HİLMİ BEY DOSTUM
Zaman sevişme vaktidir. Akıllı ol Ethem dedim. Sözümde durarak size bir özür dileme betisi yazıyorum.
Eğer ilginizi çekmişse, size hep yazmak isterim ve yazarım da, siz hiç yanıt vermeseniz bile... Emek verdiğiniz, ömür koyduğunuz işin özünü ve nedenli önemli ve netameli olduğunu biliyorum, siz aslında bir Don Kişotsunuz. Ülkeyi, geçmişini, geleceğini seven kişiler, ya azaldı, ya bitti, yahutta gözlerine perde indi, basiretleri bağlandı. Biz sanatla uğraşanlar, konumları gereği geçmişte, günde ve yarında gezinen canlılardır. Toplum bunları hep dışlar, zira oturuşkun bilim düzenine, kerat cetveline uyumları olmaz. Bütün bunları bilerek, inanarak sizi seviyorum, hiç de karşılık beklemem.
Bu yukardan beri anlattığım gerçekler gereği, karınca kararınca yardımcı olmak görevimizdir. Dergiye bir kapak hazırladım. Eğer beğenirsen ki, ben beğeniyorum, derginin içeriğine uyan bir sayısında basılırsa sevinirim. Yine eğer onaylarsanız, kapakta basılmasını, bu size yolladığım renkli fotokopi gibi yapabilirsiniz, Adana'da var.
Gerçek nedenlerle olamaz derseniz, sepiye yani kırmızıya kaçar kahverengi üzerine basılsın.
Gelelim sizdeki mektuplara. Onların bazılarından, sizinle olan hoş beş sohbet bölümleri çıkarsa, sanırım kültür ağırlıklı vasat ve beğenilen bir yazı olur. Böyle birkaç tane olacak. Dahası, istenirse yenilerini de üretebilirim. Diyeceğim yanındayım. Size sağlıklar diler öperim. Fikirleriniz için bir alo derseniz iyi olur.
E. Aydın, 20Ağustos1994
SAYIN HİLMİ DULKADİR
Bir dinazor, bir kelaynak, nedense saygın medyanın dilinde uzun süre dalgalandı durdu.
Benim anlayabildiğim kadarıyla, çağlar içinde, iriliği ile ünlenmiş sanal bir yaratıktır dinazor. Nitelikten yoksun.
Yine yaşanan yakın zamanlar içinde soyu azalmaya yüztutmuş bir garip kuştur kelaynak. Yine nitelikten yoksun.
Bu çıkarmam doğruysa, bu denli kavi, direngen oluşlarında nitelik olgusu tümcemizin neresine sığacak? Yani Ethem sana dinazor deyesi...!!!
Kızmadan, incinmeden beni dinle, yanlışım olursa bağışlamanı umarım.:
198586 da, Mut'un Çınar altında, pıprıl pırıl, gencecik, uzunca boylu, gösterişten uzak, yepyeni projeleri olan bir beyle tanışmıştım.
Onu, 1987'de Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünde “İçel Kültürü” dergisinin ilk sayısının coşkusu; onu bekleyen gerçek, bana göre dağlarca sorunları, Donkişot örneği, değirmenlerle savaşa aşarak, işte milenyum'a gelindi..! Buna evet mi, hayır mı?
Kahramanı, övgülerden, bencil sevgilerden soyutlayarak, gerçekçi yargıya varabilmek için, bir cilttenonikiye, onüç cilttenyirmidörde, yirmibeş cilttenotuzaltıya kadar satır satır okumam gerekmiş. Seve seve, soluk soluğa okuyorum.
Aynı parkurda koşan, aynı sorumluluklarla yükümlüler arasında, Hilmi Dulkadir bana çok çarpıcı geldi.! Çok farklı bir benzetide bulunabilmek için; çağlar ötesi, ulaşılmaz bir isim buldum .
Sonra düşündüm ki, dinazor yaşamıyor. Yaşayan bir ucube ararken aklıma kelaynak geldi. Deyesi değil dedi.
Genelde övgüler, yaratılışı eksikli kişileri yere vurmak için kullanılır. Ama Hilmi, edimlerin beşiğinde volta vururken, sessiz ve derinden, güvenli adımlarla yürümeyi nice nice deyimlerle yürürken, bu övgülerin besleyici olacağını düşünüyorum.
Mut doğumlu birisi olarak, bu övgüyü yazmayı, ödenmesi gerekli bir borç biliyorum.
Yazıma değin iki de, halk yaratısı sunuyorum:
Peygamberler, ırmak kenarında balık avlıyorlarmış, bol bol koca koca balık tutuyorlarken; ırmağın yukarısında, çavlak bir yerde, Tanrıyı da balık avlarken görüyorlar, ama hiç balık vurmuyor oltasına. Peygamberler mahçup mahçup düşünürlerken, birimiz gidip kendine haber verelim, orası akıntılı biraz aşağı veya yukarıda oltasını ırmağa atsın diye konuşurlar. Biri gidip haber verir, tanrı yerini değiştirir. Oltasını ırmağa atar atmaz koca bir balık oltaya vurur ve ALLLAHALLAH diye bağırır.!
Eskiden herkes at beslerdi. Atın iyisi, kullanışlısı rahvan olanı idi. –Üzerine binildiğinde hızlı gider ve terlemez, yorulmaz, üzerinde kahve içilir, deye övülürdü. Buna anadan doğma Rahvan denirdi.
Tay biraz büyüyünce, iki yan ayağına köstek vurulur, uzun süre böyle kullanılırdı, o da rahvan gözükürdü. Ama üstündekini yorar, kendi terler perişan olurdu. Onada sonradan olma rahvan denirdi.
Alıp satılırken sorulurdu, anadan doğma mı?, sonradan olma mı??? Saygılarsevgiler
E. Aydın, 27Haziran2000
Sn. ŞENOL ENGİN
İçel’de Taşeli’nin sıcak yürek vuruşunda güncel, düncel ve ardılı yakalayan Atatürk kuşağının temsilcisi, güvencesi, gönül adamı, sayın valimiz...
Bu ses; 1944'lerden başlayarak, Kars, Düziçi Köy Enstitüsü, İvriz Köy Enstitüsü, Mersin Lisesi, Osmaniye Lisesi, Adana Erkek Lisesi 1977'lere kadar 30 sene, karınca kararınca, ulusuma olan borcumu bir İşbilgisiResimYazı öğretmeni olarak ödemeye çalışan, binlerce eğitim ordusundan birinin sesidir.
Mersin Liselileri Derneğinin, İçel Sanat Kulübü 'yle birlikte hazırladıkları, geleneksel buluşma günü kapsamında açtığım sergiye onur vermenizle, öğrencilerimi ve beni mutlu ettiniz.
Mersin'in özellikle kültürüne yerinde katkınız, zamanlar boyu süreceğine inandığım, tatlı bir söylencedir.
Genç Türkiye Cumhuriyet'inin sarsıntılı evreler yaşadığı günümüzde, sizler gibi dinamik güçlere, şimdi daha çok gereksinimi olduğunun bilinciyle bu yazıyı size ulaştırmayı bir görev saydım.
Atatürk'ün kağnısı, sizler olduğu sürece yolda kalmaz. Saygı ve sevgiler.
E. Aydın, 8Kasım2000
SEVGİLİ TURGAY OKTAR
Ben Mut'ta doğmuşum. Yaşamayan kardeşlerimden birinin nüfus teskeresini taşırım. Bir diğer anlamda, sayısız yoklardan birisinin kimliğini taşırım. Yoklardan birisi sayarım kendimi.
Yörük değiliz amma, çok çok yörüdük, yörüyoruz da..
Ermenke'te bağımız, bahçemiz vardı. Her yaz hayvanlarla oraya gider, geç güz bağın basat ürünleriyle Mut'a dönerdik.
Babam, hem müderris hem de hoca olduğu için, askere çağrılan, belki de dönmeyen hısımların çocukları, bizim daracık evde toplanırdı.
Doğaldır ki, bütün gereksinimleri (yiyecek, içecek, giyecek, hastalık, sağlık, evlenme, okuma, okutma) hep bizce karşılanırdı. Böylece aile nüfusumuz on, onbeş kişi olurdu. Değişik yaşta, okuyan okumayan her birey, günlük yaşama katkıda bulunmak durumundaydık. İşte bu nedenle Ermenek'te kıyıda köşede, bizlere bol bol yetecek ürün olurdu.
Akrabalardan emanet kalan hayvanlarla taşınmamız, hem kolay, hem de zevkli olurdu. Ermenek 'le Mut arasını üç günde alabilirdik, o da hava yağışlı olmazsa.. (yağışlıysa köylerde, babamın mollalarında konuk kalırdık.)
Bir yaz cümbür cemaat Ermenekte'yiz: (hısım, akraba, çocuklarla beraber). Benden yaşça büyük bir öksüzün bağında ürün topluyoruz. Nuri ağabey uzun süre ortalıkta görünmedi. Sine sine, aramaya çıktım.Nar ağaçları arasında oturmuş ağlar buldum
Ağbey ne ağlıyorsun deyince, yanıt beni de ağlattı. : Anam, babam buralarda abdest bozarlardı, acaba kuru boklarına raslarmıyım.?!!
Sevgili dostum; insan anılarda yerleşebilmişse yaşamış oluyor.
Anılarda, her zaman devasa olaylar kalmaz.
Sıradanlıkların da şansı vardır. Aslında bir ağaç diken faydasız yaşamamıştır.
Eğitimin ve öğretimin olduğu yerde, öğretmen vardır. Şöyle veya böyle; maaşını almış, derslere girmiştir. Uzam ve zamanda, bir hoş seda gelir geçer. 1950'lerde, bir edim 1999'larda; kadirşinas dostlar tarafından, 49 sene sonra görkemli bir şölenle gündeme getirilmişse; Bu olay önce, ideo 'daki <İnsan>'ın onurudur.! Evrenseldir.
Sonra da edimi beraber ortaya koyduğumuz, siz kadirbilir gençlerin asaleti, yüksek onurunun yalın kanıtıdır.
Kültüreldir, tabusaldır, arsıulusaldır, evrensele açıktır.
İnsan, akan zamanın yükü altında bazen soluk alma zorluğu çeker. Böyle bir zamanda ne kadar da yerinde oldu...
Sizleri candan öper, ekibinize saygılar sunarım
E. Aydın, 29Mayıs1999
Dostları ilə paylaş: |