BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları Eylemleri



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə46/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   102

18 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları Eylemleri


Sakarya Başörtüsü Platformu’nun 101’inci basın açıklamasında 17 Ağustos depreminde hayatını kaybedenler rahmetle anılırken, deprem sonrası Müslümanların sergilemiş oldukları dayanışmanın yasaklar karşısında da gösterilmesi gerektiği ifade edildi. Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün ve eşi Hayrünnisa Gül’ün ilkeli bir tutum sergileyerek, başörtüsünün ne anlama geldiğinin bilincinde olarak hareket etmeleri gerektiğinin altı çizildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 122’nci haftasına giren “Başörtüsüne Özgürlük” eyleminde ise “Başörtüsü yasağı bitene kadar buradayız” mesajı verildi. Ankara’da 80’inci, Van’da 51’nci eylem yapılırken, Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu’nun düzenlediği 28’inci basın açıklamasında, “22 Temmuz’da halkın ortaya koyduğu tablo çok nettir. Artık bu ülkede insan hakları ihlali olmasın, dikta edilen kamusal alan yani kamusal yalan dayatmasına son verilsin mesajı ile mevcut hükümetin devamına ve Cumhurbaşkanı adayına onay vermiştir” denildi.

18 Ağustos 2007- “Latife Hanım da türbanlıydı" tezi zamansal uyarlama anlamında yanlıştır


Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Gericilik cephesinde değişen bir şey yok!” başlıklı yazısında Hayrunnisa Gül-Latife Hanım karşılaştırmasına değindi: “"Latife Hanım da türbanlıydı" tezi fiziken doğru olsa da, zamansal uyarlama anlamında yanlış bir saptama olabilir. "Bu iki kadının, bu rejimin bekçilerinden gördüğü muamele farklıdır' da denilemez ama. Çünkü; Hayrunnisa Gül'ün başörtüsünü modern, ilerici bir görüntü vermiyor iddiasıyla dillerine dolayanlar, kabrinde ağlama rükusuna duracak denli çok sevdikleri Atatürk'e 'başarısızlık' tattırdığı için de Latife Hanım'a, İslam'a atfettikleri ve kadını ikinci plana atan hisler nedeniyle düşmandırlar. Oysa, modern, eğitimli, eşinin başarısı ve çocuklarının selameti için saçını süpürme etmeyip, kendini gerçekleştirmeyi tercih etmiş modern kadınları mumla arıyorlar sanırdık...”

18 Ağustos 2007 - Başörtüsü "dokunulamayan" bir mevzu olmaktan çıkarılmalı


Yasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Rövanşizm bize ters, ama…” başlıklı yazısında Nuray Mert’i Abdullah Gül’ün köşk adaylığı konusundaki görüşlerini şöyle eleştirdi: “Nuray Mert tabii ki söylediklerine kayıtsız kalınmayı hak eden biri değildir... Ama Allah aşkına başörtüsü meselesini bir yerde çözememiş diye AKP'lilere önerilecek şey bir "siyasal mahrumiyet" midir? AKP'nin şu ana kadar başörtüsü konusunu gündeme getirmemesinin bu konuda oluşturulmuş ve hükümetin bu konudaki inisiyatifini epeyce aşan fiili bir blokajdan kaynaklandığını kim bilmiyor? Bir yere kadar toplumda uzlaşma aranmış da bir türlü bulunamamış, hatta bu birilerine fena halde bir gizli iktidar yolu açmışsa buna da bir noktada dur demek gerekmez mi artık? "Bir yerde bir haksızlığı gideremediyseniz, ebediyen bir haksızlığa maruz kalınız!" böyle bir mantık olabilir mi? Şimdiye kadar "gerilim", "uzlaşma" gibi kavramlar yoluyla siyasal süreci despotik bir baskı altında tutan ideolojiye gereğinden fazla prim verildiği için başörtüsü artık "dokunulamayan" bir mevzu haline getirilmedi mi zaten. Siyasal zararın neresinden dönülürse kardır demek varken, bu konudaki ulaşılabilir bir çabayı da "fetihçi-rövanşist" diye harcamak hangi siyasete hizmet eder?”

18 Ağustos 2007 – “Havva anamız nasıl giyiniyordu?”

Hürriyet’ten Özdemir İnce, “Hayrünnisa Hanım'ın evlenmeden önce çekilmiş bir fotoğrafını gördüm bir gazetede. Müstakbel Gül Hanım'ın başı açıkmış lisede okurken. O dönemden kalma bir türbanlı ya da sıkma başlı fotoğrafı var mı acaba? Görsek iyi olur.” dediği yazısında Hayrünnisa Gül’ün örtünmesiyle ilgili şu çarpıtıcı senaryoları kaleme aldı. “Benim aklıma şöyle bir senaryo geliyor: Abdullah Bey'in valideleri gelin adayını bir kenara çekip "Bak kızım bizim aileye gelin geliyorsun. Biz Kayseriya'nın Weberyen küçük burjuvası bir aileyiz, başını örtmen lazım tez elden!" demiş olabilir. Ya da gelin adayı uyanık davranıp ve de kayınvalidesinin gözüne girmek için kendiliğinden karar vermiş olabilir türbanlanmaya. Türbanlanmanın bir başka nedeni de olabilir. Ama sonuçta türbanlanmanın miladı Abdullah Gül Bey ve Gül familyası. Başka bir kimse kısmet olsaydı, Hayrünnisa Hanım nisan ayında cumhuriyet mitinglerine katılanların arasında yer alabilirdi. Gerçek olan şu ki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayının eşi, aday için mihenk taşıdır…” İnce, Latife Hanım tartışmaları hakkında ise şunları yazdı: “Başbakan Erdoğan, Gazi Paşa'nın annesini ve eşini örnek göstererek tehlikeli bir mukayeseye yol açıyor. Ben demem ama birisi çıkıp "Havva anamız nasıl giyiniyordu?" diye sorabilir. Sorabilemez mi?”



18 Ağustos 2007 – ‘Başörtüsü kişisel tercih’ deyip geçemeyiz

Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde şu görüşleri ifade etti: “Evet, türban belki o kadınların hiç olmazsa sokağa çıkabilmelerini sağlıyor ama giderek bir "mahalle baskısına" dönüşerek başka kadınların da sokağa çıkabilmelerinin ilk koşulu haline geliyor. Bundan 25 sene öncesinin herhangi bir Anadolu kentinde kadınların serbestçe ve rahatsız edilmeden giyebilecekleri kıyafetlerle, bugün o kadınların kızları sokağa çıkamıyor. Evet, türban takmak bir bireysel kıyafet tercihi gibi görünüyor ve kişisel özgürlükleri ilgilendiren bir alanda bulunuyor ama temsil ettiği fikir, başka kadınların bireysel özgürlüklerini kullanamamaları sonucunu yaratıyor. Bu nedenle yeni Cumhurbaşkanı'nın eşinin türbanı da sadece kendisini ilgilendiren bir durum olmaktan çıkıyor. Türbanın, devletin en tepesine yerleşmesi hiç kuşku yok ki kadınların daha çoğunun sokağa çıkabilmek için örtünmeleri sonucunu yaratacak. "Kadın-erkek eşitsizliğinin" bayrağı haline gelen türban ile mücadele etmek bunun için gerekiyor.”



18 Ağustos 2007 – Sıra türbanın modenizasyonuna mı geldi?

Türker Alkan, Radikal’deki köşesinde “Hayrünnisa hanımın türbanı modernize' edilecekmiş!” dedikten sonra konuya şöyle devam etti: “Biz de siyasal bir sorunu sonunda modacıya havale etmeyi başardık!.. Yalnız benim pek anlamadığım iki husus var. Birincisi, AKP'nin nasıl bir 'muhafazakâr' parti olduğudur. Benim bildiğim kadarıyla, muhafazakârlık eski ve yerleşik değerlere sahip çıkmaktır. 'Türban' bizim geleneksel giysimiz değildir. Halkımız geleneksel olarak 'başörtüsü' veya 'yemeni' takar. AKP'liler köylünün ve orta sınıf kentli kadınların taktığı başörtüsünü takmamak için bin dereden su getiriyorlar… İkincisi, "türbanın modernize edilmesi' ne demek? Bunun nasıl bir ölçütü olabilir? Örneğin Latife Hanım'ın başını örtme biçimi 'Rus başı' imiş, yeni öğrendim. Ve Allah aşkına, Türkiye'de modernize edilecek şey kalmadı da sıra türbanın modenizasyonuna mı geldi?.. Diyelim ki türban modernize edildi (bu işe kalkışanlar, türbanın şimdiki haliyle 'modern' olmadığını da dolaylı yoldan kabul etmiş olmuyorlar mı?), sonuç olarak bu yapılan işin, Kemalistlerin 'kılık kıyafet' devriminden bir farkı kalır mı? Devlet, vatandaşa cumhurbaşkanlığı yoluyla nasıl giyinmesi gerektiğini tebliğ etmiş olmaz mı?”



18 Ağustos 2007 – Örtülü laiklik ön plana çıkıyor

Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet’te, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in "seçmenin davranış ve tercihleri" konulu bir araştırmanın sonuçlarına değindiği yazısında, “AKP seçmeninin yüzde 59'u din kitaplarını, yüzde 36'sı bilimsel buluşları yeğliyor. Bu oran MHP'de (AKP'ye yakın) din kitapları yüzde 46, bilimsel buluşlar yüzde 51! Din ve dünya işlerinin kesinlikle birbirinden ayrılmasını isteyenlerin sayısı, toplumun henüz şeriata istekli olmadığını gösteriyor. Tabii ayrılmalı diyenlerin yüzde 53'ü AKP'li seçmen. CHP'de ise yüzde 90, MHP'de yüzde 73. Laiklik hesabına tek teselli bu sonuç! Fakat örtülü laiklik ön plana çıkıyor. Bir kadının plajda, havuzda mayo ile dolaşmasını "günah" sayanların oranı AKP'de yüzde 83. MHP'de yüzde 63 ve CHP'de 14! Ramazanda lokantalar gündüz açık kalmalı mı yoksa? AKP'li seçmenin yüzde 53'ü, CHP'nin yüzde 12'si, MHP'nin yüzde 30'u "kapanmalı" diyor. Araştırma, mayo krizinin, kimi illerde yıllar önceden zaten gördüğümüz gibi lokantalann ramazanda kapalı kalmasına yönelik uygulamanın giderek yerleştiğini gösteriyor.” dedikten sonra laiklikle ilgili şu tespitle yazısını tamamladı: “Laiklik bindi bir alamete hızla gidiyor kara çarşaflı, takkeli, sıkı başlı, şeriat kokan bir aleme!”


19 Ağustos 2007 - Eşimizin başörtüsü ile yani kimliğimiz ile iftihar ederiz


Zeki Ceyhan, Milli Gazete’deki “Kimliğimiz ile iftihar ederiz!” başlıklı yazısında Hayrunnisa Gül’ün başörtüsünü sorun edenleri eleştirdi: “Abdullah Gül gibi birinin Cumhurbaşkanı olmasına itiraz edecek iseniz, “Böyle biri Cumhurbaşkanı olmamalı” diyecekseniz binlerce sebep bulabilirsiniz! Eşinin başörtüsünü niye gündeme taşırsınız ki! Neymiş efendim, eşinin başı örtülüymüş! Ve dahi başörtüsü bir kimlikmiş! Başörtüsü bir kimlik ise başörtüsüzlük de doğal olarak kimliksizlik olur değil mi? Biz eşimizin başörtüsü ile yani kimliğimiz ile iftihar ederiz! Başörtüsü kimliktir hem de güven verici bir kimlik! Başörtüsü sadece bizim laikleri daha doğrusu laiklik canavarı kesilen kesimleri rahatsız ediyor! Gerçek laiklerin de başörtüsünden yana bir problemleri yok! Ancak trafik canavarları gibi laiklik canavarı kesilenler başörtüsü korkusu ile yatıyorlar başörtüsü korkusu ile kalkıyorlar! Hayallerinde oluşturdukları korkular yüzünden günlük yaşamlarını da çekilmez hale getiriyorlar!”

19 Ağustos 2007 – Latife Hanım türbanlı mıydı?

H.O. Tercüman yazarlarından Sırrı Yüksel Cebeci, “Türban ile başörtüsünü aynı kefeye koymak, sap ile samanı birbirine karıştırmaya benziyor. Saf ve temiz Anadolu insanı, türban ile başörtüsü arasındaki farkı bilmez ki... Onun için önemli olan, kadının başını örtmesi... Nasıl ve ne şekilde, hatta hangi amaçla örttüğü hiç önemli değil. Türkiye'de Silahlı Kuvvetler dahil hiçbir kurum veya kişinin, Müslüman Türk kadınının iffet simgesi olan "başörtüsü'ne karşı olması düşünülemez. Cumhuriyet tarihimizde "başörtüsü"ne kimse dil uzatmamış, uzatamamıştır. Türkiye'de yaklaşık otuz yıldır tartışılan, Türk kadınının geleneksel "başörtüsü" değil, siyasi simge olarak kullanılan ‘türban'dır.” satırlarıyla başladığı yazısında, Başbakan Erdoğan’ın demagoji yaptığını söyledi.



19 Ağustos 2007 - Örtünme karşısında kadınların bin bir yüzü

Leyla İpek, Zaman’daki köşesinde “Örtünme karşısında kadınların bin bir yüzü” başlığı altında şunları yazdı: “Mağazada karşılaştıkları başörtülülere (bu modern tüketim mekânlarında ne işleri olabilir diye hesap sorarcasına) saldırgan bir üslupla laf atan, bindikleri asansörde bayrak açarak (!) onları tehdit eden kimi kadınlar dünyaya dokunmakta, bugünün ruhuna nüfuz etmekte, evrensel kavramların hakikatine kendi mecazlarını katmada yetersiz kaldılar. Çoğu ne Dostoyevski'den zevk aldı örneğin, ne hamur açmayı kendine yakıştırdı. Meselelerin izini sürmek, tarihin ve siyasetin görünmez bağlantılarına odaklanarak olan bitenin öte tarafını anlamaya çalışmak gibi zihinsel çabalara girmektense, en acımasız slogan ve klişelerle 'tank kardeşliği' yaptılar. Ülkemizin taşralarında son beş yıldır hayat nasıl dönüşmüştür, neye benzemektedir, bakmaya gerek duymadılar. Başörtüsünü siyasi simgeye, gericiliğe, sınıfsallığa, töreye ve tarihselliğe indirgemek için tüm enerjilerini tüketip durdular. Bir kez olsun örtünmenin metafizik boyutunu ve bunun beşeri hayattaki tezahürünü görmeye çalışmadılar. Her şeyin en doğrusunu zaten onlar biliyordu... Beni bir o kadar inciten başkaları da var: Bugüne dek başörtüsü yasaklarına karşı çıkanların 'Çankaya'daki eş' söz konusu olduğunda, meseleyi bambaşka bir boyuta saptırmaları. Ve argümanlarını türban gerçeği üzerinden değil, mevkii ve iktidar sembolleri üzerinden kurmaya çalışmaları. Bu kişilerin başörtüsü yasağının acıtıcı sonuçlarını çözmeyi değil, iktidara gelenlerin mevkilerini nasıl dolduracağını dert ettiklerini görmek incitici oldu benim için.”



19 Ağustos 2007 – Sezer'den başörtüsüne karşı 'alternatifli tören' talimatı

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Çankaya Köşkü'ndeki "devir teslim" için Dışişleri Bakanlığı'nın Protokol Dairesi'ne, "seçilecek adaya güre tören yapılması" konusunda talimat verdiği, bu talimat doğrultusunda da Protokol Dairesi'nin, AKP'nin adayı Abdullah Gül veya eşi başörtülü olmayan bir başka adaya göre iki farklı tören taslağı oluşturduğu öğrenildi. Cumhurbaşkanı Sezer, törenin ayrıntılarının başörtüsü konusundaki ayrımcılık hassasiyetine göre şekillendirilmesini istedi. Taslaklara son şekli verilmesinden sonra Sezer'in onayı alınacak. TBMM Gül'ü Çankaya Köşkü'ne gönderirse, tören sade ve eşsiz gerçekleştirilecek. Köşke davetli alınmayacak. Törene sınırlı sayıda katılım öngörülecek. Eşi başörtülü olmayan bir cumhurbaşkanının seçilmesi durumunda ise Sezer, eşli davetiye ile törene önemli sayıda davetli çağıracak. Ardından yeni Cumhurbaşkanı için eşli bir resepsiyon da verecek.



19 Ağustos 2007 – Kültürel bölünme artık iyice keskinleşti

Rahmi Turan, “Son ve Büyük Hesaplaşma” başlıklı yazısında “Cumhuriyet boyunca süren 'kültürel bölünme' artık iyice keskinleşti.” dedikten sonra toplumu şu iki kategori altında topladı: “Bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısının önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, erkeklerinin sokağa pijamayla da çıkabildiği, erkek çocuklarının kahveye gittiği, kızlarının tam bir baskı altında yaşadığı, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlansın, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, kan-koca birlikte hiç lokantaya gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançtan kuvvetli, kalabalık bir kitle var. Diğer yanda ise, kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah'a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş yazmış, Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk… Hatta birbirine düşmanca...”



Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin