Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə53/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   90

ÇAVDAR (Mefamed Hayri) — İstanbulun en eski türk tüccar terzilerinden, Galatada Moda Terzihanesinin sahibi; 1890 da Sivasda doğdu, babasının adı Mustafadır; ciddî bir tahsil gördü, Mülkiye Mektebini (Siyasal Bilgiler Fakültesini) bitirdi, Sivasda vali maiyet memurluğunda bulundu; ayrıca hukuk tahsili için İsviçrede Geneve'e gitti (1914), Birinci Cihan Harbinden sonra ticâret hayatına atıldı ve Moda Terzihanesini kurdu (1920).

Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.

ÇAVDAR SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Taksimin Yenişehir Mahallesi sokaklarından (adı geçen rehberde Pafta 19/181); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi. (Şubat 1964).

ÇAVDARCI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beşiktaşda Vişnezâde Mahallesi sokaklarından; Vişnezâde camii önü sokağı ile Spor Caddesi arasında uzanır. (Adı geçen rehberde Pafta 20/172); Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi. (Mart 1964).

ÇAVLI (Emin Âli) — Tarih muallimi, muharrir; geniş ansiklopedik kültürü, heyecanlı sohbetleri ile sevilmiş ve aranmış bir (meclis adamı ol-muşdur; takvim ilminde bilhassa bir otorite bilinir; 12 mart 1888 de İstanbulda Fazlıpaşa Yokuşunda, bu yolun Kadırga Meydanına yakın alt başında çeşme yanındaki ahşab evde doğdu. Babası Âli Bey, şimdi Bulgaristanda kalmış Eski-zağranın Çavlı köyündendir, bu köyün timarma sâhib olmuş bir sipahinin torunudur; annesi Hidâyet Hanım da Eskizağra kasabasının içindendir, 1293 (1876) bozgununda İstanbula muhacir olarak geldiğinde Âli Beyle büyük şehirde evlen-mişdir.

İlk tahsilini babasının memuriyet ile bulunduğu Eceabadda yaptı, sonra İstanbulda Gedikpa-şada Tefeyyüz Mektebine (bir rüşdiyedir) yatılı

talebe oldu ve 1901 de bu mektebi birincilikle bitirdi, fakat, babasının isleri bozulmuş olduğundan bir idadiye giremeyen Emin Âli Uzun-köpriinün Kavaklı köyüne halasının yanına gönderildi ve orada üç sene tahsiline sekte verdi, mektebe gidememenin azabı içinde âvâre bir köy hayatı sürdü. Nihayet tahsil masrafı temin edilerek İstanbula gönderildi, ve 1904 de imtihan ile Nümûnei Terakki idadisinin ikinci sınıfına girdi, üçüncü sınıfa geçince (1906), Bayazıdda bir oda tutup kapandı ve öylesine çalışdı ki mektebler açılınca İdadinin son sınıfının imtihanını verdi ve kazandı; fakat hastalandı ve bîtab bir halde o sırada Edirnede bulunan babasının yanına gitti, ve kendisini bir yılda ancak toplayabildi. 1907 de yine imtihan ile Mektebi Mülkiyeye girdi ve 1910 da o yüksek mektebden diploma aldı; meşrûtiyetin ilk yılları idi, aşırı heyecanlı hava altında muallimliği idareciliğe tercih etti, Bursa Sultanisine tarih muallimi tâyin edildi; pek az sonra talebe müfettişi olarak Fransaya gitti; bu suretle Lil Üniversitesinde kendi tahsilini genişletme fırsatını buldu, fakat Fransada çok kalamadı, annesinin hastalığı üzerine 1913 de İstanbula döndü; pek az sonra da Birinci Cihan Harbi başladı ve Türkiye-de seferberlik ilân edildi. 25 yaşında bulunan genç muallim, tecil edilme imtiyazına sahib iken ne-ferlikle gönüllü asker oldu ve Orhaniye Kışlasında kırk gün talim gördü, fakat Maarif Nezâreti gönüllü neferi aslî vazifesine çekip aldı; 1913 -1918 arasında İstanbul ve Vefa sultanilerinde tarih muallimliği yapdı. Orta öğretim müdürü ile yaptığı bir münakaşa sonunda Bursa Sultanisine nakil olundu. Emin ALi, bir fikir çekişmesinin bu suretle bir nevi cezaya bağlanmasını protesto mâhiyetinde Bursaya gitmedi ve üç sene açıkta kaldı (1919 - 1921); Kantariye Şirketinde, Kadınları Çalıştırma Cemiyetinde, bunlara benzer kuramlarda i§ buldu. 1922 de Vefa Lisesindeki eski vazifesine davet olundu ve 1922 den 1932 yılına kadar on sene Vefa ve Pertevniyal Liselerinde tarih muallimliği yapdı. 1933 de Maarif müşaviri olarak Afganistaııa gitti, üç sene orada kaldı; 1936 da bir Hindistan. seyahatinde hastalandı ve memlekete hasta olarak döndü (1937); 1937 de Haydarpaşa, 1938 de Pertevniyal Lisesine tarih muallimi oldu; Beyoğlu Kız lisesinde, sonra Güzel Sanatlar Akademisinde tarih muallimliği yapdı ve 1950 de bu son görevinden emekliye ayrıldı.

Boylu boslu, veçhen sevimli, yaradılış! temiz, halleri tavırları merdâne, giyimi kuşamı babayani, kalenderâne, dostuna vefakâr, fikirlerini

beyanda pervasız, münakaşa, mücadeleden yılmaz,
kaçmaz, hülâsa bir şövaliye adamdır; fakat, fakat,
para tutumluğu hasislik derecesindedir, gönlün
den koparak bir kahve, bir çay, bir çorba ikra
mına nail olanlar, pek enderdir; ama Emin Âli
Bey bu halini de yakınlarına hoş göstermeye mu
vaffak olmuşdur. :

Aşağıdaki satırları bize tevdi edilmiş hatıralardan alıyoruz:

«Çavlı köyündeki baba evimizde bir odanın duvarında asılı eski bir kılıç dururdu; İkinci Sultan Muradın Varna muharebesine katılmış bir dedemizin yadigârı olduğu söylenirdi. Babam da on sekiz kuşak ceddini sayardı. Niçin kaydetmedim, zapîetmedim, yanarım.»

«Bursa Sultanisinde muallim iken azledildi-ğimi öğrendim, hemen İstanbula gidip Maarif Nazın Şükrü Beyden sebebini sordum:



  • Sen bir İslâm tarihi yazmışsın, dedi.

  • Evet, yazdım ama, karşılığında azil değil,
    takdir bekliyordum... ;

  • Bizzat okudum, bâzı yerlerini kırmızı ka
    lemle çizdim; onları tashih et, azil kararını geri
    alayım!., dedi.

  • Çizdiğiniz yerleri
    değiştiremem, hakikati ka
    rarınıza feda edemem!...
    dedim.

«Bir an düşündü: •—• Bursaya vazifenize dönünüz!... dedi, ve çok geçmeden beni talebe müfettişi olarak Fransaya yolladı.»

«Türk Ocaklarının kurucuları arasındayım. Son hayat ânına kadar iftihar edeceğim bir hâtıramdır, hizmetimdir.»

ÇAVUŞ — Batı türk-çesinde terkedilmiş, kullanılmaz olmuş «Ses, Nida, Ün, Şöhret, İlân, Bildiri, Çağırma, Davet» anlamlarında «Çav» kökünden yapılmış bir isimdir; «Eskiden divanlarda verilen kararları ve hükümleri yüksek ses ile halka bildiren adanı; orduda, asker-likde kumandanlık emir-

lerini askere, nefere tebliğ ile onları bizzat tatbik ettiren küçük zabit; Başçavuş, çavuşların âmiri küçük zabit» (Türk Lügati).

Çavuşluk, Türkiyede daha ilk devlet teşkilâtında çok önemli bir unvan, memuriyet olmuşdur; Osmanlı devletinin kurucusu Osrnan Gaziden İmparatorluğun en azametli devrini temsil eden Kanunî Sultan Süleymana kadar geçen devir içinde elçiler, pâdişâhlar fermanlarını yabancı hükümdarlara bildirmeye, siyâsî konuşmalara memur kimseler umumiyet ile «Çavuş» unvanını taşıyan biri olmuştur.

' «Enderun Tarihi» müellifi Tayyarzâde Ata Bey, Osmanlı devletinde çavuşluğun önce bir en-derun, saray hizmeti olduğunu, ve çavuşluk unvanının şahsî kaabiliyet ve istidad sahihlerine verildiğini kaydetiyor ve şu malûmatı veriyor:

«Orhan Gazi asrında muhâberât ve sefaret ve idârei memleket ve tahkikat ve tecessüsâtı ahvâli memleket için bâzı yerlere gönderilen kimselere çavuş denilirdi. Sonra ülkeler genişleyince Osmanlı devletinin şan ve şevketi artınca, bu muhtelif hizmetlerde kademe kademe tatarlar, kozbek-çiler, hasekiler, müteferrikalar, zaimler, silâhşör-



ÇAVUŞ

— 3788


istanbul

ANSİKLOPEDÎSt

— 3789 —

ÇAVUŞBAŞI





Tersaneli Çavuşlar

Soldan sağa: Galata Çavuşu, Tersane Başçavuşu, Kaptanpaşa Başçavuşu. (Resim : Sabiha Bozcaîı)



Çavuşbaşı Deresi (Kroki : Saadi Nâzım Nirven)


Tersane Çıplak Çavuşu (Resim : S. Bozcaîı)

lar, kapucubaşılar, mî-riâlemler, kapucular kethüdaları, küçük ve büyük mîrâhorlar, bostan-cıbaşılar gönderildi, Eıı-derunun çavuş ağalarına müezzinlik, mûsiki-hânlık, mehterlik, resmî mevkilerde alkış hizmetleri, pâdişâh tarafından verilen bâzı e-mirleri yerine getirmek, bu arada bilhassa musiki fennini ilerletmek, sedaları güzel çılanlar hünkâr imamlığına liyâkat kesbetmek kaldı.

«Çavuşlar Ender unda iyi ahlâk sahibi ve maarif erbabı ağalardan seçilirlerdi ve ocak yolunu takib etmeden Has Odaya alınırlardı. Hanende çavuş ağalar müezzinliğe de memur olduklarından bunlar müezzin başı olurlar, o-radan hünkâr imamlığına yükselirler, ve bu vesile ile ilmiye mesleğine dâhil olurlardı; kadıaskerliğe kadar yükselmiş pek çok zât vardır». (Tayyâr-zâde Ahmed Ata, Tarihi Ata Enderun Tarihi, Cild I.).

Ata Bey, çavuş'u, Enderunu Hümâyunun zülüflü ağalarına verilen unvan olarak mütalâa etmişdir. Unutmamalıdır ki, bu (ünvan, saraya inhisar etmemiş1, ilk,askerî teşkilâta da girmiş, kapukulu asker ocaklarında, başda Yeniçeri Ocağı bir rütbea unvan olmuşdur.

Acemi oğlan Ocağında (B.: Acemi oğlanlar) kethâdâdan sonra' büyük zabit «Çavuş» idi, unvanı: «Acemi oğlanlar Çavuşu» idi.

Onsekizinci asrın ilk yarısında, Lâle Devrinde 1720 yılında, Acemioğlanlar Ocağına bağlı ilk Yeniçeri yangın tulumbacılığı kurulduğunda, bu teşkilâtın ^zabitlerinden biri de, «çavuş» unvanını taşıdı, «Tulumbacılar Çavuşu» denildi.

Yeniçeri Ocağında da Çavuş, Çavuşbaşı, Büyük Çavuş, Küçük Çavuş, Orta çavuş, Çavuş karakullukçusu (çavuş hizmetinde nefer), çavuş vekili, çavuş namzedi, çavuş yamağı gibi unvanlar vardı. Bunu diğer kapukulu asker ocaklarında

da aynen görürüz. Bu arada Tersane çavuşları, asırlar boyunca Galatanm zabıta âmirlerinden ola gelmişdi (B.: Kapukulu Ocaklar; Yeniçeri; Tersane).

1826 da Yeniçeri Asker Ocağının kaldırılmasından sonra Asâkiri Mansûrei Muhamrnediye adı altında yeni bir Türk ordusunun temeli atıldığında «çavuş» ve «başçavuş» unvanı mülâhaza edildi ve ordu kadrosunda, nefer ,ile zabit arasında neferlerden seçilip yükselmiş bir küçük zabit oldu. Yine öyle küçük âmir anlamında, ordu dışındaki teşkilâtta da kullanılmaktadır: Amele çavuşları, çöpçü çavuşları, itfaiye çavuşları.

ÇAVUŞBAĞI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eyyübün Düğmeciler Mahallesi sokaklarından; Düğmeciler Caddesi üzerindedir; (1934 B. Ş. R. Pafta 9/121); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1964).

ÇAVUŞBAŞI — İstanbuiun eski büyük gedikli meyhanelerinden biri; Eminönü civarında Asmaaltı denilen yerde idi; adından başka kayda rastlanamadı (B.: Meyhane).

Bibi. : Mehıned Tevfik, Meyhane.

ÇAVUŞBAŞI CAMİİ — Tezkiretül Bünyan-da Mimar Sinanın eseri olarak tesbit edilmiş seksen bir cami arasında «Sütlücede» kaydı ile bir Çavuşbaşı Camii yazılıdır. Hadikatül Cevâmide ise Sütlücede bu isim ile bir cami yokdur; Hadi-kada o civarda iki cami ile bir mescid tesbit edil-misdir, bunlardan Karaağaç Camiinin banisi Ka-puağası Osman Ağa, Sütlüce Camiinin banisi diğer bir Kapuağası Mahmud Ağa, Kaysûnîzâde mescidinin banisi ^de Hekimbaşı Kaysûnîzâde Mehmet Efendidir; her üçünün evvelce Çavuşba-şılık yapmış olmalarına imkân yokdur. Sütlücede bir Çavuşbaşı Camii halen mevcud değildir; Tez-

kiretül Bünyanda gördüğümüz ismi kaydetmekle yetiniyoruz.

ÇAVUŞBAŞI DERESt — İstanbul'un Anadolu yakasının şehir suyunu temin eden Elmalı bedlerini besleyen derelerden biri. Kanlıcanın kuzey doğunsunda vaktiyle emlâki hümâyundan Çavuşbaşı Çiftliğine civar tepelerin eteklerinden doğar. Çiftlik binaları ile derenin ilk kollan arasında bir kaç yüz metrelik bir mesafe vardır. Çiftlik vaktiyle bir esas bina ile etrafında beş on müşte-milâtdan ibaret iken, hâlen göçmen iskânından sonra ufak yapılarla genişlemiştir.

Çavuşbaşı deresi vaktile basit bir dere halinde akarak, Anadoluhisan sırtlarında daha batıdan gelen Budak Derenin suyunu da alarak sebze bostanları arasından Dörtkardeşlere iner, burada Baruthane Çayırı kıyılarında Göksu Deresine karışıp Anadoluhisan önünden Boğaz denizine dökülürdü, îkinci Sultan Abdülhamid zamanında Çavuşbaşı ve kısmen Budakdere suları üzerinde birinci Elmalı bendini toprak duvarı, ve kısa bir müddet sonra taş duvarı kurulmuş, ve dere de bendi besleyen en mühim menba haline gelmiştir. 1950 de Çavuşbaşı Deresiyle Budak Dere üzerinde ikinci Elmalı bendinin göğüsleme duvarının yükseltilmesinden sonra dere yataklarının bir kısmı bend havzasına girmekle beraber, yine Elmalı suyunun ana kaynağı halinde kalmıştır.

Saadi Nazım NİRVEN

ÇAVUŞBAŞÎ, DÎVÂNI HÜMAYUN ÇAVUŞLARI — Eski Osmanlı devlet teşkilâtında Divânı Hümâyun, /pâdişâh adına devleti idare eden (nazırlar, bakanlardan mürekkeb kabine diyebileceğimiz) divanın emrinde, hizmetinde, karar tebliği, ulaştırılması, tahkikat, teşrifat gibi ihu-suslarda bir «Çavuşbaşı Ağa» nm emrinde ça-

ÇAVUŞBAŞI

— 3790 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3791 —

ÇAVUŞDERESl




vuşlar kullanılırdı ki, bu Divânı Hümâyun çavuşlarına «Dergâhı Âlî Çavuşları» da denilirdi.

Oldukça kalabalık bir kadrosu vardı. Onbeş bölüğe ayrılmışlardı ve bölük bölük nöbetle va-zîfe alırlardı. Dergâhı Âlî Çavuşları kadrosunun sağlam kaynaklardan Emin Cenkmen «Osmanlı Sarayı ve kıyafetleri» isimli eserinde şöyle tesbıt etmişdir: Fâtih Sultan Mehmed devrinde 200, On ' altıncı asır ortasında 300, Onaltıncı asır sonunda 324, Onyedinci asrın ilk yarısında 600, aynı asrın ikinci yarısında 692 kişi. Yine aynı eserde kıyafetleri için de şunlar yazılıdır: «Divânı Hümâyun çavuşları merasim günlerinde başlarına mücevve-ze giyer, bunun üzerine uzun siyah bir tüy ilişti-riiirdi. İçlerine mintan giyer, beline kuşak sarar, kırmızı şalvar, onların üstüne kırmızı kaftan veya biniş ve ayaklarına sarı yemeni giyerlerdi» (Emin Cenkmen, Osmanlı Saray kıyafetleri).

Divanı Hümâyundan çıkan fermanlar yerlerine bir çavuş ile gönderilirdi; fermanın bir sureti divan kaleminde deftere kaydedilir ve çavuşlardan .kime verilip gönderilmiş ise, onun ismi de ferman suretinin altına kayıd ve tesbit edilirdi; bir kaç örnek verelim:

İstanbulda açılmakta olan büyük su yollarına Mısırdan arka hammalı getirtmek için Mısır valisine yazılan 1565 tarihli ferman Uncuzâde Ahmed Çavuşa; İstanbula getirilen Kâğıthane suyundan devlet ricalinin nizâma aykırı faydalanmamaları için İstanbul Kadısına yazılan 1577 tarihli ferman Hacı Cafer oğlu Sinan Çavuşa; Mahallelerden fahişelerin çıkarılması için İstanbul Kadısına yazılan 1567 tarihli ferman, bu fermanın aynı zamanda tâkib ve tatbikine memur Pîri Çavuşa verilmisdi.

Mehmed Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adlı büyük eserinde Divânı Hümâyun Çavuşlarının âmiri Çavuşbaşı için şunları yazıyor:

«Çavuşbaşı Divan toplandığı zaman halkın arzuhallerini alır, divâna arzeder, dâva için divan huzuruna çıkacak kimselere nezâret eder, mübaşirlik eder. Gündeliği 70 akçe idi. Divanda elinde gümüş bir asa - değnek ile dururdu.

«Divan toplantısı sona erdiğinde sadrıazam ile şâir divan azasına saray mutfağından öğle yemeği çıkardı. Sofralar Çavuşbaşı Ağanın nezâreti altında kurulur, yemek sinileri de onun nezâretinde getirilirdi; saray ananesince sadrıâzamın önünden kalkan sofra, yemekler dışarda Çavuş-başının önüne konulurdu; yani sadrıazam artığını

yerdi (burada artık kelimesini kullanmak da pek yerinde değildir, çünkü sadrıazam önüne çıkarılan sofra en az sekiz on kişiyi doyuracak kadardı).

«Çavuşbaşı merasimde serâsere denilen ku-maşdan üstlük giyerdi, başına da selîmî giyerdi. Dergâhı Âlî çavuşları teşkilâtında kendisinden sonra âmir olarak «Çavuşlar Kâtibi» ile «Çavuşlar Emini» gelirdi. «Çavuşlar Kesedarı» da Çavuşbaşı dâiresinin evrak ve sicil müdürü idi. Divandan takibi için Çavuşbaşıya verilen evrakı, Çavuşbaşı kesedara verir, o da çavuşlardan tâyin ettiği mübaşirler vâsıtası ile gereken takibatı yaptırırdı.

«Eflak ve Buğdan voyvodaları İstanbula geldiklerinde istikballerine bir kaç çavuş ile Çavuşlar kâtibi ve Çavuşlar Emini memur edilirlerdi.

«Yabancı elçilerin Paşakapusuna sadrıâzamı ziyarete geldiklerinde ve Sarayı Hümâyuna giderek pâdişâh huzuruna çıkdıklarında ananevi teşrifatın tatbikine Çavuşbaşı Ağa bakardı, yâni teşrifat nazırlığı yapardı. Elçilerin ikametgâhları, sefarethaneler Galata tarafında idi; Paşakapusuna

Çavuşbaşı Ağa

Solda merasim, sağda günlük kıyafeti ile. (Resim : Sabiha Bozcalı)

veya Sarayı Hümâyuna gelecekleri gün, Çavuşbaşı ve maiyetindeki çavuşlarla Vezir iskelesinden karşılanırlardı, ve tertib edilen bir alayla gideceği yere götürülürdü. İstanbula ilk defa gelen İran elçileri ise Çavuşbaşı ve çavuşlar tarafından Üs-küdarda karşılanırlardı.

Şeyhülislâmların azillerinin kendilerine tebliği bir anane olarak Çavuşbaşılar tarafından yapılırdı. Bundan ötürü başka herhangi bir jyazife ile Çavuşbaşı Ağa Şeyhülislâm konağına gönde-rilmezdi. Çavuşbaşının geldiği görülünce, efendinin azledildiği zannedilip şeyhülislâm kapusunda bir heyecan uyandırabilirdi. Çavuşbaşının gitmesi bir zaruret hâlini alırsa, azil tebliği için gelmediğine işaret olarak, gündüz önüsıra bir fener çek-dirirdi. Şeyhülislâmlığa tâyin edilen zâti konağından alarak alayla saraya götürmek vazifesi de Ça-vuşbaşınındı.

«Yeni devlet teşkilâtı kurulurken Çavuşba-şılık hicrî 1252 (milâdî 1836 - 1837)..» (M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyim ve Terimleri).

ÇAVUŞBAŞî HAMAMI — Sâdece Çavuş Hamamı da denilir (B.: Balat Hamamı).

ÇAVUŞBAŞI HÂNI — Eminönü Nahiyesi, Asmaltı Eski Kalçın Sokak 23 kapı numaralı han. Giriş kapısından, çok dar fakat kısa bir koridorla, bir nevi ambar olarak kullanılan bir avluya girilen bu han, dıştan olduğu gibi, içten de pek bakımsız bir manzara arzeder. .254 metrekarelik bir alan kaplayan bina, bir zemin kat ve iki kattan müteşekkil olup 34 odalıdır.

Şimdiki sahipleri olan Adil Yağcı ve Kardeşlerine han, babaları Mehmet efendiden intikal etmiş.

Yapılış tarzı, civardaki diğer hanlara hiç benzemeyip, fevkalâde bir görünüşü de yoktur. Halen oto - park olarak kullanılan Eminönü istimlâk sahasının tam karşısında bulunan Çavuş-başı Hanında türlü zenaatten esnaf çalışmaktadır, ki bunlar umumiyetle oyuncakçı, şekerci, tornacı, matbaacı, yağcı, v.'s. dir.

Odaların kira bedelleri 50-100 lira arasında değişmekteydi (Eylül 1962).

Halûk AKBAY

ÇAVUŞBAŞI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatih kazasının Şehremini Nahiyesinin Uzun Yusuf Mahallesi, sokaklarından; Lâlezar Camii sokağı ile Nâib Sokağı arasında uzanır; (adı geçen rehberde pafta 10/69) yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1964).

ÇAVUŞBAŞI TEKKESİ — Evliya Çelebi

Galata - Tophane tekkeleri arasında bu isimle bir tekke kaydediyor; Üsküdarlı Ahmed Münib Efendinin «Mecmuai Tekâyâ» isimli risalesinde bir Çavuşbaşı Tekkesi yokdur; yeri izi, hangi tarikata bağlı olduğu tesbit edilemedi.

CAVUŞDERE CADDESİ — Üsküdarda Ça-vuşdere semtini hemen "boydan boya kaleden Üsküdarm en uzun yollarından biri; bir 'başı İmrahorda, bir başı Nuhkuyusundadır; İmrahor-daki başı Tavukçu bakkal Sokağı, Bulgurlu Mes-cid Sokağı ve Beştaş Sokağı ile bir dört yol ağzı yapar. Buradan gelindiğine, göre, sağ kolda Odalar Çıkmazı, Sansar Sokağı, Vâlidei atik çeşme sokağı, Bağlarbaşı Caddesi, Toplası Meydanı Sokağı, Tekke arkası Sokağı, Çınarlı Tekke Sokağı, Koltukçu Riza Sokağı, Ahmedoğlu Musallası Sokağı, Çinili Cami Sokağı, Çinili Külhanı Sokağı ile kavşakları vardır; Çinili Hamam Sokağı, Allâme Caddesi ve Silâhdar Bağçesi Sokağı ile teşkil ettiği bir dörtyol ağzında (Nuh kuyusunda) sona eder.

Sağ koldan onbir kadar pokak ile kavşağı olan Çavuşdere Caddesi, aynı istikametde yü-l ründüğüne göre ancak bir kaç sokakla buluşur ki, şunlardır: Evliya Hoca Sokağı, Hatmi 'Sokağı, Bostan çıkmazı, iOdalar çıkmazı (1934 Belediye Şehir Rehberinde pafta 27 /Çavuşdere) İmrahor tarafı başından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde ve paket taşı döşeli bir yol olarak başlar, sonra zemin, kabataşa ta-havvül eder. Yolun sol kenarında bir sıra bostanlar .görülür; beton ve ahşab ve çoğu müte-vâzi gelirli aile meskenleri evler arasından ,ge-ı niş kavisler çizerek uzanır, kapu numaraları 1-159 ve 2-204 dür.

Bu cadde üzerinde yazlık, Işık sineması ile l kolacı, 2 doğramacı, l bakkal dükkânı vardır; ayrıca şu ecdad yadigârları sıralanmışdır: Bir ahşab evin altında Safiye Sultan Çeşmesi (H. 1131 — 1718-1719), Şehzade 'Seyfeddin Çeşmesi (H. 1141 = 1728-1729), Kâtib Mustafa Efendi Çeşmesi (H. 1193 = 1779), Ümmügül-süm Hanım Çeşmesi (H. 1233 = 1817), Çinili Hamam, Mahpeyker Valide Sultan Çeşmesi, Dâ-rülhâdis, Çinili Cami (Ekim 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇAVUŞDERESİ — Üsküdarda bk ; semt adı; Selâmsı^, Selâmsız ,5Vlezarlığı, Nuhkuyusu, Toplası, İmrahor ve Bülbülderesi semtleri ortasında, müteaddid mahallelerden mürekkeb geniş bir semidir (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 27).




ÇAVUŞ HAMAMI

— 3792


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

—.3793 —

ÇÂVUŞOĞLU BOYA FABRİKASI




ÇAVUŞ HAMAMI — Çavuşbaşı Hamamı da denilir. (B.: Balat Hamamı).

ÇAVUŞ HAMAMI — Şehremininde Nev-bahar Mahallesinde Kızılelma Caddesi ile Top-cueminbey Sokağı kavşağı köşesinde idi; Birinci Cihan Harbinden az önce büyük Fatih, yangınında yandı; en küçük bir iz kalmamışdır.

Hakkı GÖKTÜRK

ÇAVUŞ HAMAMI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre, 'Fatih kazasının Fener Nahiyesinin Molla Aşki Mahallesi Sokaklarından (adı geçen rehberde pafta 8/113); adını Fâtih Sultan pVlehmed devrinden kalmış o-lan meşhur hamama nisbetle almışdır (B.: Balat Hamamı). Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1964).

ÇAVUŞ KÖYÜ — İstanbul civarı köylerinden; Eyyubden gelindiğine göre,' Alibey köyünü geçdikten sonra Alibey Deresi boyunu tâkib eden yol ile gidilir, dere kenarmdadır. Gidip görmek imkânı bulunamadı, aciı ve yeri Mehmed Eşref Beyin 1324 (= 1906) senesinde basılmış 1/60,000 mikyaslı «İstanbul Civarı» .haritasından tesbit edildi.

ÇAVUŞ MESCİDİ — Tezkiretül Bünyan-da Mimar Sinanın eseri olarak tesbit edilmiş elli mescit arasında «Silivri Kapusu kurbinde» denilerek bir Çavuş Mescidi yazılıdır. Hadikatül Ce-vâmide ise Silivri Kapusu kurbinde böyle bir mescid gösterilmemisdir; Hadikadaki dört Çavuş Mescidinden biri «Yayla kurbinde», diğeri de «Hekimoğlu Ali Paşa Camii .kurbinde» diye kaydedilmisdir. Teskiretül Bünyandaki mescid Hadikanın yazılmasından önce her hangi bir se-beb ile yok olmamış ise, Silivri Kapusuna biraz uzak kalmakla beraber bu iki mescidden biri olmak gerekir.

ÇAVUŞ MESCİDİ — Balatda, Hızırçavuş Mescidi Sokağındadır; Hadikatül Cevamide Çavuş Mescidi adı şile kayıdlı olup şu mâlûmate veriyor: «Balat kurbindedir; banisi divân çavuşlarından Hızır Ağadır, kabri de oradadır; bitişiğinde mektebi vardır, mahallesi vardır».

Bu mescid yanındaki medresesi 've sibyan mektebi ile beraber 1721 deki büyük Balat yangınında yanmış, adı bilinmeyen bir sahibi eliyle yine banisinin adına nisbetle ihya edilmiştir (B.: Balat yangınları, s. 1975).

Banisinin adına nisbetle «Hızır Çavuş Mescidi» diye anıla gelir; asfaltlanmış bir avlu içinde, dört kagir duvar üzerine çekilmiş kiremitli

ahşab çatıdan ibaret bir yapıdır. Son cemaat yerinin iki yanında birer oda vardır; kadınlar mahfiline asıl ibâdet sahnında sağ tarafda bulunan ahşab bir merdivenle çıkılır; minarenin kapusu da orada bulunmaktadır; iki yan duvar ile mih-rab duvarında ikişer (pencere vardır.

Bu mescid Anıdlar Derneğinin Balat kolu tarafından 1963 de tamir edilmişdir, ve bu tamirden sonra 1964 ramazanında ibâdete açıl-mışdır; avludaki imam /ve müezzin meşrutaları Çavuşun kabri, kapudan girildiğine göre soldaki duvarın önündedir; kitâjbesi şudur: «Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin çavuşlarından merhum Hızır Çavuş ruhuna fâthia, 85? (son rakam okunmuyor)»; yanında da zevcesi Ayşe Hanım medfundur; onun yanında da diğer bir kabir vardır, ki her üçü demir parmaklık içine alınmışdır. Avluda çini kaplı bir musalla taşı ile abdest muslukları ve ayakyolu vardır. Hadikanın kaydettiği nıekteb binası hâlen yok-dur. (1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇAVUŞ MESCİDİ — Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Yayla kurbindedir, banisi sipahi ocağından İbrahim Çavuşdur, merkadi de oradadır, mahallesi vardır».


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin