Saray Dışında Musiki Hayatı
Osmanlı-Türk musikisinin en büyük merkezi olan İstanbul'da, şehrin 15. yy'da fet-hiyle birlikte musiki saray ortamında ciddi bir destek görmeye başlamıştır. Yüzyıllar boyunca bu ortamda büyük bestekâr ve icracılar yetişmiş, musikinin gelişmesine önemli katkılarda bulunulmuştur. Özellikle musikiye meraklı yahut bizzat bestekâr ve icracı olan padişahlar zamanında saraydaki musiki hayatı daha bir canlılık kazanmıştır. Sarayın Türk musikisinin önemli bir merkezi olması bu musikinin sadece saray ve çevresinde icra edilip dinlenen, sarayın desteği sayesinde varlığını sürdüren bir musiki türü gibi görünmesine yol açmıştır. Oysa İstanbul'un musiki hayatı bir bütün olarak incelendiğinde farklı bir görünüm ortaya çıkar. Sarayın dışında kalan çevrelerde, tekkelerde, camilerde, özel meşk-hanelerde, konak ve köşklerde, evlerdeki özel musiki meclislerinden, son dönemde de musiki derneklerinde üstün seviyeli musiki ürünleri öğrenilip icra edildiği, özellikle 19. yy'dan itibaren de semai kahvelerinde, çalgılı meyhanelerde ve kahvelerde, kısacası halkın içinde, destanlar, koşmalar, maniler, İstanbul'a has anonim nitelikle şarkı ve türküler söylendiği, böylece halkın her kesimine seslenen musikinin toplum hayatındaki yerini alarak vazgeçilmez bir sanat geleneği olarak şehirde yaşatılıp geliştirildiği bilinen bir gerçektir.
Geçmiş yüzyıllardan kalma belgeler İs-
tanbul musiki geleneğinin ilk dönemlerinde bile musiki öğreniminin saray çevresiyle sınırlı bir faaliyet olmadığını gösteriyor. 17. yy'da saray dışında, şehirdeki musikişinasların evlerinde musiki öğretildiğini gösteren tarihi kayıtlar vardır. Bu evler hiç şüphesiz birer özel meşkhaneydi. Gerçi birçok üstat musikiyi sarayda öğrenmiştir, ama saray dışındaki çevrelerde öğrenip de sonradan saraya davet edilenlerin sayısı da kabarıktır. Şunu da belirtmek gerekir ki, sarayın musikiye verdiği destek yüzyıllar boyunca kesintisiz bir şekilde sürmemiştir; musikiden anlamayan, hoşlanmayan, hattâ sarayda musiki icra edilmesine karşı çıkan sultanlar da olmuştur. Bu devirlerde bile şehirdeki musiki faaliyetleri daha önce olduğu gibi hiç aksamadan sürmüş, canlılığından bir şey kaybetmemiştir. Evliya Çelebi'nin yazdıkları 17. yy istanbul'unda nasıl canlı bir musiki hayatı olduğunu gözler önüne serer.
En olgun şekline İstanbul'da kavuşan dini musiki cami ve tekkelerde; dindışı musiki ise özel musiki meclisleri ile meşkha-nelerin, konak ve köşklerin yanısıra tekkelerde icra edilmiştir. Tekkeler sadece dini musiki icra edilen yerler değildi. Bu dini kurumlar şehrin musiki üstatlarının toplanıp musiki icra ettikleri, yetişmekte olan genç musikişinas adaylarıyla tanıştıkları, yeni besteleri dinledikleri, musiki sohbetleri ettikleri faal bir sanat çevresiydi. Osmanlı-Türk geleneğinde dini musiki ile dindışı musiki birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaz. Her iki türün de kendine has beste şekilleri olmakla birlikte, dini eser bestekârlarının büyük çoğunluğu dindışı eserler de bestelemişlerdir.
Bu mekânların dışında musikiyle uğraşan sanatkârlar esnaf sayılırlar, kendine has bir esnaf loncasına bağlı bulunurlar, bu lonca vasıtasıyla iş bulup geçimlerini sağlarlardı. Esnaf sanatkârlar daha çok semai kahveleri ile çalgılı kahvelerde, mesirelerle düğünlerde ve eğlencelerde musiki icra ederlerdi. Bunlardan başka Karagöz, kukla, ortaoyunu gibi geleneksel sanatların da özel musiki repertuvarları vardı.
Fetihten hemen sonra toplumsal kurumlar yerine oturmadan kültür ve musiki faaliyetlerinin seviyeli bir işlerlik kazanması mümkün değildi. Bu yüzden Bursa, Edirne, Konya, Ankara, Bağdat gibi Türk kültürünün geliştiği şehirlerde yaşamış mutasavvıfların, şair ve musikişinasların hazır eserleri İstanbul'a intikal etmiş ve yeni başşehrin kültür hayatına girmiştir. Bursa'dan Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Yazıcıoğlu Mehmed'in Muhammediye'si, Ankara'nın Solfasol köyünden Hacı Bay-ram-ı Veli'nin kurduğu tarikat yolundaki mutasavvıfane şiirleri ve besteleri 15. yy'ın ikinci yarısında İstanbul'da musiki özelliğine kavuşabilmiştir. Aynı yüzyılda Şeyh Vefa, Şikestî, Sâgarî, Kâtibî, Makamî, Serifî, Nizârî, Hasanoğlu gibi dini musikinin ilk temsilcilerinin eserleri İstanbul camilerinde, tekkelerinde hayatiyet bulmuştur. Ne yazık ki bu eserler günümüze ulaşamamıştır. Bu dönemde musiki konuları ve na-zariyatıyla uğraşan yazarlar da çıkmıştır.
Şehrin 16. yy'da musiki hayatı hakkında elde edilebilen bilgiler biraz daha fazladır. O zamandan kalma belgelerde adları geçen musiki ustadan bu dönemde musikişinas sayısının arttığını gösterir. Ayrıca, bu yüzyılda bestelenmiş, günümüze ulaşabilen eserler de vardır.
16. yy'da eserleri İstanbul'a intikal edip
yayılan bestekârlardan Üsküplü Niya
zi'nin dini ve dindışı eserler bestelediği ve
bunların "Niyazi Murabbaları" adı altında
İstanbul'daki musiki meclislerinde okun
duğu, Âşık Çelebi'nin kayıtlarından anlaşıl
maktadır. Trabzonlu Tab'î Mehmed'in de
(Büyük Tab'î) zamanın üstat bestekârla
rından olduğunu, Ahdî ile Âşık Çelebi'nin
yazdıklarından öğreniyoruz. 16. yy'ın ünlü
dini musiki bestekârı Sinaneddin Yusuf
(Ö.15Ö5) ise İstanbul doğumlu bir sanat
kârdır. Nev'îzade Ataî'den(->) cami musiki
sinde üstün bir icra gücü gösterdiğini öğ
rendiğimiz Mahmud Çelebi (Ö.1603) ile,
Hasan Çelebi'nin dönemin sayılı beste
kârlarından olduğunu bildirdiği Zâkirba-
şı İstanbullu Recai bu yüzyılın belgelerde
adları geçen öbür musikişinaslarındandır.
Bütün Mevlevî ayinlerinin ilham kaynağı olan, bestekârları bilinmediği için "bes-te-i kadim" denilen, pençgâh, dügâh ve hüseyni ayinlerinin 15. yahut en geç 16. yy'da bestelenmiş olduğu sanılıyor. Nefiri Behram Ağa (ö.1560) ile Kul Ahmed (ö. 1580) az sayıda da olsa eserleri günümüze ulaşabilen 16. yy saz eserleri bestekârlarıdır.
17. yy, Türk musikisinde klasik bir üs
lubun oluştuğu ve ilk olgun ürünlerini ver
diği bir dönem sayılabilir. Dini ve dindı
şı musikide pek çok eser besteleyen Ha
fız Post'un (1620-1694) klasik Türk musi
kisinin şekillenmesinde önemli bir payı
bulunan ilk büyük bestekâr olduğu söy
lenebilir. "Hisar çenber tevşihi" dini musi
kinin abidelerindendir. Durak ve ilahileri
de yüksek zevk mahsulüdür. Dindışı mu
sikideki dügâh, hüseyni, hisar, neva, uşşak
besteleri onun bestekârlıktaki dehasının
ölçüsüdür. Bestekâr, Halveti tarikatındadır;
musikiyi Kasımpaşalı Osman Efendi'den
öğrenmiş, tamamıyla saray dışında yetiş
miş, sonradan sarayın da ilgisini çekmiştir.
Itrî'nin(-0 hocası da olduğu sanılan Hafız
Post hiç olmazsa kendisinden sonrakilerin
yolunu açmıştır.
Kasımpaşalı Osman ile Derviş Ömer Gülşenî'nin de hocası olduğu sanılan, 16. yy'ın son yıllarında doğmuş olsa bile adı 17. yy güfte mecmualarında geçen Ab-dü'l-Ali döneminin en büyük musikişinaslarından sayılmış, "hâce-i evvel" olarak anılan Abdülkadir Merâgî'den sonra "hâce-i sani" payesine layık görülmüş, hayatı hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen çok büyük bir bestekârdır.
Bu süreçte oluşan İstanbul üslubuna en çok katkıda bulunan bestekârların başında Itrî gelir IV. Mehmed (hd 1648-1687) sarayında ün kazanmış olmakla birlikte Mevlevî çevrelerinde yetişmiş bir musikişinastır. Cami musikisinde eserleri 300 yıldır bütün halk kesimlerinin hafızasına nak-şolmuş ezgilerdir. Itrî'nin dini ve dindışı hemen her beste şeklinde eser vermesi, bu
Dostları ilə paylaş: |