BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Ağustos 2007 - Niye başörtülü kadın hakaret diye algılanıyor?



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə47/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   102

20 Ağustos 2007 - Niye başörtülü kadın hakaret diye algılanıyor?


Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin, Sabah’tan Balçiçek Pamir'e verdiği röportajda, “Türk solu halktan kopuk mu sizce?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Tabii ki kopuk. "Cumhurbaşkanının karısı başörtülü olmaz" diye tutturmuşlar. Neymiş efendim? Biz devlete başörtüsü taktırmayız. Bu devletin başındaki saçı sarıya boyadılar ama. Semra Özal ile birlikte devletin başı sarışındı. Niye o hakaret diye algılanmadı da başörtülü kadın hakaret diye algılanıyor?.. Kızım ya da karım örtünürse çok üzülürüm. Cumhurbaşkanının kendisi, eşi başı kapalı olsun istemem ama böyle oluyor diye hakarete uğramış gibi olmak da istemem... Eğer oraya başörtülü biri çıkacaksa ben bundan niye kompleks duyayım? Niye halkımdan utanayım ki? Bazı aydınlar halktan utanıyor. Ben isterim ki halkımın başı dimdik olsun, öyle gururla yürüsün. Kızım başörtüsü takmak istediğini söylerse bir gün, kızımı dışlayabilir miyim? Olabilir mi böyle bir şey? Matematik Köyü'nde de başı kapalı öğrenci var. "Aç başını öyle ders vereceğim" diye bir tutumum olabilir mi? Ne hakkım var? Devletin bana "Sakalını kes" demeye hakkı yoksa "Başörtünü çıkar" demeye de hakkı yok. Ayrıca solcular yıllarca saç sakal bıyık birbirine karışmış halde siyaset yaptı. Niye siyaseti başörtüsü ile yapana kızıyorlar?

20 Ağustos 2007 – Tesettürlüye ev yok!


Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Çankaya Köşkü'nü kamusal alan ilan edip, başörtülülere kapatan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kiraya vereceği evi için başörtüsüz kiracı aradığı ortaya çıktı. Evi kiraya verecek olan TEM Emlak yetkilisi Sibel Kuyulu, "Kiralamak isteyenlerin sosyal yapısına ve yaşam tarzına baktıklarını, bunun için de evi kiralamak isteyen ailede türbanlı kimse ya da kimselerin olup olmadığına dikkat edildiğini" söyledi. Sibel Kuyulu, söz konusu talimatın Sezer'den mi geldiğine ilişkin sorumuza, "Böyle bir özel talimat gelmesine gerek yok. Zaten gelmiş değil de. Ancak biz gerekli hassasiyeti gösteriyoruz" cevabını verdi. Kuyulu, eve talip olan ailede tesettürlü kimselerin olup olmadığı bilgisine nasıl ulaştığına ilişkin sorumuza ise, "Bunu bilmek öyle zor bir şey değil. Kişiler belli olur, ben 22 yıldır bu işi yapıyorum. Tesettürlüye ev yok. Bu konuda daha fazla konuşmak da istemiyorum" dedi.

21 Ağustos 2007 - 'Bize kendimizi açık hissettiriyorsunuz' diyecek denli bir faşizm


Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Başörtüsü, Çankaya, bıkkınlık” başlıklı yazısında gündemi değerlendirdi: “Aslında konu sadece Hayrunnisa Hanım değil.. Mesele, cumhuriyet değerlerinin incinme eşiğinin küçük kızların ilahi okuması işlemine kadar gerilemiş olduğu, muhtıramsılara sebebiyet verecek denli büyük bir 'tehdit' addedilmeye başlanmasıdır. Resmi ideolojinin şehir vitrininin bozulmuş olduğu gerçeğidir. Şimdiye kadar Anadolu'nun bir köyünde rastlaştığı örtülü kadına acıyarak da olsa pekala tahammül eden, haklarında sayfalarca oryantalist izlenim yazıları döktüren ve tehdit filan addetmek bir yana gönülden-candan sevmiş görüntüsü veren, ama başörtüsü şehre taşındığında nevri dönenlerin çokluğudur. Mesele, köydeki başörtülü genç kadının bahtsızlığı üzerine romanlar çıkaracak denli özdeşim kurma, ama aynı kadını kendisiyle aynı tahsil düzeyinde ve aynı şehirde, aynı iddia ile görünce 'bize kendimizi açık hissettiriyorsunuz' diyecek denli ayrımcılığa, faşizme düşme meselesidir. Cumhuriyete tehdit olan ve olmayan olarak örtü biçiminin ikiye (türban-başörtüsü) ayrılmasının sebebi de budur. İslami olana ancak taşrada kalakalmış bir gelenek kalıntısı olarak tahammül edilebilirdi, şehirde başörtüsünün adı türbana evrilirdi... Ama yine de söylemek gerek; mesele milletin masada kendisine de yer açılması talebinin bir sistem krizi haline getirilmesidir.”

21 Ağustos 2007 - Başını açmadıkları için görevlerine son verilen pek çok kadın var


Abdülkadir Özkan, Milli Gazete’deki “Kim kime baskı yapıyor?” başlıklı yazısında başörtüsü ve baskı konusunu değerlendirdi: “Bu ülkede bugüne kadar genel olarak kimseye başının açık oluşundan dolayı bir baskı söz konusu olmamıştır. Başı açık bir tek hanım bile bir takım haklarından mahrum edilmemiş, okuması engellenmemiştir. Kamu görevlerinden işlerine son verilmemiştir. Ama bunun aksine pek çok örnek vardır. Başını açmadıkları için görevlerine son verilen tanıdığım pek çok hanım var... Cumhurbaşkanı seçim sürecini bile getirip başörtüsüne bağlayanlar ve bu sebeple bir kişinin Anayasadan gelen hakkını kullanmasına karşı çıkanlar bu ülkede hâlâ demokrasiden, insan hak ve hürriyetlerinden nasıl bahsedebiliyorlar, anlamak mümkün değil. Görüntüyü şöyle özetlemek mümkün: Bazı çocuklar vardır. Sokakta oyun oynarken sık sık kavga çıkarırlar. Kavgada karşısındakine sürekli tekme ve yumruk atarlar ama bu arada “Yetişin adam dövüyorlar” diye bağırırlar. Yani hem dayak atar hem de dayak yiyormuş gibi bir hava estirirler. Yukarıda aktardığım örnekte bunu andırıyor. “
21 Ağustos 2007 – Halife-i Müslimin Kızları saçlarını açarak günah mı işlemişlerdi?

Özgem Acar’ın Cumhuriyet’te yayınlanan makalesi, Latife Hanım’ın örtünmesi tartışmalarına şu ifadelerle katıldı: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Örnek alacaksan Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyor, ona bakarsın... O da size ders olur" diyor. Laik bir devlet olmayan Osmanlılara göz atalım. Bilindiği üzere, Hz. Muhammet'in ölümünden sonra yerine geçen kişilere "halife" denilmiştir. Yavuz Sultan Selim'in halifeliği İstanbul'a getirmesinden sonra Osmanlı imparatorları da "sultan" ve "halife" unvanlarını birlikte kullanmışlardır. Bir başka deyişle, sultanlar aynı zamanda "halîfe-i müslimin (Müslümanların halifesi)" olmuşlardır. Osmanlı İmparatoru ve "halîfe- müslimin" 2. Mahmut'un kızı, divanı ile ünlü şair Adile Sultan'daki başörtüsü mü türban mı? Ya da imparator ve "halîfe-i müslimin", Abdülmecit'in kızları Fatma ve Refia sultanlar da saçlarını başlarını açarak günah mı işlemişlerdi? Yoksa kızlarının resimlerini yapan, ressam son halife Abdülmecit, kızı Dürrüşehvar ile fotoğraf çektirirken günaha girmiş miydi? Başbakan'a göre, son halifenin torunu Neslişah da dini bütün Müslüman sayılmazdı! Şimdi söyleyin bakalım! Erdoğan, Müslümanların halifelerinden daha mı Müslüman?”
21 Ağustos 2007 – Kemalizmin idealindeki kadının başı açıktır

Taha Akyol, Milliyet’te yayınlanan yazısında Latife Hanım tartışmalarıyla ilgili şu yorumu yaptı: “Avrupa mekteplerinde okumuş aristokratik Osmanlı Kızı Latife Hanım, evlenmeden önce başını örtmüyordu. Evlenince, başını örttü, büyük bir ihtimalle Gazi’nin isteğiyle... Gazi tabii tesettüre inanmıyordu ama Türkiye'de o günkü ortam "Gazi'nin eşi'nin öyle olmasını gerektiriyordu... İyi örnek, Latife idi; çarşaf yok, peçe yok, yüzü açık, başı kapalı ama kaç göç yapmayan, topluma katılan, erkekle eşit kadın... Şapka devrimi yapıldığında Gazi de kalpağını çıkarıp şapka giyecekti ama Latife Hanımla boşanmışlardı. Latife Hanım artık kendi hayatında başı açık yaşayacaktı. Kemalist devrimin kadın kıyafeti hakkında özlemleri vardır ama hiçbir yasak koymamıştır. Genel Batılılaşma sürecinde yüksek sınıflara mensup kadınların başlan açıktı. Tarihi gerçek budur. Atatürk'ün eşinin ya da annesinin kıyafetine "referans" yaparak bugün başörtüsünü savunmak ya da başı örtmeyi kötülemek yanlıştır! Başbakan böyle konuşmakla yanlış yapmış, yanlış "referans" seçmiştir. Kemalizmin idealindeki kadının başı açıktır; bu bir gerçektir. Bu gerçeğe "referans" yaparak başörtüsünü veya türbanı aşağılamak, yasaklamak da yanlıştır.”

21 Ağustos 2007 – Modern bir tesettür bulma yarışından utanç duyuyorum

Deniz Banoğlu, Cumhuriyet’te yayınlanan köşe yazısında “Türbanı, kapanmayı, örtünmeyi insan hakları, demokrasi, anayasal hak olarak görerek savunanlar kendilerince ne kadar haklıysalar, ben de "düşünce özgürlüğümü" kullanarak, açıkça ve alenen bundan "utanç" duyduğumu söyleme hakkını kendimde görüyorum…” dedi ve görüşlerini şöyle açıkladı: “Yirmi birinci yüzyılda kadınımızın, hangi bilinçle ve inançla olursa olsun, günlük yaşamında modernlikte en ufak bir fedakârlık göstermezken, (kamuya açık alanlarda flört etmek dahil) kolu başı açık eşinin yanında kendisini kapatarak köleliğini adeta tescil etmesinden utanç duyuyorum… Ve yirmi küsur yılın sonunda nihayet, türbanı ve içindeki gerici zihniyeti elbirliğiyle Çankaya'ya taşıyanlardan utanç duyuyorum. Ve şu sıralarda yine gazetelerde tanık olduğumuz kadarıyla, kimi sosyete terzilerinin Çankaya'ya çıkacak leydiye "modern bir tesettür" bulma yarışına girmelerinden daha büyük utanç duyuyorum…”



21 Ağustos 2007 – “Sıkmabaşlı “kadınlar ve onları savunanlar

Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya “Nedense siyasal İslamın simgesi olan "sıkmabaş", ülkemizde "türban" ve "başörtüsü" gibi anıldığından farklı algılanıyor... Başta Emine ve Hayrünnisa Hanım olmak üzere AKP milletvekillerinin, bakan eşlerinin başlarına geçirdikleri "türban" ya da "başörtüsü" değil "sıkmabaş"tır.” dedikten sonra yazısında şu görüşlere yer verdi: “Bakıyorum, medyamızın ve üniversitelerimizin "güçlü kadın fotoğrafı" veren yazarları ve akademisyenleri, "İslamcı kesim"le sıkı dirsek teması kurduklarından "sıkmabaş"! kadınların özgürlüğü haline getirdiler... Bir kadın, bir sosyolog, bir siyaset bilimci bu çağda neden kadının örtünmesini savunur ve niçin bunun savaşımını verir? Bunlar İran'daki kadınların mücadelesinden haberdar değil mi? Elbet haberdarlar... Ben en çok örtünen kadının değil, örtünmeyen, Beyoğlu meyhanelerinden, barlarından çıkmayan, Ortaköyü mesken edinen, eğitimli, dil bilen, eli kalem tutan, içindeki kin ve nefret duygusunu çoğaltan kadınlara acıyorum aslında...”



21 Ağustos 2007 – Askerler çok rahatsız

Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, “Abdullah Gül, Atatürk ilkelerinin halka zorla dayatıldığını, 'Ne Mutlu Türküm Diyene' söylemini her yere yaza yaza Türkiye'nin ilkel bir hale dönüştürüldüğünü ifade etmiş, Türkiye'de bir sistem bunalımı olduğunu ve bu sistemin halka düşman olduğunu anlatarak sistemle kavgalı olduğunu açıklamıştır... Eşinin de türbanı, devlete direnişin bir sembolü olarak kullanıp, üniversiteye kayıt yaptırmaya çok sayıda basın mensubu ile gittiği bilinmektedir…” diyerek Gül'ün adaylığına askerin sıcak bakmadığı mesajını verdi.” (H.O. Tercüman)



21 Ağustos 2007 – Uzlaşma Sayın Gül'ün eşinin türbanında sağlanamaz

Vatan gazetesi yazarlarından Mustafa Mutlu, “Light türban!” başlıklı yazısında, “Seçimlerden hemen sonra yaptığı açıklamada ne demişti Sayın Başbakan? "Sadece bize oy veren vatandaşlarımızı değil, vermeyenleri de kucaklayacağız. Cumhurbaşkanımızı uzlaşmayla seçeceğiz..." Bu sözler güzeldi, ama çabuk unutuldu! Çünkü adaylığıyla ülkeyi erken seçime götüren Abdullah Gül direndi. Sonuçta da "AKP'ye oy vermeyen vatandaşların kaygıları" yine yok sayıldı... Peki, "uzlaşma" sözü nerede kaldı? Hemen söyleyeyim: Türbanda! Kafalarıyla uzlaşamayan AKP kurmayları çözümü "kafanın üzerindeki bez parçası"nda uzlaşmakta buldu!” ifadelerine yer verdi.



21 Ağustos 2007 – Sivil anayasa ile üniversitelerde türbana izin çıkacak mı?

Mehmet Tezkan, Vatan’daki köşesinde yeni yapılacak anayasa ve başörtüsü yasağı sorunu hakkında şu iddiaları ileri sürdü: “28 Ağustos akşamı Gül Çankaya'da demektir. Sonra sırada ne var? Anayasa değişikliği.. AKP'liler ilk sivil anayasa diyor. Öyle birkaç maddelik değişiklik değil. Anayasa yeniden yazılacak, halkoyuna sunulacak. Peki içinde türban da olacak mı? Üniversitelerde, kamusal alanlarda türbanı özgür bırakan düzenleme? Kamu görevi yapanları bilemem ama galiba üniversite öğrencileri için türbana izin çıkacak. Türban hızla yayılacak. Bir bakarsınız, türban takmayanlar azınlıkta, türban takanlar çoğunlukta olur. Üç beş yıl içinde… Sonra da şu konuşulmaya başlanır. Türbanla okumaya izin var ama hakim olmaya, savcı olmaya, kaymakam olmaya yok, bu nasıl demokrasi! Mahalle havasının, mahalle baskısının önünde kim durabilir ki? Önümüzdeki günlerde türbanla boy gösterme yarışı da başlar. Ben de sizdenim demek için... Herhalde bu akımın öncüsü müteahhitler olur! İhale kapmaya çalışanlar. Sonra yavaş yavaş yayılır.. Mahalleyi sarar. Bir süre sonra başı açık bakkala gitmek bile ayıp hale gelir. Bunu bu hükümet yapar demiyorum. İnsanlara baskı uygular, tesettüre zorlar da demiyorum. AKP asla bunu yapmaz… ama mahalleye de karışamaz. O istemese bile mahalle tesettür üretir. Türbanı doğal hale getirir.”


22 Ağustos 2007 – Ortada devlet baskısını meşrulaştırma çalışmaları var


Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Bu diyar baştan başa, mahalledir, baskıdır” başlıklı yazısında “mahalle baskısı” tartışmasına değindi: “Mahalle baskısına gelince; evet, toplumsal arenada böylesi bir havanın varolduğu, fertlerin yaşamını sınırlayan bir takım şeffaf kuralların o mahalle mukimlerince bağlayıcı olabildiği bir gerçek. Fakat tarihin hangi döneminde, toplumsalın hangi çeşidinde böylesi bir baskıdan azade kılınmıştır insan ırkı acaba? Mahalle var, mahalle var hem; envai çeşit baskı var: Üniversitede, başı açık olan ama uzun kollu bluz giymesinden belli ki dışarıda başını örten öğrenci adaylarını “Bu sıcakta bu ne kıyafet. Bunalmadın mı? Bir de çarşaf giyseydin bari” sözleriyle taciz eden, “Böylesini tercih ettim” cevabına ise, “Tabi tabi... Bireysel hak ve özgürlükler değil mi? Eki eki” şeklinde sırıtarak mukabele eden, sözün ilerisinde ise “Seni TRT'ye genel müdür de yaparlar” diyebilecek kadar terbiyesizleşen bir bölüm başkanı faşizmi karşısında, söze dökülmemiş, bu derece açık sınırlamaya yaslanmamış bir “mahalle baskısı”nı tercih eder, hatta kırmızı dipli mumla arayabilirsiniz pekala... Ortada anakronik bir mesele var; mahalle baskısından milyon kez daha baskın olan devlet baskısını, rejim baskısını, seçkinci baskısını, jakoben baskısını, oligarşi baskısını, yüzbinlerce kez çoğaltılan bir yayın organından açık açık yüzbinlerce kez tekrarlanan darbe tehdidi baskısını, “mahalle baskısı” metaforunu ortaya atarak meşrulaştırma çalışmaları sözkonusu.”

Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin