SEVGİLİ GEZER
(Bu yazı, bir eleştiri olacaközeleştiri)
Maymun kardeşlerimizden buyana, biz ve benzerlerimize (insan) deniyor. Huylusu, huysuzu, hıllısı, hırsızı, namuslusu, namussuzu, tembeli, çalışkanı, kötüsü, dinlisi, dinsizi, say sayabildiğin kadar....
Sözcükleri, dilbilimsel, anlambilimsel olarak irdelediğimizde; hepsinin de soyut, sanal, göreceli tanımlarıyla karşılaşırız.
“Her insanın bir doğrusu vardır” dersek; sosyal yapıyı, demokrasiyi, ulusalı, evrenseli nasıl bulacağız.!
Akla uygun bir saplama yapabilmek için yaşanmışlığın, en eski zamanlarına uzanıyorum, labirentlerin loşluğunda, dehlizlerinde, yitiyor bitiyorum. Makrodan ayrılıp, mikroya dönüyorum: Muhammed’ler, İsa’lar, Musa’ları okuyorum, liderlerin hayat öykülerini, buluş sahiplerini, teknolojinin enlerini dikkatle tarıyorum. Salt iyi, salt büyük yok.!
Türkiye'de ise, büyük çok: Atatürk, İnönü, Bayar, Menderes, Demirel, Yılmaz, Tansu, Erbakan, v.s... Bu çelişkili değer sıkalasında, yargıya destek olan ölçüt ne?.. İlkokuldan başlayarak, hep pekiyi notları mı almışlar, taktir belgeleri mi var? Doğru veya yanlışlık nerede?
Çoçukluğundan buyana, örnek insan, Hüseyin Gezer'i; cumhurbaşkanlığına aday gösterebilirler mi? Hayır hayır. Öyleyse neden????
Bir yerlerde yanlış bir şey var; süre gelen, süre giden!
Biz toplumla ilişkilerde kategorize olalım derken, dışlanmışız, nitelik dediğimiz şeyler, nicelik bile değilmiş.! Doğrudur da.
Doğup büyüdüğümüz kasabayabelediye başkanı bile seçilmemiz olanaksız. Çünkü, biz onları unuttuğumuz kadar, onlar da bizi unuttu.
İlkokul sıralarındaki arkadaşların fotoğraflarını bulsan, onlarla konuşabiliyor musun, tanıyabiliyor musun.?!!
Yaşdaşın, hemşehrinEthem Aydın, senin için hep övgüler yağdıran Ethem Aydın, sana gelmez, seni aramazsa, sen aramayı düşünür ve hatta yazısına ve telefonuna yanıt düşünebiliyor musun? Çünkü bizim için gün önemli, dünü ve yarını bellekten silmişiz. Dostluğumuz, arkadaşlığımız bile yara almış. Bir dost olarak istenceyle mektup yazıyorum, birşeyler paylaşalım istiyorum.
Yine biliyoruz ki, yaşamdünlerden, günlerden oluşmuş.
E. Aydın
ÖĞRETMEN DOST
Öğretmenlik, çok ince ve kutsal bir sanattır.
Eğer bu sanat dalı, raslantı olarak, zorunlu nedenlerle seçilmişse sıradanlık, yapaylık, banallık, hep sırıtır durur. Vay böylelerinin eline düşen çocuklara.!
Şimdileri var mıdır bilmem; eskiden, at alırken, rahvan olan sevilirdi. Rahvanlık, anadan doğmamı, sonradan olmamı? diye sorulurdu.
Tayın iki yan ayağına köstek vurulur, uzun süre koşturulursa, adım atışları rahvanlaşırdı. Ama üzerine binilince sarsar ve biniciyi yorardı. Hakiki rahvan at ise, hiç sallamaz, deyimime göre, üzerinde giderken, kahve içilecek kadar denirdi.
Köy Enstitüleri, öğrenci seçerken, köyünde öksüz, fakir, kimi kimsesi olmayanları özellikle seçerdi. Onlardaki ezilmişlik; okulunda bir nükleer güç olurdu. Anadan doğma çalışkan olanlar, yani rahvan olanlar, çalışmaya çalışma katarlar, yaratıcı ve güvenilir olurlar, sürükleyici olur, nükleer sözcüğünü bu anlamda kullandım.
İkincilere de, okul disiplini, çalışmanın erdemini eğitsel ve pedagojik olarak öğretirdi. Böylece kimi, anadan doğma, kimi de sonradan olma;Ama hepsi de rahvan olurlardı.
Güncel medyanın, aylardır yaza yaza, öve öve bitiremediği Tansığ Eğitim –Köy enstitüleri bu ülkenin birincil gereksinimiydi, hala da öyledir.
Ülkelerinin etiği, göreneği, kültürüyle de beslenen durmuşlar hep lider karekterini taşırlar, onlar yaşlanmaz, emekli olmaz, ölümsüzdürler. Zira, gelecek zamanların gereksinimi olan kişiler sayıca çok değillerdir.
Sizinle övünüyorum. Sizleri seviyorum. Öperim
Sizinle ilk karşılaştığımızda gözünüzde farklı bir pırıltı , davranışlarınızda örtülü, özgün, çoğalan bir gücü sezinlemiştim. Adana'ya yolunuz düşerse, konuğum olmanızdan onur duyarım.
Not: Sergiden beğendiğim eserleri Düşünce Derneğinde, lütfen saklayınız, ben aldırtırım.
E. Aydın, 6Haziran2000
SAYIN İHSAN YÜCEL
Söylem dergisinde sormaksorgucu olmak başlıklı yazınızı ilgiyle okudum. Uzun zamandır, böylesine yalın, açık, seçik, anlaşılır, hem de bilimsel bir yazı okuyamamıştım.
Eleştirmenler, felsefeciler, köşe yazarları; konuyu ellerinden geldiğince, okuru ikircimli tutmak eğilimde oluşlarından mıdır, nedendir bilinemez; labirentleri seçerler.!
Söylemlerini, la la lara, bulurlar.!
Yerde ve gökte var olanların dışında, düşünce üretmek için olsa gerek, tümcelerini gösterişli ama içi boş çok anlamlı sözüklerle bezerler.!
Bu yazının şaşılası, bir doğuş nedeni var. Okul yıllarından başlayarak, son sevgililer günü buluşması dahil, bana filozof adını uygun bulurlar, genelde hoşnut da olurdum.
On günden beri, bu sözüğün ne anlamda bana yakıştırıldığını araştırıyorum, haklıyım, ben bir resim öğretmeniyim.
George Thomson'nun, “İlk Flozoflar” yapıtından başlayarak, tekrar tekrar okuyarak, Aslan Kaynardağ'ın felsefecilerle söyleşiler butiğini bir kere okudum, ikinci okuyuşlarda yarılardayım.
İçerik hep aynı. Filan şunu dedi, falan bunu dedi. Sorasım geliyor kardeş sen ne dedin??. Nötür konuşmalar.!
Söylemde, İhsan Yücel karşıma çıktı. Acaba aradığım filozof bu muydu diye düşündüm!.
Akşamda, sabahta bir uygun zamanda, Aydın Sanatevine uğrar bir kahvemi içerseniz, beni sevindirirsiniz. Öperim.
E. Aydın, 18Şubat2000
SAYIN BAYAN RAHŞAN ECEVİT
Keser döndü, sap döndü, gün geldi devran döndü ve büyük çoğunluğun umudu, iktidara geldi.
Kamu; bugününü, yarınını sizin us görünüze emanet etmiştir.
Bunalımdan çıkışın reçetesi acıdır. Ama ulusca acıyı paylaşmaya tamı tamına hazırız.
Tıpkı milli müadelede olduğu gibi; ulusal olmayı tek koşul olarak getiriniz. Bize Onuncu Yıl marşını tekrar armağan ediniz.
Kaybolan ulusal onurumuzu, koşulsuz geri getiriniz. Sizden bunu ulusca bekliyoruz.
Pilotlukla bekleyiniz denir.
Dünya ulusları; çıkar nedenleri ve tarihteki konumları gereği bize karşıdılar. Amaçlarını Lozan’da olduğu gibi kabul ettirmeye çalışıyorlar. <İnönü ile Gurzon arasında, ikinci görüşmede kapitülasyonlar için yapılan konuşmada, siz neyinize güveniyorsunuz?, ülkeniz viran, sanayiniz yok, yetişmiş elemanınız yok, paranız yok, yarın gelip yine bize el açacaksınız der.>
Yanıt, sayın Lordum, siz şimdi şu uzlaşmayı lütfen onaylayınız, diğer önerilerinizi, biz bize, para için gelince konuşalım der.
Aradan yıllar geçer, galiba Büyük Millet Meclisi inşaatı için biraz paraya gereksinim olur. Paşa Osmanlı Bankasına para istemek için bir eleman yollar. Müdür, hay hay der, yalnız Paşa'nın kendileri lütfen gelsinler, sözü Paşa'ya ulaştığında yanıt, yüksek sesle; tamam anlaşıldı, biz onlardan hiç bir şey istemiyoruz olur.
Şimdilik, bir kaç cephede resmen, Nato nedeniyle savaş halindeyiz.
Ululararası bir sıcak savaş, 1999 yılı içinde olası.
Ulusumuzu, bizi, çocuklarımızı, Cumhuriyet 'imizi savaştan kurtaracak, gelişim ve girişimleri birinci plana alınız.!!
Artık ölmeyelim, öldürmeyelim. Türk ulusu, Osmanlı'dan buyana ölmekten hep korundu, koruyalım.
Dış ülkelere, öylesine bol kepçe yardımlar dağıtılırken, canımız, malımız pahasına oturduğumuz bu güzel ülkede üvey evlat gibi yaşamak bize zor geliyor.
Sayın Özal, benim vatandaşım işini bilir dediğinden beri hırsızlık, kanunsuzluk moda oldu. Memurun hakkını kararınca ödemeyen hükümetler ayakta kalmakta zorlanırlar.
I.M.F karşıtı, U.S.İ.A.D başlıklı bir gazete alıntısını da sunuyorum. Bu yazımı, bir hanımefendi duyarlılığına sığınarak oluşturdum, bağışlayacağınızı umarım. Saygılar...
Emekli Öğretmen
E. Aydın, 4Temmuz1999
Dostları ilə paylaş: |