Eserin özgün adı: تحلیل زبان قرآن و روش شناسی فهم آن


Kur’an’ı Anlamanın Kriteri ve Mantığı



Yüklə 5,76 Mb.
səhifə35/43
tarix07.04.2018
ölçüsü5,76 Mb.
#47037
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   43

4. Kur’an’ı Anlamanın Kriteri ve Mantığı

Geçtiğimiz bölümde Kur’an’la ilgili temelleri ve altyapıları, anlamanın imkânını ve onu anlama meşguliyetini inceleyip tevil etmiştik. Ama bildiğimiz gibi, isteyerek veya istemeyerek de olsa çeşitli nedenlerle tefsir eylemi sürecinde bir dizi standartsızlıkların ve kimi afetlerin vuku bulması da beklentiden uzak olmayacaktır. İşte burası, Kur’an’ı anlamanın hermenötiğinde birtakım kriterlerin varolmasının zaruri göründüğü yerdir. Şimdi sorulması gereken, böyle kuralların varolup olmadığıdır.

Bizim kabulümüz odur ki, Kur’an’ın kozmolojik, antropolojik ve metinbilimsel temellerine dayanarak, tefsirin yanlış okumalarını önlemek için bir yöntemin varolması ve muteber tefsirleri muteber olmayandan ayırt etmek üzere değerlendirme ve incelemenin araçlarına sahip olunması kaçınılmazdır. Bu bakımdan fikri temellerimiz gözönünde bulundurulduğunda şu söz şaşırtıcı olacaktır: “Hermenötik, herkesin kabul edeceği hiçbir mutlak kriterin bulunmadığı anlamına gelir.”1357

Şimdi dinî metinleri, özellikle de Kur’an-ı Kerim’i anlamada donukluk, eklektisizm ve sapkınlığı önlemek amacıyla yıpranmaz delil ve kanıtlara istinat ederek şeriatın ve dinî metnin kasdettiği anlamları ve istekleri keşfetmenin mantığını gösterecek birtakım ilkeler ve kriterler sıralamaya çalışacağız. Buna göre yanlış tefsir yöntemlerini ve tefsirde hatalı okumanın sonuçlarını ayırt edebileceğiz.



Bir: Dile Hâkim Akılcı Kurallar

Her konuşanın sözünü anlama ve kavramanın ve onunla diyaloğa başlama noktasının, anlamları aktarmada bağlantı köprüsü ve terminoloji olan “dil”e ve sembollerde geçerli yasalara aşina olmaktan geçtiğini görmüş bulunuyoruz. Rasyonel gelenek açısından linguistik anlamların gerçekleşmesi, kelimelerin morfoloji, etimoloji, fiil çekimi, belağat ilimleri, estetik, delalet ilimleri ve semantiğiyle ilgili çeşitli düzeylere dayanarak mutabakat yoluyladır. Öte yandan her ne kadar Kur’an değişik anlam düzeylerine ve paralel bâtınlara sahipse de, güzergâhı sırlarla örülü ve şaşkınlık yaratan dil değil, akılcı söylem ve onun çerçeveleri olan Kur’an’ın hitap ve anlatım dilinin hidayet dili olduğu dikkate alındığında linguistik kurallara bağlılık ve bu konuda bilgi sahibi olmak, Kur’an’ın bilinen ve normal manasındaki mertebeleri anlamak için zorunlu asgari şartı oluşturmaktadır. Ama Kur’an’ın deruni malumatının daha ileri ve derin anlamlarına ulaşabilmek, Kur’an’la gönül birliği yapma, ruhsal kapasiteyi hazır hale getirme ve insani kemalin ileri aşamalarını elde etme kabiliyetini gerektirir.

 وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى 

Hidayete erenlerin hidayetlerini arttırmıştır.”1358

Bu yüzden Müslüman âlimler İslam tarihi boyunca rasyonel diyaloğun zaruri kurallarını hatırlattılar. Onlar, kelimelerin lugat manalarını tam olarak bilmenin lugat ilminin kaynaklarından ve vahyin nüzul çağının nazım ve nesir kitaplarından yararlanmakla olduğunu ve kelimelerin delaletlerini tespit etmenin Kur’an ve Sünnet metnini tefsir işinin temel gereklerinden sayıldığını kulaklara küpe yapmışlardır.

Kelimelerin semantiğini yapmak, aslında tefsire devam edebilmek ve bu sürecin doğruluğunu güvence altına almak için ilk iştir. Kur’an’ı tefsir etmeye koyulan kimse, “hamd”, “medh”, rububiyet”, “terbiye”, “takva”, “küfür”, “nifak”, “hak”, “bâtıl”, “dalalet”, “sapkınlık” gibi kavramların ortak ve farklı noktalarını tanımak zorundadır. Çünkü böylece bu kavramların hangi anlamları gösterdiğini ve Kur’an’ın hangi anlam özelliğini ve hangi maksadı yansıttığını anlayabilecektir.

İslam’ın birinci neslinin şahsiyetleri arasında İbn Abbas’tan şöyle dediği nakledilmiştir:

 الشعر دیوان العرب فاذا خفی علینا الحرف من القرآن الذی انزله الّٰله بلغة العرب رجعنا الی دیوانها 

“Şiir Arabın divanıdır. Allah’ın Arapça olarak indirdiği Kur’an’da bir kelime bize kapalı göründüğünde Arapların divanına başvururduk.”

İbn Abbas, Kur’an’ın birçok lafzına, dilleri saflığını koruyan ve el değmemiş olan çöl Araplarının şiir ve konuşmasına dayanarak mana verirdi.1359 Buna ilaveten, asli anlamları muhtelif türevler ortaya çıkaran tali anlamlardan ayırmak amacıyla kelimelerin asıl köklerini net olarak tanımak önemli noktalardandır. Seçkin selef ulemadan Zemahşeri bu konuda bir misal verir ve der ki:

Allah’ın “یوم ندعوا کل اناس بامامهم 1360 sözünde geçen “imam” kelimesinin “ümm”ün çoğulu olduğu ve insanların kıyamet günü anneleriyle birlikte çağrılacağının söylenmesi tefsirin bidatlerindendir.

Sonra devam eder: Bu hata cehaletten -muhtemelen sefahat manasına- kaynaklanmıştır. Çünkü “imam” “ümm”ün çoğulu olamaz.1361

Buna ek olarak cümlenin yapısında kelimelerin birleşme yerlerini ve her birinin rolünü bilmenin, cümlelerin anlamını öğrenmede dikkate değer bir etkisi vardır. Tıpkı belagat, meani, beyan ve bedii ilimlerinden haberdar olmanın dinî metni anlamada gerekli olması gibi. Kur’an’a aşina olanlar bu kitabın fasih ve belagatli söyleyişlerle, lafız ve manada türlü türlü güzelliklerle donanmış olduğunu bilir. Bunun iki nedeni vardır: Biri, linguistik nedendir. Çünkü lafız ve dil, anlamların işaretidir. Fakat anlamların bedeninin daima lafızların giysisinden büyük olduğunu biliyoruz. Pek çok hakikat sadece bir tek lafızla basitçe ifade edilemez. Bu yüzden kinaye, istiare, teşbih, temsil ve mecazlı söyleyiş, bu sorundan çıkışın yoludur. Allah’ın ebedi varlığı ve mevcudiyetinin zuhurunu beyan edebilmek için “nur” gibi bir kelime kullanılmaksızın hangi tabir gösterilebilir? Yahut Allah’ın tedbir veya kudretinden kinaye olan “Allah’ın eli” ifadesi için hangi tabir yardıma koşabilir? Elbette ki Allah Teala, dinleyenin yanlış anlamasını önlemek için başka bir yerde şöyle buyurmaktadır:

 لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ 

Ona benzer hiçbir şey yoktur.”1362

Bu açının dışında Kur’an’ın mecazi söyleyişine ilişkin bir başka yön daha zikredilebilir. O da sanatsal boyut ve sözün güzelliğidir. Kur’an, belagat teknikleriyle, lafız ve mana sanatlarıyla doludur. Suyuti’nin ifadesiyle, belagat ilimleri olarak isimlendirilen meani, beyan ve bedii ilimleri tefsir ilminin uğraşısında sağlam bir sütundur.1363

Sonuç itibariyle, diyalogun eskimez rasyonel temellerinden biri şudur: Her kelime, anlamdaki “zuhur”unun tespit edilmesinden ve muhatabın o kelimeyi ve anlamı öğrenmesinden sonra vazedilmiş anlamına tabidir ve söyleyen ya da dinleyenin kendine özgü iradesi, ortada zuhur eden manayı engelleyecek ikna edici akli veya nakli karine bulunmadıkça anlamı terketme yönünde herhangi bir etki meydana getiremez. Başka bir ifadeyle, rasyonel örfün anlatım sahasında her ne kadar mecazlı söyleyiş, kinaye, temsil ve istiareyi kullanacak ve zâhiri anlamdan el çekecek genişlik varsa da hakiki anlamlara ve lafızların zuhuruna sırt çevirme, akıl veya lafız karinesine dayanması durumunda kabul edilebilirdir.1364 Akılcı mutabakatın bu yasası tüm bilimsel diyaloglarda ve toplumsal sözleşmelerde hâkimdir. Eğer bir sözleşmeye ortaklık yazılmışsa, hisse sahipleri, yatırımlarının kâr ve zararında da pay sahibidir. Akılcı örf kâr, zarar, ortaklık, hisse sahibi vs. gibi kavramları vazedilmiş ve zuhur etmiş anlamlarında telakki eder, başka bir şekilde değil. Tıpkı bir kimsenin vasiyetnamesinde mallarının özel bir şekilde çocukları arasında pay edilmesi yazılmışsa rasyonel örfün, aksine karine bulunmadıkça “çocuklar” kelimesine “gerçek çocukları” anlamını vermesi ve “çocuklar” kelimesini hiçbir şekilde manevi çocukları ve öğrencileri anlamında kabul etmemesi gibi.

Kur’an’ın semantiğine ilişkin bu çerçeveye göre Allah, evren, insan, dünya, ahiret vs. gibi kavramlarla alakalı tavsif ve görüş bildiren değişik hükümlerde ve Kur’an’da geçen tarihsel ahkâm ile buyruğa ve değere dönük kavramlar ve diğerleri, zuhurun oluşumu ve karineler incelenip araştırıldıktan sonra özdeki maksatlara ulaşma veya zâhiri dışındaki çeşitli okumaları deneme bahanesiyle hiçbir şekilde terkedilemez ve simgesel, mitolojik ve benzeri anlamlarla tevil edilemez. Çünkü Allah’ın ayetlerinin bâtıni maksatları ve gizli özü asla zâhiri manayı ortadan kaldıramaz. Aksine, onlara paralel kabul edilir.

Bu kriter itibariyle, dinî kavramları el değmemiş gizli anlamlara ve bâtıni maksatlara dönük kabul edip şeriatın zâhirine ve dinin bireysel ve toplumsal talimatlarına sırt çeviren kategorik anlayışlar, ölülerin İsa’nın (a) duasıyla dirilmesine ölü ruhların dirilmesi, hırsızın elinin kesilmesine hırsızlığın zemini ve sebeplerinin ortadan kaldırılması, Kur’an’da yer alan örtünme ve hicaba da iffet anlamı vermektedir. Hepsi de dini ve Allah’ın sözünü anlamada keyfilik ve sorumsuzluk örneğidir. Oysa o, hak ve batıl yolu birbirinden ayıran ve yolu aydınlatan bir sözdür:

 إِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌ وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِ 

Gerçekte o, kesin ve aydınlatıcı bir sözdür. O bir şaka değildir.”1365

İki: Metnin İçsel Ahengi ve Uyumu

Her konuşanın maksadını anlayabilmek için en uygun yolun, onun çeşitli konuşmalarına, hepsini yanyana koyarak ve birbiriyle ilişkilendirerek bakmak ve böylece sonuç çıkarmak olduğunu söylemiştik. Öte yandan hekim olan Allah’ın sözünün birbirini nefyetmediği ve çelişkili olmadığı varsayımı da gayet açıktır. Kur’an, çeşitli sure ve ayetlere, çok sayıda ve değişik anlamlara sahiptir. Fakat bütün bunlara rağmen bu kitap kâinat, insan ve insanın hidayet ihtiyaçları üzerine herşeyi kuşatan yaratıcı tarafından indirilmiş kapsamlı bir metindir. Bu bakımdan Kur’an’ın bütün malumatının aynı mantıksal bağı, ahengi ve aynı doğrultuda hedefi vardır (insan tekinin ve toplumun görüş ve davranışta tevhidi yücelişi).

Hayatın başlangıcı, antropoloji, eskatoloji, peygamberlik, melekler, şeriatın felsefesi gibi Kur’an’ın görüş veya değerle ilgili kavramlarının her biri hakkında tam bir tasvir elde edebilmek; insanın bireysel ve toplumsal ödevleri, müminler toplumunun kendi arasında ve yabancılarla toplumsal ilişkileri ve hukuku hakkında bilgi sahibi olabilmek için her konuyla alakalı çeşitli ayetleri yanyana koymaktan ve bir bedenin organları gibi görmekten başka yol yoktur. Aksi takdirde Kur’an’dan anladığımız ve yaptığımız tasvir eksik kalacak, sapkınlık ve inhirafla yoldaş olacak ve Kur’an’ın hakikatinden uzaklaşacaktır.

Kendisini insanlara yol gösteren ve hakla bâtılı birbirinden ayıran kitap olarak tanımlayan Kur’an, nasıl olur da bunu sağır, dilsiz ve belirsiz bir kişilikle yapabilir? Kur’an, ayetlerini nasıl organik ve birbiriyle irtibatlı değerlendireceğimizi ve maksatlarını keşfedebileceğimizi bize öğretiyor.

Kur’an bize, müteşabihlerini muhkemlerin ışığında ele almayı da öğretiyor. Bu, hakikati arayanların yöntemidir ve kalplerinde hastalık olanlar gibi, sonu dalalet ve şaşkınlıkla bitecek şekilde fitne peşinde koşmamamızı ve çarpık bakmamamızı ikaz ediyor. Bu öğreti, yani Kur’an ilminde bir yaklaşım olan Kur’an’ın yine Kur’an’a dayandırılması usülü, Allah Rasülü (s.a.a), Masum Önderler ve Allah’ın kitabının dosdoğru öğretmenlerince vurgulanmış yöntemin ta kendisidir.

Dinî metni anlamada bu temel ilkeye dikkat edilmezse Müslümanların hayatında oldukça acı ve zarar verici bilimsel ve pratik sonuçlar ortaya çıkacak; isteyerek veya istemeyerek onları, semavi kitap ve dinin muhtevasını parçalamaya ve kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmeye maruz bırakacaktır. İşte bu, şeriat sahibinin kınadığı türden bir Kur’an’la ilişki kurma tarzıdır:

 أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ 

Kitabın bir kısmına iman ediyor ve bir kısmını da inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse kim bunu yaparsa onun cezası, dünya hayatında aşağılanmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet günü ise azabın en şiddetlisine çarptırılacaklardır.”1366

Muhtelif kelam mezheplerinin ortaya çıkışı, fırkaların sonu gelmez çekişmeleri, çelişkili tecsim görüşleri, cebriyecilik, Allah’a havale varsayımı, dünyadan kaçış anlayışları, inziva arayışları, tevekkül bahanesiyle gayret ve çaba göstermeyi terk, cebir veya ululemre itaat adı altında zalimlerin zulmünü kabul etme gibi şeyler, hep Kur’an’ın maksatlarını açıklıkla şerheden diğer ayetleri görmezden gelme, bütünlüğü parçalama ve tek boyutlu bakış musibetinden kaynaklanmaktadır. Eğer Kur’an Allah’ın çok boyutlu ve istisnasız iradesini sözkonusu etmişse ve bağımsız olmanın etkisini tüm mümkün varlık üzerinde kayyum kuşatıcılığı bulunan Allah’tan bilmişse, bu, kendi yerindeki doğal sebepleri ve fail olma özelliğini reddeden ve insanı mecbur gören bir anlamı ifade etmez, aksine Allah’ın fiillerindeki tevhidi ve herşeyin onun paralel failliğine bağlı olduğunu beyan eder:

 وَأُحْيِي الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللّٰهِ 1367

Yahut fiileri doğal sebeplere nispet etmişse bu sözün anlamı, ne havale etme ve Allah’ın varlık sahnesindeki tedbir rolünü ortadan kaldırmadır, ne de Yahudilik anlayışındaki gibi yaratılmışlar âleminin Yaratıcı’nın kölesi olduğu ve Tanrı’nın elinin sıkı olduğu anlayışıdır. Çünkü bir başka yerde şöyle açıklanmıştır:

 كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ 1368

 بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ 1369

Aynı şekilde, ululemre itaati vacip kılmışsa da defalarca Müslümanlara ikazda bulunmuştur:

 وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا 1370

 فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا أَوْ كَفُورًا 1371

 وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ 1372

Dolayısıyla her zalimi ululemr kabul etmek, nasıl olur da Kur’an’a nispet edilebilir? Rabbimizin yazılı mesajındaki bu karşıt anlayışlar (muhteva ve medlulde iki delilin çelişmesi) dinde gedik açan şeyleri değil, dine saldıranların fikri eksikliklerini göstermektedir. Aslında bu dar düşünceler, metnin tamamı konusunda kapsayıcı ve bütünlüklü bir görüşe sahip olamaz ve metnin birbirini açıkladığını göremez. İşte bu, ortadan kaldırılması gereken bir felakettir.



Üç: Kanıt Olan Akla Uygunluk ve Koordinasyon

Vahiy metninin tefsiri ve dile getirilmesi; mesajı gönderen ilahi kaynak, mesajı tebliğ eden aracı ve mesajı alanın, yani muhatap olan insanın nihai maksadı arasında çok boyutlu bir ilişki yaklaşımını öngörür. Belirtilen üç alıcı arasında yer alan, çeşitli kavramlarla eşleştirerek ve metindeki gizli deliller ve karinelerden yararlanarak metni dile getirme işi, gerçekte vahyi gönderenin metin için söz konusu ettiği özelliklerle ve yapıyla alakalıdır.

Metindeki maksatların ilahi mesajı getirenin dilinden nasıl keşfedileceğini açıklama, izah etme veya öğretme de, Allah’ın masum hüccetinin vahiy mesajının metnini ve muhtevasını tebliğ etmede taşıdığı sorumlulukla irtibatlıdır. Linguistik kurallar ve araçlar ve rasyonel diyaloğa hâkim örf, vahyi gönderenin de makbul bulduğu muhatabın hayat atmosferindeki malum mercidir. Burada, araştırmacı zihnin derunundaki alanla bağlantılı dördüncü bir öğe daha vardır. O da insanın şuuru ve aklıdır -apriori veya teorik felsefi akıl-; yani görüş boyutunda insanı diğer varlıklardan ayıran yönü, hakikatleri tanımanın içsel kaynağı ve zâtına ilişkin en temel özelliği olan yetenek ve gücüdür. Zâta ait bu gücün ve insanın nihai yargısının değer taşıması ve delil oluşturması; hayatın başlangıcı, ölümden sonrası ve dinin aslını kabul etmesindedir. Diğer bir ifadeyle, Allah’ın insanla konuşması meselesi, insanın Allah’la buluşma ve diyalog noktası işte burasıdır. İnsanın işte bu hakikati bulma yeteneği gözönünde bulundurulduğu içindir ki Allah onu muhatap almakta ve yüceliş bahşeden mesajı üzerinde düşünmeye davet etmektedir:

 لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ 1373

 أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا 1374

Vahyin mantığında insanın zâtının şanı benzersizdir. Ama arzu ve çabasının rehini olan edinilmiş kimlik, kendi hayatında akıl ve zekânın ölçütünü tecelli ve zuhur ettirdiği sırada gerçekleşir:

 وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ 

Aslında cin ve insanların çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Kalpleri vardır ama onunla kavrayamazlar. Gözleri vardır, ama onunla göremezler. Kulakları vardır ama onunla işitemezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapkın. İşte bunlar gaflet içinde kalanlardır.”1375

Diğer taraftan, Kur’an’ın vahyin muhtevası üzerinde tedebbür, tefekkür, tezekkür, tefakkuha yaptığı birçok çağrı ve teşvik ve gaflete düşmeye karşı uyarması... İşte bunların hepsi, bu gücün fiiliyata geçmesinin ve araştırılmasının, aynı zamanda mantıksal ve fikri çaba göstermenin olumlu epistemik değer taşıdığı hakikatini göstermektedir.

İmam Kazım’dan (a.s) nakledilen ünlü rivayette Hişam b. Hakem’e şöyle buyurmuştur:

 یا هشام, ان الّٰله علی الناس حجتین حجة ظاهرة و حجة باطنةفاما الظاهر فالرسل و الانبیاء و الائمة و اما الباطنة فالعقول 

“Ey Hişam! Şüphesiz Allah’ın insanlara karşı iki hücceti vardır. Zâhir hüccet ve bâtın hüccet. Zâhir olanı rasüller, peygamberler ve imamlardır. Bâtın olanı ise akıllardır.”

Bu sözün devamında şöyle buyurmaktadır:

 یا هشام, ان الّٰله تبارک و تعالی اکمل للناس الحجج بالعقول 

“Ey Hişam! Allah Tebarek ve Teala, insanlar için hüccetleri akılla tamamladı.”1376

Yeni olan şudur ki Kur’an-ı Kerim şaşırtıcı biçimde bu çok bereketli kaynağın konumunu hatırlatarak muhataplarının şeriatı anlamada akıllarını kullanmasını ve derinlemesine düşünmesini Rasulullah’ın (s.a.a) izahatının yanında vahyin nüzulündeki hedefin gerçekleşmesinin tamamlayıcısı olarak tanıtmaktadır:

 وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 

İnsanlara, kendilerine ineni açıklaman için sana zikri indirdik. Umulur ki düşünürler.”1377

Dolayısıyla dinî metni anlamanın ve Allah’ın sözünü tefsir etmenin temel özelliklerinden biri, mantıksal akılla uyumdur. Yani evreni ve insanı tefsir eden, insanın Allah ile ve evrenle ilişkisini resmeden, insan hayatının hedeflerini maddi süreçlere özgü görmeyen ve kemal yaratıcı ahlaki hedefleri tanıyan araç.

Bu sebeple eğer Allah’ın kitabının tefsiri, akılla çatışan ve düşünceyi iptal eden biçimde sunuluyorsa doğal olarak o tefsir hikmetli Allah’ın muradı görülemeyecek ve kabul edilemeyecektir. Bu esasa göre, Allah’ın insan sanıldığı tecsim yorumuna dayalı anlayışlar, Allah’ın peygamberlerinin kutsal alanını nahoş yakıştırmalarla kirlenmiş sayan görüşler, dini zâhiri ibarelerine istinat edip “Allah’a ait olanın dışında hüküm yoktur” diyen Hariciliğin mantıksız fikirleri, bütün bunların hepsi şu acı hakikatin zarar verici sonuçlarıdır: Dinin hayat bahşeden ışığı aklın ayrılığı nedeniyle hasret çekmektedir ve dinler tarihi, bir kısım dindarın donuklaşması ve taşlaşmasıyla dinin de duraklamasına ve insanların ona sırt çevirmesine tanık olmuştur.



Yüklə 5,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin