Hakla GÖKTÜRK
ESEE (Sücûdî) — İkinci Abdülhamid zamanında Bahriye İtfaiyesi ile Bahriye Bandosunun seçkin simalarından; ash Sakızlıdır, Ali Ağa adında birinin oğlu olup 1873 • de o adada doğmuşdur. Küçük yaşda îstanbula gelerek Tophane Sibyan Taburuna izci - nefer olarak girmiş ve ilk tahsilini orada görmüş-dür; uzun boylu, müheykel bir vücud yapısına sâhib olduğu için Tophaneden Bahriyeye devredilmiş ve orada Bahriye İtfaiye Taburunun
borazan neferi olmuşdur. O sıralarda, 1894 -1895 arası 18 -19 yaşlarında bulunan Sakızlı Sücûdî Tophane ketebesinden Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin de yakın bir dostu olmuşdur, ki Aşık Râzi onun sânında da şu manzumeyi yazmışdır :
Sen kepçe ol ordu donanma kazan Yokdur Sücûdiye akran borazan
Tersanenin âbı rûyi Civandır ŞJmdi sahi bütan o pehlivandır
Reşk ider kaamete serv ile 'çınar Rûyi ahmerine gül ile gülnar
Hâki pâke nisbet şahım Sakızlı Güzeller diyarı oğlanu kızlı
Hele giydiğinde yazlık formayı Güzellikden alır bir arslan payı
Vardiyada bir gör ol cundabazı Pâyi bûsegâhı uşşak şehbazı
Semender şahım o itfâiyeli Gemisi tutuşdu girdi gireli
İtfaiyedeki vazifesi bakî kalmak üzere Bahriye Bandosuna alındı, ve bandoda en ağır nefesli saz olarak «tuba» çaldı; 1897 de yirmi dört yaşında iken mülâzimi sâni oldu, Bah riye silâhendazları arasında Yunan Harbine
Sücûdî Eser
(Resim: Sabiha Bozcalı)
iştirak etti ve gümüş harb madalyası, aynı yıl içinde 5. rütbeden Mecidiye Nişanı, 1899 da gümüş liyâkat madalyası ile taltif edildi. 1902 de mülâzimi evvel, 1908 de yüzbaşı oldu, Bahriye İtfaiye Bölüğü Kumandanı ve Bahriye Bandosu şefi oldu. Meşrutiyetin ilk yıllarında emekliye ayrıldı, 1955 de 82 - 83 yaşlarında emekli oldukdan sonra yerleşmiş olduğu Eyyubda vefat etti; İstanbul muhasarası şe-hidierinin gömülü bulunduğu Tokmaktepe Mezarlığına defnedildi.
ESERi CEDİD KÂĞIDI — M. Zeki Pa-kalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde: «Eskiden mevcud kâğıd-lardan birinin adıdır; kâğıdın başında Arab harfleri ile ve soğuk damga ile Eseri Cedid yazılı olduğu için bu adı almışdır» diyor.
Eseri Cedid Kâğıdı Türkiye fabrika yapısı ilk yerli kâğıddır (B. : Kâğıd); Lutfi Târihinin sekizinci cildinde hicrî 1264 (M. 1848) yılı vak'alan arasında şu malûmat verilmektedir: «Düzoğlu Karabet ile Mihran tarafından Izmirde kurulmuş olan kâğıd fabrikası 1264 yılı başlarında tamamlanmış ve yapdığı kâğıdlar îstanbula gelerek resmî dâirelerde ve şâir yerlerde kullanılmaya başlanmışdır. Bu yerli kâğıdlar epiyce bir vakit kullanılmış, hiç olmazsa resmî dâirelerde yabancı kâğıd-lara rağbet edilmeyerek bir büyük menfaat sağlanmış, ve yavaş yavaş" halk da yerli kâğıda rağbet eder olmuşdu; bu kâğıdlara üzerindeki damgadan ötürü Eseri Cedid denil-mişdi. Fakat İzmir fabrikası Avrupa kâğıdla-rının rekaabetinden başka sermâyesini veresiyeci kırtasiyecilere kaptırmış ve fabrika bir müddet sonra kapanmışdır.
Halk ağzında yalnız adı kalmış, ve îstan-bulda, ortadan katlanmış çift tabaka beyaz yazı kâğıdlarına Eseri Cedid denilegelmişdir.
ESERİ İSTANBUL — «Üçüncü Sultan Selimin zamanında Galatada ve Balatda açıldığı söylenen iki imalâthanede yapılmış porselen eşyaya verilmiş isimdir; bunlardan bâzısında gömme damga, bâzısında da boya ve her ikisi de Yesârî hattı ile Eseri İstanbul diye yazılıdır. Bir de pek adî tarzda yazılı veya hiç yazısızları vardır ki onlar da taklididir. Eseri İstanbul ekseriya beyaz zemin üzerine
yeşil ve al çiçekli ve güllüdür. Üzerinde ve kapaklarında ve kulplarında domates, limon gibi şekiller vardır. Bir de düz beyaz ve tırtıllıları vardır, bunlar o kadar makbul değildir; makbul olanlarında da fevkalâdelik yokdur. Kâseleri, bardakları, destileri görülmüş ve 5 liradan 50 liraya kadar (1939 daki fiatlar) sa-tılnıışdır; nuhûdî zeminli bir destiyi kırık olduğu halde 50 liraya sattığını hatırlıyorum; Türk işi numuneleri arasında Almanya İmparatoruna hediye edilmişdir» (N. Rüştü Bün-gül, Eski Eserler Ansiklopedisi).
ESERİ MERHAMET VAPURU (42 numaralı) —- Şirketi Hayriye vapurlarından (B. : Şirketi Hayriye); yandan çarklı bir vapur olup 124 ton hacminde idi ve makinası 80 beygir kuvvetinde idi. 41 numaralı Metanet vapurunun eşi olup ilk adı «Resânet» idi. Teknesi ah-şab olan bu vapur 1900 yılı mayısının 24 üncü gecesi garib bir çarpışma sonunda battı.
İstanbul Limanına Marsilyadan kiremit, çimento ve kireç yükü ile gelen Ilya Katrama-dıs adında bir kaptanın idaresindeki 700 tonluk üç direkli Yunan yelkenlisi, gece yarısından sonra açılmış olan köprü gözünden liman reisliğine âid Anastas Zoitos adında bir rum kaptanın idaresinde Midilli römorkörü tarafından çekilerek Halic'e girerken şiddetli akıntıya kapılmış ve köprünün Boğaziçi İskelesinde bağlı olarak yatmakda olan Resânet vapurunun üstüne düşmüşdür. Yelkenlinin baş tarafında bir zincirle asılı olan büyük demir şirket vapurunun kıç tarafındaki dip kamarasını parçalamış ve açılan delikden salona su dolmaya başlayarak vapur kısa bir zaman sonra batmış. Uykuda olan vapur mürettebatı canlarını zor kurtarabilmişlerdir.
Yelkenlinin iri çapası vapurun teknesine saplı kaldığı için Yunan yelkenlisi de batan vapur tarafından çekilerek batma tehlikesi geçirmiş, çapa zincirini kesmek suretiyle kurtulabilmiş. Şirketin liman reisliği ve Yunan yelkenlisinin sahibi aleyhine açdığı tazminat dâvasında Yunanlı ve Rum kaptanlar yanlış ma-navralarmdan ötürü suçlu görülmüş ve mahkûm olmuşlardır.
«Şirketi Hayriye Târihçesbnin kaydine göre Vak'ayı öğrenen İkinci Sultan Abdülhamid son derecede müteessir olmuş, ocağı sö-
— 5269 —
Âşık Râzinin kaydına göre Kirkor Eseyan kuyumculuk san'atı terk ederek bir takım baldırı çıplaklara ayak uydurmuş, o güruh ile kahvehane ve hamam peykelerinde ve tulumbacı koğuşlarında yatıp kalkmış, altın adını bakır yapmış, ye o âlemlerde tanışdığı Cezayirli bir yelkenli gemi kaptanının yanında îs-tanbuldan ayrılmışdır. Bibi: Âşık Râzi evrakı metrûkesi; Vâsıf Hiç, Not.
ESEYAN MEKTEBİ — Bankerlik, mâlî işlerle zengin olmuş Eseyan Ailesi tarafından
ESEYAN (Kirkor)
nük olduğu için infilâkdan kurtulmuş vapur onbeş gün sonra pâdişâhın irâdesi ile Tersane Dalgıç Bölüğü ve büyük ahşab havuz tarafından çıkarılıp havuza götürülmüş, tamir edilmiş, Şirketi Hayriye de geminin adını değiştirip «Eseri Merhamet» koymuşdur. Fakat yu-kardaki batma vak'asını kaydeden günün gazeteleri vapurun adım «Eseri Merhamet» diye yazıyor; bundan da isim değişmesinin geminin batmasından önce olduğu anlaşılır.
Tamirden sonra tekrar hizmete girmişdir. Kadro dışı edildiği târih tesbit edilemedi.
ESEYAN (Kirkor) — 1885 ile 1890 arasında Çuhacı Hanında bir kuyumcu kakmacının aşın derecede güzelliği ile îstanbulda Kuyumcu Güzeli diye şöhret bulmuş çırağı Ermeni genci; devrin kalender halk şâiri Üsküdarlı Âşık Râzi tarafından şu manzume ile övülmüş-dür :
Kuyumcu Güzeli Kirkor Eseyan Kalem nakşi hüsnün idemez beyan
Ermen şahların o taze baronu Âfeti zamandır gün gibi iyan
Dökemez anın ayağına su DUberânı urum» frenk, İtalyan
Gözler kamaşdmr misâli hurşîd Kaçan germâ'bede salmsa üryan
Ey âşıkı şeydâ Râzii Kâtib Kaptırma ağyara gafletden uyan
Çuhacı Hanına koşarlar imiş Rindânı beldeden Kirkoru duyan
Düşerse İstanbul eşkıyasına
Tâ yevmi haşredek dövünerek yan
İSTANBUL
açılmış bir Ermeni mektebi; 1895 de Beyoğ-lunda açılan bu mekteb, bidâyetde idâdî derecesinde bir erkek okulu idi, bilâhare kız kısmı da ilâve edildi ve 1929 yılına kadar devam etti, 1929 da erkek kısmı lağvedilerek Ermeni Kız Lisesi oldu, 1934 de parasızlıkdan dolayı lise kısmı kapatılarak Ermeni Kız Orta Okulu
oldu.
Bibi.: O. Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, II.
ESHAR NÜSHASI — «Eshar = Seherler, Sabahlar» (Türk Lügati). Geçen asrın ikinci yarısında istanbul Cezaevinde mahkûmlar arasında kullanılmış, bir büyü nushasıdır ki bir bardak su içine atılarak seher vakti suyu içilir, ve bu yedi sabah tekrarlandığında aşk ile kara sevda getirenlere (ağır melankoli hastalarına) şifalı olduğuna inanılırdı; sevdiği bir genci öldürdüğü için müebbed hapse mahkûm olmuş. Kahveci Nusretin defterinde bu eshar nüshasının hapishane esrarkeş kaatil Deli Veli Payzen Baba adında biri tarafından yayıldığı kaydedilerek şöylece tarif ediliyor :
«Zindan Şeyhi Geysûdâr Deli Veli Payzen Baba Hazretlerinin Nushai Eshârıdır ki mü-cerrebdir. İşbu Nushai Eshar zindan karındaşlarımızdan âteşi aşk ile kara sevdaya düşenler içindir. Boy abdesti alınıp Nushai mu-talsımı yatsu namazından sonra bir maşraba suya atup gice ayaza koyup sabah namazım edadan sonra o suyu içen ve bunu yedi sabah böylece tekrarlayarak içen sevda belâsından halâs olur. Payzen Veli Baba hazretlerinin beyânıdır ki Nushai Eshar boy abdesti alınıp gice cümle zindan halkı uykuya vardıkda kalb saflığı ile nakşedilip yazılır. Nüshanın nakşı ve yazısının neye işaret ettiğini sorduğumuz-
Eshar Nüshası
.Kahveci Nusretin Zindan Hâtıralarından)
ANSİKLOPEDİSİ
da şöyle buyurdular ki elifbanın başı ve sonu ayak'dadır, yâni elif harfi ayak'da ve yâ harfi de ayakdadır, ve kaf harfi dahi ayak isminde mevcud olup beşerin en son muradlan Kaf Dağının ardındadır. Ak ayak'dadır, Yak ayakdadır, Ay ayakdadır; gönül akar, âteşi aşk yakar, ay dahi maşukun yüz ışığıdır. Ayak aşk mihrabıdır; zîrâ Kâab, ayakda topukdur, Mük'ab Kâab'dan gelir, Kabe müslümanların kıblesidir ki o da Müb'ab'dan gelir. Mihrab Kâbeye teveccüh etmişdir, Kabe yönündedir, onun içindir ki âşıkın yüzü mahbûbuna dönmüş ise mihrabı o yârin ayağıdır. Aşk mihrabının kemeri de Kâab yâni topuk ile beş vakte işaret eden beş parmak arasındaki tabandır. Yârinin ayağına veya ayağının nakşına yüzünü sürmeyen âşık değildir. Ol kişi ki yar için kara sevda getirmîşdir, yârin ayağını işaret ile resim edilmiş ve bu mânâlar yazılmış Nushai Eshâr'ın suyunu şifâ niyyetine yedi sabah içince yâri ile murada ermiş gibi aşk ateşini söndürür ve sevda belâsından kurtulur. Zindanda tecrübe edilmişdir» (Yukardaki satırlar bugünkü dilimize çevrilmişdir).
Kahveci Nüsret ressam denilecek kadar resim yapmada hünerli olup cezaevinde mahkûmların yazdıkları şiirleri «Zindan Şiirleri» adını verdiği defterinde toplamış, aynı deftere bâzı hâtıralar kaydetmiş, bu arada ilgilendiği bâzı mahkûmların resimlerini çizmiş, Eshar Nüshasının da bir suretini resmetmişdir. Nüsha yedi köşeli bir çerçeve içinde yandan gön rünür bir ayak resmi etrafında şu yazılardan mürekkebdir :
«Üstde: Hû.. Şifâ niyyetine Nushai Es
har ~
«Ayak resminin içinde: Mâi nakşipâyi mahbûb, Şifâi derdi aşkı kulûb
«Sağda topuk yanında: Kaâb topukdur, uşşak sinesin döver bozdoğandır
«Ortada taban altında: Takı mihrabı aşk tabandır
«Solda parmakların önünde: Beş parmak beş vakte nişandır..».
Kahveci Nusretin bu kaydı, eski hapishanelerde üfürükçülüğün, büyücülüğün büyük yeri olduğunu göstermektedir. Mahkûmlar arasında ayrıca tılsımlı resimler yapılmışdır. Yukarda kaydetdiğimiz gibi resim yapmada pek hünerli olan Nüsret yakın alâka duyduğu Saf-
ESİR, ESİRCİLER
ranbolulu Ebûzer ve Emin Bey adında iki gencin resimlerini yapmış ve bu resimleri mahkûmlardan Somuncu Baba adında bir büyücü. -tılsımcıya bir takım yazılarla tılsımlı resim şekline koydurmuşdur, eşsiz kıymetde halk hayatı vesikalarıdır (B. : Ebûzer, Safranbo-lulu Pasacı; Emin Bey; Nüsret, Kahveci; Payzen Baba, Zindan Şeyhi Geysûdâr; Somuncu Baba; Zindan Şiirleri; Fetâ Nüshası).
Hüsnü KINAYLI
ESİ (SaM İbrahim) ~- İstanbul tüccarlarından, uzunca bir zaman İstanbul Ticâret Odası reisliğinde bulunmuşdur; 1965 yılı martında tedavi için gittiği îsviçrede vefat etti, uçakla getirilen nâşi İstanbulda Edirnepaku-su Şehidliğine defnedildi; hal tercemesi bulunamadı; gereken yerlere yazdığımız iki mek-tüb cevabsız kaldı, merhumun adının kaydı ile yetinildi. Bibi.: Vefat ilânı.
ESİR — Dilimize arabcadan kulluk, kölelik, muharebede düşman eline düşme anlamlarında «Esr, Esaret» kökünden alınmışdır; bir başkasının tahakkümü altında yaşayan, kul, köle, düşman elinde tutsak; mecazen, bir şeye veya.bir kimseye karşı aşırı ibtilâ, düşkünlük, tutkunluk: aşk esiri, muhabbet esiri, bade esiri; yine mecazen ağır hasta anlamında yatak esiri, esiri firâş.
Seni her kim şeriri mülki hüsn uzre emir etti Beni zencirî aşkınla kapımda bir esir etti
(Muhibbi; Kanuni Sultan Süleyman)
. *
Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdân hürriyet Esiri aslan olduk gerçi kurtulduk esâretden
«Nâmık Kemal)
*
Ölmek asam âsıka bir dem firakı yâr güç Böyle müşkil derd esiri hastaya tîmâr güç
(Nefl)
*
Yalın ayak pırpın bir müüunel fetâ gördüm Esiri bade oldum o bıçkının yolunda Dolaşırım meyhane meyhane gece gündüz Sirkeci Tophanede Galata Beyoğuuida
(M. Çengelli)
ESİRS ESİRCİLER — Dünyâda ve dola-yısı ile memleketimizde esir ticâretinin, esir oğlanlar (köleler) ve esir kızlar (cariyeler)
-ftv>^v—.
EŞİK, ESİRCİLER
İSİANUtîl
ansiklopedisi
5211 —
ESİR, ESİRCİLER
ları tarafından esircilere satılmış çocuklar, Afrikadan getirilmiş habeşî ve zenci esir kız ve oğlanlar yüz yıllar boyunca İstanbul esircilerinin ellerinde toplanmış, İstanbuida Esir Hanında, bu hanın ortasındaki Esir Pazarında ya açık artdırmalar ile, yahud hususî anlaşmalar, pazarlıklarla satılmışlardır (B. : Esir, Esir Hanı), Habeşî, zenci ve beyaz ırka mensub muhtelif milletlerden bâzı köleler de, mayası Bizansdan kalmış bir geleneğe uyularak, muhakkak ki zâlim bir ameliyat ile hadım edil-miş'.er, habeşî ve zencî hadım kölelere «harem
alım satımının meşru bir ticâret sayıldığı devirlerde bütün büyük şehirler gibi İstanbulda esircilik zor, ağır manevî sorumluluk taşıyan fakat çok kârlı, büyük işlerden biri olmuşdu.
Fütuhat devrinde, o devirlerin âdetince kılıç ile girilen yerlerden çıkarılan kızlar ve oğlanlar, Kırım Hanlığı akıncıların Ukrayna-dan, Poîonyadan, Rusyadan toparlayıp getirdikleri gene esirler, Kafkasya gibi, halkının yüz güzelliği ve vücud düzgünlüğü meşhur yarı göçebelerden esirci haydudlar eliyle çalınmış yahud öz anaları babaları, yakın akraba-
Karadenizli Esirciler ve Çerkeş, Abaza, Gürcü Oğlanları
(Sabiha Bozcalı'nın Kompozisyonu)
ağası», kara hadım», beyaz hadım kölelere de «tavâşî», ak hadım» denilmişdir. Satıldıkları kapularda sadâkatle hizmet eden kölelerin çoğu efendileri tarafından azâd edilmişler, içlerinden devlet kapusunda sadırâzamlığa kadar en yüksek mevkilere yükselenler, bir san'at alanında şöhret sahibi olanlar, büyük servetlere kavuşanlar, hattâ en kibar ailelerin kızları ile, hattâ sultanlarla, hanım sultanlarla evlenenler pek çok olmuşdur. Cariyelerin içinde de çoğu refah ve saadete, hürriyetine, bir aile yuvasına kavuşmuş, Sarayı Hümâyuna alınan cariyelerden bir kısmı Haseki Sultan (Pâdişâh zevcesi), «Valide Sultan (Pâdişâh anası) olmusdur, Osmanlı devrindeki Türk toplum hayâtında hayâtı bir esaret faciası olarak tasvir edilebilecek câriye ve köle yokdur diyebiliriz; hattâ çoğu, esir olarak getirilip bir kapuya sa-tıldıkdan sonra, memleketinde hiç bir zaman ulaşamayacağı, kavuşamayacağı hayat seviyesine ve refaha ulaşmış, kavuşmuşdur (B. : Câriye, cild 6, sayfa 3382).
Küçük yaşlarda köleler satınalıp, onları terbiye etmek, okutmak, yetişdirmek bâzı Osmanlı vezirleri, kibarları için büyük bir zevk olmuş; bu yolda Kanunî Sultan Süleymanın baş defterdarı iskender Celebi ile XIX. asrın ünlü vezirlerinden Hüsrev Mehmed Paşa pek meşhurdurlar (B. : iskender Çelebi; Hüsrev Mehmed Paşa). iskender Çelebinin ölümünde terekesinde, cariyeler hâriç 6200 kölesi çıkmış-dır.
Hicrî 991 (M. 1583) tarihli bir fermanda esirciler ile esir alım satımı üzerine çok mühim kayıdlar vardır, şöyle ki:
Kadın ve erkek bâzı uygunsuz kimseler türemiş ve istanbul esircileri arasına karışmışlardı. Bunlar câriye ve gene kölelerini satmak isteyenleri öğrenirler, satalım diye emaneten ellerinden alırlar, Esir Pazarına götürürler, önceden anlaşdıkları bekâr uşağı levend-ler de müşteri kılığında pazara gelir ve mezad-da herkesten yüksek bir fiat vererek esiri söz^ de satın alır, bir bakayım, hâlini sânını, hiz^ metini tecrübe edeyim diyerek üstünü sonra ödemek üzere bir mikdar pey akçesi bırakır ve esiri menzili olan bekâr odasına götürür, bir kaç gün fuhuş yolunda ona dilediği gibi tasarruf eder, kullandığı esirin eline de gönlünü hoş edecek birkaç şey verir, sonra bana yara-
maz diyerek geri getirir, aslında bir muhabbet delâllığı ücreti olan verdiği pey akçesinden de vaz geçerdi. Bazı esir dellâlları da karılarını müşteri kılığında pazardaki mezada sokarlar, yukarda bahsedilen usûl ile cariyeleri ona satın aldırtıp levendlere devredip kapatırlar ve sonra yine pey akçesinden vaz geçilerek câriye geri getirilirdi, iğlerinin ehli namuslu esirciler toplanıp Divânı Hümâyuna şikâyetde bulundular, istanbul Kadılığına hitaben çıkan bir ferman ile bu uygunsuzluğun şiddetle men edilmesi emredildi (991 şaban, 1583, ağustos -eylül).
Hicrî 967 (M. 1559) ve hicrî 983 (M. 1575) tarihli iki fermandan da XVI. yüzyılda îstanbulda dolayısı ile Türkiyede gayri müs-limlere esir satılmasının yasak olduğunu, gayri müslimler elindeki esirlerin araşdırılıp meydana çıkarılmasından sonra müslümanlara satılarak bedelinin eski sâhiblerine verildiğini öğreniyoruz; yine aynı fermanlarda gayri müs-limlerin azâdlı esir dâhi kullanamayacakları yazılıdır.
Onyedinci asırda yaşamış büyük yazar Evliya Çelebi, Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılan bir Esnaf-Ordu Alayı münâsebeti ile Esirciler üzerine şunları yazıyor:
«Esnafı Emâneti Esirhâne — l ağa ve 400 neferdir; kethüdası, şeyhi, çavuşları, esir dellâlları vardır. Ellerinde pâdişâh beratı bu-îunan esnafdır B. : Esirhâne Eminliği, Esirciler Hanı Tavukpazarında kale misâli 300 aded tahtânî ve fevkaanî odalardır. Hanın demir kapusunun dibinde Esirhâne Emini oturur ve satılıp alınan esirlerin bedelinden onda bir alır. Esircilerin ilk pâri Benî israil zamanında Nesini nâm bir bezirgan idi ki Hazret-i Yûsuf'u kuyudan kova ile çıkararak Mısıra götürüp Aziz El-Mısrî'ye satmışdı. Işde esir satmak ondan kaldı. Sonra Peygamberimizin asrında müşriklerle edilen gavzelerde bir takım çocuklar ele geçdiğinde sahabeden Bedii bin Vertâ «sir satmışdır, Uhud Gazası şehidlerindendir. g ; «Esnafı Bazirgânı Esirciyan — 2000 neferdir. Dükkânları Esirhâne (Esjr Hanı) odalarıdır. Bu taife Gürcistan, Megrilistan, Abaza Diyarı, Çerkesistandan kaldırılıp getirilmiş oğlan ve kızları süsleyerek onları Ordu - Esnaf Alayında sürü sürü el ele verdirip yaya olarak Alay Köşkü dibinden geçirirken pâdi-
ANSİKLOPEDİSÎ
5213 —
ESiR, ESİRCİLER
— 5272
İSTANBUL
şeyhleri, yiğitbaşıları vardı (B. : Esnaf).
Büyük bestekâr ve mûsikî bilgini Mustafa Itrî Efendi, şöhretinin en parlak devrinde Esirciler kethüdalığı yapmışdır ki buna benzer bir şeref başka esnaf topluluklarına nasib olma-mışdır (B. : Itrî, Buhûrîzâde Mustafa).
Hicrî 17 Ramazan 1050 (M. 2 ocak 1641; Sultan İbrahim devrinin başı) tarihli ve istanbul Kadılığı tarafından tanzim edilmiş bir esnaf nizâmı ve narh defterinde esirciler hakkındaki hükümlerle beraber erkek ve kadın esircilerin ve esir dellâllarınm ikaametgâh ad-
ESiR, ESİRCİLER
şah (Dördüncü Sultan Murad) yüz aded âfi-tab misâl gürcü ve abaza ve çerkes oğlanlarını saraya alıp sahihlerine bedelinin üstünde ihsanda bulundu. Sonra Esirhâne Emini de maiyeti ile fahir alay esvabları giymiş olarak geçdi. Ondan sonra nice bin pak ve pâkîze esir kızları ve süğlün gözlü, münevver yüzlü mah-bûbi devran esir oğlanları satırlar önüne alıp saf saf geçerlerdi» (Evliya Çelebi, Seyyahat-nâme, I.)
Diğer bütün esnaf teşkilâtı gibi Esirciler de bir loncada toplanmışlardı, kethüdaları,
reslelriyle birlikde isimleri de tesbit edilmiş-dir ki çok kıymetli bir vesikadır; bugünkü dilimize çevrilmiş metni şudur :
«Esirci taifesi erkek ve kadın yüz neferden ziyâde olub lâkin içlerinde bâzı hîlekâr ve müflis ve uygunsuz olanları vardır, bilhassa kadın esircilerin ekseri perhizkâr (namuslu) olmayub müslüman cariyeyi sahibinden ziyâde bahâ ile isteklisi vardır diye alub Leh ve Boğ-dan elçilerine ve şâir zengin kefereye götürüp cariyeyi onlara tasarruf ettirüb (fuhşa âlet olup kıza ve kendisine) bir kaç şey alub beğenmediler diye sahibine iade ettikleri ve buna benzer nice fesad etmekle suçlu görüldüklerinden esircilikden men edilmişlerdir. Namuslu ve dindar ve işine yetecek kadar serveti olan esircilerden (aşağıda isimleri yazûı) 33 nefer erkek ve 8 nefer kadın esirci ile 19 nefer del-lâl bırakılmışdır, ve hepsi zincirleme kefalete bağlanub bundan sonra içlerinden biri lâyık-sız bir iş yaparsa cümlesi sorumlu tutulacak-dır. Esir satışlarında uydurma, yalan fiat istenmeyecek, esiri alım bedelinin onda bir kân ile satacaklardır».
Defterdeki esirci ve dellâl isimleri de şunlardır :
Erkek Esirciler
-
üzunyusuf Mahallesinden Yakub Çelebi
-
Damadı Ali bin Kufd
-
Nahilbend Mahallesinden Anahtarcı Ali Bey
-
Kocamustafapaşada Hacıhâtun Mahallesin
den Seyyid Mehmed bin İbrahim
-
Samanveren Mahallesinden Ahmed Çelebi
bin Ramazan
6- Cezerikasım Mahallesinden Kasım bin Mustafa.
-
Mahmudpaşa Mahallesinden İbrahim bin Ah
med
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Veli bin Hasan
-
Hüseyinağa Mahallesinden Kaymakcıoğlu Veli
-
Dayahatun Mahallesinden Ahmed Mirza
-
Tatlıkuyu Mahallesinden Hacı İbrahim bin
Mahmud
-
Hüseyinağa Mahallesinden Topal Mehmed
Dede
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Hıdır bin İnayet
-
Dayahatun Mahallesinden Ali bin Yakub
-
Camcımurad Mahallesinden Hüseyin bin Ha
cı Hasan
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Mehmed bin
Abdullah
-
Firuzağa Mahallesinden Seyyid Mustafa bin
Nasuh
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Ahmed bin
Mahmud
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Mehmed bin Ab
dülkerim
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Mehmed bin
Mustafa
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Muharrem, bin
Hasan
-
Mahmudpaşa Mahallesinden Ahmed Bey bin
Mustafa
-
Tophaneden İbrahim bin Mehmed
-
Süleymaniyeden Kastamonulu Bodur Ali
-
Emirbuhâri Mahallesinden Ahmed bin Ali
-
Odalarbaşından Abdi bin Ali
-
Tophanede Tomtom Mahallesinden Hacı
Mehmed bin Hüseyin
-
Kürkcübaşı Mahallesinden Hasan bin Meh
med
-
Haticesultan Mahallesinden Hamza bin İb
rahim
-
Çakırağa Mahallesinden Hacı Abdülkadlr bin
Mustafa
-
Küçükayasofyadan Süleyman Beşe
-
Balabanağa Mahallesinden Muharrem bin
Mustafa
Kadın Esirciler
-
Süleymaniyeden Alime Hâtûn
-
Vâlîdehamammdan Âmine Hâtûn
-
Etmeydanında Firuzağa Mahallesinden Ha-
mamcıkızı Safiye
-
Denizhamamı Mahallesinden Bukiye Hâtûn
-
Soğanağa Mahallesinden Fatma Hâtûn
-
Eminbey Mahallesinden Sâime Hâtûn
-
Sofular Mahallesinden Hayri Hâtûn
Esirci Dellâlları
-
Muradpaşadan Ali bin Veli
-
Seydibey Mahallesinden İsmail Çelebi
-
Nuridede Mahallesinden Hacı Hasan bin
Mustafa
-
Peykhâne Mahallesinden Baba Safer
-
Mahmudpasada Çeşnigir Odalarından Karı-
oğlu Safer
-
Hasanefendi Mahallesinden Arnavud Hasan
-
Kurdağa Mahallesinden Hamza bin Abdullali
-
Cezerikasımpaşadan Mustafa bin Mahmtıd
-
Yayla Yokuşundan Kenan bin Abdullah
-
Gedikpaşadan Mustafa bin Mehmed
-
Langadan Hamza bin Abdullah
-
Langadan Bayram bin Abdullah
-
Kabasakal Mahallesinden Safer Beşe bin Ge
dik Ali Beşe
-
Kabasakal Mahallesinden Hacı Hasan
-
Kabasakal Mahallesinden Kastamonulu Ali
Beşe
-
Kabasakal Mahallesinden Hacı Mustafa
-
Gedikpaşadan Siyavuş bin Abdullah
Dostları ilə paylaş: |