Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik


İran'da Kadın Hakları ve Müçtehid Bir Kadın



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə27/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   74

İran'da Kadın Hakları ve Müçtehid Bir Kadın


 

İran'da kadınlar büyük bir hürriyete sahiptir. Her alanda faaliyet göstermekte İslam'ın kendilerine tanıdığı tüm haklardan istifade etmektedir. İranlı kadınlar büyük bir siyasi ve toplumsal şuura sahib. Üniversitelerde okuyor, meclise giriyor araba sürüyor, sosyal hizmetler veriyor, seçimlere katılıyor, kısacası İslami ve insani görevlerinin tümünü yerine getiriyorlar. Özellikle tıp dalında kadınların büyük bir katılımı var. Kadınların ilme büyük bir ilgi ve yönelimi var. Bütün bu hususlar Şia'da kadının büyük bir değere sahib olduğunu göstermektedir. Özellikle de Hz. Fatıma ve Hz. Zeyneb kadınlar üzerinde oldukça etkin durumda. Erkekler de bu yüzden kadınlara değer veriyor. Suudi Arabistan'da kadının şoförlük yapma hakkı bile yokken bugün İran'da kadın her alanda hizmet veriyor, çalışıyor ve faaliyet gösteriyor. Kadınlar resmi devlet okullarında okuduğu gibi ilmi havzalarda da İslami ilimleri tahsil etmekte ve büyük bir ilerleme kaydetmektedir. İran'da kadınlar Türkiye'deki kadınlardan çok daha etkin ve faal durumdadır. Hem daha şuurlu ve hem de daha bilgili konumdadır.

İranlı kadınlar İslam'ın kendilerine verdiği haklan da en iyi şekilde kullanmıştır. Türkiye'deki kadınlar İslami haklarının ne olduğunu bile bilmemektedirler. Kadınlar arasında İslami şuur ve bilgi yok denecek kadar az. Özellikle de İslami ilimler sahasında büyük bir makama ermiş bir tek kadın yok toplumumuzda. Halbuki İran'da kadınlar ilmi sahada da büyük bir gelişme ve ilerleme kaydetmiştir.

Öyle ki İran'da ictihad derecesine kadar yükselmiş kadınlar var. Bunu duyunca şaşırıp kaldım. Bu müctehide kadının yazdığı onlarca da kitabı vardır ki bunlardan bir tanesi de "Mahzen'ul irfan" adındaki onbeş ciltlik nefis tefsirdir. Bu müctehide kadının adı Nusret Emin'dir. Nusret Emin 1897 yılında İsfahan'da doğmuş. Hüccet'ül İslam Hacı Ahund, Hüseyin Nizamuddin, Mirza Ali Asgarşerif, Ayetullah Seyid Eb'ul-Kasım Dehkurdi, Mirza Ali Şirazî ve Mir Seyyid Ali Necefabadi gibi büyük üstatlardan dersler almıştır. Sonunda Şeyh Abdülkerim Hairi-i Yezdi'nin gözetiminde ictihad derecesine ermiştir. Bu müctehide kadının terbiye ettiği yüzlerce kadın bugün İran'da yüz binlerce kadının talim ve terbiyesi ile uğraşmakta ve İslami tahsilatlarına yardımcı olmaktadırlar. Bugün İsfahan'da bulunan kabri müslümanların ziyaretgahı haline gelmiştir. Bu İranlı müctehide kadının yazdığı tefsir onbeş ciltlik irfanın bir tefsirdir. Zaten diğer kitapları da genellikle irfan ağırlıklı kitaplardır.

İslam Cumhuriyeti Anayasası'nda yer aldığı üzere kadınlar da tıpkı erkekler gibi kanun koruması açısından eşit durumdadırlar ve bütün insani, siyasi, iktisadi, içtimai ve kültürel haklardan İslami ölçülere uyularak yararlanırlar. Devlet İslami ölçülere uyulmak üzere her alanda kadın haklarını sağlamak zorundadır. Kadının kişiliğinin olgunlaşması ve maddi-manevi haklarının canlandırılması için elverişli ortamı hazırlamalıdır.

Özellikle gebelik ve çocuk bakımı sırasında anaların korunması ve bakıcısı olmayan çocukların korunmasını üstlenmelidir. Ailenin özü ve sürekliliğinin korunması için yetkili mahkemeler kurmalıdır. Dullar, yaşlı ve kimsesiz kadınlar için özel içtimai güvenlik sağlanmalıdır ve şer'i velisi olmayan çocukların kanuni temsilciliğinin diledikleri takdirde bu işe ehil olan analarına vermelidir.

Gerçekten de İran'da daha önceden de dediğimiz gibi kadınlar bir çok haklara sahip durumda. Uzmanlar Meclisi'nde de kadınların bir temsilcisi vardır ve şu anda da İslami Şura Meclisi'nde kadın milletvekilleri vardır. İran kadım birçok sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik ve hatta askeri alanlarda, İslam öğretisini her zaman gözeterek aktif olarak yer almaktadır. Ülkenin gelişmesinde ve İslam devriminin hedeflerinin gerçekleşmesinde kadınlar çok gayret sarf etmektedir. Velhasıl inkılabın gerçekleşmesinde de devrimin bekasında da kadınların büyük bir rolü vardır. Kadınlar cuma ve cemaat namazlarına katılmakta sportif ve kültürel etkinliklere iştirak etmektedirler. Özellikle de merhum İmam'ın kızı ve gelini bu hususta öncülük ederek toplumdaki kadınlara örnek olmaktadırlar.

İslam devleti ve özellikle de merhum İmam kadınlara büyük değer vermiştir. "Erkek İcadının terbiyesi sayesinde miraca yükselir." diyerek kadına en büyük makamı kazandırmıştır. Bugün kadınlar İmam'ın teşvikiyle Cuma ve cemaat namazlarına da katılmakta ve camileri doldurmaktadırlar. İranlı kadınlar inkılaptan önce de büyük bir rol üstlenmişti. Savaş yıllarında da kadınlar cephe gerisinde mahir elleriyle mücahitlere destek oluyor, yardımda bulunuyordu. Gencecik evlatlarını kendi elleriyle şahadet meydanlarına gönderiyorlardı. Velhasıl Türkiyeli müslüman kadınların İranlı müslüman kadınlardan öğreneceği çok şey var. Türkiyeli müslüman kadınlar İranlı müslüman kadınları örnek almalı, mütalaa etmeli ve kendi payına dersler almalıdır.


İslam Cumhuriyeti Sistemi


 

İran İslam Cumhuriyetinin iki temel taşı yardır. Birincisi bu devletin İslam'a dayalı olmasıdır. Bu rejim İslam kanunlarıyla idare edilmektedir. Bu devletin hakim olduğu ülkede İslam'ın kanunları icra edilmektedir. Bir kanunların kaynağı ise Kur'an, sünnet, akıl ve içmadır. İslam cumhuriyetinin ikinci temel taşı ise cumhuriyettir. Yani bu devlet halkın oylarına çoğunluğun reyine dayalıdır. Aslında cumhuriyet de halkın idaresi demek olan demokrasi ile aynı manayı ifade etmektedir. Gerçek demokratik rejimler halkın oyuna dayandığı gibi Cumhuriyet rejimleri de cumhurun, yani çoğunluğun oylarına dayanmaktadır. Ama merhum İmam İslam'ın sapıtılması endişesiyle demokrasi gibi batılı kavramlar yerine Arapça bir kavram olan cumhuriyet kavramını kullanmayı daha uygun bulmuştu. Yoksa gerçek demokrasi ile cumhuriyet kavramları arasında hiç bir fark yoktur. Şu anda demokratik olduğunu iddia eden ülkelerin çoğunda var olmayan yegane şey demokrasidir. Bu ülkelerde bir avuç mutlu azınlığın, para babalarının ve mafya'nın hakimiyeti vardır. Örneğin demokratik bir ülke olduğunu iddia eden Türkiye'de bile halkın "Biz Kemalist rejimi istemiyoruz" demeye hakkı yoktur. Tüm halk bir araya gelip "Kemalizm'e dayalı bu sistemi değiştirmek istiyoruz." diyemez. Mutlu azınlığın benimsediği bu rejimi çoğunluk da kabul etmek zorundadır. Verilen demokratik haklar bu kısıtlamadan geriye kalan haklardır. Fikir özgürlüğü olayı da aynı şekildedir. Fikir özgürlüğü rejim tarafından belirlenen sınırlar dahilinde mevcuttur. Rejimin çizdiği fikir özgürlüğü sınırlarını aşan her türlü fikir ve düşünce aşağılanır, mahkum edilir. Rejimin tasvib etmediği düşünce ve fikirler terör olarak tavsif edilerek yasaklanır. Bütün bunlar da demokrasi adına yapılır. Dolayısıyla büyük para babalarının ve Mafya'nın hakim olduğu bu ülkelerde halkın hakimiyeti hiç bir mana ifade etmemektedir. Ama İran İslam Cumhuriyeti'nin iki temel taşından birisi halkın oylandır. Ayrıca bu rejimde insanların hakimiyeti yoktur. Belirli bir şahsın veya mutlu azınlığın sözü geçmez. Bu ülkede sadece Allah'ın kanunları hakimdir. Herkes Allah'ın kânununa itaat etmek ve boyun eğmek zorundadır. Dolayısıyla bu sistemde kulun kula hakimiyeti yoktur. Hükümet Allah'ın hükümetidir. Allah'ın hükümetinin ret edildiği yerde kulların kullara hakimiyeti vardır. Yeryüzünde iki çeşit hakimiyet vardır. Birincisi insanın insana hakimiyetidir, ikincisi ise Allah'ın kullan üzerindeki yasal hakimiyetidir. Allah-u Teala tekvinen yegane hakim olduğu halde teşrien de yegane hakim olmalıdır. Dolayısıyla da Allah'ın hakimiyetinin olmadığı yerde kulların kullara hakimiyeti vardır. İslam ise kulların kullara hakimiyetini reddetmektedir. Allah-u Teala hüküm yerenlerin en iyisidir. Mesih Muhaciri'nin de dediği gibi gayr-i İslami demokratik sistemlerde hükümet etme ve çalışma çerçevesi insanların arzularına bırakılmıştır. Yasama otoritelerinin ve hükümet şeklinin bunda etkisi büyüktür. Bir İslam cumhuriyetinde halkın isteği sadece yasama otoritelerini seçmek ve hükümet şeklini belirlemektir. Ancak sistemin tüm kralları temelde İslami ve ilahi emirlere bağlıdır. İslam Cumhuriyetinde kendilerini İslami sisteme uyduran taraf halktır ve serbest seçimlerde böyle bir sistemin oluşması için oyunu kullanır. İslam cumhuriyeti insanların istekleri doğrultusunda ilahi emirlere dayalı bir sistemdir. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın ikinci maddesi şöyle der: "İslam cumhuriyeti tek ilaha egemenlik ile yasama yetkisinin O'na mahsus bulunduğuna ve O'nun emrine uyma gereğine, ilahi vahye ve O'nun kanunların açıklanmasındaki temel etkinliğe, Ahîrete ve insanın Allah'a doğru gelişim çizgisindeki yapıcı etkinliğine, yaratılış ve yaşamada ilahi adalete, sürekli bir imamet ve rehberliğe ve O'nun İslam inkılabı'nın sürdürülmesindeki temel etkinliğine, insanın yüce saygınlık ve değerine, O'nun Allah karşısındaki sorumluluğu ile birlikteki hürriyetine ve iman esasına dayanan bir nizamdır ki gerekli şartlan haiz fakihlerin kitap ve Masumların sünnetine dayanan sürekli içtihatları ile insanlığın ileri düzeydeki ilim, teknik ve deneylerinden yararlanma ve bunların ilerleme çabasına dayanır."

İslam Cumhuriyeti ile çağdaş demokratik rejimler arasındaki başka bir fark da velayet-i fakih inancıdır. Yani İslam toplumunun başında bilgili ve adil bir alimin varlığıdır. Dolayısıyla bugün İran dışında İslami olduğunu iddia eden rejimlerde bile bu ilke mevcut değildir. Batılı demokratik rejimler İslam'ın ruhuna ne kadar ters ise bu İslami olduğunu iddia eden rejimler de o kadar İslam’a terstir. Bazı müslümanların İslami diye kandığı Pakistan, Bangladeş, Suudi Arabistan, Libya, Sudan vb. ülkelerin İslam’la hiçbir ilişkisi yoktur. Bu ülkelerde İslam şöyle dursun insani bir rejim bile mevcut değildir. Bunların gerçek amaçlan İslam adı altında halkı aldatıp onları sömürgecilerin tuzağına düşürmektir. Bu rejimler yaptığı ihanet ve baskılarını İslam perdesiyle örtmeye kalkışıyorlar. Bazı saf müslümanlar Ziya'ül-Hak öldüğünde gözyaşı dökmüş, "ümmetin rehberi öldü." diye yas tutmuşlardı. Bazı müslümanlar ise henüz Kral Fahd ve Kaddafî gibi rejimlerden meded umuyorlar. Halbuki bunların İslam'la hiç bir ilişkisi yoktur. Hatta Batılı rejimler bunların rejimlerinden daha insani rejimlerdir. Batılı rejimler kendi halklarına bunların kendi halklarına reva gördüğü zulüm ve işkencenin binde birini bile reva görmemektedir. Batılı rejimlerdeki insanlar bu gibi rejimlerdeki insanlardan çok daha özgür ve insanca yaşamaktadır. Bunlar çağdaş Firavunlardır. İslam Cumhuriyeti hem Allah'ın emirlerine hem de insanların oylarına göre şekillenir. Bazıları bunun mümkün olmadığını sanır. Allah ile insan arasında bir uzlaşmazlık olduğunu sanırlar. Halbuki bu doğru değildir. Allah-u Teala insana akıl ve irade vermiştir. İslam devletinde "Allah adına" bir hakimiyet de yoktur. Yani bir avuç insan teokratik rejimlerde olduğu gibi ilahi iradeye sahiplenemez. Allah'ın emirleri herkesin üstünde yer alır. Bunun dışında kalanlar ümmetin oyu ve alimlerin içmasıyla gerçekleşir. Halkın oylan ve görüşleri büyük bir belirleyiciliğe sahiptir. Halk bu veya şu sistemi seçmekte serbesttir. Devrim esnasında halk İslam cumhuriyetini istediğini izhar ediyordu. Halk 22-24 Nisan 1979 tarihinde yani devrimin zaferinden 47 gün sonra sandık başına gitti. Referandumda 20 milyon, 165 bin 480 adet seçmenden % 98.2'lik bir bölümü monarşinin yerine İslam cumhuriyetine oy verdi. Devrimden 170 gün sonra halk Uzmanlar Meclisi'ne seçilecek temsilcileri belirlemek üzere yemden sandık başına gitti. Bu meclis Anayasayı hazırlayacaktı. Bu meclisin hazırladığı Anayasa yılının 2-3 Aralık 1979 tarihinde halkın oyuna sunuldu. 15 milyon, 612 bin 138 insan bu anayasaya evet dedi.

İslam Şura Meclisi milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya halkın oylan ile seçildi. Başbakan ve hükümet kabinesi cumhurbaşkanının önerisiyle meclisin onayıyla seçildi. Devlet temsilcileri, kasaba, şehir, bölge köy ve sanayi birimlerinin temsilcileri doğrudan halkın oyuyla seçildi.

İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 100. maddesi şöyle belirtir:

"Toplumsal, iktisadi, bayındırlık, sağlık ve kalkınma işlerine ilişkin işlerin halkın işbirliği ile hemen yürütülmesi için mahalli şartlar göz önünde bulundurularak her köy, bucak, ilçe il veya eyalet de üyelerini o mahal halkının seçtikleri ve köy, bucak, ilçe, il ve eyalet şurası adını taşıyan bir şuranın denetimi sağlanacaktır.

Seçenlerde ve seçilenlerde aranan şartlar ile anılan şuraların yetki ve ödev sınırları, seçim ile denetim usulleri ve millik birlik ile toprak bütünlüğü İslam Cumhuriyeti nizamı ve merkezi yönetime bağlılık ilkeleri göz önünde tutularak düzenlemesi gereken aşama sıralarım kanun belirler."

İslam Cumhuriyetinin temel prensibi halkın oylan ve halkın direkt katılımıdır. Serbest oylarıyla bu sistemi, anayasayı ve milletvekillerini seçen tüm vatandaşlardır.

Anayasanın 59. maddesi şöyle der:

"Çok önemli iktisadi, siyasi, içtimai ve kültürel sorunlarda yasama gücünün halkoyu ve doğrudan doğruya halkın oyuna başvurma yoluyla kullanılması mümkündür. Halkoyuna başvurma talebi, temsilcilerin tamsayısının üçte iki çoğunluğunca onanmış olmalıdır."

İslam Cumhuriyeti'nin en üst makamı yani liderlik makamı da anayasaya göre halkın çoğunluğu tarafından seçilmiş olmalıdır. Buradan anlaşıldığı gibi tarih boyunca İslam adına ümmete hükmeden halife ve sultanların hiç birisi halkın oylarıyla başa geçmedikleri için meşru bir hakimiyet hakkına sahib değildi. Sultan ve padişahların hiç birisi halklarının oy ve seçimiyle işbaşına gelmiş kişiler değildi. Bu yüzden de İslami bir otoriteye sahib değillerdi. Bunlar tarihin kaydettiği en zalim ve baskıya dayalı rejimlerini İslami bir boyayla boyamış ve insanları İslam adına kandırmışlardır. Dolayısıyla İran İslam Devleti halkın oyuna dayandığı için İslami ve insani bir rejimdir. Allah adına halka hükmetmez.

Belki herkese Allah'ın hükmünü uygulamaya çalışır. Yani bu rejim halkçıdır ve teokratik de değildir. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 5. maddesi şöyle der:

"Ümmetin önderliği adil, takva sahibi, zamanın gereklerim bilen, gözü pek, becerikli, tedbirli ve halk çoğunluğunun önder bilip kabul ettiği fakihin uhdesindedir. Hiç bir fakih bu çoğunluğu elde edemediği taktirde rehber veya yukarıdaki şartlan haiz fakihler-den meydana gelen rehberlik şurası, 107. maddeye uygun olarak onu üstlenir."

Şimdi bu anayasa ile, saltanat kavgası için bırakın fakih olmayı ve çoğunluğun oyuyla başa gelmek için öz kardeşini bile boğdurmayı caiz gören Osmanlı zihniyetini varın siz kıyas edin.

İran'da medeni, cezai, mali, iktisadi, idari, kültürel, askeri, siyasi ve diğer bütün kanun ve kararlar İslami ölçülere dayanmaktadır.

Anayasada da yer alan bu madde kayıtsız şartsız olarak anayasanın tüm maddelerinin ve diğer kanun ve kararların üstündedir ve bu hususun tespiti ise Anayasa Denetim Şurası'nın mensubu olan fakihlerin uhdesindedir. Tam ve mükemmel olan İslam dininin hükümleri bu alimler ve müctehidler tarafından çağdaş insanın ihtiyaçlarına göre yorumlanır. İslam cumhuriyeti de diğer rejimler gibi yasama, yargı ve yürütme temelleri üzerine kuruludur. Ama İslam Cumhuriyeti'nde var olan Anayasa Denetim Şurası, Yüksek Adalet Divanı ve Velayet-i Fakih kurumlan diğer rejimlerde mevcut olmayan kurumlardır. Anayasa Denetim Şurası, İslami Şura Meclisi'nin çalışmalarını denetler. 6 Fakih ve 6 hukukçudan oluşan bu denetim şurası İslam Cumhuriyeti'nde yürürlükte olan kanunların yapılmasında en yüksek karar merciidir. Denetim Şurası, anayasayı yorumlar, cumhurbaşkanı seçimlerini denetler, İslami Şura Meclisi'ne seçilecek milletvekillerini kontrol eder, cumhurbaşkanlığına aday olacak kişilerin uygunluğunu tespit eder.

Yüksek Yargı Şurası ise beş müçtehitten oluşur. Şura'nın başkanı lider veya liderlik şurası tarafından seçilir. Şunu belirtmek gerekir ki bugün dünya hükümetleri içinde Yüksek Yargı Şurası'na benzeyen bir kurum yoktur. Bu kurum, İslami olduğunu iddia eden İslam ülkelerindeki hakim rejimlerde bile yoktur ve sadece İran İslam Devrimi'nin oluşturduğu orijinal bir kurumdur.

İslam Cumhuriyeti ile mevcut dünya cumhuriyetleri arasında en temel farklılık İran'daki liderlik şeklidir, İran anayasasının 110. maddesine göre Cumhurbaşkanı, Yüksek Yargı Şurası veya İslami Şura Meclisi tarafından liderin de onayıyla azledilebilir.

Bizzat rehber veya rehberlik şurası üyelerinden birisi kanuni görevlerini ihlal eder ve rehberlik şartlarım kaybederse-otomatik olarak makamından uzaklaşmış olurlar. Bu hususun tespiti uzgö-rürlerin (Meclis-i Hibregan'ın) uhdesindedir.

İslam devletinde herkes birbirini denetler ve kontrol eder. Hiç kimse despotluk, sultacılık, diktatörlük ve hegemonyacılığa özenemez. Buna ne İslam ne de kanunlar izin verir. Dolayısıyla Tarihte İslam adına korkunç cinayetler işleyen, koltuk savaşında kardeşini dahi boğduran, insanların oy ve görüşlerine hiç bir değer vermeyen sultanların İslam'la hiç bir ilişkisi yoktur.


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin