Hilkat:
Yaratılış demektir. Evrenin yaratılışı veya insanın yaratılıştan getirdiği özellikler anlamında da kullanılır. Herşeye hilkatini, yani yaratihşındaki özel şekli veren, fıtratındaki güzelliği bahşeden yüce Allah'tır. Kur'an-ı Kerim'de ise çeşitli yer ve gök varlıklarının hilkatine, yaratılıştan getirdikleri özelliklere dikkat çekerek insanın bunlardan ibret alması öğütlenmektedir.
Hilye-i Saadet:
HİIye; "süs, cevher, suret, görünüş ve güzel sıfatlar" manalarına gelir. Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin yüce sıfatlarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazılara Hilye-i Saadet veya Hilye-i Şerif denir.
Hitan:
Erkek çocuğun sünnet olması" demektir. Türkçemizde HİTAN Yerine "sünnet olma" ifâdesi kullanılmaktadır Araplar aynı manada HİTAN kelimesini kullanmaktadırlar.
Hisbe:
Tedbir, hesap anlamlarına gelir. İslam hukukunda, devlet muhasebesi, zabıta, ahlak zabıtası şeklinde kullanılmıştır. Ayrıca doğum ve ölümleri kayda geçiren ve yetimlerin mallarını koruyup yöneten daire anlamına da gelir. İslam toplumlarında, iyilikleri emredip kötülükten vazgeçirmek ve sosyal huzuru sağlamak üzere kurulan teşkilata da Hisbe Teşkilatı denilir. Bizzat Hz. Peygamber tarafından kurulmuş olan bu teşkilat çarşı zabıtası, ahlak zabıtası, görevleriyle birlikte, bugün maliye, ticaret, iktisat, sanayi ve sağlık bakanlıkları ile Diyanet işleri başkanlığının gördüğü işlerden bazılarını da yerine getirmekteydi. İlk defa olarak Hz. Peygamber, Medine'de çarşı pazarı dolaşarak denetlemeler yapmıştır. Hisbe işini yürütmekle görevli kişiye muhtesip denir.
Hizb:
Takım, kısım, parti ve cemaat" manalarına gelir. Bu kelime bazı âyetlerde geçmektedir. Meselâ; Maide Sûresi'nin 56. âyetinde meâlen şöyle buyurulur:
"Kim Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki şüphesiz üstün gelecek olanlar Allah'ın taraftarları (hizbi)dir."
Hû:
Aslı hüve, yani o demek olan hû sözü, bütün kainatın yöneldiği mutlak varlık olan yüce Allah'ı kastetmek için söylenir. Zikir ve mukabelede Allah'ı anmanın ifadesidir. Bu manada 'Yâ hû' sözü de 'rabbim, ey Allah'ım’ demektir.
Huccet:
Delil, senet, bir iddianın doğruluğunu isbat İçin gösterilen resmî vesika" mânalarına gelir. Hüccet-i kat'ı: "Kesin delil" demektir.
Hucurât Süresi
Kur’anın 49. sûresi olan Hucurat sûresi, Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. Bu sûre, 18 âyettir. Adını 4. âyetten almıştır. Mücadele sûresinden sonra nazil olmuştur.
Mesaniden sonra gelen ve Kur'an'ın sonlarına doğru besmele ile birbirlerinden ayrılan kısa sûrelere Mufassal sûreler adı verilmektedir. Bu sûreler de kendi aralarında üç kısma ayrılmaktadır.
Mufassal sûrelerin uzun olanlarına "TIVAL-I MUFASSAL", oıta uzunlukta olan sûrelere "EVSAT-1 MUFASSAL", kısa uzunlukta olanlarına ise KISAR-I MUFASSAL sûreleri adı verilmektedir.
İşte hucurat sûresi de, uzun sûrelerin ilkini teşkil etmektedir ki TIVAL-I MUFASSAL sûreler arasında zikredilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde:
"Herşeyin bir zirvesi vardır. Kur’an'ın zirvesi de Bakara süresidir. Ve yine herşeyin özü vardır. Kur'an'ın özü de Mufassal grubunu teşkil eden sûrelerdir.”251 buyurmuştur.
Bu sûrede, mü'minlerin öğrenmeleri gereken bazı görgü kuralları, Resulullah (s.a.s)'ın huzurunda yüksek sesle konuşmanın caiz olmadığı, fasıkların getirdikleri haberleri incelemeden ona inanmanın doğru olmayacağı, zan ve gıybetin kötü bir davranış olduğu, bir kimseyi onun sevmediği bir isimle çağırmanın caiz olmadığı, mü'minlerin birbirleriyle kardeş oldukları anlatılmaktadır.
İşte bu sûrenin adım aldığı 4. âyet-i kerime:
"(Ey Muhammed), odaların arkasından sana bağıranların çokları düşüncesiz kimselerdir."
Uyeyne İbn Hısn ile Akra' İbn. Habis, Temim oğullarından 70 kişilik bir heyetle öğle vakti Allah'ın elçisine geldiler. Resulullah, odasında uyuyordu:
“Ya Muhammed, dışarı çık, yanımıza gel!" diye bağırdılar. Âyet, bu tür davranışın, uygunsuzluğunu anlatıyor.
Hûd (a.s):
Âd Kavmi'ne gönderilen peygamberin adı"dir. Kur'an-ı Kerim'in Ahkaf Sûresi'nin 21. âyetinden anlaşıldığına göre Âd Kavmi Ahkaf denilen yerde yaşarlardı. Kur'an-ı Kerim bu yerin nerede olduğunu açıklamıyor; fakat tarihçilerin dediklerine göre burası. Yemen ile Umman arasında, Hadremevt'e yakın bir yerdir. Ad Kavmi İrem adında meşhur bir şehir inşa etmişlerdi ki bunun ismi Kur'an'da geçmektedir.
Ad Kavmi putlara tapardı. Onlara peygamber olarak gönderilen Hûd (a.s), kavmini yalnız Allah'a ibâdet yapmaya ve putperestliği terketmeye davet etti. Fakat kavminin ileri gelenleri putperestlikte direttiler. Neticede Allah ( c.c), HÛd (a.s) ile beraber i-man edenleri kurtuluşa erdirip kâfirleri helak etti.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad (kavmin) e? Yüksek sütunlu İrem’e?.. 252
Hûd Sûresi:
Hud sûresi, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Sıra yönünden 11. sûredir. İçerisinde ahirete ait ayetlerin bulunması nedeniyle Peygamber'imizi düşündüren ve mübarek saçlarını ağartan bir sûredir. Bu sûreyi okuyan mü'min, ağır ağır okuyup ahirete müteallik meseleleri tefekkür ederve ebedi hayata şimdiden hazırlıklı olur.
Mübarek saçlarını ağartan bu sûre ile ilgili olarak sevgili Peygamber'imiz (s.a.s) bakınız ne buyuruyor:
Cuma günü Hud sûresini okuyunuz.
Sadakat örneği Hz. Ebubekir (r.a), birgün Allah'ın Resulü'ne:
“Ya Rasulullah, saçlarınızda beyazlıklar belirdi,” demişti.
Daima ümmetinin halini düşünen, onların avf ve mağfireti için Cenab-ı Hakk'a dua ve niyazda bulunan Allah'ın Resulü:
“Saç ve sakalımı Hud, Vakıa ve Mürselat sûreleri ağarttı,” cevabını vermiştir. 253
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin saç ve sakalının vaktinden evvel ağarması, Hud, Vakıa ve Mürselat sûrelerinde geçen kıyametin o korkunç hallerini, geçmiş ümmetlerin başına gelen felaketleri, gelecek hayatı ve bu hayatın hususiyetlerini, cehennemin o korkunç ahvalini bir bir düşünüp müteessir olmasının bir neticesidir.
İşte bu sûreleri okuyan bir mü'min, elbette bu hususlan bir bir tefekkür edecek imanını olgunlaştınp salih amellerini çoğaltmaya uğraşacaktır. Hem de her harfinin karşılığında on sevap kazanmış olacaktır Allah'ın izniyle.
Hud sûresi, 123 âyetten ibaret mübarek bir sûredir. İbn-i Abbas'a göre, 114. âyeti Medine'de nazil olmuştur. Mukatil'e göre,
"onların (inkarcı müşriklerin) Peygamber'e bir hazine indirmeli değil iniydi veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi? demelerinden neredeyse sana vahyolunanın bir kısmını terkeder gibi oluyorsun ve bu sebeple göğsün daralıyor. (Unutma ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeyi düzenleyen, koruyan tek güven kaynağıdır." mealindeki 12. âyet Medine'de nazil olmuştur.
Bu sûrede mü'minlere verilen mesajlar şunlardır:
1- Hemen her topluluk kendilerine gönderilen Peygamberlere karşı saygısızlık etmiş ve iman edenlere karşı düşmanlık edip haksızlıkta bulunmuşlardır. Bunun nedeni bellidir: İçindeki mutlak şifa ve rahmet taşıyan ilahi emirler ilk bakışta insana çok acı gelir, tıpkı doktorun hastayı iyileştirmek için verdiği acı ilaç gibi... Ama gerek ilâhi beyan, gerekse doktorun verdiği acı ilâç duygu çevresi içinde değil akıl ve idrak yoluyla benimsenip uygulanırsa, şifası ortaya çıkar ve insanı bir anda rahat ve huzura ve ümide kavuşturur.
2- Allah yolunda dine hizmet fahri olarak yürütülmelidir. İşin kutsallığı nezaket ve duyarlığı bunu göstermektedir. Hele birde imkanlar elverdiği takdirde manevi hizmetin yanısıra maddi yardımda bulunarak insanlığın saadetinden yana olan dine iki yönlü hizmette bulunmak büyük bir fazilet ve mutluluktur.
3- İslâm dini daha çok akla hitap eder. İnsan idrakini harekete geçirip uyanık tutmaya çalışır. Diğer hak dinler de bu metod doğrultusunda zaman zaman bazı telkinlerde bulunmuşlar ve aklın değerini dikkatten uzak tutmamışlardır.
4- Sıkıntılı, üzüntülü ve felaketlerin başgösterdiği günlerde mü'minlerin daha çok tövbe ve istiğfarda bulunarak Allah'a yönelmeleri gerekir. Yardım, rahmet, feyiz ve ferahlık ancak böyle inebilir.
5- İnkarcılar her devirde, din mürşidlerinden, Allah'ın gönderdiği peygamberlerden olağanüstü belgeler ve ayetler istemişlerdir. Eskimeyen onu iyi anlamak ve anlatmak şarttır. Bunun için de İslâm'ın olağanüstü belgesi ve hem ciddi bir eğitime, hem de güçlü ilim adamı yetiştirmeye ihtiyaç vardır.
6- İnkarcı maddecilere, din düşmanlarına baş eğmemek, hiç değilse taviz vermemek, yalnız kalınsa bile şartların ve ortamın el verdiği oranda hizmeti seviyeli bir şekilde sürdürmek vaciptir.
7- Din mürşidlerî, ilim adamaln tebliğ ve irşad görevlerini keza günün şartlarına göre ve gelişen ilim ve teknik de dikkate alınarak metotlu bir şekilde yürüttükleri takdirde, inkarcıların çokluğu ve yürüttükleri sinsi faaliyetleri onları üzmemelidir. Çünkü onlar kendilerine düşeni yapmış, fazilet mücadelesinin feyizli ürünlerinin yetişmesi için lazım gelen tohumları serpmişlerdir. Gerisi Allah'a aittir.
8- Ahlâk ve fazileti yaymada, hakki gönüllere işlemede sabırlı bir çalışma yapıldığı, olaylar karşısında dayanma gücü ortaya konulduğu takdirde, hakkın başarıya erişeceği müjdeleniyor.
9- İnatçı azgın zorbaların paralelinde yer alıp onların uydusu haline gelmenin kimseye bir şey kazandırmayacağı, ama çok şeyler kaybettireceği, aynı zamanda öylelerinin dünyada da ahirette de ilahi lanete çarpılacakları hatırlatılıyor.
Dostları ilə paylaş: |