Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə23/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   80

5- Bağımsız Etkinlik


Tevhidin bir diğer deyimi "etkide bağımsız olma"dır.[1] Yani Yüce Allah'ın yarattığı mahlûkat kendi iş ve fiillerinde de O'ndan müstağni değildirler ve onların yekdiğeri üzerindeki etkileri Yüce Allah'ın izniyle ve O'nun kendilerine bağışlamış olduğu güç sayesinde mümkün olmaktadır. Gerçekte hiç kimseye ihtiyaç duymadan, bağımsız bir şekilde her şeyi ve herkesi etkileyen yegâne etken, bizzat Yüce Allah'ın mukaddes varlığıdır ve mahlûkatın öznellik ve etkileri ancak O'nun sayesinde ve O'nun fâiliyet öznellik ve etkinliğinin uzantısında mümkün olmaktadır.

Bu nedenledir ki Kur'ân-ı Kerim doğal ve doğal olmayan (melek, cin, insan vb. gibi) öznelerin fiillerini Yüce Allah'a isnat etmekte ve meselâ yağmurun yağmasını, bitkinin yeşermesini ve ağacın meyve vermesini O'na dayandırmakta; yakın faillerin fiilleri doğrultusunda Yüce Allah'a ıtlak olunan bu isnadın anlaşılmasında, kabul edilmesinde ve bunun daima dikkate alınmasında ısrar etmektedir.

Meselenin daha kolay anlaşılması için itibarî bir örnek verelim: Bir işyerinin reisi herhangi bir memuruna bir işi yapmasını emrettiği ve o iş yapıldığı zaman, özne bir memur olduğu hâlde işin gerçekleşmesi aynı zamanda, emir makamı olan o reise de mal edilir, hatta aklıselim sahipleri işin asıl öznesi ve sorumlusu olarak onu görürler.

Tekvinî failiyetin de belli hiyerarşi ve mertebeleri vardır. Her failin varlığı ilâhi iradeye dayalı ve O'na bağlı olduğundan; diğer taraftan da tasavvur edenlerin kendisine bağlı bulunan zihnî sûretlere benzediğinden ("… en yüce misaller Allah'ındır…"); binaenaleyh etkin olan bütün öznelerin yaptığı ve yapabildiği her şey (bütün etkinlik güçleri) daha ileri bir aşamada tekvinî ilâhî irade ve izne bağlı olup Yüce Allah'a ıtlak ve isnat olunacaktır: "Yüce ve büyük Allah'tan başka güç ve kudret sahibi yoktur…"

 

[1]- Arifler bu anlamda "Tevhid-i Ef'alî" (fiillerde tevhid) tabirini kullanmaktadırlar.


İki Önemli Sonuç


"Fiillerde Tevhid"in sonucu, insanoğlunun Yüce Allah'tan başka hiç kimse ve hiçbir şeyi tapınmaya layık görmemesidir. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi kulun yaratıcısı ve Rabbi olan kimseden başkası ibadete layık değildir; başka bir deyişle ulûhiyet, yaratıcılık ve rububiyetin gereğidir.

Diğer taraftan bu anlamda tevhidin bir başka boyutu da, insanın bütün güven ve itimat duygusunun sadece Yüce Allah'a olması, her konuda O'na tevekkülde bulunup sadece O'na güvenmesi, O'ndan gayrisinden yardım istememesi, O'ndan gayrisinden ümidi ve korkusu olmaması, hatta normal şartlarda alelade ihtiyaçlarının temin olmaması hâlinde bile umutsuzluğa kapılmaması, zira Yüce Allah'ın hiç umulmadık yollarla onun ihtiyaçlarını giderebileceğini bilmesidir.

Böyle bir insan Yüce Allah'ın özel velayeti altına alınmış olur ve fevkalade mükemmel bir ruh hâli ve huzur içinde bulunur:

Haberiniz olsun; Allah'ın velileri için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır… [1]

Bu iki önemli sonuç, her Müslümanın günde en az on kez tekrarladığı şu ayet-i kerimede göze çarpmaktadır:

…Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz…

 

[1]- Yunus, 62.


Bir Şüpheye Cevap


Burada şöyle bir sorunun akla gelmesi mümkündür: Tam tevhidî inancın gereği, Yüce Allah'tan başkasından yardım talebinde bulunmamak ise, bu durumda Allah'ın velilerine tevessülde bulunup onlardan medet istemek doğru mudur?

Cevap şudur: Allah'ın velilerine tevessülde bulunulurken, onların Allah'ın izni olmadan insana yardımda bulunabileceklerine inanılırsa böyle bir tevessül elbette ki tevhit inancıyla bağdaşmayacaktır. Ancak, Yüce Allah'ın evliyayı bir rahmet vesilesi kıldığı ve insanlardan bu velilere tevessülde bulunmalarını istediği inancı ve bilinciyle tevessül edilmesi tevhide ters düşmeyeceği gibi; Yüce Allah'a ibadet ve itaat konusunda tevhidin şanına da pek uygun düşecektir, zira bu tevessül O'nun emriyle gerçekleşmektedir.

Yüce Allah'ın kendisiyle kulları arasına neden böyle vesileler koyduğu ve kullarına bu vesilelere tevessülde bulunmalarını neden emrettiği şeklindeki bir soruya verilecek cevap ise şudur: Bu ilâhî emrin hikmetleri vardır ki bunlardan bazıları şunlardır: Seçkin kulların ulaştığı büyük makamı diğer kullara tanıtıp göstermek ve onların böylesine ulvî derecelere ulaşmasının Yüce Allah'a ibadet ve O'na itaatte bulunmalarıyla mümkün olduğunu hatırlatıp diğer insanları da bu ibadet ve itaate teşvik etmek, bazılarının yaptıkları ibadet ve itaat sonucu gurura kapılıp kendilerini en üstün insanî kemallere sahip kullar zannetmelerini engellemek… Nitekim Ehlibeyt'in velayeti ve onlara tevessül gibi bir nimetten mahrum bulunan niceleri maalesef bu kibir ve gurura kapılma hatasına düşmekten kurtulamamıştır.

Sorular:


1- Tevhidin kelime ve deyim anlamı nedir?

2- Sıfatlarda tevhidin delili nedir?

3- Fiillerde tevhit nasıl ispatlanabilir?

4- Bağımsız etkideki, teklik ve birlik anlamında tevhidi açıklayınız.

5- Tevhidin son iki bölümünden çıkarılan sonuçlar nelerdir?

6- Allah velilerine tevessül, tevhide aykırı mıdır? Neden?

7- Yüce Allah'ın, kullarına tevessülde bulunmayı emretmesinin hikmeti nedir?

18- CEBİR VE ÖZGÜR İRADE

Giriş


Daha önceki dersimizde de belirttiğimiz gibi bağımsız etkide tevhit inancı, insanların kendilerini yetiştirmeleri hususunda önemli rol oynayan değerli öğretilerdendir. Bu nedenledir ki, Kur'ân-ı Kerim'de bu konu sık sık vurgulanmakta ve çeşitli beyanlarla, daha kolay anlaşılmasını sağlayacak zeminler hazırlanmaktadır. Bu inancın başta geleni, vuku bulan her olayın Yüce Allah'ın izni ve takdiri şartıyla müm-kün olduğunu, O'nun kaza ve kaderinden başka bir vukuunun mümkün olmadığını bilmektir.

Ne var ki, bu meselenin doğru anlaşılabilmesi için bir taraftan aklî ve mantıkî bir olgunluk, bir taraftan da sağlıklı bir açıklama ve eğitim gereklidir.

Gerekli aklî olgunluktan mahrum bulunan, ya da Ehlibeyt İmamlarıyla Kur'ân'ın gerçek müfessirlerinin buyruk ve talimatlarından faydalanmayanlar bu konuda hataya düşmüş ve kazayla kaderi, "her nevi etki ve nedenselliği sadece Yüce Allah'a mahsus bilme" şeklinde yanlış yorumlayarak Kur'ân-ı Kerim'deki birçok muhkem ayette belirtilen sarih ifadelere rağmen sebep ve vasıtaların hiçbir şekilde "etkin" ve "etken" olamayacağı zannına kapılmışlardır. Bu zanda bulunanlara göre meselâ Yüce Allah'ın takdiri gereğince ateşin var olması hâlinde Yüce Allah onda ısıyı da bizzat meydana getirmekte, bir canlı yiyip-içtiğinde ondaki doyma ve kanma duygusunu da bizzat Yüce Allah yaratmakta, binaenaleyh aslında ateş, yiyecek ve içeceğin ısı, doyma ve kanma üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır!

İnsanoğlunun özgür iradesiyle yaptığı işler ve yüklenmesi gereken sorumluluklar üzerinde bu batıl düşünce tarzının fevkalade yıkıcı etkileri olmuştur. Bu sapık düşünce tarzının doğurduğu sonuç; insanın fiil ve işlerini de doğrudan doğruya Allah'a mal etmek, insanın kendi işlediği fiillerin fâili olmadığını sanmak ve sonuçta hiç kimseyi, yaptıklarından sorumlu tutmamaktır!

Başka bir deyişle bu batıl düşünce tarzının doğurduğu yıkıcı sonuçlardan biri de kadercilik anlayışı ve cebriye inancına saplanma ve insanı hiçbir şeyden sorumlu saymamadır. Bu da insanın en önemli özelliğini reddetmek ve her nevi eğitim, ahlâk ve hukuk sistemini ve tabii bu arada yüce İslâm şeriatını da boş ve gereksiz görmek demektir! Zira insanın yaptığı işlerde özgür iradesi yoksa görev, sorumluluk, yeşil veya kırmızı çizgiler, sevap, ödül ve ceza gibi şeyler de hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bilakis, bu durum yaradılış nizamının boşuna ve amaçsız olduğunu gösterecektir. Zira Kur'ân'daki ayetlerle[1] rivayetler ve aklî delillerin de ortaya koyduğu üzere tabiatın yaradılışındaki gaye, insanoğlunun yaratılışına zemin hazırlamaktır. Böylece insan kendi özgür iradesiyle yaptığı işler ve Yüce Allah'a ibadet ve itaatte bulunma sayesinde mümkün olan en üstün kemallere erişebilecek ve Allah'ın rıza ve yakınlığına nâil olup Rabbinin özel rahmetlerine erme liyakatini kazanacaktır. Ama insanın özgür iradesi ve sorumluluğu olmazsa ödüllendirilmesi, ölümsüz nimetler ve ilâhî rızvana kavuşması da söz konusu olmayacak ve kâinatın yaratılış gayesi kendiliğinden geçersizleşecek, koskoca yaratılış nizamı; kuklalarını insanların teşkil ettiği, bu insanların tamamen iradesizce (gayriihtiyarî) birtakım hareketlerde bulunduğu, kiminin rast gele azarlanıp cezalandırıldığı, kiminin de yine rast gele övülüp ödüllendirildiği büyük bir kukla oyunları sahnesine dönüşmüş olacaktır!

Bu tehlikeli eğilimin oluşmasına ve yayılmasına neden olan en önemli faktör zalim iktidarların çıkarcılıklarıyla, kasıtlı ve garazlı tutumları olagelmiştir. Söz konusu zalim yöneticiler bu batıl kadercilik ve cebriye inancına sığınarak, yaptıkları zulüm ve çirkinliklerin sorumluluğundan sıyrılıyor, bilinçsiz kitleleri kendilerine itaatte bulunmaya ikna ediyor, zulme karşı çıkmaktan, direnç ve mukavemette bulunmaktan vazgeçmelerini sağlıyorlardı.

Kadercilik ve cebriye inancının, toplumları uyuşturup yozlaştıran en önemli faktör olduğu inkâr edilemez…

Diğer taraftan bu sapık eğilimin az-çok farkına varabilen birçokları, tam tevhidî inançla cebrin reddi arasında sağlıklı bir toplamada bulunabilecek yeteneğe bizzat sahip olmadıkları gibi, Ehlibeyt'in düstur ve talimatlarından da mahrum bulunduklarından bir başka aşırılığa saparak tefvize inandılar ve insanın özgür iradesiyle yaptığı işleri Yüce Allah'ın fâiliyet dairesinin dışında sanarak batılın başka bir türüne müptela oldular. Bu gruptakiler, İslâm'ın yüce maarifi ve onun ulvî neticelerinden mahrum kalmıştır.

Hem bu maarifi idrak edebilecek yeteneğe sahip olan, hem de Kur'ân'ın gerçek öğretmenleriyle müfessirlerini tanıyabilenlerse bu batıl fikirlerden masun kalmayı başardılar ve sahip bulundukları özgür iradenin fâiliyetinin, Yüce Allah'ın kendilerine vermiş olduğu güç sayesinde mümkün olduğunu ve bunun da insana birtakım sorumluluklar yüklediğini idrak ve kabul ettiler; daha ileri ve üst boyutta ilâhî etki ve iradenin bağımsızlık ve yüceliğini görüp bu değerli marifetin yararlı sonuçlarını elde ettiler.

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehlibeyt'inden ulaşan rivayetlerde bu konuyla ilgili gayet sarih ve aydınlatıcı beyanlar bulunmaktadır ki bu beyanlar hadis kitaplarında cebirle tefvizi ret ve istitaat; ilâhî izin, meşiyyet, irade, kaza ve kader başlıkları altında kayıtlıdır. Bu arada bazı rivayetlerde, gerekli yetenekten yoksun kimselerin inançlarını yitirip sapmamaları için bu tür hassas mevzular üzerinde fazla düşünmemeleri emredilmiştir.

Görüldüğü gibi özgür irade ve cebir meselesi oldukça geniş boyutlu olup bu boyutların tamamına burada teferruatlıca değinmemiz mümkün değildir. Ancak, yine de konunun önemine binâen bazı gerekli noktalarını sade ve kolay anlaşılır bir üslupla açıklamaya çalışacağız. Bu arada konuyla ilgili daha derin araştırmalara ilgi duyanlara da, bu meselenin aklî ve felsefî temellerini öğrenme hususunda acelecilikten sakınmalarını ve sabırlı olmalarını öğütlüyoruz.

 

[1]- Şu ayetlere bk. Hud, 7; Mülk, 2; Kehf, 7; Zariyat, 56; Tevbe, 72.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin