ansiklopedisi
zel bir kızın, Evangeliki'nin resmidir. Bâbıâli-de Tomruk dâiresine kaldırılan tabloya «Çin Kızı» adı verilir; sekiz sene sonra, 1826 Babıâli yangınında da o tablo yanar.
Bürhaneddin OLKER
EVANGELİSTRA RUM ORTODOKS KİLİSESİ — Emirgândadır, medhaı kapusu Fırın sokağındadır. 1834 de inşa edilmiş, zamanla harap olmuş, 1925 de Rum cemaatinin iane parası ile tecdiden tamir ve ihya edilmişti. Tebdil Sokağı üzerindeki kapusunun üstünde altı metre irtifamda ahşab bir çan kulesi vardır. 1947 de yine bakımsız bir halde idi. İçinde kay-de değer bir hususiyeti tesbit edilemedi.
Osman TOLGA
EVANGELİSTRA RUM ORTODOKS KİLİSESİ — Kasımpaşada, vapur iskelesinden on beş dakikalık bir yol olan Yenişehir caddesi üzerinde Hacıelbey sokağındadır. Demir parmaklıklı bir avlu içinde, medhal' kapusuna mermer merdivenlerle çıkılan kilisenin içi de mermer döşeli, despot ve vaiz kürsüsü mermer bir kubbe ile örtülmüştür. Müteaddit ikonlar ve â-vizelerle tezyin edilmiştir. Bina dışarıdan da dört köşesinde yirmi beşer metre irtifamda dört kagir çan kulesiyle bezenmiştir. Ayazması vardır, mermer merdivenlerle inen ayazmanın da zemini ve duvarları mermerdir. Kilise ve ayazma, civar Rumlarının ianesiyle 1894 de yapılmıştır, isim günü 25 marttır.
Osman TOLGA
EVCİMEND SOKAĞI — 1934 Belediye ?>ehir Rehberine göre Fatih kazasının Kara-gümriik nahiyesinin Keçeci Karabaş Mahallesi yollarından, Güldede Sokağı ile Melekhoca Caddesi arasında bir dirsekli bir aralık sokakdır (1934 B.Ş.R. pafta 7/87). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (haziran 1969)
EVCİN SOKAĞI — Kumkapuda Muhsine hâtûn Mahallesi yollarından, 1934 Belediye Şehir Rehberinde gösterilmemişdir, bu rehberin mezkûr mahalleyi gösteren haritasında (pafta 3/28) Salcı Çıkmazı adı ile gösterilen yolun yerindedir ve bir çıkmaz olmayıp Tür-keli Caddesi ile Batumlu Sokağı arasında uzanır tek dirsekli bir sokakdır. Cadde tarafında-
EVDOKSİYA
ki başından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, kabataş döşeli bir yoldur; ikişer üçer katlı kagir evler arasından geçer, ka-pu numaraları 3 - 27 ve 2 - 28 dir (aralık 1966).
Hakkı GÖKTÜRK
EV DANASI — istanbul ağzı eski bir deyim; pek küçük yaşda alınmış, evlâd gibi sevilmiş, haremde büyütülmüş, şımartılmış, bıyıkları terledikden sonra haremden selâmlığa çıkarılmış, fakat kendisini bir hizmetkâr olarak göremeyen, basma buyruk hareket eden, hiç bir işe yaramasa da kovulamayan, satılamayan genç uşaklara ve kölelere denilir. Aşağıdaki satırları 1290 (M. 1873) de yayınlanmış «Vasfi Bey ile Mukaddes Hanımın Sergüzeşti» hikâyesinden alıyoruz: «... bizim Hüs-rev o zaman yirmi dört, yirmi beş yaşlarında idi; elinde okuyup yazması da vardı, peder bunu aldığında pek küçükmüş, haylice okutup yazdırmış, terbiyesi için de aşın ihtimam etmiş, gereği gibi yetiştirmiş ama sonra buna bir haylazlık ânz olmuşdu. Bâzı akşamlar gecikir, çakıp geldiği de olurdu. Konakda kimseye ehemmiyet vermez, pek olsa biraz efendiden yılardı, o da tek kovmasın diye. Efendi Hüs-revin hâlinden hoşnud değii'di, fakat artık ev danası olmuşdu, ne dövülür, ne kovulur...» (Müsâmeretnâme).
EVDOKSÎYA — 1899 da Beyoğlunda Çiçekçi Sokağında umumhâneci bir rum kansı; gene bir kayıkçı olan Manol adındaki maşukuna bütün parasını yedirmiş, kendisini yolduktan sonra dirseğini çeviren ve İzmaro ismin* de bir kızja sevişmeye başlayan çapkın oğlanı bir ağustos gecesi aralarında çıkan kavgada kıskançlıkla bıçaklıyarak öldürmüşdür. Bu vak'ayı cinayet gecesi aynı umumhanede bulunan halk şâiri Merdivenköyi'ü Tevfik Efendi manzum olarak şöyle tesbit etmişdir:
Kayıkçı Manol gencin irisi Gören dir bu şehbaz deniz perisi
Lefkenin bıçkım mürailik dilber Çıkacak elbet ki seven birisi
Hele soyunsun da üryan gör onu Has tombakdır dövme bakır derisi
EVHAD (Hacı)
— â4iû
ANSİKLOPEDİSİ
— 5411 —
EVLÂDLIK
Deli Evdoksiya âşık Manola Çiçekçinin meşhur yosma eskisi
Oğlan yalın ayak tırıl kopukdur Kartkanmn küp küp altın oskisi
Giydirip kuşatır palikaryayı Şapka da kondurup attırır fesi
Kayıkçı oğlanı görenler sanır Reji kaleminin bir efendisi -
Tiyatro balo gazinolarda Gezerler her gece dâim ikisi
Lâkin Manol sever Izmaro kızı Sermâyelerin o dil'ber körpesi
Verilir mercimek aşı fırına ikisi de kurnaz gaayetle sinsi
Mamacığın çil çil altunlarını Izmaroya taşır Manol nâkesi
Değirmenin suyu tükenir bir gün Dirseği çevirir Manolâkisi
O dünkü pırpırı kopuk oğlanın Düşer yüzündeki âşık maskesi
Soyarken bir şeb kayıkçısını Çerâğı hüsnünün o pervanesi
Dir ki «Benim gibi nevcivan oğlan Yüzüne güldümse altının sesi
Para suyu cekdi bırak yakamı Taze nigâr ister gönül .kafesi
İzmarodur gayri benim oynaşını Kızların içinde o dürdânesi»
Mama karı o an akün oynatır Hakaaret edince o mehpâresi
Saldırır kapınca bir koca bıçak Vurur Manolunu kalbde yâresi
Çiçekçide idim gözümle gördüm Şimdi türlü türlü bak teranesi
Yatardı nîm üryan bir don gömlekçe Kan revân içinde güher paresi
Binüçyüzonyedi onbeş ağustos Saat on sulan pazarertesi
Ben de onbeşinde düşürdüm tarih «Manol Oğlana âh kıydı katibesi»
1332 - 15 = 1317 1899
Tarih mücevher ve 15 ile tâmiyelidir.
Vâsıf HiÇ
EVHAD (Hacı) —Yeniçeri kasab ustalarından, Yedikulede Hacıevhad Camii ile yanında aynı ismi taşıyan bir Sünbülî tekkesinin ve bir küçük hamamın bânîsi, camimin yapı tarihi hicrî 983 (milâdî 1575 - 1576) olup kabri de mihrab duvarı önündeki mezarlıkdadır; hayratının Yedikulede olduğuna göre kendisinin de Yedikule Salhaneleri kasabi'arından olduğu anlaşılıyor; hayatı hakkında başka kayde rastlanmadı (B.: Hacıevhad Camii; Hacıevhad Tekkesi; Hacıevhad Hamamı).
EVHAD BEY — Geçen asır sonları ile asrımız başında yaşamış bir meczub; Bayazıd-da Soğanağada Şûrayıdevlet kâtiblerinden olan babasından kalmış bir evde otururdu; kendisi hacir altında, vasî tâyin edilmiş emek-dar bir uşak ile karısı tarafından korunur, bakılırdı, yine babasından kalma bir kaç dükkânın iradını da onlar toplardı.
Babasının tek evlâdı ve 14 yaşında bir çocuk iken bir yaz gecesi açık pencereden yattığı odaya giren eli bıçaklı bir haytanın karşısında ve şenî tecâvüzü altında tecennün ettiği rivayet edilirdi. 1900 de 40 - 45 yaşlarında kara sakallı güzel bir adamdı; yaz ve kış yalın ayak, yahud çıplak ayaklarında takunya, sırtında göğsü açık bir mintan, bir pantalon yahud iç donu ile, ve başında kalıpsız, püskülsüz bir fesle dolaşır, hemen hiç durmadan gaayet hızlı yürürdü, durduğu zaman da hiç kıpırdamadan taş gibi dururdu. Kimse ile konuşmazdı, «Merhaba Evhad Bey!..», «Böyle nereye Evhad Bey?..» gibi sözlerle aşinalık edenlere cevap vermezdi; gaayet nâdir olarak kendisi:
«Kürd Mustafa geliyor mu?..» diye sorar, ve cevab almadan bir ok gibi fırlayarak ardına bakmadan yürürdü; sorduğu Kürd Mustafa-nm cinnetine sebep olan hayta olması muhtemeldir.
Bir gün Bayazıd Meydanında kavga eden iki arabacıdan birinin bıçak çekdiğini görmüş ve orada kalb sektesinden ölmüşdü; ölümü 1903 -1904 arasında oi'acakdır. Bayazıd Camiinden kaldırılan cenazesinde belki bin kişiden fazla bir cemaat bulunmuşdu.
Münir Süleyman ÇAPANOĞLU
EVİRGEN (Ahıned Refik) — Saat yapıcı usta ve usta bir saat tamircisi; Bayazıd Meydanında eski Harbiye Nezâretinin, zamanımızda istanbul Üniversitesi merkez binasının âbidevî kapusundaki büyük saatleri yapmış olan meşhur saat ustası Mustafa Şem'î Efendinin yetiştirmesi; (1905 de Üsküdarda Sultante-pesinde doğdu; Tevfik Efendi adında bir kunduracının oğludur, annesinin adı Nesime ikbaldir; semtinin mahalle mektebinde okudu, Üsküdarda Cem Sultan Rüşdiyesinde talebe iken tahsili terkederek Mustafa Şem'î Ustanın yanına çırak olarak girdi ve işini severek yıllarca bu sanatkârın Cenberlitaşdaki atölyesinde çalışdı. Ustasının ölümünden sonra kendi atölyesini açarak iş hayatına atıldı. Üsküdarlı Kerim Hoca adında bir zâtın kızı Esma
Ahmed Refik Evirgen
(Resim: S. Bozcalı)
Hanımla evlendi, üç oğlu bir kızı oldu; Eminö-nünde Şabcı Kanındaki saat tamiri atölyesi kendi yetiştirmesi büyük oğlu Tevfik Evirgene devretti, bu satırların yazıldığı sırada kendisi Eminönünde Arpacılar Caddesinde Omega mağazasında kendi hesabına tamirci tezgâhında çalışıyordu; ve ömrü boyunca ayrılmadığı Üsküdarda Doğancılarda oturuyordu.
Hoş sohbet, hatır gönül' sayar bir meclis adamıdır; içkiye iltifat eder, dostlukda sadâkat, vefa bilir, amatör usta bir balıkçı, saatçilik san'atmda da eşi bulunmaz merdi meydan ustadır.
(B.:
EVKAFI ÎSLÂMİYE MÜZESi
Türk islâm Eserleri Müzesi).
EVKAF SOKAĞI — Eminönü ilçesinin Alemdar nahiyesinin Eminsinan Mahallesi yollarından; Eminsinan Hamamı Sokağı ile Yeniçeriler Caddesi arasında uzanır; Gedikpaşa Camii Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi pafta 2/20). Yeniçeriler caddesi tnrafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, önce paket taşı, daha sonra kabataş döşeli, iki kenarı yaya kaldırımlı, meyilli bir yol olup 2-4 katlı ev ve apartımanlar arasından geçer, l otel (Otel Sun), l mühendis âletleri mağazası ve tamircisi, l kereste mağazası, l fotoğrafçı vardır; Cenberlitaş Kız Orta Okulu bu sokaktadır; ka-pu numaraları l -17 ve 2 - 20 dir (aralık 1966).
Hakkı GÖKTÜRK
EVLÂDLIK — «Kendi sulbinden olmayan bir çocuğu evlâd edinmek» (Türk Lügati). Toplum hayatımızda çok önemli bir meseledir; Aşağıdaki satırları R.E. Koçu'nun Hergün Gazetesinde bir sohbet yazısıdır:
«Kimsesiz garib bir çocuğu evlâd edinmek muhakkak ki bir fazilettir. Onu mihnetten, meşakkatten, sefaletten, türlü kötü yollara sapmaktan, bir takım uygunsuz insanların bâcize-si olmaktan kurtarmak, kul gözünde de, Allah indinde de makbul bir harekettir. Bir kısmı hayatta bazıları rahmetli rahmana kavuşmuş, bu faziletli insanlardan sekiz on kişi tanırım. Yalınayak, yarı çıplak sokaklara düşmüş, yalın kat analar ve babalar tarafından ihmal edilerek ne yapacaklarını şaşırmış, canî ruhlu üvey anaların pençesinde inim inim inleyen oğ-
1EVLÂDLIK
5412 —
istanbul
ansiklopedisi
5413 —
EVLENME DÜĞÜNLERİ
lan ve kız nice yavrucukları bağırlarına basmışlar, onları refah içinde büyütmüşler, istidadı olanları okutmuşlar, çeyiz, sermaye, iş, meslek temin etmişler; başlarına birer aile yuvası çatmışlardır.
«Fakat bu faziletli simaların yanında, faziletli yüzlerinde maske gibi taşıyanlar vardır, ve hem bunlar pek çoktur. Evlâdlık, evlâd edinme işi öylesine suiistimal edilmektedir ki sadece gözlerimin gördüğü bin bir misali bir kalem çırpısında anlatabilirim. Kimsesiz, desteksiz garib bir çocuğun körpe vücudunun enerjisinden bir evin günlük hayat çarkında kıyasıya istifâde edilmekte, çıplak ayaklarına giydirilen küçük bey veya küçük hanım eskisi pabuçlar, sırtına geçirilen bir âdi mintan ve pa,n-talon veya bir basma entari, evin en kötü yerine serilmiş pide gibi bir döşek ve önüne konulan sofra artığı ile o biçârelerin posası çıkarılmaktadır. Üstelik âmirane eda, haşin hitap, azar ve dayak da vardır. Evlâd edinme işi, bayağı bir böbürlenme ile «üstüne başına, boğazına bakıyoruz» denilerek yıllarca parasız pulsuz uşak veya hizmetçi, hattâ daha yerinde bir tâbirle köle ve cariye kullanmak olmuştur.
«Oğlan on altı, on yedi yaşında vücud enerjisinin kıymetini idrâk eder, önüne, bu enerjiye bedeli karşılığı muhtaç olan biri çıkar ve kendisine para denilen sihirli şeyi gösterir, gaflet uykusundan silkinip ya bir başka kapıda aylıklı uşak olur, yahut bir dükkâna veya bir imalâthaneye çırak olarak girer. Evlâdlık kızlar da bu idrâk çağında ekseriya kocaya kaçarlar.
«Ya şu kadar senelik emekleri? Hakları?. Yıllar boyunca küçücük ayaklariyle koştukları ve küçücük elleriyle yaptıkları?! Hepsi yanmıştır efendim.
«Fazilet oyunu oynamasa da evlâdlık yerine apaçık uşak oğlancık veya hizmetkâr kızcağız denilse, karşılığında gündelik veya aylık bir para vardır!...
«Köyümüzün yazlık sineması bu ay sonu kapanacak zannederim. Geceleri artık pardesü-süz çıkılmıyor. Ahbaplardan falan bey karısını kızını ve evlâdîıklan Cevriyeyi almış, sinemaya gelmiş... Gelinlik çağındaki Cevriyenin sırtında bir entari var, hava ayaz, elleri çap-rastlama koltuklarının altında, üşüdüğü belli...
— Yahu... Şu kızın sırtına...
Diyecek oldum, bayan, azametli bir eda ile-kabardı:
. — Kızımın parasını bankaya yatırıyoruz amcası!.... dedi.
-
Çevriye, kaç bin liran var bankada?...
diye sordum. Yüzü kıpkırmızı oldu ve:
-
Yüz elli lira!... diye fısıldadı.
«O zaman anladım: Cevriyeye ev çıkacak!... Apartman katı çıkacak!... Kim demiştir ki, Çevriye yüz elli lira karşılığı tam on yıl tepe tepe koşulmuştur diye?!...
«Adını bilmem, yedi - sekiz yıldaanberi se-lâmlaşırız. Herkes gibi benim için de sadece «Hacıbey» dir. Zannederim Erenköyünde ya-hud Bostancıda oturur ve zannederim Manavgatlıdır. Hemşehrisi bir de evlâdlığı vardır; güzel, zeki bir oğlan, on beş yaşlarında kadar... Çocuğun bir elinde Hacıbeyin çantası ve erzak dolu bir file, öbür elinde de yine ağzına kadar dolmuş koca bir sepet... Yükü en azdan otuz kilo...
-
Bir hammala verseydiniz... dedim.
-
Taşır o... dedi.
«Çorapsız ayaklarındaki kunduralar belli ki Hacının eskileri... Hem büyük, hem de tabanı kalkmış, yükü kollarım ve omuzlarını sızlatırken sağ ayağını da endezleyerek kullanıyor, yoksa tökezip düşecek... Sözde babalığa gösterdim:
-
Kundura dayanmıyor... dedi...
-
Futbol mu oynuyor?...
-
Bir de o eksikti!...
— Ayaklan kundurayı çatır çatır yi
yor!...
Vücudu, köylü yapısı, sıhhatli amma güzel yüzünde bir solukluk var, belli ki yorgun ve gıdasız...
— Aferin o ayaklara... dedim. Ağzının
yapamadığını yapıyor galiba!...
«Bu dâvayı kökünden halletmek için, masum yavrucakların hizmet ve emek haklarını korumak için bir kanun lâzımdır.»
(Her Gün, 1956).
Evlâdlık meselesi, bilhassa büyükşehir Is-tanbulun meselelerindendir. Nisbet yüzde birdir, 99 çocuk sureta evlâd edinilir, halleri yukarda anlatılmışdır, l çocuk da mahkeme karârı ile işin nezâketine lâyık asaletle tebennî ediıir; ve onlar öz evlâdlardan da üstün şefkatle bağra basılır.
•EVLÂDLIK SOKAĞI — 1934 Belediye Şe-Ihir Rehberine göre Fatih Kazasının Karagüm-:rük Nahiyesinin Kaariye Atikalipaşa Mahalle-rsi yollarından; Kalfaefendi Sokağı ile Âvâre ;Sokağı arasındadır (1934 B.Ş.R. pafta 7/109) '. Kalfaefendi Sokağı tarafından gelindiğine göre meyilli, dar ve bozuk bir aralık sokakdır, üzerinde iki katlı kagir bir ev ile üç gece kondu vardır (aralık 1966).
Hakta GÖKTÜRK
EVLEK SOKAöl — Bakırköyünde Osmaniye Mahallesi yollarından; Cemiyet Sokağı ile Osmaniye Camii Sokağı arasında aralık sokakdır (1934 B.Ş.R. pafta 12). Bir araba geçecek genişlikde ve asfalt döşelidir, üzerinde biri iki katlı ve dördü tek katlı beş kagir ev ve bir arsa vardır. (Ekim 1968).
Hakta GÖKTÜRK
EVLENME DÜĞÜNLER! — Memleketimizde ve bilhassa îstanbulda evlenme düğünleri, uzak ve hattâ yakın geçmişe nazaran, çok değişmişdir. Şer'î nikâhın yerine medenî nikâhın kaaim olması, müslüman Türk kızının Örtü altından çıkması, müstakil çatı aile meskenlerinin yerlerini apartıman dâirelerine terketme-si, günlük türlü içtima îve iktisadî değişiklikler evlenme düğünlerinde pek çok örf ve âdetin terk edilmesine sebeb olmuşdur.
Artık bir sandık odası yokdur; dolayısı ile bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi ile o odaya konulan ve içi düğününe kadar geçecek onüç onbeş yıl boyunca çeyizle doldurulacak olan bir çeyiz sandığı da yoktur; moda yenilikleri ayak takımına varınca tâkib edilmektedir, kumaşların renkleri ve desenleri ve hattâ isimleri durmadan yenilenmekte, değişmektedir. Çeyiz, bir mağazada satılamayarak kalmış «Tapon Kumaş» olacakdır.
Artık kızla oğlan tanışıp, görüşüp ve sevi
şip evlenmektedir. Kıza koca, oğlana zevce bu
lan kılavuz kadınlar, kız ve oğlan sağlığı ve
renler, görücüler yokdur. Bir zamanlar oğulla
rı için kız görmeye giden oğlan anası ve yakın
ları kadınların kız tarafına oğlanın bir fotoğ
rafını bırakmaları, kızın müstakbel zevcini ilk
defa o resimde görmesi büyük yenilik olmuşdu
(B.: Ahmed, Balıkeıgüzeli, cild l, sayfa
ve 302), ..
Artık zengin ve orta tabakadan ailelerin evlenme düğünleri büyük lüks otellerin şatafatlı salonları ile sureti mahsusada kurulmuş düğün salonlarında yapılmaktadır. Konaklarda, köşklerde, evlerde davetli ağırlama, ziyafet sofralannın takımlarını tedârik etme ve yemekler için mutfak külfeti ailelerin üstünden atılmış, düğün, bir müesseseye hare ödemeden ibaret kalnuşdır. Zamanımızda ev düğünleri istanbul civarındaki köyler ile istanbul içinde çok dar gelirli ailelerin muhitinde kalmışdır (B.: Görücü; Nişan; Nikâh; Kına Gecesi; Paça Günü; Yüz Yazması; Koltuk; Gelin Hamamı; Güvey Hamamı; Güvey Kapama; Gelin Alayı)
EVLENME DÜĞÜNLERİ, ESKi DÜĞÜNLER — Eğer meşhur bir düğün ise daha olmadan haftalarca evvel velvelesi âfaakı tutardı. Mağazalar kolaçan edilmeğe başlanır, vapurda, şimendüferde etrafa kulak kabartılır; Kadıköyündeki, Kumkapıdaki gündelikçi küçük terzilerle istişare edilir, büyük Beyoğlu terzilerinin ağızlan aranır; nihayet düğünde giyilecek esvab için Ölçü verilirdi. Düğün hediyesi olarak bermutad altın yaldızlı zarf fincan yahut çatal bıçak takımı alındıktan ve hala hanımın kızına da kira ile bir gerdanlık kaldırdıktan sonra anadan emilen süt burnundan gelmiş bir halde yorgun, bîtap konağa avdet edilirdi.
«O zaman manikür, kuaförcüye gitmek âdetleri yok. Kıvırcık durması için bir gece evvel saçlar ıslatılarak kâğıtlarla bükülür; beyazlansın ve yumuşasın diye ellere sütle ezilmiş patates sürülürdü. Ortanca hanımın dudağının üstündeki tüyler, genç gözü olması itibariyle âhiretlik Dilber marifetiyle ve cımbızla, görümce hanımın bileklerinden dirseğine kadar olan aksam ise ağda ile alınırdı. Saçlara çeyreklik boya veya zerdeçal da unutulmaz.
Onyedi yağındaki küçük hanım eteğinin kloşunun yahut kollarının bombelerinin pot durduğundan bahisle tepinir, ağlar, sızlar. Terziyi prova günü işgal etmiş olan o falan paşanın kahrolası torunu hep birlikte tel'in edilirdi.
Düğün uzakça bir senitte oluyorsa, fistanlar mukavva kutulara konup ve ağa efendinin eline verilip düğün evine civar bir akraba veya ahbab evine inilir4i, Orada elbiseler .giyilir, tu-
fe=^"_"_.
EVLENME DÜĞÜNLERİ
— 5414
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 54İ5
evlenme düğünler!
valetler ikmal edilir; fistanın kusuru küçük hanımın gene gözüne batar. Pudra ve sürmeden evvel ayna kargısında bir fasıl daha ağlanırdı.
«Her şey tamamlanır. Hanımefendi ile ortanca hanımefendinin birinci rütbe şefkat nişanı zîşanlanmn hamaylı kurdelâsı iğnelerle tespit edilirdi. Baglannadki gazdan hotozlarla üzerindeki zümrüd iğneler de düzeltilir; küçük hanımın göğsündeki dantelâlar ikinci rütbe nişanın görülmesine mâni olmaması için iliştirilir; kalfa Hüsnühalin hotozuna, saat kösteğine, altın yaldızlı bileziklerine de çeki düzen verildikten ve kart yahudi matmazele, düğün evinde küçük hanıma daima Fransızca söz söylemesi ve hiç Türkçe konuşmaması İhtan da yapılır, sonra ver elini düğün evi...
Konağın bahçe kapısının önü hınca hınç. Harem ağalan, uşaklar, Karadağ elbiseli, beli tabancalı kapıcılar buyurun, buyurun derler. Taş merdivenin önünde araba durur. Harem ağalan koltuklara girerek davetlileri içeriye alırlardı.
Derhal soyucu denilen kadınlar sökün ederler; misafirlerin çarşaflannı, yeldirmelerini alırlar. Önlerine düşülür, salona doğru yürünür. Salon serapa doludur. Baş sedirden itibaren kanapeler, koltuklar, sandalyeler teşrifat sırasiyle işgal edilmektedir. Ortada, askılar, çiçekler arasında gelinin makaamı.
Salona giriş ânı en müşkül, en heyecanlı anlardan sayılırdı. Hep kusur arayıcı bin bir çeşit nazar, muttasıl istihza ile tebessüm eden gözler yeni gelenler üzerine dikilirdi.
Salonda tecessüs ve tenkid de girenlerin derecesine göre değişirdi. Bazen en geridekiler bile, «Nuh nebiden kalma kıyafetliler!» diye yerlerinden kıpırdamazlar, bazen bir kaç koltuktan ayağa kalkılır. Bazen de bakarsınız, köşedeki en itibarlı sedire gömülmüş olan göğsü nişanlı, pıtrak gibi elmaslı, şişman Hanımefendi yanında kendisini yelpâzeliyen kalfasının omuzuna doğru yaslanır, girenlere berâyı cemile, yerinden kımıldanır gibi olurdu. Hele bir kaç koltuk ötedeki yeri göstererek, yarım ağızla: «§öyle buyurun!» iltifatını lütfederse bu en büyük bir mazhariyettir. Bütün kanape ve kol-tuklardakiier derhal elektriklenmiş gibi olurlar, ayağa kalkarlar ve aşinalık ederlerdi.
Şişman hanımefendinin yanına varılıp etek öpüldükten ve bitişiklere de îcabı maslahata göre arzı tazimat edildikten sonra gelin hanıma yaklaşılır. Samimiyetin derecesine göre tebrik edilir, veya «şap!» diye öpülür. «Allah bir arada kocatsın! înşaallah yavrularınızı, torunlarınızı severiz!» kılıklı hem ona, hem de kendine duadan geri geri gelinerek koltuğa oturulurdu.
Düğünde bâzı sultanlar da varsa onlar büsbütün hususî salonlardadırlar. Bâzı ekâbir haremleri ve kerimeleri de bundan örnek aldıklarından kalabalığa karışmazlar, tenha bir odaya kapanırlardı.
Evvelâ büyük bir tepsi içinde tatlı getirilir. Arkasından üç kişi marifetiyle kahve gelirdi. Bunlardan birinin elinde kocaman bir tepsi üzerinde fincanlar, ötekinin göğsünde, pul ve sırma işlemeli, çapraz vari kahve örtüsü, elinde «sitil» dedikleri zencirlere muallâk gümüş kahve güyümü vardır. Üçüncüsü, güyümden fincanlara kahve doldurur ve misafirlere verir. Daha arkadan geniş tabak içinde sigara tevzi olunurdu.
Medhalin solunda, kapısı bir yatak çarşafı ile örtülmüş olan odadan saz akortları, arkasından hicaz peşrevi aksetmeye başlar. Derhal rastıklı, sürmeli bâzı hanımlar şıpın işi perdenin yanındaki sandalyelere sokulurlar ve perdeyi biras aralayarak iğnelerler.
Düğün ne kadar yüksek, kibar olursa olsun saz ahengi hep gürültüye boğulurdu. Kundakta bir çocuk viyaklar; bir soyucu (soygun, da denilir) hanımla emektar arap bacı atışırlar ve arap bacının babalan tutup kütük gibi yere serilir; bir harem ağası süt ninenin ikiz çocuğunu kırbaçla döğer; sekiz, on yaşındaki hünkâr çavuşu küçük beyler, paşazadeler ko-nugıııiar ve mini mini kılıçlarını çekip ortalığı birbirlerine katarak kılıç mübarezesi yaparlar; gelinin biraderi bey tam taş merdivenin önünde, sofracı Ağavniye çimdik atan bahçıvan yamağım ayağının altına alır. toy oğlanı döve döve pestilini çıkanr.
Düğün evi hamulesini kâfi derecede almıştır. Havasızlık ortalığa bastıkça basar. Herkes 40 derece ile kızıl döşeğinden fırlamış gibi kıpkırmızı; her vücud sucuk gibi sırsık-
lam, ter içinde. O zaman çantalar içinde podra-lar, sürmeler, allıklar yok. Bet beniz perişan; yayılan podra ve sürmelerle bütün simalar rengârenk.. «Telle frer» in podrası, «Piver» in «Viriç»i, çarşının «Tefârik» lavantası, Sadberk Hanımın yemenisinde hacı yağı ve ağzında pastırma kokusu, çalgıcıların gizliden gizliye müracaat ettikleri arka ceplerindeki rakının ve terli ayaklarının kokuları... Bütün bunlar ortalığa buram buram yayılmaktadır.
Derken gene bir kargaşalıktır kopar: «Koltuk!» sesleri herkesi birbirine katar. Kalfalar, cariyeler koşuşur; harem ağalan seğirtir. Merdivenin alt başından itibaren koridor, sofa, gelin odasının kapısına kadar insanla dolar. Yüksek kırattaki hanımefendiler yisalarla yerlerinden kıpırdatılarak koltukla güzergâha getirilir. Perdenin arkasında, saz takımı da ayağa kalkar ve «Marşı Hamidî» terennümsâz olmağa başlar.
Koltuk merasimi denilen ve gelin ile güveyi kolkola yürütülen bu merasim de oldukça câzibdi. İkisi de aheste aheste, kırıta kırıta He-rilerler; zebellâ gibi bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir harem ağası nazarlık muskası gibi gelin hanımın uzun eteğini tutarak takip eder. «Allahım seven maşâallah desin!» nidaları... Kayınvalide hanımefendilerin gözlerinde bir iki damla meserret yaşı...
«Sağ, sol, her iki taraf, gerdan ve göğüs küşâde, kollar üryan, yalnız başlarını avuç içi kadar mendillerle örtmüş ve «cinsi lâtif» tâbirinin doğruluğunu isbatlar hanımlarla malâ-maldır. Eğer damad bey pek toy değilse fırsat kaçırmaz, bir ikisini yan gözle süzmeği ve bir gözünü kırpmağı esirgemez.
Geç kalarak koltuk merasimine yetişeme-miş bâzı sayılı hanım efendiler şerefine koltuk merasiminin birkaç kere tekrar ettirildiği de olurdu.
O hengâmeler esnasında paşa hazretleri bahçedeki kameriyenin önünde fesini yıkarak ve sakal kaşıyarak, dayı bey efendi, sağdaki çamın altında, iki elleri arkasında, bir aşağı bir yukarı piyasa ederek taş merdivenin üstündeki hanımlan uzaktan temaşa ile meşgul olurlardı.
O aralık kapı önünde: «merkez kumanda-
nının takımı!» sesleri ve önü müteâkib sekiz on araba bahçeye dahil olur. Sarışın, esmer, kumral, kırk kadar bir birinden güzel cariyenin arabadan indiği görülür. Hepsi, al caketler ve lâcivert eteklerle yeknesak bir kıyafette; ellerinde sazları fındık kurdu gibi kızlar. Çoğunda koza kelebeği gibi kaş, göz.
Karşıdan paşa efendinin eline ayağına râ-şeler gelir, içini çeker; dayı beyin gözleri dumanlanır, yüreği titrer; mahdum bey çalgıcılara bir şey söylemek bahanesiyle içeri dalar; yeni damad bey bile kendim unutarak selâmlık odasının penceresinden yarı beline kadar dışarı sarkar.
Bu takımın vürûdu ayrıca da bir mes'ele-dir. Çünkü üç liradan aşağı olmamak şartiyle her kıza bahşiş verilir; yuvarlak hesab bir kalemde 150 ile 200 san lira.
Yemek zamanı gelince gene teşrifat sıra-siyle herkes yerlerine oturtulur, incesaz da bitişik odaya alınır. Merkez kumandanının cariyeleri soyunmakla, yorgunluk almakla meşgul iken meydanı boş bulan evdeki beyler, paşa efendi de dâhil olmak üzere derhal anahtar deliklerine koşarlar ve soluyup dururlar.
Davetiye ile girilen düğünde bile ekseriyetle öğleden sonra umuma kapılar açılır, bütün konağı, bahçeyi seyirciler istilâ eder. Gelin odası, yatak odası, tuvalet odası, damad beyin odası teker teker seyir ve temaşa edilir. Âdet veçhile ilâç için olsun tek bir nesne beğenilmez. Güvey tarafı gelinin kısa boyundan kinaye «yangın kulesine fener asılmış!» diye gülüşür-lerken gelin tarafı da damadın boyunu boşunu çam yarmasına benzetirlerdi.
Bahçedeki çamların altında, hususî beylerden mürekkep saz takımının yanı başı da hanımlarla iğne atsan yere düşmeyecek bir haldedir. Herkes vakit geçirmekte, eğlenmekte, her gönül şen ve şatır.
Sermed Muhtar APJS v
EVLENME DÜĞÜNLERİ, DELi MEH-MED KAPTANIN DÜĞÜNÜ — Fetihden zamanımıza kadar îstanbulda bir eşi görülmemiş bir düğündür. Geçen asır sonlarında yeniçeri zorbalarından olan Üsküdarlı Mehmedin bir ayağı da Tersanede idi, kalyon kaptanı idi. Es-
Dostları ilə paylaş: |