Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə56/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   90

ÇEKiRGE SOKAĞI

_ 3804 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

3805

ÇEKMECE




** UN*


Hamdipaşa Mektebi Sokağı ve Asmalısakız Sokağı ile kavuşakları vardır, Sakızlıyalı Sokağı ile de dörtyol ağzı yaparak kesişir. İki araba geçecek genişlikde, asfaltlanmış bir yol olup sonlarına doğru toprak yola çevrilir; kapu numaraları 1-25 ve 2-34 olup ahşap, ;kârgir, beton evler arasından geçer. Bir ucunda bağçeli bir kahvehane vardır (Nisan 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇEKİRGE YAĞMURU — Bağçeler tarlalar için büyük âfetlerden bilinen çekirge yağmuru, istilâsı, büyük şehirler içinde görülmüş hâdiselerden .değildir; pek '. ender Ivak'a olarak 3 temmuz 1306 (15 temmuz 1890) salı günü,sabahı İstanbul'a çekirge yağdı; ziraat için, köylü için korkunç 'âfet olan hâdise, şehir Shalkı için eğlence oldu; Sultanahmed, Ayasofya ve Baya-zıd meydanlarını kaplayan ve durmadan kaynaşan, oynaşan çekirgeler saatlerce seyredildi. • 'Bibi. : Sabah Gazetesi.

ÇEKİ TAŞI — (B.: Çeki); Halk ağzı deyim: «Zıpırın aksi, ağır başlı, sıkletçe ağır adam»; geçen asrın hiciv şâiri Sürûrî çekitaşını bir mil-rekkeb isim olarak halk ağzı deyimle alay yollu tamamen aksi mânâda kullanmışdır:





U

V

Çekirge Gazetesinin başlığı

ve manzumelere bırakılmışdır. İlk nüshası hicrî 25 rebîülevvel 1329, mâlî 14 mart 1327 (Milâdî 27 mart 1911) pazartesi günü çıkmış olan Çekirge, pazartesi ve perşembe günleri haftada iki defa çıkmış ve nüshası 10 paraya satümış-dır; kaç nüsha /devam edildiği teshil olunama-dı. Sahibi imtiyaz ve müdiri mes'ulü Hüseyin Nazmi adında bir zât olup onun da asıl mesleği, meşrebi öğrenilemedi. İdarehane olarak Ebussu-ud Caddesinde 35 numaralı dâirei mahsûsa gös-terilmi'şdir, ve Reşadiye Matbaasında basılmış-dır. Sermuharrir olarak «Çekirge», musavvir o-larak da «Sığırcık» takma isimleri verilmiş, gazetenin isim yazısı etrafına iki buğday başağından bir çerçeve yapılarak başaklara da bir çekirge ile bir sığırcık kuşu jresmi kondurulmuş»-dur; altına da fasılalı üç satır hâlinde: «Bir sıçrarsın Çekirge», '«İki sıçrarsın Çekirge», «Ü-çüncüsünde ele geçersin Çekirge» tekerlemesi konmuşdur! ikinci nüshadan itibaren de «numara» yazısı kaldırılmış, onun yerine «Sıçrayış» denilmişdir; Haftada iki defa «çıkar» yerine ele «zıp zıp sıçrar» denilmişdir.

ÇEKİRGE SOKAĞI — Bakırköyünde; Kartopu Sokağı ile Yaliboyu arasında uzanır;

Varsa tartılsa Odunkapusunda birimiz Çeki taşı çekemez hayli girancan zıpırız!

Misaller: Kızını istiyen bir genç üzerinde mütereddid bir kimseye hitâb ile:

— Hiç düşünme ver., çekitaşı gibi delikan
lıdır...

* Bir pehlivandan bahsedilir:



  • Sırtı yere gelmemiş...

  • Doğrudur.. Oyun bilmez ama, çekitaşı-
    dır. Bir çöktü, yattı mı, çevirmek için manda
    kuvveti lâzımdır...

ÇEKME — Eskiden ^kervan yollarını kesen sular üzerinde herhangi bir sebeble köprü kurulamadığı zaman, hayvanları, yükleri ve yolcuları ile kervanı suyun bir yakasından pbür yakasına geçirmek için kurulan tertibatın adıdır: Suyun iki yakasına iri sağlam kazıklar çakılır, sonra bir kayık ile bir yakadan öbür yakaya halatlar geçirilir ve halatların, çakılan kazıklara sağlamca bağlandıktan sonra, halat gerilir. Kervanın yükü ve hayvanları ve yolcuları sureti mahsûsada yapılmış sallara bindirilir, Çekmenin adamları, kervan halkının da yardımı ile gergin halatlara yapışarak, çeke çeke salı öbür tarafa ulaşdırırlar. Güç işdir, ağır iğdir, kervanları ve sefer yolundaki orduları günlerce oyalar.

İstanbul'dan Edirne'ye, Balkanlara, Viya-na'ya kadar uzanan büyük kervan ve ordu yolunun üzerinde bulunan /Büyükçekmece ve Kü-çükçekmece köyleri isimlerini, köprüler yapıl-1 madan önce oralarda bulunan birer çekmeden almışlardır.

M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adlı eserinde H. Kâzım Beyin Büyük Türk Lûgatındaki bir kaydı aynen olarak: «Eskiden çekdîrilerin (kürekli gemilerin) çekildiği yere de çekmece adı-'verilirdi, Büyükçekmece ve Küçükçekınece adları bundan kalmışdır» demesi bize hatalı görünüyor. (B.: Büyükçekmece; Büyükçekmece köprüsü; Kü-çükçekmece).

ÇEKMECE — «Batı türkcesinde isim, çekilir gözleri olan ufak sandık, kutu» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati); H. Kâzım Bey bu kelime için lûgatına Keçecizâde İzzet Molladan şu beyti alıyor:

Değil çekmece, bir bedestan imiş Meğer kim o bir cevhere kân imiş

Antikacı merhum '• Nureddin Rüşdi Bün-gül «Eski Eserler Ansiklopedisi» isimli eserinde Çekmece maddesinde şunları yazıyor: «Göz göz çekmelere ayrılmış bir ferzda yapılan sanduk-<

çelerdir; bunların Edirne mâmûlâtkndan tezhib ve telvinatlı ve .taralıları bozulmamış ise, 150 lira kadar eder, 30 lira ile 70 lira arasında edenleri de vardır (1939 piyasası). İsfahan tarzında sâde fildişi işlenmiş olanlarının da arasında 150 lira edenleri vardır. Ağaç üzerine kadife kaplanarak üstleri gümüş işlenmişleri de gümüşünün ve işinin derecesine göre 30, 50, ve hattâ 100 lira edenleri görülmüşdür.»

Topkapı Sarayı Müzesi Yayınları «Eski Çekmeceler» adını taşıyan 4 numaralı broşüründe «Önsöz» başlığı altında şu malûmat verilmektedir: «Türk sanatında çekmece, kutu, sandıkça, sandık, divit ve kalemdanın ayrı bir yeri vardır. Muhtelif asırlarda türlü şekillerde tezyin edilerek yapılmış bir nevi eşyanın ağaç, gümüş, altın-, demir, tombak, kumaş, deri, mukavva, lake gibi nevilerine rastlanmaktadır. Bu çekmeceler yapıldıkları yerlere ;göre Edirne işi, İstanbul işi gibi isimler alırlar. Bugün eski çekmecelerin mühim bir kısmı Topkapı Sarayında, Türk ve İslâm Eserleri Müzesinde, bir kaç parça da Konya Müzesinde, Ankara Etnografya Müzesinde (bulunmaktadır. Daha başka yerlerde ve hususî ellerde de bir kaç parça bulunabileceği tabiîdir.

«Türk sanatkârının mahviyeti bu çekmecelerde de görülmektedir; teşhir edilen 72 parça çekmeceden ancak 7 adedinin üstünde yapan sanatkârın imzası vardır ki o isimler de şunlardır: Ahmed bin Hasan, Dalgıç Ahmed Çavuş, Meh-med Bevvab, Hasan Bahîrî, Ali Üsküdârî, Derviş Hasan Eyyûbî, Mıgırdiç Melkon.

«Devrimize intikal etmemiş eski çekmeceler arasında sarayda kullanılmış altın ve gümüşden, yeşim ve akikden yapılmış, yâkud, zümrüd, yakut ve emsali kıymetli taşlarla ve incilerle bezenmiş çekmecelerin bulunduğu arşiv ve hazîne kayıdîa-rmdan anlaşılıyor. Maalesef bunlardan ancak bir iki tanesi kalmışdır.

«Topkapu Sarayı Müzesinde 1956 yılı nisanında açılan Eski Çekmeceler Sergisinde teşhir edilen 72 parça çekmecede görüldüğü üzere XVIII. asırdan önce yapılan yazı çekmeceleri daha sâde ve zevkli işçiliğe sâhibdir. XVIII. asrın ikinci yarısından itibaren türk .sanatkârları Av-rupâî tesir altında kalmaya başlamışlardır; Üçüncü Sultan Selime yapılan çekmece ise (padişahlığı 1789-1808) yazıhane şeklini almışdır. Daha sonraları yazı çekmeceleri yerlerini büsbütün yazı masalarına bırakmışdır.»

Yukardaki kaynaklar çekmeceyi gereği gibi tarif etmemişlerdir. Eski türk evi, konağı, sarayı



ÇEKMECE CADDESi

— 3806 —


istanbul

ÂNSİKLOPEDlSİ

— 3807 —

ÇEKME KÖYÜ





(Resim
ve iş hayatında sekiz çeşid çekmece kullanılmış-dır:

1 — Mushafı Şerif çekmeceleri:

Yerden insan belini aşacak yükseklikde yapılmışlardır; içlerinde, büyük hattatların kalemiyle yazılmış, bir servet harcanarak tezhib edilmiş, cîldleri gaayetle nefis, hattâ bâzan murana, kıymetlerine baha biçilmez mushafı şerifler muhafaza edilmiş. Dolayısı ile çekmecenin kendisi de. mazrufunun manevî ve maddî kıymetine denk bir sanat eseri olmuşdur; en sağlam ve değerli ağaçlar kullanılmış, altınla, gümüşle kaplanmış, üzerlerine altınla, gümüşle, sedefle bâzan sâhiblerinin isimleriyle beraber âyetler, şiirler yazılmışdır. .

2 — Yazı çekmeceleri:

Avrupâî yazıhanelerden, yazı masalarından önce aynı işi görmüş çekmecelerdir; içlerine gözler, raflar yazılmış, zarfıiıın kıymetiyle ahenkli mürekkeb hokkaları, rıhdanlık, kalemtraşlar, kamış kalemler, maktalar, kâğıd makaslan, mühür mumları, kâğıdlar yerleştirilmişdir. Bu yazı çekmeceleri, "kullanacak kimselerin içtimaî seviyelerine göre çeşidli kıymedde yapılmışlardır; alelade olanları vardır, pek yüksek sanat değeri taşıyanları vardır.

3 — Mücevher çekmeceleri:

Eski türk konağında, sarayında bir nevi kasa hizmeti görmüşlerdir. Kilidleri de kilidciler tarafından sureti mahsûsada tek olarak yapılmışdır. İçlerinde mücevher çeşidlerine göre ve çıplak kıymetli taşlar için ayrı ayrı gözler, taş kıratlarını ve inci mıskallarını ölçmek için küçük kenar teraziler ve hususî ağırlık ölçüleri bulunmuşdur; meselâ l kırat, 4 aded keçiboynuzu çekirdeği ağırlığıdır; 24 kırat da l mıskal eder. Bu çekmecelere hem keçiboynuzu çekirdekleri, hem de onlara göre ayarlanmış ve devlet darbhânesince doğruluğu mühürlenmiş ölçüler konulurdu.

4 — Para çekmeceleri:

Bunlar da bir nevi kasa hizmeti görmüşdür. Hem evlerde, konaklarda, saraylarda, hem de esnaf tarafından dükkânlarda kullamlmışdır. Devir devir tedavülde olan bakır, gümüş ve altın madenî paraların cinslerine göre ayrı ayrı gözleri olmuş, ayrıca altın ayarlarını ölçmek için «vezne» denilen husûsî bir de .âlet bulunmuş. Bu çekmecelerin de kilidlerine fevkalâde ehemmiyet verilmiş, fakat yapılarında, diğer çekmece çeşidlerinde olduğu gibi tezyini sanat tekellüfü gösterilmemişdir.

5 — Sakalı Şerif çekmeceleri:

Sarayda ve bâzı camilerde Peygamberimizin sakalının kılları manevî sânına lâyık sureti mah-

sûsada yapılmış çekmecelerde muhafaza edilmiş-dir.

6 — Surre çekmeceleri:

Yalnız sarayda kullamlmışdır; her sene bir çekmececi ustaya berberbaşılar tarafından yaptırılır gaayet küçük kutuyu andırır gümüş çekmecelerdir. Pâdişâhın saç ve sakal tıraşlarında kesilip dökülen kılları berberbaşı ağa toplar, gül suyu ile yıkar, kurutur ve bu çekmece içinde birikdirip saklardı. Her yıl Hac zamanı bu çekmeceyi Surre Eminine verirler, o da beraberinde götürür, dö-nüşde Medînede Ravzai Mutahhara avlusunun bir köşesine gömerdi. Garib fakat şirin bir an'anedir.

7 —• Tuvalet çekmeceleri:

Sultanların, hanım sultanların, hanımların el aynaları, tarakları, tırnak makasları, cımbızları, sürmedanlıkları, rastık çanakları, ağda çanakları, allıkları, düzgünleri, ben kondurmak ladenleri, gülyağı ve ıtrişâhî gibi kokuları sureti mahsûsada yapılır çekmecelerde dururdu.

8 — Dikiş ve nakış çekmeceleri:

O işler için gereken şeyleri toplar çekmecelerdir.

Yukarda adı geçen müze broşüründe çekmece yapmış yedi sanatkârın ismi vardır, hepsi de İstanbulludur. Fetihden XVIII. asır sonlarına kadar İstanbulda çekmececilik küçük güzel sanatlardan biri olmusdu; öylesine ki İstanbula gelen Avrupalı sefireler türk işi bir mücevher çekmecesi edinmeden memleketlerine dönmemişlerdir. Eski usûl çekmece yapan son büyük sanatkârlardan biri Sedef kâr Vâsıf Bey merhum idi (B.: Sedef, Vâsıf).

Müze broşürü 1956 daki Eski Çekmeceler Sergisi dolayısı ile bir sergi rehberi olarak hazır-lanmışdı; sergide teşhir edilen 72 parça çekmece o rehber - broşürde ayrı ayrı tarif edilmişdir.

ÇEKMECE CADDESİ — Yeşilköy yollarından; Yeşilköy İstasyon Caddesi ile Yeşilköy -Halkalı Caddesi arasında uzanır; Ümraniye Bostan Sokağı, Bıldırcın Sokağı, Güvercin Sokağı, Ümran Sokağı, Mahmutşevketpaşa Sokağı ve iki isimsiz yol ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 13).

İstasyon Caddesi tarafından gelindiğine göre sol başda üzeri namazgâhlı kesme taşdan Ali Paşa çeşmesi vardır. (Kitabe tarihi 1258 = milâdî 1842- 1843VBir arabanın rahat geçebileceği ge-nişlikde, iki kenarı ağaçlı, mıcır taş döşeli olarak başlar, çeşmeden sonra yine sol kolda Rum Özel İlkokulu görülür;, cadde, çoğu ahşab bağçeli köşkler arasından geçer; Bıldırcın Sokağı ile olan ka-

vuşağından sonra toprak yol olur, ve öylece sona erer. Bu kısımda bağçeli dört ev görülür. (Nisan

1964).


Hakkı GÖKTÜRK

ÇEKME DALYANI — Marmara ve Boğaziçi sularında kurulan dalyanların çeşitlerinden biridir, (diğerleri: Şıra Dalyanları, Kurtağzı Dalyanı, Kırına Kepasti Dalyam, Çit Dalyanı; bu isimlere bakınız). Aşağıdaki tarif (notunu Kara-kin Bey Deveciyanın Balık ve Balıkçılık adındaki muhalled -eserinden alıyoruz:

«Şeklinde görüleceği veçhile kıyıdan dalyana kadar bir, dalyanın ağzından denize doğru bir, ve çardakların altında da bir ki cem'an üç germesi, dalyanın yanında, direkler üzerinde tahtadan inşâ edilmiş iki aded «çardak» tâbir olunur ufak odacıklar vardır. Reis ile beraber altı nefer tayfa bu çardaklarda bulunmaya mecburdur.

«Dalyanda dikilen direkler on iki aded gemi demirleri ile tahkim edilir, beher demir 1-2 kantar ağırlığındadır.

«Bu çeşid dalyanda üç nevî ağ kullanılır: 10 milimetre gözünde «kilindar», 13 milimetre gözünde «orta parça», 15 milimetre gözünde «moda» denilen ağlardır. Germe için 35 milimetre a-çıklığında âdi ağ kullanılır. Dalyanın direk ve kazıklarının rabtı ve tahkimi için demir tel kullanılır.

«Çekme dalyanı teşkil eden ağ ekseriya murabba şeklinde olup bunun yalnız bir tarafı kazıklara merbut ve suyun sathında, şâir tarafları kamilen denizin zemînin-de yatmakda olduğundan, kazıklara bağlı olmayan cihetlerine merbut bulunan «moda» iplerinin u-cu çardaklarda bekleyen tayfaların yanındadır. Balığın dalyana girdiği görülünce evvelâ dalyanın ağız tarafındaki ipler çekilip ağzı kapatılır. Dalyan ağzının çardaklar tarafındaki kıyısına bağlı bulunan «moda» iplerinin ucunda yirmi beşer okkalık taş bağlıdır, bu

taşlar, çardakda durur ve çardakdaki tayfalar tarafından bker ayak darbesi ile yukardan denize atılır, o ağır taşlar deniz dibine inerken ipler vâsıtası ile ağın bu kenarını da çekip yukarı kaldırır, bu suretle ağın o ciheti de kapanır. Eğer balıklar dalyanın havuz kısmına henüz geçmemiş ise havuz tarafındaki ipler de çekilip balıklar hapsedilir. Sonra kepçe vâsıtası ile, yâhud kayığa boci etmek suretiyle balıklar alınır.

«Şâyed balıklar havuz tarafına geçmiş ise, tas vesaire atmak suretiyle ürkütülerek ağın bulunduğu mahalle sevk edilip avlanır.

«Çekme dalyan 3-3,5 kolaç sularda kurulur ve bu dalyanda yalnız kefal balığı tutulur; bâzan lüfer, ve nâdir olarak levrek ve uskumru da tutulur. Çekme dalyan 100 (altın para zamanı) masrafla yapılır.» (K. Deveeiyan)

ÇEKME KÖYÜ — Üsküdarın Kısıklı Nahiyesi köylerinden; Dudullu'nun arkasına düşer, deniz yüzünden 100 metre kadar yükseklikde, Ke-çiağılı Tepesinin güney yamacında kurulmuşdur; 72 hâne olup nüfusu son sayıma göre 249 kadın ve 171 erkek 420 kişidir; bir camii, beş sınıflı bir ilk okulu. 3 bakkalı ve 4 kahvehanesi vardır; köyü 1962 yılı ekim ayında ziyaretimizde okulda 41



Çekme Dalyan Karakin Deveciyan'dan)

ÇEKME KÖYÜ

— 3808


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

3809

ÇBLEBÎ




erkek ve 31 kız çocuk olmak üzere 72 öğrenci bulunuyordu; dört kahvehaneden birinin binası köyün malı olup Sevet Efendi adında bir zat tarafından işletilmekte idi, ki bu zat, kahvehanenin bir bölümünde aynı zamanda köyün berberliğini de yapmakta idi; diğer kahvehaneleri işletenler Emin Şayan, Enver înce ve Kemal Zengin adındaki kimseler idi. Fırın yok idi, köylü ekmeğini kendisi yapmakda, bir kısmı da bakkallar vâsıtası ile Dudulludan temin et-mekde idi. Elektrik yok idi; kahvehaneler ve okul ve evlerin çoğu lüks lâmbaları, bir kısmı da gaz lâmbaları ile aydınlatılmakta idi. '

Çekme köyü Üsküdara 16 kilometre mesafede olup ulaşma, köy halkından biı kaç şoförün arabaları ile sağlanır. Telefonu vardır, fakat Dudullu Jandarma ' karakolu vâsıtası ile Ümraniye santralinden şehre bağlanır; köy, di-ledigği yeri arar, er veya geç bulur, konuşur, fakat, şehirden Çekme Köyünü telefonla bulup konuşmak imkânsız gibidir.

Suyunu üç kaynakdan temin eder, bunların içinde üç kilometre kadar uzakdaki Safdere suyu Taşdelen ayarında bir sudur.

Çok eski bir köydür; dalgalı bir arazi üzerinde şirin bir görünüşü vardır; Dudulludan gelen yol hafif bir yokuş ile bir kavis çizerek köye girer, sonra çok dik bir yokuşla cami önüne çıkılır; o-radan, köy içinden yine bir kavis çizerek ve bir dere yatağı geçerek yeni binası köy malı olan kahve önüne gelir; bu kahvehane sed üstü bir yapıdır, ve buradan köyün görünüşü çok güzeldir; bir beton yapı olan bu kahvehane 1961 de inşâ edilmişdir.

Köy halkı evlâdı fâtihandandır; Kırım Harbinden sonra, 1860 da bk kaç hâne çerkes - nogay muhaciri, Rus Harbinden sonra 1877 de de on hâne kadar Rumeli muhaciri iskân edilmişdir; Rumeli muhacirlerinin hepsi Lofçalıdır, halkının büyük ekseriyeti rençberdir, fakat yeni nesiller sanayi hayatı inkişâf ettikçe fabrika işçiliğini tarlaya" tercih etmeye başlamışdır. Hayvan besleyen, sağmalcıılk yapan yok gibidir; bu iş ile 1935-1940 arasına kadar bk kaç aile meşgul olmuş, sonra onlar da terk etmişler. Köy toprağı sınırlanma-mışdır, Ârifpaşa Çiftliği Arazisi ile (sâhibleri Bay Hayreddin Sarıca ve Abdullah Sarıca) girift bir

Çekme Köyü Camii (Resim ve plân : Ömer Tel)

haldedir; bir kısım köylü de Mısırlı Prens Halim

Paşaya âid Baltacı Çiftliği arazisini kullanır (1962),

E. General Hakkı Râif AYYILDIZ

ÇEKME KÖYÜ CAMİÎ — Kagir yapı, kiremit döşenmiş ahşab çatı ile örtülmüş, kagir ve bodurca minareli bir camidir; banisi 1876 Rumeli muhâcklerinden Lofçalı Ali Efendidir; meyilli bir zemin üstüne inşâ edildiği için bir taraf dan fevkaanîdir; camie minare kaidesi yanından altı basamak taş merdivenle çıkılarak girilir. Önce pabuçluk, sonra koridor şeklinde bir son cemaat yeri gelir, ki burası asıl ibâdet sahnından bir kafesle ayrılmışdır; nihayetin ahşab bir merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır; ibâdet sahnı kare şeklinde olup vaiz kürsüsü ve minberi ahşabdır; minare kapusu da ibâdet sahnındadır; pabuçlukdan bir kapu ile bir odaya geçilir ki 1928 yılında köy mektebi yapılıncaya kadar bu oda mekteb olarak kullanılmakda idi, daha doğru tâbir ile banisi tarafından camie mekteb olarak ilâve ediinıişdi, sekiz basamak taş merdivenle çıklır ayrıca kapusu da vardır, altındaki bodrum da tabutluk olarak kullanılır; köy muhtarlığı bu odanın cami ile nıu-vasalesini temin eden kapuyu ördürterek burasını köy misafir odası yapmak için fiilen işe başlamış bulunuyordu. Odanın yanında ve camiin arkasında bir geniş bölme daha vardır ki köy malı olarak dükkân hâlinde kirada idi; buraya yol üstündeki kapusundan düz ayak girilir.

Camiin batı duvarı önünde, yola nisbetle çukurda avlusu bir saha bulunmaktadır; burada küçük bir sundurma önünde bir çeşme bulunmaktadır; avludan ve çeşme önünden yola bir taş merdivenle çıkılır. (1962).

ÇEKOVA _(O!ga) — Sessiz sinemanın büyük yıldızlarından bir rus aktrisi, Birinci Cihan Harbi sonunda bolşeviklerden kaçan muhacirler arasında İstanbula sığındı, ki büyük şehir o zamanlar îtilâf Devletlerinin (İngiltere, Fransa, İtalya) askerî işgaali altında bulunuyordu, Olga da henüz şöhret olmamışdı; körpe, toy ve güzel bir kızdı, o zamanki İstanbul için bir «haraso» dan başka bir şey değildi. (B.: Haraso). Çarşıkapuda muhacir ruslar tarafından açılmış bir bar vardı, ismi de gaalibâ «Bağçesaray» idi; Oîga Çekova bir müddet bu barda çalışdı, şarkılar söyledi, bâzı rakıs numaraları yapdı. Sonra bütün emsali gibi Parise gitti, ve kısa bir zaman sonra da fransız filmciliğinin en büyük ve çok cazibeli şöhretlerinden biri oldu.

ÇELEBİ — Eski toplum hayatımızda meslek, sanat, iş gözetilmeden kullanılmış bir unvan-

dır: «Berber Osman Çelebi, Demirci Ahmed Çelebi, Kavukcu ibrahim Çelebi, İmam Ali Çelebi, Hamamcılar Kâhyası İsmail Çelebi, Defterdar İskender Çelebi» gibi isimlere rastlanır; bu unvanı hattâ gayri müslimler de taşımışdır. Onyedinci asır ortasında yaşamış meşhur bir ermeni muharririn adı «Eremiya Çelebi Kömürciyan» dır. Yine aynı asırda yaşamış bir fransız seyyahı ve yazarı, Jean de Tevenot da «Tevenat Çelebi» diye meşhurdur. Lehçe-i Osmânîde: «okuma bilen, okumuş» diyor. Hüseyin Kâzım Bey ise: «Büyük Türk Lügati» nda daha geniş olarak mânâlandmyor: «asil, necib; nâzik, zarif; edebli, terbiyeli» diyor, fakat okumuş, okuma bilir kişiliği kaydetmiyor. Edebî ve tarihî metinlerimizde pek çok örneği vardır. Bu kelimede «Hoş gören, tesamuh sahibi» mânası da vardır.

Tarihimizde pek seçkin sunalar bu unvan ile anılmışlardır; Mevlûd nâzımı Süleyman Çelebi, ansiklopedik bilgin Kâtib Çelebi, büyük muharrir ve seyyah Evliya Çelebi gibi.

Konyada Mevlevi tarikatinin mehdi olan der-gâhda postnişin olan şeyhin unvanı da «Çelebi Efendi» idi; Hazreti Mevîânânın evlâd ve ahfadı da zamanımıza kadar çelebi unvanım lâkab ve soyadı olarak taşıya gelmişlerdir; pek şöhret bit sima Veled Çelebidir (B.: İzbudak, Veled).

Hüseyin Kâzım Bey: «Bu unvanın gayri müs-limlere, frenküere de verilmesi kaabili îzah değildir» diyor.

Çelebi, başka unvanı olan kimseler hakkında da taşıdığı mânâlar ile sıfat olarak kullanılmışdır; meselâ: «Pertev Demirhan Paşa, nâzik, çelebi, fakat üniformasının içinde ve işinin başında son adının tam timsâli idi», «Ahmed Ağa vücudu az bulunur--çelebilerdendir...», «yalın ayaklı yarım pabuçlu kayıkçı diye hor görme, Mehmed, çelebi adamdır», denilir.

İstanbulda avam ağzında «zevç, koca» kargılığı olarak da kullanılmışdır, fakat biz öyle sanıyoruz ki aynı zamanda okur yazar, kâtib sınıfından bir koca kasdedilmiş olacakdır; Enderunlu Vâsıfın mahalle yosması, sürtüğü kız ağzından anasına verilmiş cevabnâmenin bir kıtasında çelebi, koca mânâsında kullanılmışdır:

Kapu çalındı baksanıza abe kimdir o Çek ipi geldi bacı kadın horatayı ko Sana ne mutlu kız çelebin demiyor şu bu Kal sağlıcakla dinlemem artık şunu bunu Ön beş yaşında kendime bir oynaş arayım

ÇELEBİ •— On yedinci asrın ortalarında yaşamış bir mirasyedi; adı ve milliyeti bilinmiyor, sâdece bu unvanı ile anılmısdır; gaayetle dilber



ÇELEBİ (Âsaf Halet)

bir delikanlıya âşık olmuş, ve maşuku oğlanın arzu ve ısrarı üzerine babasından kalmış bütün malını ve müvecherâtı harcıyarak en usta hanende, sazende ve köçek oğlanlardan mürekkeb bir oyuncu kolu kurrnuşdur. Hayatı hakkında başka kayde rastlanmadı. (B.: Çelebi Kolu). Bibi. : Evliya Çelebi, Seyyaha tnâme, I.

ÇELEBİ (Âsaf Halet) — Yeni türk şiirinin öncülerinden; anadiline tasarrufu sağlam, tarih kültürü iyi, soyadının lügat mânâları ile asil, ne-cib, zarif, nâzik, edebli, terbiyeli, geniş tesâmuha sâhib bir zât idi. 1907 de İstanbulda doğmuşdur; Galatasarayı Lisesini bitirmiş, yüksek tahsilini tamamlamak için Fransaya gitmişdir. Memlekete döndüğünde Devlet Deniz Yollarında, İstanbul Üniversitesinin Edebiyat Fakültesinde ve daha başka yerlerde değişik işlerde çalışmış, her çalış-dığı yerde yadırganmış, türlü kıymetleri ve kültürü ve kibarlığı ile etrâfındakilerin küçüklük duygularını .ayaklandırmış, dolayısı ile huzur, rahat yüzü görememişdir; 1957 de en verimli, olgun çağında büyük muzdarib insan olarak ölmüşdür. Bu ansiklopedinin müdevvini ve sahibi Reşad Ekrem Koçu Âsaf Halet Çelebinin ölümü üzerine o tâ-rihde Her Gün Gazetesindeki günlük sohbet sütununda şu satırları yazmışdı:

«Arkadaşlığım yokdu, tanışırdık. Hürmet ederdim, severdim. Sevginin karşılıklı olduğunu söylerler, doğrudur sanırım.

«işlerimiz, yollarımız, muhitlerimiz ayrı, yıl-• da üç dört defa ancak görüşürdüm, ve her rastladığım zaman, sohbetinin, zarafetinin ve nezâketinin, emsalsiz nezâketinin, İstanbul efendiliğinin, kesimi kendine has bıyıklarla süslü asil ve temiz yüzünün, zengin lûgatçesi ile yarım asır evvelki türkçesinin farkında olmadan hasretini çekmiş olduğumu duyardım.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin