İstanbul ansiklopediSİ



Yüklə 5,06 Mb.
səhifə60/76
tarix04.01.2019
ölçüsü5,06 Mb.
#90131
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   76

FENERLİBAĞÇE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre yukarı boğaziçinin Anadolu yakasında Paşabağçesi köyünün yollarından; Beyazerguvan ve Şehidlik caddeleri arasında kabataş döşeli bir sokakdır. Beyazerguvan Caddesi tarafından gelindiğine göre hafif meyilli bir yokuş olup Şehidlik Caddesine 12 basamaklı bir merdivenli yol olarak bağlanır. Beşi kagir, geri kalanı, ahşab birer ikişer katlı evler arasından geçer, orta halli aile meskenleridir, kapu numaraları 1-27 ve 2 - 16'dır. Bir çeşme vardır (haziran 1969).

H. EEAKTAN

FENERLİ BEYZADE — 1885 ile 1890 arasında Haliç Fenerinin rum aristokrat ailelerinden birine mensub bıçkın bir delikanlı; kalender şâir Üsküdarlı Âşık Râzinin evrakı met-rûkesi arasında bir defterde görülen hal ter-cemesi şudur:

«16-17 yaşlarında iken tulumbacılığa heves bağlayıb umumiyetle Kiliseli diye adlandırılan rum yangın tulumbaları sandıkları kibar gencin babasının nüfuzundan korkdukları için tüysüz delikanlıyı uşak olarak sandıklarına alamamışlar, Fenerli Beyzade de Fethiye Sandığına baş vurarak (B.: Fethiye Yangın Tulumbası Sandığı) o sandığın uşağı olmuş, baba evini de terkederek sandık koğuşunda yatıp kalkmaya başlamışdır, nâmını da tebdil etmiş-dir. Babasına yazdığı bir mektubda da tulum-

bacı olub aile şerefini lekelediğinden kendisini ölmüş farz etmelerini, fakat kimlerden olduğunu kimsenin bilmediğini yazmışdır. Fet-hiyelilerden Tatar Kerim Giray ile tulumbacı kılığında çekilmiş bir resmi vardır, rum gencinin Fethiye Sandığında fenerci olduğu anlaşılıyor. Tulumbacılığı ancak üç beş ay kadar sürmüş, Fenerli rumların tâkib ve tazyiki karşısında bu günahkâra sığınmış, üç ay kadar da Üsküdarda hanemizde mihman olmuşdu. Delikanının ısrarlı yalvarmaları ile delâlet ettim, Aynaroza gidip orada keşiş oldu idi, doğrusu da tamam yerini buldu ki burada kalsaydı başına esen bıçkınlık havası ve kavak yelleri ile esâfili nâs pençesinde sefîl, rezîl ve perişan olurdu. Rum beyzadesi için 5 kıt'alık bir destanımız vardır.»

Râzinin destanı şudur:



Fan ay ot mu, Andon mu, İstavro mu, Koço mu İsmi şerifin yazmam. Fenerin kibar rumu -Eşbeh beyzade amma yalun ayak pırpırı Tulumbacı bıçkımın sikirdim rum pedimu

Elhak ki Fenerliden yaman olur Fenerci Hele böyle Fenerin Eum Beyzadesi genci Fenerciler içinde güzellikde birinci Ben olayını çekdiği fener içinde mumu

Koşarlı ayaklarla bir dânedir Fenerli Çalımlı topuk vurur merdânedir Fenerli Sormayın bu nümayiş eda nedir Fenerli Eflâk Beyzâdesidir hakdır nahvet kurumu

Sandığın baş tacıdır mürâhik palikarya Kendini bin cilveyle bin nâz ile satar ya Gel beyzadem çakalım üst tarafı fasarya Geysûlerin pek de hoş mestâne şuh savrumu

Kaddi şimşâd tığ gibi iri kıyını el ayak Tulumbacılık için var inidir ondan elyak Değil sâde abayı Râzi külahı da yak Cennetin gilmânma değişmem ben mavromu

Son kıta'adaki «Mavro» isminden, bu tulumbacı kibar Rum gencinin Fenerin büyük aristokrat ailelerinden Mavrokordato'lara mensub olduğu söylenebilir.

Beyzade rum gencinin Âşık Râzi evrakı metrûkesi arasında görülmüş resminin arkasına da Râzi şu tarih manzumesini yazmışdır:

Kimdir dedim yanında şu pelîd-i müheykel Refiki Tatar Kerim dedi resimci Vangel

Tulumbacılar ile yıllarca düşüb kalkdm Gördün mü hiç benzerin Râzi bak şu resme gel

El güzel ayak güzel çehresinde asalet Böyle fetâ bulunmaz tâ ebed minel ezel

On dokuz yaşı ile kaydidelim târihin «Rum beyzade bıçkının bak şu resmi pek güzel» 1284 + 19 = 1303 (M. 1885 - 1886)

Vâsıf HİÇ

FENERLİBOSTAN SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinde Rumelihisarı Köyü yollarından; Boğazkesen Rumeli Hisarı Kalesinin arka tarafında, her iki başı Kaleağası Sokağında kavisli bir yoldur, isimsiz bir aralık sokak ile de Kalebağçesi Sokağına bağlanmışdır (1934 B.Ş.R. Pafta 22). Kabataş döşeli dar bir sokakdır. Ahşab evler arasından geçer, evlerin çoğu boş, harab, yıkılmaya terkedilmiş görünüşde idi. Kapu numaraları 1-15 ve 2-6 dır (Nisan 1969).

H. ERAKTAN

FENERLÎKAPI SOKAĞI — Eminönü ilçesinin Alemdar Nahiyesinin Sultanahmed Mahallesi yollarından; demir yolu civarında Kapuağası Sokağı ile Tomurcuk Sokağı arasında uzanır, Akbıyık Değirmen Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 2/17). Adı geçen rehber paftasında açılması tasarlanmış bir yol gibi gösterilmiş, nitekim yerinde de durumu değişikdir, sokak levhasına ve kapu numaralarına göre, Akbıyık Değirmen Sokağı ile Oğul Sokağı arasında bir aralık sokakdır, ve Mustafapaşa Sokağı ile de kavuşağı vardır. Bir araba geçecek ğenişlikde, kabataş döşeli, az meyilli bir yokuşdur; çoğu ikişer üçer katlı ahşab evler arasından geçer. Mustafapaşa Sokağı ile kavuşağı köşesinde susuz ve kitabesiz bir eski çeşme vardır. Bu kavuşak geçilince Kapuağası Mahmudağa Camii görülür (B.: Ağa Camii, cild l, sayfa 233); iki bakkal dükkânı vardır, kapu numaraları 44-62, dir (ağustos 1968).

Hakkı GÖKTÜRK

FENERLİ SOKAĞI — Fatih ilçesinin merkez nahiyesinin Sinanağa Mahallesi yolların-



FENERLİ TÜRBE

^- 5640

ANSİKLOPEDİSİ

5641 —



FENER RUM PATRİKHÂNESİ


l\

dan; Hacıhasanağa Sokağı ile Hasanbaba So


kağı arasında bir dirsekli bir sokakdır (1934
Belediye Şehir Rehberi, pafta 6/94). Hacıha
sanağa Sokağı tarafından gelindiğine göre bir
araba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yol
olup, kagir, beton, ahşab evler arasından ge
çer, kapu numaraları 1-17 ve 2-24 dür (ocak
1968). . ^

Hakkı GÖKTÜRK

FENERLİTÜRBE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinde Rumelihisarı Köyünün yollarından; köyün gerisinde bayır kırlıkda Kaşlık Sokağı ile Zincirli-kuyu - Bebek Yolu arasında uzanır uzun bir yoldur (1934 Belediye Şehir Rehberi pafta 22). Bir cadde denilebilecek genişlikdedir, paket taşı döşenmiş, fakat bakımsız ve bozukdur. Zincirlikuyu - Bebek Yolu tarafındaki yukarı kısmı meskûn değildir, kır, çayırdır. Alt taraflarında, Boğaza harikulade nazâreti olan meşe ve ıhlamur ağaçları arasında, bağçeler içinde köşkler vardır. Kapu numaraları 1-7 ve 2-8 dir. Amerikan Kolejinin İlk Öğretim Dershanesi bu sokak üzerindedir.

Sokağa adını vermiş olan bir türbeye rastlamadık. (Nisan İ969).



H. ERAKTAN

FENER MEYHANELERİ — Kadimden beri rumların çok toplu olarak oturduğu Fener semti, yine kadimdenberi büyük gedikli meyhaneleri ile meşhurdu (B.: Meyhane). Geçen asır sonlarında Çaylak lâkabı ile tanınmış gazeteci Mehmed Tevfik Bey «Meyhane ya-hud İstanbul Akşamcıları» isimli risalesinde Fenerde dört büyük gedikli meyhanenin adını kaydediyor: Sukiyas, Gümüş Halkalı, Kan-buroğlu ve Tanaşaki; Fenerin Kiremit Mahallesinde Sakızlı ve Kafesli adında iki gedikli meyhane bulunduğunu yazıyor. Bunlardan hiç biri zamanımıza kadar geîmemişdir.

Geçen asır sonlarında Fener Vapur İskelesi yanında bir de meşhur gazino vardı, 1943 den sonra orası da kapanmıştır (B.: Fener İskelesi Gazinosu).



FENER NAHİYESİ — İstanbul Vilâyetinin Fâtih Kazasının en büyük nahiyelerinden biri; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre 17 mahalleden mürekkeb olup mahallelerin isimleri

şunlardır: Abdisübaşı (cild l, sayfa 27), Atik-


mustafapaşa (cild 3, sayfa 1297), Avcıbey (bir
zühul eseri bu mahalle İstanbul Ansiklopedisi
ne kaydedilmemişdir, unutulan maddeler kıs
mında yazılacakdır), Balatkarabaş (cild 4,
sayfa 1971), Hamâmî Muhiddin, Haraççı Ka-
ramehmed, Hatib Muslihiddin, Haydar, Hızır-
çavuş, Kasabdemirhan, Kasım Gönânî, Kâtib
Muslihiddin, Küçükmustafapaşa, Mollaaşkî,
Müftüali, Tahtaminâre, Tevkiicâfer (Bu isim
lere bakınız). ^__

Nâhiyenin yalı boyu, Ayakapu İskelesi ile Balat İskelesi arasındaki kısmı «Haliç Feneri», yahud sâdece «Fener» semt adım taşır. Fener semti de Abdisübaşı ve Tahtaminâre mahallelerini tüm olarak, Kasım Gönânî, Kâtib Mus"-lihiddin, Mollaaşkî, Hızırçavuş ve Tevkiicâfer mahallelerinin bâzı sokaklarını ihtiva eder.

Nefsi Fener semtinin Haliç kıyısı binaları 1814 -1815 yılları arasında tanzim edilmiş bir Bostancıbaşı Defterinde (B.: Bostancıbaşı Defterleri, cild 6, sayfa 2979) şöyle tesbit edil-mişdir:

«(Haliç Yenikapusu İskelesinden Balat İskelesine doğru)... Kürkçü Ligorun hanesi

— yanında Tuğlacı karısının hanesi — yanında
Kuyumcu Kostandi karısının hanesi — yanın
da Yorgi bezirganın hanesi — yanında Cerrah
Todori vereselerinin hanesi — yanında Aralık
İskele —• yanında Havlucu Dimitrakinin ha
nesi —. yanında Kuyumcu Yordan vereseleri
nin hanesi — yanında Kürkçü Yenakonun ha
nesi — yanında Cevahirci Manol vereselerinin
hanesi — yanında Kostandi karısının hanesi


  • yanında Ksyumcu Acı Panayotun hanesi

  • yanında Bezirgan Lazarâkinin hanesi —
    yanında Kürkçü Nikolâkinin hanesi — yanın
    da Ligoreşkonun hanesi — yanında Oskolinin
    hanesi —> yanında Hekim Arakiloğulları ha
    nesi — yanında Yazıcı Malâk'nin hanesi —
    yanında Petkâri kızının hanesi — yanında
    Bezirgan İstrati'nin hanesi — yanında Mike
    oğullarının hanesi — yanında Çulcu Kostinin
    hanesi — yanında Togozoş'un (?) hanesi —
    yanında Acı Arslan kızının hanesi — yanında
    Sandalcı Anesti'nin hanesi — yanında Tuloğ-
    lu veresesinin hanesi — yanında Mesfurun di
    ğer hanesi — yanında Kayseriye Petropoli dinin
    hanesi — yanında Kuyumcu Ostoraki'nin ha
    nesi — yanında Kamburoğlu Dimitraki'nin
    hanesi—• yanında Fener İskelesi — yanında

meydana nazır kahve dükkânları — yanında Limoncu Mihal'in hanesi — yanında üç göz kayıkhane — yanında Komyanos Kalfanın hanesi — yanında Sarraf Kostandi vereselerinin hanesi — yanında Anastaş'ın arsası — yanında Bezirgan Mihal'in hanesi — yanında dülger Misenas'ın hanesi yanında boyar taifesinden Elmas'in hanesi — yanında Patrik Kapuoğla-nı İmare'nin hanesi — yanında Kürkçü Yor-gaki'nin hanesi — yanında Kürkçü Tanaşın hanesi — yanında Tohari kızının hanesi — yanında Morali Bezirganın hanesi — yanında Manolâki karısının yalısı — yanında Bezirgan Dimitrinin hanesi — yanında İskerlet'in arsası — yanında hâlen Eflâk Voyvodası Yani Beyin hanesi — yanında Sarraf Simanto yahudinin hanesi — yanında Sakızlı Mise Kos-ti'nin hanesi — yanında Mise Kosti'nin arsa- — yanında Gavrail Yahudinin arsası — yanında Kolbaşı Çalık zimmînin hanesi — yanında boyar taifesinden Yorgaki'nin hanesi — yanında Plaşki karısının arsası —> yanında Şerbetçi Kostaki'nin hanesi...»

Bu kayıdda görülüyor ki XIX yüzyıl başına kadar Halicin Fener semti yalı boyu tamamen rumlar tarafından iskân edilmiş bulunmaktadır.

Semtin «Fener» adı, Bizans devrinden kalmadır denilir, İstanbulun Türkler tarafından fethinden önce o semte, Haliç kıyılarında bulunan tek deniz-liman fenerine nisbetle «Fa-nariyon» denilirmiş.

Bu semt halkının çoğunluğunu yakın zamanlara kadar rumlar teşkil etmekde idi, çoğu Yunanistana hicret etmişdir, zamanımızda Fener sekenesinin büyük ekseriyeti Karadeniz yalısı halkıdır. Eski Fenerli Rum Beyleri denilen aileler hiç kalmamışdır. Öyle ki burada bulunan Fener Rum Lisesi, öğrenci bulmak noktasından hikmeti vücudu kalmamış1 bir müessese olmasına rağmen, bize, sâdece siyasî endişe ile durur gibi gelmektedir.

Fener semti İstanbula karadan dolmuş yapan otomobiller, denizden de vapur ve sandallarla bağlanmıştır.

Eskiden ,Fener iskelesine bağlı kayıklar Eminönü ile Fener arasında gidip gelirlerken zamanımızda, kara yolu, deniz yolunu körlet-miş, Fener iskelesine bağlı sandallar, hepsi kıçdan takma motorlu olup Fener ile Kasımpaşa arasında dolmuş yapmaktadırlar.

Haliç vapurları seferleri de günde sâdece dört sefere indirilmişdir, birer seferi sabah ve birer seferi akşam olmak üzere Köprünün Haliç İskelesi ile Fener vapur iskelesi arasında günde dört defa gidip gelirler.

FENER RUM ERKEK LİSESİ — Haliç Fenerinde Patrikhane civarında Sancakdar Yokuşundadır; Haliç boyunun her iki yakasındaki binaların en büyüğüdür, geniş ve yüksek cebhesi, kırmızı tuğla rengi ve ortasında kubbeli kalın bir kulesi ile hemen göze çarpar; bu bina 1881 yılında yapılmışdır, mimarı Dimadis adında bir rumdur. Mekteb, îstanbu-lun Türkler tarafından fethinden bir sene sonra, 1454 de Patrik Yenadios tarafından kurul-muşdur; bir ara Kuruçeşmeye taşınmış ve bu yeni binası tamamlandıkdan sonra tekrar Fenere gelmişdir; yüzyıllar boyunca «Rum Mektebi Kebiri» adı ile anılmış ve Cumhuriyet devrinde ilk ve orta sınıfları da olan bir erkek lisesi olmuşdur; Millî Eğitim Bakanlığının resmî talimatnamesine göre idare edilir. İstanbul rumları çocuklarını İstanbuldaki yabancı okullarla şâir rum liselerine verdiklerinden, Fener de rumlarm çoğunlukla iskân ettiği Beyoğlu ve etrafına çok sapa düşdüğün-den 1966 -1967 ders yılında koca binada ancak 8 sınıf, 300 öğrenci bulunuyordu ve okulun muallim kadrosu da 34 kişi idi;

Sınıflar da 2 ilk (5 ve 6. sınıflar), 3 orta ve 3 lise sınıfı idi. Ücretli bir okuldur. Masrafları zengin vakıflarının geliri ile karşılanır. Ziyaretimiz tarihinde okul müdürlüğünde felsefe öğretmeni Yani Karayani, müdür baş yardımcılığında da sosyoloji öğretmeni Dr. Ziya Somar bulunuyordu.

Mora isyanı yıllarında Yunan ihtilâli ideolojisi ile çok kuvvetli bağları olmuş bir okuldur.

Bibi.: Hakkı Göktürk, Not.



FENER RUM ORTODOKS PATRİKHÂNESİ — Rum Ortodoks Patrikhânesi İstanbulun Türkler tarafından fethinden önce Aya-sofyamn yanında idi. Fâtih Hazretleri Patrik Yenadios'a Ayios Apostolon (Havariyun, Ha-variler) Kilisesini ihsan eylemiş ve o kilise, patrikhane ittihaz olunmuşdu. Patrikhane Havariyun Kilisesinde takriben üç sene kadar kalmışdır; bu kilisenin yerine Fatih Camii

FENER RUM PATRİKHÂNESİ

5642 —

istanbul

ANSÎKLOPEDÎSÎ

_ 5643 —

FENERSİZ SOKAĞA ÇIKMA


yaptırılmış ve patrikhane oradan da Pamma-karistos adındaki kadınlar manastırına nakle-dilmişdir. Manastırda 131 sene, 1587 tarihine kadar kaldı. 1587 de Üçüncü Sultan Murad zamanında bu manastırın kilisesi de «Fethiye» adı ile camie tahvil edildi ve Patrikhane Haliç Fenerinde Panaia Vahsarai Kilisesine nakledildi; orada da on sene kaldı ve 1597 de Ba-lat yanında Lonca Mahallesinde Ayios Dimit-rios Kanava Kilisesine nakledildi, üç sene kadar da orada kaldıkdan sonra 1600 de yine Haliç Fenerinde Ayios Yogios Manastırına nakledildi ki zamanımızda bulunduğu yerdir.

Bu manastır aynı adı taşıyan bir kilisenin yanında ufak ahşab bir bina idi. 1720 de bitişiğinde rum cemaati eşrafından bir aileye âid bir konak satın alınarak Patrikhaneye ilhak olundu. 1738 de bir yangında bu ahşab binanın hepsi yandı ve. patrikhane yanan binaların yerinde büyük bir konak olarak yeniden inşâ edildi.

Yanan eski Manastır binasının yanındaki ' Ayios Yorgios Kilisesi küçük bir kilise idi, 1614 de bu kilise de Patrik İkinci Timoteos tarafından büyütüldü. Patrikhane ve kilisesi 1720 deki büyük Fener yangınında yandılar, ve aynı sene içinde Patrik Üçüncü Yeremias tarafından yeniden yaptırıldılar. Bu vekayi, Patrikhanede bulunan bir kitabede kayıdlıdır.

1797 de Patrikin ikaametine mahsus ve Patrikhane işlerinin görüldüğü kagir binalar ilâve edildi. 20 Eylül 1941 de Patrikhanenin eski ahşab binaları içinden çıkan bir yangında yandı. Bu yangından sonra Patrikhane geniş ölçüde bir tamir gördü ve dâireleri, kalemleri bu tamirde ilâve edilen yerlerde yerleştirildi. Hâlen Patrikin ikaametgâhı ve hususî yazıhanesi bu binaların üst katında bulunmaktadır.

Patrikhane fırdolayı bir duvarla çevril-mişdir. Cebhesindeki duvar yenidir, arka tarafındaki duvar ise Bizans zamanından kalmadır. 1941 yangınında Patrikhanenin med-hali hasara uğramamış olduğundan eskisi gibi durmaktadır. Medhalin üç kapusu vardır; sağdaki kapudan Patrikhane ile patrikin ikaamet-gâhına, soldaki kapudan da patrikhane kilisesi olan Ayios Yorgios -Kilisesine girilir; üçüncü kapu 1821 tarihinden beri kapalıdır, çünkü Mora İhtilâli sırasında o zamanın patriki Beşinci Grigoris ihtilâlcilerle teşriki mesai etmiş töhmeti ile (ihtilâlcilerle işbirliği bütün

çıplaklığı ile meydana çıkarak; İst. An.) bu kapuda asılarak îdam olunmuşdu; kapu o günden beri kapalı kalmaktadır.

Sağdaki kapudan girilince gaayet güzel tanzim edilmiş ve çam ağaçları ve çiçeklerle tezyin edilmiş bir bağçeden geçilerek bodrumu ile birlikde dört katlı kagir bir bina olan Patrikhaneye gelinir. Yukarda da kaydettiğimiz gibi bu binanın üst katı patrikin şahsına mahsusdur. Bodrum katı da muntazam bir şekilde tanzim edilmişdir ve Patrikhanenin hazîne evrakı, arşiv dâiresi ittihaz edilmiştir.

Zemin katında: Patrik Vekâleti, (Proto-singelia) daire ve kalemi, Patriğin birinci Di-yakosunun (Arhidiakonia) daire ve kalemi, Tahriratı Türkiye Müdürlüğü ve kalemi, Tercümanlık, muhasebe, veznedarlık; evrak ve sicil daireleri vardır.

Birinci katta: Sen Sinod azaları olan Metropolitlerin hususî dairesi, Sen Sinod Baş kitabeti dairesi ve kalemi mevcuttur.

İkinci katta: Patriğin ikametine mahsus daire mevcuttur ki yatak ve yemek odaları, yazıhane, banyo ve şâir odalar ve Patriğin ibâdetine mahsus ufak ve çok müzeyyen Aya Andrea kilisesi mevcuttur.

Bu binanın ittisalinde kezalik kârgir olarak üç katlı bir bina daha vardır ki Patrikhanenin ruhanî erkânı ve memurlarının yatak odaları mevcuttur..

Patrikhanenin hariç kapılarından sol taraftaki kapıdan girilince, mermerle döşeli büyük bir avluya ve bu avludan geçerek Patrikhanenin kilisesi olan Ayios Yorgios kilisesine varılır. Avlunun sol tarafından dört beş senede bir imâl olunmakta olan mukaddes yağ imalâthanesi vardır ki ahşaptan yapılmıştır. Ayios Yorgios Kilisesi ise, 1601 senesinde Patrikhane kilisesi olduktan sonra muhtelif yangınlarda yanmış ve bugünkü şeklini 1836 tarihinde almıştır. Şekli, İstanbul'un diğer Rum kiliselerinden farklı değildir. Kilisenin içinde:



  1. Hazreti İsa çarmıha vurulmadan evvel
    mermerden bir direğe bağlanarak dövülmüş
    tür. İşte bu direk kilisenin sağ kısmında bir
    mahalli mahsusta bulunuyor ve hıristiyanlarm
    ibâdetine hasrolunuyor.

  2. Havariyundan Ayios Andrea'nın mu
    kaddes kemiklerini hâvi sanduka.

  3. Azize Salomin'in lâhdi.

  4. Bizans İmparatoru Sofu Leon'un kan-

sı Azize Teofano'nun lâhdi.

5) Azize Aya Efimia'nın lâhdi mevcuttur.

Patrikhane kilisesinin içinde asarı nefise olarak Patriğin oturmasına mahsus kürsü ve İncilin okunmasına mahsus mahal (Amvon) vardır.

Bu kürsü bir rivayete göre Patrik meşhur Hrisostomos'un (vefatı milâdî 407) kürsüsüdür. Patrik ikinci Yeremiya (1572 — 1582),tarafından Patrikhanenin Pammakaristos'da (Fethiye Camii) bulunduğu zaman hibe edilmiş olduğu üzerinde yazılıdır. Bunu imâl eden usta Atinalı Lavrendios'tur. 1584 senesinde Bal'da tab'olunan Martin Krusios'un Türkog-recia nam siyasî tarihinde (176 -184) de yukarıdaki malûmat yazılıdır. Amvon da Patrik Hrisostomos'un zamanından kalma olduğu rivayet ediliyor. Gaayet eskidir ve sedeflerle müzeyyendir. Üzerinde oyulmuş bir yazıda 1703 tarihinde yapıldığı bildiriliyor. Kilisenin muayyen bir mahallinde hıfzedilmekte olan (Pan-garion) yani paraların ve kıymettar eşyanın hıfzına mahsus mahal dahi fildişi ile tezyin olunmuş asarı nefiseden olup üzerindeki mah-kûk yazıdan 1669 tarihinde imâl olunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan başka kilisenin içinde Bizanslılar zamanından kalma birçok tasvirler (İkon) vardır ki en kıymetlisi «Panıma-karistos» ikonudur; mozayık san'atmm bir şaheseridir.

Patrikhanenin şarkında ve Ayios Yorgios Kilisesinin arka taraflarında taştan mamul bir kale burcu (Pirğos) vardır ki üç kattan ibarettir. En üst katta evanii mukaddese (Ske-vofilâkion), orta katta gayet eski mukaddes nefis eserler, (Archiofilakion) ve alt katta mukaddes yağ (Mirofilakion) mahfuzdur.

Burcun yanında, Patrikhanenin kütüphanesi ve onun yanında ahşap olarak Lozan muahedesinin aktinden evvel cemaat meclisinin toplandığı daire vardır ki ahşap olduğu halde son yangından müteessir olmamıştır.

Vladimir MİRMİROĞLU

FENERSİZ SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI

— İstanbul sokaklarına Belediyece sokak fenerleri konmadan önce, akşam ezanından sonra sokağa fenersiz çıkmak yasakdı, yakalananlar karakola götürülür, bir dayak faslından sonra hüviyetleri tesbit edilerek ancak sabahleyin serbest bırakılırdı; işsiz, serseri takımın-

dan, uygunsuzluk yolunda sabıkalı ise hapse-dilirdi. 1826 dan önce, Yeniçerilik zamanında bu ceza, uygunsuzlar için îdama kadar varabilirdi. Bilhassa ev veya dükkân soyan gece hırsızları fenersiz yakalandıkları zaman, hele üstlerinde bıçak da bulunursa, ertesi sabah mutlaka asılırdı.

XIX. Yüzyıl başında Mora İhtilâli yıllarında, ve XVII. Yüzyıl ortasında Dördüncü Sultan Muradın amansız kanlı istibdad devrinde, akşam ezanından sonra fenersiz gece sokağa çıkma yasağına, yatsıdan sonra her ne sebeble olursa olsun gece sokağa çıkma yasağı eklenmişti.

Mora ihtilâli sırasında bir ara Topcubaşı olan Çengeloğlu Tâhir Ağa (B.: Tahir Paşa, Çen-geloğlu) ayrıca İstanbul muhafazasına da memur edilmişdi. Yatsıdan sonra fenerli fenersiz yakalananları bizzat sorguya çeker, serserileri karakol gemisinde boğdurup diğerlerinin gözü önünde denize attırırdı; meşhur fıkradır, yatsıdan sonra sokakda fenerle yakalanmış bir a-dam sorguya çekildiğinde:



  • Zevcemin ağrısı tuttu, ebe çağırmaya
    gidiyordum!., deyince, garabetleri ile meşhur
    Tâhir Ağa:

  • Bu seferlik kurtuldun ama karına söy
    le bir daha gece vakti ağrısı tutmasın!., de-
    mişdi.

Dördüncü Sultan Murad zamanında ise bu yasak korkunç şiddetle tâkib edilmişdi. Bir gece pâdişâh bizzat teftişe çıkmış ve Hocapaşa Cami inin önünde ve yatsı namazından az sonra fenersiz bir gence rastlamışdı; delikanlı:

— İmamın oğluyum, cemaat dağıldıktan


sonra camii süpürdüm, kapadım, işte şuracık
taki evimize gidiyorum!., demiş, fakat pâdi
şâh yanındaki cellâda işaretle bîçâre delikan
lıyı hemen oracıkda boğdurtmuşdu. O devri
yaşamış Hasodalı Mehmed Halîfe «Tarihi Gil-
manî» isimli vekaayinâmesinde bu vak'ayı
şöyle anlatıyor: «... Sultan Murad bütün gece
gezerdi. İstanbulda yatsı namazına fenersiz gi
dilmezdi, halk hattâ camie namaza varmaya
korkardı. İstanbula geldiğim zamanlarda, Ho-
capaşada misafirdim. Bir gece Sultan Murad
mahalleyi dolaşırken Hocapaşa Câmiinin ima
mının oğlu camiden evine giderken pâdişâha
rastlamış, aman verilmeyip katledilmişdir.
Ben varıp gördüm, yeşil kaftanlı bir taze yi
ğit yatardı...».

FENER SOKAĞI

_ 5644 —

ÎSTANBTJJL

ANSİKLOPEDİSİ

_ 5645 —

FENER YOLU




g. Aşağıdaki beyit, XVIII. Yüzyıl sonu ile XIX. Yüzyıl başında yaşamış Enderun-lu Vâ-sıfındır; maşukunu, kimseye görünmeden evine davet ediyor:

Sakın vehmeyleyüb râhi adüvden ihtiraz etme Buyur ba'del işâ bî bak ü bî perva fenersizce

FENER SOKAĞI — Eminönü ilçesinin A-lemdar nahiyesinin Cankurtaran Mahallesinde, demiryolu kenarında ve sur harabeleri di-bindedir; Ahırkapu Fenerinin Sarayburnu tarafına düşer; yol üzerinde beş ailenin barındığı iki katlı ahşab bir ev ile teker katlı üç kagir ev vardır; kagir evler Cankurtaran demiryolu istasyonu memurlarının lojmanlarıdır. Bu • sokak 1934 Belediye Şehir Rehberinde gös-terilmemişdir, fakat ahşab evin üzerinde «Fener Sokağı» diye levha vardır (Ekim 1968)



Hakkı GÖKTÜRK

FENER YAĞHANESİ SOKAĞI ~- Haliç Feneri yollarından, Tevkiîcâfe.r ve Kâtib Mus-lihiddin {mahalleleri arasında sınır sokakdır; Manyasizâde Caddesi ile Muradmolla Caddesi arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 8/103-104). Bir araba geçecek genişlikde kabataş döşeli ve yokuş bir aralık sokakdır; kagir evler arasından geçer, kapu numaraları 3 -13 ve 2 -16 dır (Ocak 1968).



Hakkı GÖKTÜRK

FENER YANGINLARI — Haliç .Feneri İstanbulun yarısını, yarısından fazlasını yok eden büyük ateş âfetlerinde birkaç defa yanıp kül olmuş semtlerdendir; kendi sınırları içinden çıkan yangınlar da tarih kaynaklarımızdan şöyle tesbit edildi:

H. 1080 (M. 1669) Yangını — Fenerde Fener Kapusuna yakın Petre Kapusu denilen yerde pek çok ev ve dükkân yandı, ateş zorlukla önlenebildi (Râşid Tarihi, I.)

H. 1223 (M. 1808) Yangını, 22 receb/15 ekim — Ateş bir kış gecesi, gün battıktan iki saat sonra Fener Kapusu dışında bir meyhaneden çıkdı, dört meyhane ve iskele meydanındaki kahvehaneler ve şâir dükkânlar yandı. O gece gaayet şiddetli bir fırtına kopmuşdu. Tulumbacıbaşı ağa Üsküdardaki bağında bulunuyordu, hemen iskeleye gelip o fırtınada bile kayığa binerek İstanbul tarafına yola çıkdı, ardından gelen adamları da başka bir kayı-

ğa bindiler, fakat yolda arkadaki kayık o müd-hiş fırtınada batarak kayboldu, ne kayıkdan ve ne de içindekilerden bir eser bulunamadı.

H. 1272 (M. 1856) Yangını — 13 ramazan/ 18 haziran — Fenerde Abdisübaşı ve Câfersü-başı mahallelerinde 200 bina yandı.

H. 1277 CM. 1860) Yangını — Fenerde Kiremit Mahallesinde 100 bina yandı.



H. 1293 (M. 1876) Yangını — Abdisübaşı ve Câfersübaşı Mahallelerinde 35 bina yandı aynı yıl içinde ikinci bir yangında Kiremit Mahallesinde 67 bina yandı.

H. 1302 (M. 1885) Yangım — Fenerkapu-sunda 51 bina yandı.

FENERYOLU — Anadolu tarafındaki demir yolu boyunda bir semt adı, Kızıltoprak ile Göztepe arasındadır; tiren istasiyonu vardır; bu istasiyon 1880 -1890 arasında ana demir yolundan Fenerbağçesi Mesiresine bir demir yolu uzatıldıkdan sonra yapılmış ve bu münâsebetle istasyona, sonra da semte Fener-yolu adı verilmişdir; hattâ Anadolu Demiryolları Cumhuriyet devrinde devlete mal edilmeden, bir Alman şirketi tarafından işletilen bu istasiyonun adı Fransızca olarak «Bifurcati-on» (Okunuşu: Bifürkasiyon; yol çatalı, tâli yol anlamında) yazılıydı.

Bu semtde yazlık olarak gelip yerleşen ilk meşhur adam Şekerci Hacı Bekir Efendidir, köşkü hâlâ durur, Haydarpaşa tarafından gelindiğine göre sağ tarafda, istasiyon peronunun hemen önündeki geniş cebheli ve gri boyalı büyük ahşab binadır, tek benzeri kalmamış-dır, 1970 de metruk duruyordu, pek yakında yıkıcı j'ok edecek, yerine bir beton apartıman dikilecektir. İstasyonun karşı tarafında daha sonraları yapılmış güzel güzel ahşab köşkler vardı, hiçbiri kalmamış, hepsi yıktırılmış, emlâk bezirganları tarafından yerlerine beton a-partımanlar yaptırılmışdır. Semtin gerilerinde de Gazi Ahmed Muhtar Paşanın muazzam bir koru içinde bir köşkü vardı, koru parsellenmiş, ağaçlar vahşiyâne kesilmiş, yerlerine, yap-dıranların dili ile «moderin villâlar, daireleri üçer odalı ve salon salamonjeli moderin apartı-manlar» yapılmışdır.

Büyük musikişinas ve kenıençeci merhum Kemal Niyazi Seyhun, büyük fizik bilgini ve yazar merhum Prof. Salih Murad Uzdilek, dil bilgini, en eski Türkçülerden merhum Besim

Atalay ve ünlü asabiye mütehassısı merhum Dr. Mazhar Osman Feneryolunda oturanlardı; değerli devlet adamlarından ve eski iç işleri bakanlarından Rükneddin Nasuhioğlu da burada oturur.

FENERYOLU CADDESİ — Yeşilköyün-yeni yollarından; elimizde esas rehber olarak kullandığımız 1934 Belediye Şehir Rehberinde adı yokdur; Yeşilköyün Yenimahalle semtinde demir yolu boyu ile Yeşilköy - İstanbul Yolu arasında uzanır. Üç araba geçecek genişlikde, iki kenarı yaya kaldırımlıdır; üçer dörder katlı beton apartımanlar arasından geçer; adı Yeşilköy deniz fenerine nisbetle verilmişdir; İstanbul yolu tarafından gelindiğine göre Fener, bu caddenin bitimindedir (1969, mart).

Hakkı GÖKTÜRK

FENER YOLU İSTASİYON CAMİİ — Bâ-

niyesi tarafından konulan asıl adı «Reeâi Yahya Câmibdir; Feneryolu demiryolu istasiyo-nunun karşısında, demiryolu boyunca uzanan Fenerliahmedbey Sokağında ahşab bir köşkün yerinde Güzide Bileman Hanım tarafından kocası Recâi Bey ile Edebiyat Fakültesinin coğ-rafiya bölümünün son sömestr talebesi iken intihar eden oğlu Yahya Beyin ruhlarını şad etmek için 1944 -1945 yılları arasında yapdırıl-mış ve 1946 da ibâdete açılmışdır. Mimarı İstanbul Vakıflar Başmimarı olan Vasfi Egeli'-dir (B.: Egeli, Vasfi, cild 9, sayfa 4955).

Beton yapıdır, dört duvar üzerine kiremitli çatı ile örtülmüş olup beton minaresi mihraba nazaran sağ tarafda, son cemaat yeri ile asıl ibâdet sahnı arasındadır, minare kapusu ibâdet sahnında, sağ tarafdaki müezzin nıaksûre-sindedir.

Son cemaat yeri gaayetle dar olup son zamanlarda demir çerçeveli bir camekânla muhafaza edilmiş ikinci son cemaat yeri eklenmiş-dir, bu camekânlı yere biri cebhede, diğeri arkada iki kapudan girilir.

İlk dar son cemaat yerinin sağ tarafından ahşab bir merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır.

İbâdet sahnı kare plânlıdır. Sağlı sollu iki maksurenin üstünde iki gürgen direk üzerine kadınlar mahfili balkonu oturtulmuşdur.

İbâdet sahnı, mihrab duvarında altlı üstlü ikişerden dört, diğer duvarlar da keza altlı

üstlü ikişerden sekiz ve son cemaat duvarında


iki ve mihrabın üstünde madalyon şeklinde bir
ki, cem'an 15 pencere ile aydınlatılmadır. Al
tı aded üst pencereler küçük, kemerli, renkli
camlarla nakışlı alçı çerçevelidir. Mihrab üs
tündeki yuvarlak pencere de aynı şekilde olub
ortasında ismi Celâl bulunmaktadır. Sâde na
kışlı tavanın ortasında sekiz dilimli ve kalem
işleri ile tezyin edilmiş bir iç kubbecik bulun
maktadır ve tam ortasına dairevî bir âyeti
kerîme yazılmışdır, güzel bir yazı olup hatta
tının imzası yokdur. Basit olan mihrab levhası
da «Naciye» imzasını taşıyan bir kadının ya
zısıdır. %

Tavanın ortasında bir avize vardır, âvîze-ye've kadınlar mahfili üstüne asılmış üç billur kandilin içine elektrik ampulleri yerleştirilmiş-dir.

Minber ve vaiz kürsüsü gürgenden yapılmış olup temiz marangoz işçiliği görülür.

Sokakdan girildiğine göre cami binası, mâmur bağçenin ilk kısmına nisbetle bir sed üstündedir. Sed önüne yarım daire şeklinde bir havuz yapılmışdır. Havuzun suyu güzel bir mermer olukdan dökülmektedir. Havuzun dış kasnağına beş abdest musluğu konmuşdur. Musluklar mermer kasnağa oymalı tunçdan dökülmüş aynalar ortasına oturtulmuş ise de ilk konan musluklardan üçü aynaları ile bir-likde sökülüp çalınmış, çalınan muslukların yerine yenileri konmuş ise de tunç aynalar yeni-lenememişdir.

Camiin arka tarafında yine beton yapı ve iki katlı bir imam ve müezzin meşrutası vardır. Ön taraftaki avluda bir musalla taşı mev-cud ise de bu camiden mevta kaldırılmaz. Yapılalı beri cenaze namazı kılınmamışdır.

Ön tarafdaki mâmur bağçede Vakıflar Bankası tarafından konulmuş 6 tahta kanape ile bir demir bağçe masası bulunuyordu. Geride, meşrutaların yan tarafında üç göz de ayak yolu vardır.

Ziyaretimiz tarihinde camiin sağ duvarında çatı hizasından temele kadar uzanmış büyük bir çatlak görülmüşdü, minarenin de bulunduğu o duvar için, dolayısı ile cami binası için tehlikeli olabileceğini tahmin etdik.

Sokak kapusundan bağçeye girildiğinde sağ tarafda bir baraka-oda vardır, kapusu üzerinde «Kadıköy Feneryolu İstasyonunda yeni



FENİK (Adviye)

5646



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

5647

FENMEN (Midhat)


yaptırılan camii yaşatma ve koruma cemiyeti, 1957» yazılı idi.

Ziyaretimiz tarihinde camiin imametinde Karadeniz yalısı halkından Hüseyin Gürson Efendi, müezzinliğinde de İstanbullu aydın bir kişi olan İhsan Özgerçek Efendi bulunuyorlardı (haziran 1970),

Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde bu yeni camii, yine Feneryolunda fakat hayli uzakda bulunan Tuğlacıbaşı Camii ile karışdırmışdır ki hoş görülmesine imkân bulunamayan zühullerdendir.

FENERYOLU İSTASYON ÇIKMAZI —

1934 Belediye Şehir Rehberinde (pafta 30/Ka-lamış) Feneryolunda Bağdad Caddesi ile Kalamış arasında uzanır gösterilmiş olan bu yol, yerinde bulunamamışdır, orada hâlen «Egemen Sokağı» adı ile bir sokak vardır, bu isimde bir sokak da adı geçen rehberde yokdur.

Egemen Sokağını Feneryolu Hat Boyuna bağlayan bir yeni sokak da Ali Fuad Başgil Sokağı adını taşır; '1950-1960 arasının şöhretli poletika sımalarından Prof. Ali Fuad Başgil'in evi bu sokaktadır.

Her iki sokak asfalt döşeli, refahı hal içinde aile meskenleri arasından geçer; evler arasında blok apartımanlar da yapılmışdır (nisan 1970).

Bibi.: H. Eraktan, not.

FENERYOLU İSTASYON SOKAĞI —

Kadıköy ilçesinin Kızıltoprak Nahiyesinin Feneryolu Mahallesi yollarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre, Feneryolu tiren istasyonu önünden Bağdad Caddesine doğru uzanır kavisli bir yoldur (pafta 30/Kızıltoprak). Eskiden,' adı geçen rehber paftasında da görülür, bu yoldan tiren hattı geçerdi ve sokak demir yolunun iki kenarında uzanırdı. Üzerinde ikişer katlı beş ahşab ev, bir o kadar da 2-4 katlı kagir ev vardır. Uzun zamandır kullanılmayan demir yolu sökülmüşdür (nisan 1970). Bibi.: H. Eraktan, not.

FENERYOLU SOKAĞI — Kadıköy ilçesinin Kızıltoprak Nahiyesinin Feneryolu Mahallesi yollarından; demir yolu tiren hattı ile Kayışdağı Caddesi arasında uzanır; uzunca bir yoldur.

Kayışdağı Caddesi ile olan kavuşağmın yeri «Kuyubaşı» denilen senrtdedir. Bu kavu-

şakda bir otobüs durağı ve beton mozayık ve tuğladan yapılmış, üstü kapalı bir çeşme vardır; eski bir çeşmenin yerine 1967 de Behice Naci Yazganın hayır eseri olarak tecdiden yapılmışdır, güzel içme sularımızdan Kayışdağı Suyu akar.

Yol boyu eski manzarasını tamamen kay-betmişdir, hepsi bağçeli ahşab köşklerin ve evlerin yerini türedi sermâyenin yaptırtdığı blok apartımanlar almışdır; bir kısmı inşâ hâlinde idi.

Kuyubaşından Feneryoluna doğru giderken sol tarafda Tuğlacıbaşı Camii vardır, 1968 -1969 yıllarında tecdiden tamir edilmiş olup ilk binası Tuğlacıbaşı Hacı Mustafa Efendinin hayır eseri olarak hicrî 1285 de (M.1868-1869) ya-pılmışdı (B.: Tuğlacıbaşı Camii); Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde bu camii, 1944 de bir ahşab köşkün yerine inşa edilmiş Feneryolu tiren istasyonu karşısındaki Feneryolu Camii (Recâi Yahya Camii) ile karışdırı-yor (Feneryolu İstasyon Camii).

Blok apartımanlar salgını karşısında bağ-çe imhasına ve ağaç katliâmına uğraj-an bu u-zun yolda bağçeli eski evlerden ancak altı bina kalmış bulunuyordu; 6 bakkal, l esvab temizleyici, l berber, l nalbur dükkânı ile bir özel ana okulu (İnci Abla Okulu) vardır. Sokak kısmen asfalt, kısmen de bozuk, toprak -kabataş döşeli idi (nisan 1970). Bibi.: H. Eraktan, not.

FENİK (Adviye) — «Tanınmış kadın gazeteci, yazar; 1906 da İstanbulda doğdu, babasının adı Ferdi Bey, annesinin adı Zehra Ha^. nımdır, meslekdaşı Mümtaz Faik Fenikle evlidir, Ali Cem (doğ. 1937) adında bir oğlu vardır. Fatih Cebeci -Numune İbtidâîsinde, Bezmi-âlem Kız Orta Okulu ve Lisesinde (1924) okudu, 1928 İstanbul Üniversitesinin Felsefe Bölümünü, 1934 de Brüksel Üniversitesini bitirdi. İstanbul Üniversitesine öğrenci olduğu yıllarda (1925 -1928) İstanbulda azınlık mekteble-rinde muallimlik yapdı, Avrupadan döndükden sonra 1936 -1937 İstanbulda Tekel Umum Müdürlüğünün neşriyat bürosunda çalışdı; zevci Mümtaz Faik Fenikle birlikde Demokrat Partinin yayın organı olan Ankaradaki Zafer gazetesini çıkardı (1949 -1960 arasında) ve seçkin bir yazar olarak tanındı; bir ara Ankara Belediye Meclisi üyeliğinde bulundu. 1961 de

yine zevci ile beraber Demokrat Partinin İstanbulda neşretmeye başladığı Son Havadis Gazetesinde yazmaya başladı. Demokrat Parti iktidarını deviren 27 Mayıs 1960 askerî hükümet darbesinden sonra birkaç yıl evinde inzivaya çekildi, bu satırların yazıldığı sırada (1970) Adalet Partisi iktidarında yeniden kurulan Son Havadis Gazetesinde yazıyordu.

Fransızca bilir; akademik kültür sahibi seçkin bir kadın yazardır; «Tramvaylar», «İki Şahsiyet», «Osmanlı Borçları» adında 1927 ile 1934 arasında yayınlanmış üç eseri vardır, sonuncusu Fransızca yazılmışdır» (Kim Kimdir Ansiklopedisi, 1962).

FENİK (Mümtaz Faik) — «Tanınmış gazeteci, yazar; 1905 de İstanbulda doğdu, babasının adı Süleyman Faik Bey, annesinin adı Binnaz Hanımdır, meslekdaşı Adviye Hanım ile evli olup Ali Cem adında bir oğlu vardır; Kızıltoprakda Zühdü Paşa İbtidâî Mektebinde, Kadıköy Sultanîsinde okudu, 1929 da İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi, 1934 de Brüksel E-konomi Fakültesinden diploma aldı. Gazetecilik hayatına tahsil çağında, pek gene yaşında iken atıldı; Vakit, Vatan,. Tan, Milliyet (Siird mebusu Mahmud Beyin eski Milliyeti), Cumhuriyet gazeteleri ile Haftalık Mecmuada çalışdı, Cumhuriyetde yazı işleri müdür yardımcılığı yapdı; uzunca bir zaman Ankarada Cumhuriyet Halk Partisinin organı Ulus Gazetesinin yazı işleri müdürlüğünde bulundu; fikir anlaşmazlıkları ile muhalefete geçerek Ankarada Demokrat Parti tarafından tesis edilen Zafer Gazetesinin başına geçdi (1949); sonra ayni partinin İstanbulda kurduğu Son Havadis Gazetesinin başına geçdi. Bir devre meb'us o-larak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. 27 mayıs 1960 askerî hükümet darbesinden sonra bir müddet Kızıltoprakdaki evinde inzivaya çekildi; bu satırların yazıldığı sırada, 1970, Adalet Partisi iktidarında yeniden tesis edilen Son Havadis Gazetesinde yazıyordu. Fransızca bilir; İstanbulun eski kibar ailelerinden birinin evlâdıdır; melih bir yüze sâhib, nâzik, zarif, sohbeti lâtif bir zâttır. Türk basının seçkin kalem sâhiblerindendir. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Sendikası üyesidir. Resim ve mozayık yapar. Avrupanın başlıca memleketlerini, Amerikayı, Yakın Şarkı, Hindistanı, Formoza

ve Japonyayı görmüşdür» (Kim Kimdir Ansiklopedisi, 1962).

FENİSK (Madam) — 1890 ile 1900 arasında Beyoğlunda pansiyonculuk yapan bir fransız kadını; evi Caddeikebirde Timoni Sokağında (İstiklâl Caddesinde Gönül Sokağı) idi, pansiyonunun kiracıları da, İstanbulda hayli rağbet görerek iyi para kazanan ve memleketlerinin üçüncü dördüncü sınıf artistleri Avrupalılardı. Devrin mirasyedi gençleri, taunların arasında da bilhassa firenkperestler Madam Feniks'in şahsî dostları sıfatı altında pansiyonun devamlı misafirleri idiler; sahnede görüp beğendikleri artist kızlar, kadınlar, delikanlılarla pansiyoncu madamın delâleti ile aşinalık, ahbablık kurarlar, bu çeşit 'ülfet ve sohbetler için hazırlanmış odalarda sabaha kadar kapanık kalırlardı.

Fehim Paşanın adamlarından Hafiye Süreyya'nın buraya musallat olması üzerine Madam Feniks'in huzuru kaçmış ve pansiyonunu bir Polonyalıya devrederek hayli dünyalıkla memleketine gitmişdi.

Münir Süleyman ÇAPANOĞLU

FENMEN (Lâmia) — Sosyal hizmetleri ile tanınmış aydın bir İstanbullu hanım; 1889 da İstanbulda doğdu; Amerikan Kız Kollejin-de okumuşdur; ingilizce ve fransızca bilir; Ziraat Mektebi muallimlerinden ve Kocaeli milletvekillerinden Refik Fenmen ile evlenmiş-dir; hepsi kültürlü ve onun himmeti ile yetişmiş beş evlâd sahibidir (Biri ünlü piyanist Refik Fenmen); yıllarca Himayei Etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) Cemiyetinde, Kadınlar Birliğinde çalışmışdır; 1964 de 75 yaşında «Mavi Melek» (Fahrî hasta bakıcı» olarak çalışıyordu; 1913 de zevci île yaptığı bir Avrupa seyahatmda ilk şapka giyen kadınlarımızdan olmuşdur. Yıllardan beri Ankarada yerleşmiş bulunmaktadır; 1964 de Türk Anneler Derneği tarafından «Yılın Annesi» seçilmiş idi. Daha etraflı bir hal tercemesi için yazdığımız mektuba cevap alamadık, bu satırlarla yetinildi.

Bibi.: Hürriyet Gazetesi, 1964.

FENMEN fMidhat) — Ünlü piyanist, Devlet Konservatuarı piyano öğretmeni; 1916 da İstanbulda doğdu, Ziraat Mektebi muallimlerinden ve eski Kocaeli milletvekillerinden Re-



••;;;.;a«K


1649 —

FENNÎ EFENDİ (Hakkâkbaşı) — Geçen asrın ilk yarısında yaşamış kıymetli bir hakkak; ölümü üzerine şu tarih kıt'ası söylenmiş-dir:

Üstâd Fennî gitti âlı ismi cihanda kaldı hayf Meemûai asarın ehli maarif yazdılar Târihi fevtin ezber et kennakşi fî vechil füsûs «Hakkâkbaşı nâmını seııgi mezara kazdılar.» H. 1248 (M. 1832 - 1833)

İ. A. Gövsa «Türk Meşhurları» isimli eserinde şunları yazıyor: «... Şarkın pek ince san'atlarından biri olan ve yazı san'atı gibi Türklerin elinde en yüksek dereceye gelmiş bulunan mühürcülüğün Fennî Efendi bir tim-


fik Bey ile Lâmia Hanımın oğludur (B.: Fen men Lâmia); evde hususî tahsil gördü, Çifte-havuzlar Amerikan Mektebinde, Robert Kol-lejin orta kısmında, Feyziâti Lisesinde okudu; 1935 de bu liseden diploma alarak müzik tah-Nsili için Fransaya gitti, 1938 Parisde Ecole Normal de Musique'i (Musiki Muallim . Mektebi) bitirdi; 1939 da Ankara Devlet Konservatuarı piyano öğretmeni oldu, 1951 de İngiliz zevci ve bale öğretmeni Beatrice (Beatris) Hanım ile birlikde Ankarada Fenmen Bale Stüdyosunu kurdu (1954-1957). Konservatuardaki öğretmenliğini de üzerinde olarak Cumhurbaşkanlığı Orkestrası üyeleri arasına girdi. Türk-ocağı, Kızılay ve Konser Cemiyeti üyesidir; fotoğrafçılığa, posta pulu koleksiyonuna meraklıdır; tenis, yüzme ve futbol sporlarını sever. Meslekî tahsilini yapdığı Fransadan başka İtalya, İngiltere, Amerika, Plollanda, Yunanistan, Lübnan ve Mısıra gitmiş; İngilizce, Almanca, Fransızca bilir; Nermin (doğ. 1956) ve Refik (doğ. 1959) adında iki evlâd sahibidir; «Piyanistin Kitabı» (1947), «Nota Okuma Kitabı» (1953) adında ik ikitabı ve beş kompozisyonu vardır.

Beatrice (Appleyard) Fenmen — Ankara Devlet Konservatuarı Bale Bölümü öğretmeni ve şefi; 1913 de Londrada doğdu. Umumî ve meslek î tahsilini memleketinde ve 1936 -1951 arasında muhtelif tiyatrolarda balerin ve kareograf olarak çalışdı.

Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi

FENNÎ BEY (Ahmed Aziz Paşazade Â-rif) — Geçen asır başlarının aydın ve şâir gençlerinden idi. Enderunu Hümâyundan yetişmiş, Dördüncü Sultan Mustafaya sır kâtibi olmuşdu; 1808 de Alemdar Mustafa Paşanın saltanat darbesinde sarayda tahtdan indirilmiş Sultan Mustafanın hizmetinde bulunmuş kimseler tevkif edilirken Sultan Mustafanın mabeyinci Ferid İbrahim Bey ile sır kâtibi Arif Fennî Bey de Bostancıbaşı Ağanın dairesinde Fırın denilen yere kapatılmışlar, Üçüncü Sultan Selimin katlinde ilişkileri olup olmadıkları araştırılmış ve tahkikat çok uzamışdı; ikisi de masum, cinayetle en küçük ilgileri olmayan gençlerdi. Babasının Sultan Selime aşırı bağlılığı olan Enderun Tarihi müellifi Teyyar-zâde Ata Bey yazıyor:

«... İstintaklar] uzamış olduğundan naz ve

İSTANBUL

nîmet içinde büyümüş cürümsüz, günahsız Â-rif Fennî Beye bu hal çok ağır geldi, Alemdarın istintak için gönderdiği adamına:

— Var paşana söyle, ne yapacak ise yap
sın, artık canıma kâr etti!.; dedi.

«Herif paşasına bu sözü aynı ile naklettiğinde Alemdar kendi ıstılahınca:

— Var paçasını getir, diğerini def et!., de
miş.

«Cemâziyel âhirenin yedinci pazar günü (31 temmuz 1808) bîçâre Arif Fennî Bey ..Alay Köşkü önünde şehid edilerek (îdam edilerek) Ferid • İbrahim Bey salıverilmişdir.»

Henüz yirmi beş yaşında şâir bir gencin böyle zalimane îdamı pek hazindir. Şu kıt'a, şiir diline örnekdir:

Senin hüsnî hüdâdâdın gören mir'âtı âlemde Ne yüzle baksan âyâ bir dahi tasviri Bihzâde Nigâhi iltifat ile kerem kıl pâyümâl etme Sana üftâdedir hayli zaman Fennii Şeydâde.

Bibi.: Ata, Enderun Tarihi, III ve IV.

FENNÎ ÇELEBİ — Onyedinci asırda yaşamış bir hezarfen ve şâir; Evliya Çelebi İstan-buldaki hezarfenlerden bahsederken bu zât için: «İblis lâine ders verir, pireyi kafese kor, kehle fakiri arabaya koşar bir hezarfen idi, pâkîze eş'ârı vardır» diyor. Hezarfen Fennî Çelebi ile aynı devri idrâk ederek çok uzun bir ömür sürmüş mevlevî şâir Fennî Mehmed Dedenin ayni zât olması çok muhtemeldir (B.: Fennî Mehmed Dede).

ansikloeedisi

şalidir. Elde kalabilen eserleri, meslekden an-layanlarca, bu ölmüş güzel san'at şubesinin en mükemmel örnekleri sayılmaktadır .İmzasını taşıyan mühürlere gaayet nâdir rastlanır. Azmi, Vefa, Sami, Nâdir ve Yümnü gibi son asrın rahmetli usta mühürcüleri Fennî Efendiyi üstad tanımışlardır..». , Hayatı hakkında bilgi edinilemedi.

FENNÎ MEHMED DEDE — Onyedinci a-sır şâirlerinden ünlü bir mevlevî dervişi; bilhassa Boğaziçi köylerinin isimleri ile yazdığı ve «Sevâhilnâme» diye anıla gelmiş bir manzumesi çok meşhurdur (B.: Boğaziçi, cild 5, sayfa 2861). Aşağıdaki hal tercemesini Mirza-zâde Salim Efendinin kendi adına nisbetle anılan şuerâ tezkiresinden alıyoruz:

«Asıl adı Mehmeddir; İstanbulda doğdu (Bizce tahminen 1640 - 1650 arasında); hezarfen bir şâir olduğundan Fennî mahlası ile şöhret buldu. Gençliğinde devrinin ünlü şeyhlerinden Cihangiri! Hasan Efendiye intisab et-mişdi, sonra Bursa Mevlevîhânesi şeyhi Salih Dedeye intisab etti. Sadırâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa sânında yazdığı bir kasîde ile bu büyük vezirin himayesine nail oldu, cizye kâtibliğine tâyin edildi. Sonra Dördüncü Sultan Mehîmedin nedimlerinden biri oldu. Pâdişâh huzurunda nice hünerler göstererek pek çok ihsana nail oldu. Rumelihisarında kendi san'atkâr eliyle yapılmış sâhilhânesinde geçim derdi olmayan varlıklı bir kişi olarak oturur iken hicrî 1127 (M. 1715) de vefat etti».

Tahminen kaydettiğimiz doğum tarihine göre ölümünde 65-75 yaşlarında olması gerekir. Rumelihisarında Kayalar Mezarlığına defnedildi. İbrahim Alâeddin Gövsa «Türk Meşhurları» isimli eserinde Fennî Mehmed Dedenin sadırâzam Ayaş Paşanın torunlarından olduğunu yazıyor; Hadikatül Cevâmi de mûsiki ile de meşgul olduğunu kaydediyor.

Evliya Çelebinin İstanbul hezarfenleri a-rasmda bahsettiği şâir Fennî Çelebinin bu Fen-. nî Mehmed Dede olması kuvvetle muhtemeldir (B.: Fennî Çelebi).

Halûk Şehsuvaroğlu da Boğaziçi Yalıları üzerine yazdığı bir makaalede: «Bebekden sonra Rumelihisarının yapdığı çıkıntı Fennî Burnu ismini almışdır. Dördüncü Mehmedin mü-sâhiblerinden mevlevî şeyhi şâir ve ressam Fennî Efendi bu burun üzerinde kendi çizdiği

FER (Evrim)

plâna göre bir yalı yaptırmışdı ve içini de nü-kuuşi gûnâgûn ile süslemişdi..» diyor.

FER (Evrim) — Sinema aktrisi; aşağıdaki kısa hal tercemesini Ses Mecmuasından a-lıyoruz:

«1938 de Yunanistanın İskeçe şehrinde dünyaya geldi. Esas adı Evrim Abit'tir. Sarı saçlı ve gri-mavi gözlüdür. Işık Lisesinin orta kısmını bitirdikden sonra Konservatuvara devam etmiş ve 1958 de çevrilen «Şeytan Mayası» filminde aldığı rol ile beyaz perdeye intisab etmişdir; rol aldığı filmlerden bazıları şunlardır: «Saadet Şarkısı», «Ömrüm Böyle Geçti», «Poyraz Osman», «Kırık Kalbler», «Bir Yaz Yağmuru», «Unutamadığım Kadın», «Altın Kalbler», «Avare Şoför», «Süleyman Çelebi», «Yalnız Efe».

«Bir sinema artistinden çok romantik bir genç kızdır. Aşk romanları, sevgi üzerine yazılmış şiirler, tatlı maceralardan sözeden dergilerle vaktini geçirir. Denize girmesini sevmez ve gece hayatı da yoktur.

«Konservatuvar'da piyano dersi almış, yıllarca memur olarak aynı yerde çalışmıştır. Film çevirmediği zamanlar vaktini evde geçirir, piyano çalar. Annesi Fahriye Hanım eskiden kadın terzisiydi, ona dikişlerinde yardım ederdi, şimdi terziliği bırakmışdır.

«Evrim Fer hem beyaz perdede, hem de özel hayatında tıpkı Greta Garbo, Ingrid Berg-man gibi ağır rolleri başaran kudretli ve esrarlı bir hava taşır» (1962).



Evrim Fer

(Resim: S. Bozcalı)




FERACE

FERACE, ERKEK FERACESİ — Aslı a-rabca «Ferrâce» dir, fakat şiirde vezin zarureti veya lugatperdazlık olmadıkça daima Ferace denilegelmişdir. «Ulemânın giydiği pek geniş ve (yine çok geniş olan) kolları yarık bir nevi biniş» (Şemseddin Sami, Kaamûsu Türkî). «Bol kollu ve yakalı biniş; kenarına samur kürk de kaplanırdı, eskiden ilmiye ricali giyerdi» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk lügati). M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde Ferace madde-~sinde erkek feracesi için şunları yazıyor:

«İlmiye ricalinin resmî günlerde giydikleri sırma işlemeli üstlüğe de ferace denilirdi. Biniş dahi denilen bu feracenin kolları çok boldu, çuhadan yapılırdı. İlmiyenin fercâ giyenleri hicrî 1264 (M. 1848) senesinde rütbelerde yapılan tadilât ile başlamış, Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etmişdir. Tanzi-mantdan önce saray erkânı da ferace giyerdi. Bunların kürkle kaplı olanları. da vardı. Başçavuş divan günleri kürklü ferace giyerdi» (M. Z.'Pakalın).

— sesi

FERACE

içine alan feraceden mürekkeb bu eski sokak kıj/âfeti, kıza ve kadına feerik bir güzellik ve çekicilik veren kıyafetti. Yüz yıllar boyunca Avrupalı yazarlar ve ressamlar feraceli yaşmaklı Türk kadınlarının sihri altında kalmışlar, onları tasvir eden pek çok resim yapılmış, pek çok yazı yazılmış, hattâ Avrupalı sefireler, İstanbula gelmiş ünlü kadın yazarlar ferace yaşmak altında kendi portrelerini yaptır-makdan da kendilerini alamamışlardır.

Eski Türk kadının sokak kıyâfetindeki sihir ve füsunun sırrı, muhakkak ki feraceden ziyâde yaşmakda idi. İki parçadan mürekkeb olup biri başı, diğeri de gözlerin hemen altından yüzü örten yaşmak, tuvaletine düşkün bir kız veya gene kadın tarafından, ayna karşısında uzunca bir zaman titiz dikkatle bağlanırdı (B.: Yaşmak).

Yukarda da kaydedildi, ferace de yaşmak gibi iki parçadan mürekkeb olup biri uzun kollu rob kısmı idi. Bu robun boyun etrafı ve ö-nü, her devrin modasına göre şeridler, dantellerle süslenir, işlenirdi. Feracenin ikin ci parçası, benzetmede büyük hatâmız olmayacakdır, zamanımızın bahriye neferleri üniformasmdaki palet denilen geniş mavi yakalar gibi, gerdan altında bir kavuşma noktasından omuzlara doğru açılan ve omuzları aşarak sırta kıvrılan, ve yere kadar dökülüp inen, adetâ bir pelerine benzeyen geniş ve büyük bir yaka - arkalık idi. Feracelerde bu ikinci parça, arkalık yakalar, o kadar nümayişli, şatafatlı, süslü yapılmışlardır ki, sokaklarda yabancı erkeklerin gözlerini kadınların üstüne çekmiş, devir olmuş, giyeni kahbelik, haspalık ile suçlayacak kadar ileri gidilmiş, aşırı süslü feraceler, a-şırı süslü ferace yakaları için devlet yasakları çıkmış




,

L


Tütün tiryakisi delikanlı sırtında erkek feracesi

. (Bir XVIII. asır gravüründen S. Bozcalı eli ile)



İSTANBUL

Yukardaki satırlarda «Kürke kaplı» ve «Kürklü» tâbirlerinden kasıd, feracede iki ön kenarının, yakadan etek ucuna kadar kürklü de olabildiğidir; yoksa içinin de kürklü olduğu sanılmasın. Zira ferace diye kesilmiş bir çuha bir ferveye kaplanırsa (Bakınız: Perve) ferâcelikden çıkıp çuha kaplı kürk olur.

Delikanlı feracelerinin kolları kısa olur, bir de geniş devrik yaka ilâve olunurdu, kol kenarları ve yaka sırma harçla işlenirdi; önünde sâdece süs olarak kalan kürk parçaları ile gençleri pek açan bir üstlük idi, yazın parde-sü yerine giyilirdi.

XVIII. Yüzyıl şâirlerinden Sabit bir vaiz efendiyi şöyle hicvediyor:



Ferrâce ve destar ile pek maskara düşmüş

FERACE, KADIN FERACESİ — «Kadınların sokakda yaşmakla beraber giydikleri üst esvabı ki muhtelif biçimlerde olup en mârufunun etekle bir boyda yakası vardır» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).

M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde Ferace maddesinde kadın feracesi için şunları yazıyor: «Çarşafdan evvel kadınların tesettür (müslü-manlık gereğince örtünme) için giydikleri üstlüğün adıdır; çuhadan, sofdan, sonraları aynı zamanda fantezi kumaşlardan yapılırdı.-Düz, süssüz, sâde olanları olduğu gibi cebleri ve yakalan işlemelileri de olurdu. Arkası, yakası uzun olanları, modaya göre bol ve darları vardı; renkleri de daha ziyâde koyu idi. Bir aralık al moda olmuşdu, kibarlar lıep al feraceler yaptırmışdı:



Al ferace, ince yaşmak, eldiven Gençliğim var isterim elbette ben

diye şarkısı da çıkmışdı. Ferace manto'dan hemen hemen farksızdır. Feraceyi manto'dan a-yıran cihet, feracede manto tarzında geniş yaka bulunmaması (!) ve daha uzun olmasıdır. Feracelerin yakaları, askerlerin giydikleri ceketlerin dik yakaları tarzında (!) idi» (M. Zeki Pakalın).

Hemen kaydedelim, M. Zeki Pakalının yu-kardaki satırları feraceyi, hattâ feracenin resmini bile hiç görmemiş bir kimsenin kaleminden çıkmış zannını verir.

Ferace ile mantonun hiçbir yönden mü-



ANSİKLOPEDISİ

nâsebeti yokdur. Manto, kendi başına müstaki-len bir üstlükdür. Ferace ise, başı ve saçları örten ve yüzün de bir kısmını kapatan yaşmak ile tamamlanır bir üstlükdür. «Feracede manto gibi geniş yaka bulunmamakda idi» demek ise hayretle karşılanacak lâfdır; feracede yaka, bu üstlüğün bir ikinci parçası sayılacak kadar geniş ve omuzlardan, sırtdan ^yere kadar dökülecek kadar da büyük ve uzundu. Omuzlardan sırta dönüp düşerken gaayetle yatık olan Ferace Yakasına «askerlerin giydikleri ceketlerin dik yakaları tarzında idi» demek. ise, en hafifinden bir hezeyandır.

Ferace, kadimden İkinci Sultan Abdülha-mid devri sonlarına kadar büyük şehirlerde, bilhassa İstanbulda giyilmişdir ve yaşmakla beraber kullanılmışdır; Müslüman - Türk kadınının başı ve yüzü örten yaşmak ve vücudu

Süslü ferace yakası ve yaşmak

(Resim: Bülend CİŞeren)



FERACE

dır (B.: Açık saçık gezme yasağı; cild l, sayfa 202).

Bu mücadelenin en şayanı dikkati de On-sekizinci Asırda Lâle Devrinde olmuştu. Bir yasak fermanının bugünkü dile kısaltılarak çevrilmiş suretidir:

«İstanbul Kadısına ve Yeniçeri Ağasına ve Bostaııcıbaşıya hüküm ki:

«İstanbul, memleketimizin yüz suyu, ulema, suleha ve üdeba beldesidir; halkının da günlük kılık kıyafetinin Şeriat iznine uygun bulunması devlet namusu gereğindendir. Bâzı avretler Hıristiyan kadınlarını taklid ederek başlarına acayip şekilde serpuşlar geçirdiler; nice utanılacak biçimler çıkarıp ismet âdabını tamamen kaldıracak kılık ve kıyafete girdiler, namus perdesini yırtmaktan çekinmediler.

«Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla yemeni ile sokağa çıkmıyacaklardır. Feracelerde bir parmaktan kalın süs şeridi kullanmak yasaktır. Bu yasağı dinlemiyecek kadınların sokakta yakalarının kesileceği ve feracelerinin yırtılacağı ilân olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka memleketlere sürüleceklerdir' Bunu mahalle imamlarına kat'î olarak ^bildiriniz. (Hicrî 1138 Şevval, Milâdî 1725) haziran)».

Aşağı tabakadan kadınlar ile kibar hanımların ferace ve yaşmakları her devirde ayrı ayrı olmuşdu. En câzi-b renklerde aşırı süslü feraceler ancak hanımlar sırtında görülmüşdür. Bilhassa İstanbulda ferace ve yaşmak tuvaletlerine aşırı önem verenler, büyük şehrin yosma nigârları olagelmişdi.

Ah-med Râsim «Fuhşi Atik» isimli ölmez eserinde önü sıra yürüten feraceli bir yosmayı şöyle tasvir ediyor:

«Alt üst yaşmağın birleşdiği saç topuzunun açık bırakdığı ense omuzlara, doğru avuç gibi mi desem, ne desem, dört parmak, arzında beyaz mı desem, biraz mücellâ, bir saha görünüyor. Ondan ötesini beş altı parmak eninde yine siyah boncukdan çiçekli gibi bir yaka örtüyordu. Ya gron, yahud mantin olacak, feracenin arkalığı aşağıya doğru su gibi akub dururken kalça hizasından bükülmüş küçük ve yine beyaz bir elin yumuk parmakları arasına sokularak tatlı miller, kıvrımlar yapmışdı;

istanbul

adımların hareketi ile bir o yana, bir bu yana dalgalı dalagalı bocalandırıyordu...»

Şu beyit geçen asrın büyük şâirlerinden Yenişehirli Avni Beyindir:

Yeşil ferrâce giysen goncasın en lâlerû amma Gülüb açıldığın demler güli zîbâya benzersin

Şu kıt'a Beşiktaşlı Gedâi'nindir:



Yukardan aşağı ferace siyah Görenler yârimi ettiler ah vah Kimi mecnun oldu kimi de seyyah Koltuğum kabarır gördükçe yâri

Orta oyunlarında «Zenne» (Kadın) rollerine çıkan genç san'atkârlar ferace ve yaşmak altında kadından, hattâ güzel, oynak ve yosma bir kadından aslaa farkedilemezdi; orta oyununu ilk gören toy taşralılardan zenneyi hakikaten kadın zan edip âşık olanlar çıkdığı söylenir.



Kadın Üstünde ferace

(Resim: S. Bozcalı)



ANSİKLOPEDİSİ

FERÂCECİLER SOKAĞI — Büyük Kapalı Çarşının sokaklarından; şehrin ana yollarından biri olan ve çarşı içinde Nuruosmâniyeden Beyazıda doğru uzanan Kalpakçılar Caddesini Çarşının Örücüler Kapusuna bağlayan yolun bir parçasının adı, ki bu yol Kalpakçılar Caddesinden Örücüler Kapusuna doğru üç isim taşır. Kalpakçılar Caddesi ile Keseciler Caddesi arasındaki kısmı «Sipahi Sokağı», Keseciler Caddesi ile Zenneciler ve Fesçiler sokakları a-rasındaki kısmı «Ferâceciler Sokağı», Zenneciler ve Fesçiler sokakları ile Örücüler Kapu-su arasındaki kısmı da «Yağlıkçılar Caddesi» isimleri ile anılır (B.: Büyük Kapalı Çarşı, cild 6, sayfa 3290).

3 gramofon plâkçısı, 5 antikacı, 5 yorgancı, l şapkacı, l yazmacı, l musiki âletleri satıcısı, l terlikci, l dikiş makinaları tamircisi, l hazır paltocu ve l berber dükkânı vardır. Plâkçı dükkânlarında eski gramofon plâklarını bulmak mümkindir (Aralık 1970).



Mesud A Y AB AK AN

FERACE SOKAĞI — Şişlinin Paşa Mahallesi yollarından, Ferahı Sokağı ile Civelek Sokağı arasındadır, Adsıznefer ve Kahraman-bey sokakları ile dörtyol ağızları yaparak kesişir (1934 Belediye Ş.R. Pafta 18/155). Ferâhi Sokağı tarafından gelindiğine göre bir araba ge çecek genişlikde kabataş döşeli bir yol olarak başlar; Kahramanbey Sokağı kavuşağın-dan sonra pakettaşı döşeli olarak devam eder; 1-3 katlı evler arasından geçer; l gazoz imalâthanesi, 2 bakkal, 2 terzi, l yorgancı, 3 kasab, l manav, l tuhafiyeci, l mobilyacı, 2 kunduracı, l berber ve l kuru sistem esvab temizleyici vardır. Kahramanbey Sokağı ile olan ka-vuşağı başında üzerinde «C.H.P. Sakarya akarı, sene 926» yazılı bir çeşme vardır. Kapu numaraları 1-37 ve 2-20 dır (temmuz 1968).



Hakkı GÖKTÜRK

FERAHÂBÂD SÂHİLSARAYI — Boğazi-

çinin Anadolu yakasında pâdişâhlara mahsus ve müteaddid kasırlardan mürekkeb bir saraydır; Ferahâbâd adını Lâle Devrinde almışdır; XVIII. Yüzyıl vak'anüvislerinden Subhi'nin bir tarifine dayanarak buranın Kandilli Has-bağçesi ve Kasrı olduğu kanaatindeyiz; ki burada ilk kasrı XVI. Yüzyıl sonunda Üçüncü Sultan Murad yaptırmışdı (B.: Kandilli Has-bağçesi ve Kasrı).



FERÂHİ

M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde fahiş bir hatâya düşerek «Ferahâbâd» maddesinde: «Beşik-taşda sadırâzam Dâmad İbrahim Paşaya âid kasrın adıdır, yerine yanan Çırağan Sarayı yapdmlmışdır» diyor.

Nedim Divânının 1922 tarihli son baskısına bir lügatçe eklemiş olan Halil Nihat Bozte-pe ise «Ferahâbâd» maddesinde daha daha fahiş bir hatâ ile: «Üçüncü Sultan Ahmed zamanında inşâ olunan kasırlardan biri olup Ca-ğaloğlunda Cağalazâde Sarayı civarında idi» diyor.

Lâle Devrinin adamı Subhi Efendi ise vakaayinâmesinde şunları yazıyor:

«Pâdişâh tebdili hava için Boğaz Hisarlarına yakın Ferahâbâd Sâhilsarayına teşrif e-deceklerini irâde buyurdular, lâkin İrem Bağından nazire o yerde yeniden yapılmakda o-lan kasırlar henüz bitmediği için birkaç gün karşı yakada bulunan Neşâtâbâd sahilsarayına gittiler» (Subh, sayfa 176). Neşâtâbâd Sâhilsa-

: rayının Rumeli yakasındaki yeri kesin bilinmektedir, Arnavudköyündedir ki Kandilli Has-bağçesinin tam karşısına düşer.

Yine o devrin adamlarından Sami Şâkir de vakaayinâmesinde şunları yazıyor: «Pâdişâh Bağıferah Sâhilsaraymdan gerdûnei şahane ve tahtı revanı mülûkâne ile kırları dağlan temaşa ederek Şevkâbâda gitti..» (sayfa 60).

Şevkâbâd denilen yer, Beylerbeyi sırtla-rındaki kasrı hümâyûndur (B.: Şevkâbâd).

Evliya Çelebi Kandilli Hasbağçesi ve Kasrından bahsederken: «Göksunun cenubunda bir Bağı İrenidir, akıntı burnunda bir kaya ü-zerinde müteaddid kasırlarla müzeyyendir; en-

•sesj dağlar ve bağlardır» diyor, ki Lâle Devri vak'anüvislerinin tariflerini tamamen tutmak-dadır,

FERÂHİ — Fesin üst tablası üstüne dikilen ve fesin dâima kalıblı durmasını sağlayan sarı pirinçden yapılır, dairevî ince bir plâkanın adı.

Fesin millî serpuş olarak kabulü İkinci Sultan Mahmud zamanındadır (Bakınız: Fes). İlk feslerin püskülleri, tel ipek püsküller idi; fesin üst tablasının ortasındaki bir ibiğe geçirilip bağlandıktan sonra, tablanın dairevî kenarından fesin etrafına fırdolayı dökülürdü; ve ufak bir rüzgârla savrulur, tel tel ipekler bir-



FERAHI SOKAĞI

ANSİKLöPEDİSÎ

_


Yüklə 5,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin