KONAKLAR
54
55
KONSİLLER
? ] ı 5
bahçeleri vardı. Kent içinde hali vakti yerinde olanların konak adı verilen büyük evlerine, son dönemde doğrudan sokaktan girildiği gibi, bir ön ya da yan bahçeden de girilebilirdi. Yapının büyüklüğüne göre bu bahçe bütün servis bölümlerini içerebildiği gibi, kapıcıların, bekçilerin bulunduğu bir dış bahçe, ahır, samanlık, a-rabalık ve yatakhanelerin olduğu bir iç bahçeden de oluşabilirdi. Harem tarafında ise bir iç bahçeye ve hareme girilen bir dış avlu olabilirdi. Mutfak, kiler, odunluk, fırın, hizmet edenler için odalar, genelde hareme bağlı olurlardı. Aslında bu ilişkiler küçük evlerde de uygulanmıştır. Küçük konaklarda orta ya da haçvari sofalı harem
Kaptan Paşa Konağı (üstte), Hasköy'deki Keçeci Piri Mahallesi'ndeki konak (solda) ve Subhi Paşa Konağı.
S. H. Eldem 'den
bölümüne eklenen ikinci bir sofa ya da bir mabeyin odası selamlığı haremden ayırmaya yeter. Ailenin erkekleri ve erkek misafirler selamlık kapısını kullanırlardı. Genellikle haremin ya da selamlığın zemin katından girilen büyük giriş hacmi "taşlık" diye anılırdı. Zemin katın mermer ya da seramik kaplı olması, bunun Anadolu ev geleneğiyle sürekliliğini belirler. Bu taşlık, harem bölümünde bahçedeki mutfakla ilişkili olurdu. Genellikle bu katta harem mutfağında hazırlanan yemeklerin selamlık tarafına geçirilmesi için, istanbul evlerinde karakteristik bir dönme dolap bulunurdu, imparatorluğun son döneminde, özellikle yüzyıl başından sonra mutfaklar
ev içinden kullanılmaya başlanınca taşlıktaki hacimler mutfak ve yemek odasına dönüştürülmüştür.
Son dönem evlerinde olduğu gibi, konak, yalı ve köşklerde de plan tasarımına orta sofanın, uzunlamasına (karnıyarık tipi) ya da haç biçimli olarak egemen olduğu görülür, ilginç olan son dönemlerden önce büyük orta sofaların daha çok sirkülasyon alanı olarak kullanılmalarıydı. Fakat Batılı bir yaşam anlayışı yerleşmeye başladığı zaman eski boş sofa, Avrupa konutlarının oturma salonuna dönüşmüştür. Yeni eşyaların, piyanoların girmesiyle geleneksel sofanın mekânsal etkisi de değişmiştir.
Mahalle içlerinde büyük konakların sağır duvarları ve vurgulanmış kapılarıyla belirgin olan görünümleri, 19. yy'm ikinci yarısında, özellikle bu yüzyılın başında pek kalmamıştı, istanbul'da, II. Dünya Savaşı sırasında, geleneksel kent içi görünümü ancak Çamlıca, Kısıklı, Boğaziçi ve Anadolu yakasında sayfiye niteliğini henüz koruyan yerlerde kalmıştı. Kent konaklan çokluk sokağa açılmışlar, kendilerini sokaktan ayıran yüksek duvarlarım genellikle yitirmişlerdi. Bugün kent içinde eski bir konak bahçesi duvarı Sultanahmet'te eski Esma Sultan Sarayı'nın bahçesindeki Tunuslu Mahmud Paşa Konağı'nın duvarıdır. Bunun eski sarayın duvarı olması olasıdır. Sayfiyelerde yüksek bahçe duvarı örneklerine Kuzguncuk üzerinde Halife Mecid Efendi Köşkü'nde, Arnavutköy'de, III. Selim döneminin (1789-1807) İzzetâbâd Köş-kü'nün ihata duvarlan gibi örneklerde rastlanabilir. Duvarlarla çevrili büyük bahçeler içinde tasarlandığı zaman konakların dış tasarımlarında zemin katların kapalı olmadığı görülür. Eldem'in verebildiği birkaç istanbul konağı örneğinde (Yerebatan'da Baltacı Konağı, Beyazıt'ta Haznedar Konağı) zemin katlar revak ve pencerelerle bahçeye açılmaktadır. Fakat Melling'in gravürlerinde Sultanahmet Meydanı çevresindeki, cepheleri meydana bakan konakların zemin katlan sağırdır. Temel tasarım ilkesi konutun içinin görünmemesi olduğu i-çin, bahçeli ve bahçesiz evlerin ve konakların cephe tasarımı birbirinden farklı olmuştur. Yapının genel tasarımında da zemin katları sağır olmak zorunda olan sokak üzerindeki yapıların üst katlarında, bahçe içinde olanlara göre daha abartılı o-larak çıkma motifine yer verilmiştir.
Konaklarda geleneksel hayat evinin temel öğesi olan yarı açık galerinin yok olmasına karşın, plan öğelerinin bazı özellikleri yaşar. Bunlar özellikle oda tasarımında, sofa çevresindeki eyvanlarda ve dış mimari biçimlenmede alt kadarın göreceli o-larak az delikli, üst katların payandalar üzerinde dışarı taşan ve çok pencereli cephe düzenlerinde görülür. Fakat örneklerini daha iyi bildiğimiz 19. yy'ın ikinci yarısından kalan konak, köşk ve yalılarda boyutlar giderek büyümüş, merdivenler Avrupa geleneğinin etkisi altında, kendi mimarimizde hiç alışmadığımız anıtsal biçimlerde tasarlanmışlar, simetri önemli bir tasarım ilkesi olarak kullanılmış, orta sofalar
tasarımın özenle vurgulandığı öğeler haline gelmiş, iç süsleme ise 18. yy'ın birinci yarısından bu yana başlayan köklü değişmelerle tümüyle Batılı bir bezeme geleneğini yansıtmış, II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) peyzaj konulu panolar duvar ve tavanları süslemek için daha sık kullanılmaya başlanmıştır. Batılı mobilya geleneği ise mimariyle birlikte tasarlanan se-
O 1 2 3 a 5 6 12m
Aynalıkavak Kasrı (sol üst), Baltacı Konağı (sol) ve Beyazıt Haznedar Sokağı'ndaki konak. S. H. Eldem 'den
dir, dolap, ocak gibi öğelerin ortadan kalkmasına neden olmuş, masalar, büyük karyolalar, gardıroplar, koltuklar, avizeler konakların iç mimarisini Avrupa konutlarına benzetmiştir. Yaratılan bu mimari ortam Osmanlı toplumunun egemen üst tabakaları ve sarayın köklü olarak Batılılaşmak isteklerinin en belirgin tanığı olmuş, bu yeni eşyalar, yabancı dil öğrenmenin, piyano
Köçeoğlu
Köşkü'nün
planı.
S. H. Eldem 'den
dersi almanın ve Avrupa gezilerine çıkmanın paralelinde yeni bir konut ve yaşam ortamı yaratmıştır. Yine de II. Abdülhamid dönemine kadar güçlü olarak yaşayan geleneksel konut tasarımı konak, yalı ve köşk tasarımına egemen olmuştur. Fakat bugüne kalmış olan yapıların hemen tümü, yukarıda sözü edilen büyük konut tasarımını bir yana bırakarak, genelde yabancı mimarlar tarafından Avrupalı modellere göre tasarlanmışlardır. Anadolu yakasının, Çamlıca ve Kısıklı'mn bütün köşk ve konakları, II. Abdülhamid döneminin yalıları kesin bir tipolojiye sokulamayacak kadar değişik düzenler ve seçmeci üsluplarla karşımıza çıkarlar. Kent içindeki konaklar da plan ö-zelliklerini yitirmişlerdir. Bugün Kuzguncuk'ta Cemil Molla Köşkü, Büyükada'da Con Paşa Köşkü(->), Yeniköy'de Afif Paşa Yalısı(-0 gibi yapılara bakıldığı zaman, bunların gelenekle ilişkilerini tümüyle kesmiş bir başka dünya görüşünün ürünü oldukları açıkça görülür. Oysa Abdülaziz döneminin (1861-1876) saraylarında bile eski büyük konut geleneğinin temel tasarım ilkelerini bulmak olasıdır. Kent içinde, Sü-leymaniye'nin, Cerrahpaşa'nın, Fatih'in artık tükenmiş küçük konaklarına bakıldığı zaman, malzemenin getirdiği benzerlik dışında, eski konut mimarisinin özgün niteliklerinden uzaklaştıkları görülür. Yine de, sadece istanbul'a özgü bu ahşap konut mimarisinin yok edilmesi Cumhuriyet tarihinin unutulmayacak bir tarihi ayıbı olarak kalacaktır.
Dostları ilə paylaş: |