman” dedi. Gül, başörtüsüyle ilgili sorulara da “Türkiye'deki insanlar, hanımlar arasında ayrım yapmamaya çok dikkat etmenizi, kimseyi rencide etmemeye dikkat etmenizi rica ederim. Cumhurbaşkanı seçilecek olan kişi benim, eşim değildir. Ben kendi işlerime giderim, yeri geldiğinde nasıl davranacağımı bilirim. Bu kadar siyasi tecrübem var” yanıtını verdi.



16 Ağustos 2007 – “Türbanlı demokrasiye karşıyım”

“Türbanlı demokrasiye de karşıyım. Türbansız askeri vesayet rejimine de” başlıklı yazısında Mehmet Tezkan, “Yüzde 46,6 siyasal İslam'ın simgesinin Çankaya'ya çıkması için verilmedi. AKP'nin tek başına iktidar olması için verildi. Kimsenin siyasal İslam'ın bayrağını Çankaya'ya dikelim diye bir derdi yok. Başbakan'ın söylediği gibi, herkesin derdi başka. 10 bin dolar seviyesini yakalamak. İş bulmak. Aş bulmak. Yoksulluktan kurtulmak. 46,6'nın gerçek anlamı budur. Gül de Erdoğan da bu sonucu doğru okursa Türkiye kazanır.” diye yazdı.



16 Ağustos 2007 – Başını örten sayısı artıyor

Hürriyet'in ekonomi sayfasında ünlü kozmetik markası Oriflame'in Ceo'su Magnus Brannström’un şu ifadeleri yer aldı: “Kadınlar seçimden önce de kadındı, seçimden sonra da kadın... Makyaj yapmaya devam ediyorlar. Ama Türkiye ve Endonezya'da daha çok kadın kapanmaya başladı. Başını örten sayısı artıyor. Böyle bir trend var... Bu durumu, havalimanından şehre girerken görmek mümkün.”



17 Ağustos 2007 – “Türbana Çankaya tipi tasarım”

Hürriyet gazetesinde “Hayrünnisa Gül'ün Köşk'e çıktıktan sonra türbanını stilize edeceği” yönünde bir haber hazırlayarak, başörtüsü sorununu magazinleştirmeye yönelik çabalarını sürdürdü. Haberde, “Kulislerde, Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, yakından tanıdığı ünlü modacı Atıl Kutoğlu ile konuyu görüşmek için bir araya gelmesi beklenen Hayrünnisa Hanım'ın, türbanı takış şeklinde yeni bir stil yaratacağı konuşuluyor. Yakın çevresine göre Hayrünnisa Gül, türbanını şimdiki gibi halk arasında bilinen şekliyle takmayabilecek. Hayrünnisa Hanım bunun yerine, kullanacağı eşarpla göstermeyecek şekilde saçlarını arkada toplayacak ve eşarbın ucu dekoratif biçimde omuzu üzerinden yandan serbest kalacak. Hayrünnisa Gül'ün elbise, el çantası ve ayakkabısının da yeni stille uyumlu olmasına da özen gösterilecek.”



17 Ağustos 2007 – “Türbanlı eş kimliktir”

Bekir Coşkun, Hürriyet’te, “Türbanlı eş bir kimliktir. Elbette AKP'liler olsun, onlara şirin gözükmek isteyenler olsun "Eşinin türbanı ile cumhurbaşkanlığının ne ilgisi var?" diyecekler. Bu doğru değil. Türbanlı eşin bir kimlik olduğunu hepimiz biliriz. Türban; şeriatın emridir.” diye başladığı yazısında şu satırlara yer verdi: “Türbanlı eş bir kimliktir. Bu nedenle çağdaş hukukun, ulusal ya da uluslararası en üst mahkemelerin, türbanı bir simge saydıkları ve kamusal alanda, okullarda, üniversitelerde yasakladıklarını bilmeyen var mı? Bu dönemde 235 milletvekilinin türbanlı eşe sahip olması, ya da AKP'nin tüm bürokrat kadrolarının türban eşlilerden oluşması rastlantı mıdır? Bu iktidarın türbana yapışmasını ve meydanlarda "Türban namusumuzdur" diye diye oy topladığını nasıl unutursunuz? Türbanlı eş bir kimliktir. O kimlik; cumhuriyeti istemez. Laikliği beğenmez. Atatürk'ü sevmez.”



17 Ağustos 2007 – Ordu kışladan çıkar mı?

Ürdün gazetesi Rey’de, Muhammed Harrub imzasıyla çıkan bir makalede, Abdullah Gül’ün adaylığıyla ilgili olarak “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk oturumunda üçte ikilik çoğunluğun sağlanmasını engelleyen laikler ve ulusalcılar bu nedenle, Ankara, İstanbul ve bazı diğer büyük kentlerde, laikliğin ve özellikle de 'Atatürkçülerin sembolü cumhuriyet sarayı'nda başörtüsü giyen birinin bulunmasına karşı gösteri yaptı. Diğer yandan, askeri darbeye de hayır dediler. Laiklerin yanı sıra ordunun da cumhurbaşkanlığı köşkünde bulunmasını reddettiği başörtülü bayan Gül'ün eşi. Gül, dün yeniden cumhurbaşkanı adayı olduğunu resmen teyit etti. Her an bir kriz patlayabilir. AKP hükümetiyle ordu arasındaki ilişkinin geleceği hakkında birçok soru yöneltilmeye başlandı bile.



17 Ağustos 2007 – “İlkelerimizi çiğneyecek halimiz de yok”

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, işadamı Jak Kamhi'ye "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" verilmesi nedeniyle Çankaya Köşkü'nde düzenlenen resepsiyonda gazetecilerin sorularını yanıtladı. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda 30 Ağustos'ta nasıl bir davetiye gönderecekleri sorusuna Büyükanıt, "Bizim prensiplerimiz, ilkelerimiz var. Ona göre hareket ederiz. Kimse ile kavga edecek halimiz yok. tikelerimizi çiğneyecek halimiz de yok" yanıtını verdi. Türban ile ordu evlerine girilmediğine dikkat çekilmesi üzerine Büyükanıt, "Bizim ilkelerimiz var" dedi. Gazetecilerin Gül'ün başka devlet görevlerinde de bulunduğunu, cumhurbaşkanı da olabileceğini açıkladığını anımsatmaları üzerine Büyükanıt, bu soruya yanıt vermesinin doğru olmayacağını söylemekle yetindi.



17 Ağustos 2007 – “Türbanlı Latife”

Sabah yazarı Yılmaz Özdil, Latife Hanım üzerinden yapılan başörtüsü sorunu tartışmaları hakkında şunları yazdı: “Latife Hanım ile Hayrünnisa Hanım'ı birbirlerine benzetiyorlar. Benzetsinler de... Allah korusun. Sonlan benzemesin! Çünkü her yaptığını yapacaklarsa Gazi'nin... Çankaya'ya çıktıktan iki yıl sonra boşaması gerekiyor Abdullah Bey'in, eşini... O boşanmıştı. Niye boşamıştı derseniz... Latifenin babası söylemişti: "Bu kız kendisinin cumhurbaşkanı eşi olduğunu unutmuyor ama, eşinin cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor!" Yani? Oturduğun koltuğun, oturma odası koltuğu olmadığını; "devlet için" ne manaya geldiğini unutmamak lazım... Mesele budur.”



17 Ağustos 2007 – “Fişlediğim kadınlar”

Hürriyet’in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, tesettürlü vekil eşleriyle yaptığı haberlere gelen eleştirilere cevap verdiği yazısında, haberi şöyle savundu: “Benim bildiğim fişleme, gizli bazı şeyleri ortaya çıkarmak için yapılır. Milletvekillerinin türbanlı eşleri, gizli bir şey mi yapıyor da onları fişlemiş oluyoruz? Bu insanlar hiç mi sokağa çıkmazlar? Çarşıya pazara, sinemaya hiç mi gitmezler? Eşi dostu yok mudur? Milletvekillerinin eşleri gizli örgüt üyesi, biz de onları "deşifre eden", "fişleyen" istihbarat örgütüyüz öyle mi? Hani onlar bu toplumun başını örten yüzde 60'ıydı? Eğer öyleyse, asıl soruma geçebilirim. Eğer türbanlı milletvekili eşleri, "fişlenecek", "deşifre edilecek", "saklanacak" kişilerse, o zaman "Çankaya'ya türbanlı eş olmaz" diyen İnsanlara niye kızıyorsunuz? Yine yanlış anlamayın. Ben, "Olmaz" demiyorum. Siz türbanlı eşleri böyle görüyorsunuz. Günlerden beri o köşede bu köşede durmadan Hürriyet'i "türban fişçisi" gibi yerden yere vuruyorsunuz. Bu konuda asla kendimi savunmaya kalkmam. Bu tür saçma sapan yorumlar ve ona bağlı eleştiriler bir kulağıma bile girmez ki ötekinden çıksın. Biz fevkalade güzel bir sosyolojik analiz yaptık. Medis'te eşi türbanlı milletvekili sayısının azaldığını ortaya koyduk. Bunun adı sosyolojik tahlildir.”



17 Ağustos 2007 – “Türbansızlık kamusal alan için bir zorunluluktur”

Server Tanilli, Cumhuriyet’te yayınlanan “Bir Hedefe Doğru, Bir Adım Daha...” başlıklı yorumunda, “Abdullah Gül'ün bir başka sorunu da, eşinin türbanı; başörtüsü değil, düpedüz türbanı...” dedikten sonra sözlerini şöyle devam ettirdi: “Türban, gerici bir güruhun, Müslüman Kardeşler'in, İslam dünyasında örtünme adına, bir üniforma kılığında kadınlar arasında yaygınlaştırdığı -ve dayattığı- bir icat. Batılılaşma ve laikliğe düşmanlığın bir aracı; bir dinsel simge... Gül'ün eşi de Çankaya'ya çıktığında, bu türbanı ile ne yapacaktır? Çünkü, bulunacağı ortam, bir laik kamusal alan. Eşinin türbanı, Abdullah Gül'ün kimliğinden, kişiliğinden soyutlanamaz. Böylece, türbansızlık kamusal alan için bir zorunluluktur; Çankaya, bireysel dinsel tercihin sergilenmesine olanak vermez, veremez.”



17 Ağustos 2007 – “Atatürk'ün annesinin de, eşinin de kullandığı başörtüsüdür, “türban” değil”

Başbakan Erdoğan’ın “"Atatürk'ün eşine bak, annesine de bak. Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşine bakarsın, o da size ders olur” sözleriyle başlayan tartışmaya, Başkent Üniversitesi’nden Yrd.Doç.Dr. İsmet Görgülü de katıldı. Cumhuriyet’e verdiği beyanda Görgülü şunları söyledi: “"1923'e bakan kişi, aynı zamanda 1600'e de bakabilir. Osmanlı saray kadınlarının, padişahların eşlerinin başı açıktı. Onlar Müslüman değil miydi.” Anadolu'da “türban kültürü” olmadığına da ifade eden Görgülü sözlerine “Eskiden yıkanma, temizlenme koşulları şimdiye göre daha zahmetli ve kısıtlı olduğundan, tarlada, bahçede çalışan kadınlar kendilerini kirden, tozdan korumak için başörtüsü takardı. Bunu sadece kadınlar değil, erkekler de kullanırdı” diyerek devam etti. Görgülü, "Atatürk'ün annesinin de, eşinin de kullandığı başörtüsüdür, türban değil. Bu asla bir kıyas olamaz" diye konuştu. Erdoğan'ın açıklamalarını "kurnazlık" olarak değerlendiren Görgülü, "Başörtüsü ayrı, türban ayrı. Yapılan yorum hiç gerçekçi değil. Türban, İslamiyetin değil Amerikan İslamı’nın gereğidir” dedi.



17 Ağustos 2007 – “Türbanlı demokrasi “diyenler kazandı

Mehmet Tezkan, Vatan’daki köşe yazısında askeri müdahaleler ile başörtüsü sorunu arasında şöyle bir bağlantı kurdu: “Türbansız demokrasiyi savunanlar, türbanla demokrasi olmaz diyenler seçimi kaybetti. Türbanlı demokrasi diyenler kazandı. Şimdi demokratlar, aydınlar, yazarlar çizerler de türbanlı demokrasiye evet mi diyor? Peki çare ne? Türbansız askeri vesayet rejimi mi? Hayır. Türkiye bunu o kadar çok denedi ki... Hiçbirinde başarılı olamadı. Doğrudan müdahaleler, uzaktan kumanda ile idare etmeler. Hepsi kayaya tosladı. Her askeri vesayet rejimi, türbanlı demokrasiyi pompaladı. Yüceltti, büyüttü, iktidar yaptı. Yetmedi, yüzde 46,6'ya çıkardı. Demek ki askeri rejim yanlış. Askerin müdahalesi doğru değil. Asker, sivil hayatı doğru okuyamıyor. Kışlalarında yaşadıkları için, lojmanlarında kaldıktan için sivil hayatı anlayamıyorlar... Sivil hayat bilmedikleri için de yaptıkları tüm hamleler türbanlı demokrasiye zemin hazırladı, pompaladı..”



17 Ağustos 2007 – Türk kadınlarının yüz yıl önceki durumu bugüne örnek olabilir mi?

Ferai Tınç, Hürriyet’teki yazısında Latife Hanım’ın örtüsü hakkındaki tartışmaya şu görüşlerle katıldı: “Erdoğan, Atatürk'ün annesinin ve eşi Latife Hanım'ın da başlarının bağlı olduğunu söylüyor. Her şeyden önce Latife Hanım, cumhuriyet karşıtı tutucu güçlerin, Atatürk'ü ve siyasetini yıpratmalarına neden olmamak için dışarı çıkarken başını örtüyor. Diyelim ki başı örtülüydü. Türk kadınlarının yüz yıl önceki durumu bugüne örnek olabilir mi? Yüz yıl önceki kadınları örnek alan bir cumhurbaşkanı eşi, bugünküleri temsilde zorlanmaz mı? Ayrıca böyle örneklerden medet ummak, bu topraklarda yaşayan kadınların yüz yıldan beri verdikleri eşitlik mücadelesini görmezden gelmek, yok saymak anlamına gelmez mi?”



Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin