MEHMED V TÜRBESİ
Eyüp Ilçesi'nde, Bostan İskelesi civarındadır. Milli Mimarlık Akımı'nın seçkin eserlerinden olan türbe V. Mehmed (Reşad)(->) tarafından, ölümünden kısa bir süre önce yaptırılmıştır.
Mimar Kemaleddin Bey'in(->) eseri o-lan türbenin ana kitlesi içten ve dıştan sekizgen prizma olmakla birlikte, giriş tarafındaki eksedralar bu kitleden taşarlar. Kü-feki taşından yapılan türbe, yarım küreyi aşkın, yüksekçe bir kubbe ile örtülüdür. Yapı zeminden oldukça yükseltilmiş bir kaideye oturur. Giriş anıtsal bir merdivenle sağlanmıştır. Dış görünüşü, köşelerdeki yarım silindir duvar payeleri, pencere üzerindeki rumî bezemeli akroterler, palmet ve rumî motifleri ile süslü korniş gibi elemanlarla hareketlendirilmiştir. Kemerlerin, klasik Osmanlı mimarisindeki örneklere göre daha abartılmış sivriliği dikkati çeker. Portaldeki yazılar ayet kitabeleridir. Yapı genel görünüşü ile Fatih'teki, Mimar Sinan' m eseri olan Hüsrev Paşa Türbesi'ni hatırlatır.
İç dekorda da klasik Osmanlı yapılarından esinlenilmiştir. İç yüzey, kalem işleri ve çinilerle hemen tamamen kaplıdır. Kubbe içinin kalem işleri ve özellikle çinilerde klasik dönem desenleri hemen hemen aynen tekrarlanmıştır. Çiniler, Kütah-
V. Mehmed Türbesi
M. Baha Tanman
ya'da 16. yy çinilerinin kopyaları olarak hazırlanmıştır. Duvarların alt bölümleri, çoğunluğu bitkisel dekorlu çini panolarla, yukarı bölümler ise yazının hâkim olduğu çinilerle kaplanmıştır.
Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 234-237; Demiriz, Türbeler, 75-77; Yavuz, Mimar Kemalettin, 136-141; Unsal, Türbeler, 91; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 260-262.
YILDIZ DEMİRİZ
MEHMED VI (Vahideddin)
(2 Şubat 1861, istanbul - 15Mayıs 1926, San Remo/ltalya) 36. ve son Osmanlı padişahı (hd 3 Temmuz 1918-1 Kasım 1922).
"Sultan Vahideddin", "Vahdettin", "Sultan Mehmed Han-ı Sâdis", "Sultan Mehmed Vahideddin bin Sultan Abdülmecid" olarak da bilinir. Abdülmecid(->) ile Gülüştü Kadın Efendi'nin oğludur.
Henüz yaşını doldurmadan annesi ve babası ölen Vahideddin'e bir süre 2. hazinedar Mihrifelek Hanım baktı. Onun saraydan ayrılmasından sonra Abdülmecid'in kadın efendilerinden Şayeste Kadın yetiştirdi. İlk çocukluğu ve gençliği amcası Ab-dülaziz'in(->) saltanat yıllarında geçti. Kendisiyle daha çok ağabeyi Abdülhamid (II) ilgilendi. Bu ilgi Abdülhamid'in padişahlığı boyunca da sürdü. Tahsin Paşa'nın a-nılarmda belirttiğine göre, bu padişah, kardeşleri arasında yalnız Vahideddin'i seviyordu. Bu nedenle onu sık sık Yıldız Sarayı'na çağırırdı. Vahideddin akşam yemeğine kaldığı günlerde Abdülhamid'le birlikte saray tiyatrosunu izler, onunla siyasi konuları görüşürdü. Olasılıkla hanedan bireyleriyle ilgili bilgiler taşır, hafiyelik de yapardı. Abdülhamid, eski padişah V. Mu-rad'ı(-») ve veliaht Reşad'ı (V. Mehmed) a-cımasızbirgöz hapsinde tutarken Vahideddin'e özgürlük tanımış, refah içinde yaşaması için olanaklar sağlamıştı.
Vahideddin, Çengelköy'deki köşkünde şehzadeliği ve veliahtlığı boyunca yaklaşık 40 yıl sıkıntısız bir yaşam sürdü. Fıkıhla ilgilendi,-okuyup yazarak Prens Sabahad-din'den, Kayserili Şaban Efendi'ye kadar her sınıftan insanla görüşerek, nota kolek-
MEHMED VI
350
351
MEHMEDVI
siyonu yaparak vakit geçirdi. Yetişkin şehzadeler arasında, okuduğunu anlayan, yazısı ve imlası düzgün, düşündüklerini yazıya geçirebilen bir taht adayı olarak sivrilmeyi önemsedi. Özel yaşamında nazik, yumuşak, resmi temaslarında ise olabildiğince ciddi görünüşlü, iltifatsızdı. Az konuşur, hattâ bazıları onu hiç konuşmayan şehzade olarak tanırlardı. İnadı ve ısrarı ile ünlenen Vahideddin, Osmanlı hanedanı ve hanedana yakın kişiler hakkında ilginç saptama ve yorumlarda bulunurdu. "Bizim hanedanımıza her türlüsü gelmiştir: Sarhoşu, delisi, aptalı vardır. Fakat dinsizi gelmemiştir. İçimizde en mübalatsızı olan Sultan Abdülaziz bile son nefesinde Kuran'a sarılmıştı", "Dünyada üç melun vardır: Bunlar bir sacayağıdır. Biri hemşirem Mediha Sultan, ikincisi eşi Ferid Paşa, üçüncüsü de oğlu Sami'dir" sözleri onundur.
Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, anılarında 8 Mart 1913'te Çengelköy'deki köşküne giderek Vahideddin'i siyasetle uğraşmaması konusunda uyardığım anlatır. Nitekim Vahideddin, 1909'da V. Mehmed'in (Reşad) tahta geçmesi ile Abdülaziz'in büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi'nin veliaht olması, kendisinden 6 ay büyük kardeşi Şehzade Süleyman'ın da o yıl ölmesinden sonra, tahtın ikinci vârisi oldu ve törenlerde ikinci veliaht gibi yer almaya başladı. Halid Ziya (Uşaklıgil) Saray ve Öte-rf'nde, hanedan içindeki soysuzlaşmaları ve Vahideddin'in ikinci veliaht olma girişimlerini anlatırken "Her tarafını kurt yemiş, çökmeye hazır bir tahta, her taşı paslanmış bir taca göz dikenlerin" gizli mücadelelerine de değinir. Abdülmecid ve Abdülaziz kollarından gelen şehzadelerin her gün, taht adaylığında kendilerinden öncekileri sayarak vakit geçirdiklerini alaylı bir biçimde vurgular.
Vahideddin'in ikinci veliahtlık savı, kendince makul bir nedene dayanıyordu. Ona göre veliaht bir değil iki olmalıydı. Çünkü hanedan geleneği ve Kanun-i Esasi, tahta çıkma hakkını "ekber" ve "erşed" evlada tanımıştı. Vahideddin'e göre, Yusuf İzzeddin Efendi "ekber" fakat babası gibi "deli" idi. Kendisini ise "erşed" saymaktaydı. Yusuf İzzeddin Efendi'nin küçük vücuduyla ters orantılı kibirliliği, zehirlenme korkusunu her zaman açığa vurması, ruhen sağlıksız oluşu da Vahideddin'in savını haklı çıkarmaktaydı. Bu nedenle V. Mehmed bile, onun ikinci veliahtlığına sıcak bakmış, resmen bu sam vermemekle birlikte bütün törenlere ayrı bir arabayla ve protokolde yer alarak katılmasına izin vermişti. İttihad ve Terakki yönetimi ise Vahideddin'in temaslarını daha yakından izleme gereğini duymuş ve istemediği halde yanına fazladan iki yaver katmıştı. Vahideddin'in her vesileyle işlediği konu ise "memleketin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğu ve bu tehlikenin farklı bir siyasetle önlenebileceği" idi. Oysa, kendisini tanıyanlar, kuruntulu, inatçı ve kararsız olduğunu "acemi cinci hoca gibi cinleri başına toplayıp dağıtamadığını" söylemekteydiler.
19l6'da Yusuf İzzeddin Efendi intihar
edince, İttihatçıların kendisini veliaht yapamayacakları dedikodusundan dolayı kaygılandı. O sırada Beylerbeyi Sarayı'nda gözetim altında olan eski padişah II. Ab-dülhamid de gazetelerin, kardeşinin veliahtlığını yazmadığını, onu kendi oğlu gibi sevdiğim, devlet ve millet için çalışacağına inandığını, zeki ve bilgili olduğunu yakınlarına anlatarak telaşlanmıştı. Şubat 19l6'da resmen "Devletlû Necabetlû Ve-liahd-ı Saltanat Mehmed Vahideddin Efendi Hazretleri" sanını alan Vahideddin, 1917' de bu sıfatla Almanya gezisine çıktı. Kendisine eşlik edenler arasında Mustafa Kemal Paşa da (Atatürk) vardı. 1918'de ise Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz-Jo-seph'in cenaze töreni için Viyana'ya gitti ve padişahı temsil etti.
VI. Mehmed
Galeri Alfa
3 Temmuz 1918'de V. Mehmed'in ölümü üzerine, Sadrazam Talat Paşa, yanında harbiye nazırı ve şeyhülislam olduğu halde Çengelköy'e giderek kendisine durumu bildirdiler ve padişahlığını kutladılar. Ertesi gün Topkapı Sarayı'nda geleneksel cülus töreni ile V. Mehmed'in cenaze alayı aynı saatlerde yapıldı. VI. Mehmed sanı ile tahta çıkması kararlaştırılan Vahideddin' den önce saraya gelen devlet erkânı Mustafa Paşa Köşkü'nde toplandı. İstimbotla Sarayburnu'na gelen yeni padişah buradan saraya çıktı ve Bâbüssaade önünde törenle karşılandı. Yanında Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa vardı. Bağdat Köşkü'ne doğru yürünürken bastonunu istedi. Çengelköy'de unutulduğunu öğrenince "Bu bir felaket!" dedi. Yorumcular, yeni padişahın ilk sözünün "felaket" olmasını, yakın bir tehlikenin kanıtı saydılar. Vahideddin, bir süre dinlendikten sonra, yeni veliaht Abdülmecid Efendi(->) ile hır-ka-i saadeti ziyaret etti. Bu sırada V. Mehmed'in cenazesi de Hırka-i Saadet Daire-
si önünde hazırlanmış bulunuyordu. Buradan, Bâbüssaade önüne gelindi. Kısa bir duadan sonra tahta oturdu. Veliaht, şehzadeler, devlet erkânı, ayan ve mebuslar, komutanlar, ulema ve ruhani reisler biat ettiler. Cülus sırasında Muzıka-i Hümayun marşlar çaldı. Fakat yıllardır Bâbüssaade önünde cülus töreni yapılmadığından gelenekler unutulmuştu. Eski usul alkış yapılamadı. Törenden sonra Vahideddin, V. Mehmed'in cenaze namazında bulundu ve Eyüp'e kadar giderek defnim izledi. Ertesi gün istifasını veren Talat Paşa kabinesini görevde bıraktı.
Büyük acılar ve kayıplarla biten bir savaşın sonunda tahta çıkan Vahideddin'den herkes başarılar bekliyordu. Vahideddin de kendisinden çok şeyler bekliyor ve "Ben devlet ve memleketime hizmet ümidinde bulunmasaydım Çengelköy'de rahat rahat oturur, bu bâr-i azîmi kabul etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma padişah diye yazdırmak hevesinde değilim" diyordu. Memleketi İttihatçıların mahvettiğine, V. Mehmed'in de onlara oyuncak olduğuna inanıyordu. İlk iş olarak Enver Pa-şa'nın başkumandan vekili sanını, başkumandanlık erkân-ı harbiye reisi olarak değiştirdi. Kendi adının, irade-i seniyyelerin altına değil, eski devirde olduğu gibi yukarısına yazılmasını emretti.
Kısa sürede İstanbul halkı arasında yeni padişahla ilgili bir dizi söylenti yayıldı. Yıllardır sıkıntı içinde, aç ve hastalıklı yaşam süren halk, Vahideddin'in tebdil gezip kötülükleri tek tek saptadığını, her şeyi düzelteceğini konuşmaktaydı. Bu nedenle cülus gününde olduğu gibi 31 Ağustos 1918'deki kılıç alayında da İstanbullular sokaklara döküldü. O gün on çifte filika ile denizden Eyüp'e giden yeni padişahı iskelede şehzadeler ve devlet erkânı karşıladı. Buradan türbeye yaya yüründü. Vahideddin, Yeniçeri Ocağı'm kaldıran büyükbabası II. Mahmud'un pelerinini omzuna almıştı. Herkes bunu İttihad ve Terakki Fırkası'nı kaldıracağına bir işaret saydı. Kılıcı kimin kuşatacağı da sorun olmuş, Vahideddin sonunda, o sırada İstanbul'a gelen Şeyh Sünusi'yi tercih etmişti. Dört atlı saltanat arabası ile dönüşte, Edirne Kapısı'ndan geçilirken kendisine bu kapının anahtarı takdim edildi. Henüz Eyüp'te iken, Talat Paşa, Boğaz'dan düşman tayyarelerinin geçtiğinin öğrenildiğini bildirdiğinde, düşmanların medeni olduklarını, böyle dini bir tören sırasında taarruzda bulunmayacaklarım söyledi. İzleyen günlerde düşman tayyare filoları İstanbul'un çeşitli semtlerine bombalar attı.
Ertesi gün mabeyn-i hümayunda çalışırken, İstanbul'u çok harap bulduğunu bildirdi ama, kendi döneminde bayındır olması dileğine ses çıkartmadı. İzleyen günlerde de kabir ziyaretlerinde bulundu ve yangın yerlerini inceledi. 21-27 Ağustos a-rasındaki tayyare hücumlarında ölen ve yaralananlar oldu.
Vahideddin'in tahta çıktığı günlerde I. Dünya Savaşı hemen her cephede Osmanlı ordularının da yenik düşmesiyle bitmek üzereydi. Almanya ve Avusturya ateşkes is-
temişti. Bu öneriye katılmak gereğini duyan Vahideddin, Talat Paşa'yı istifaya zorladı. 8 Ekim 1918'de kabine çekildi. Yeni hükümeti kurmak için bir hafta çalışan Tev-fik Paşa'dan mühür alınarak Ahmed İzzet Paşa sadrazam atandı. Yeni hükümette Hürriyet ve İtilaf Fırkası'ndan gelen nazırlar çoğunluktaydı. 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkesi imzalandı. Bununla Boğazların savaş gemilerine açılması, ordunun derhal terhisi, silah ve cephanenin müttefiklere teslimi gibi çok ağır koşullar kabul e-dildi. Buna karşın halk, barış geleceği için umutluydu. 2 Kasım 1918 gecesi, İttihad ve Terraki liderleri İstanbul'dan gizlice kaçtılar. Bunlar, Enver, Talat, Cemal Paşa üçlüsü ile Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir beylerdi. 8 Kasım 1918'de de İzzet Paşa kabinesi istifa etti. Yeni kabineyi Tevfik Paşa kurdu ve Osmanlı tarihinin son sadaret a-layı 11 Kasım'da düzenlendi. 13 Kasım günü, İtilaf devletlerinin 55 parçadan oluşan donanması İstanbul'a geldi. 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan gemisinin bulunduğu donanmadan, aynı gün karaya asker çıkarılmaya başlandı. Boğaz'ın Anadolu yakasının yukarı kesimine Yunan birlikleri çıktı. İstanbul Rumları, ellerinde Yunan bayrakları olduğu halde Averof zırhlısı karşısında sevinç gösterileri yaptılar. İngilizler ise Haydarpaşa'dan başlayarak demiryolu güzergâhını işgale öncelik verdiler. Bu olayla İstanbul'da işgal devri ya da mütareke dönemi denen 4 yıllık acı günler başladı. Daha ilk günden halk arasında azınlıkların Müslümanlara işkenceler uyguladıkları, Senegalli askerlerin ise sokaklarda kadınları yakalayıp ısırdıkları, çocukları kesip yedikleri gibi asılsız şeyler konuşulur oldu. Ancak, tutuklamalar devam ettiği gibi işgalcilerin oluşturdukları merkez ve karakollarda da işkenceler yapılıyor, evler zorla sahiplerinden alınıyordu. Kadınların peçelerinin yırtılması ise ilk günden olağanlaştı. Sansür uygulanan basın, olayları ayrıntılı veremediğinden halk arasında yanlış ve abartılı haberler konuşulmaktaydı.
Vahideddin, tüm bu gelişmeler karşısında hiçbir varlık gösteremediği gibi, saltanat değişikliği nedeniyle toplanan Mec-lis-i Mebusan'da ilk ve son kez göründü. 21 Aralık 1918'de çoğunluğu İttihatçılardan oluşan Meclis-i Mebusan feshedildi.
30 Ocak 1919'da İstanbul'da tutuklamalar yoğunlaştırıldı ve başta İsmail Canbu-lat, Hüseyin Cahid (Yalçın), iaşeci Kara Kemal ve Ziya Gökalp olmak üzere 27 İttihatçı da gözaltına alındı.
8 Şubat günü, İstanbullular âdeta bir tiyatro sahnesi izlediler. Fransız general Franchet d'Esperey, Romalı komutanların zafer alaylarını andıran bir törenle ve azınlıkların çılgın alkışları arasında Galata'dan Beyoğlu'na çıkarak Fransa Elçiliği'ne gitti. Bu, güya, 1453'te Türklerin eline geçen İstanbul'un kurtarıldığını ima eden bir gösteriydi. 3 Mart günü Tevfik Paşa istifa etti ve 4 Mart günü oluşturulan Damat Ferid Paşa kabinesi savaş suçlularının yargılanması işine öncelik verdi. Bu amaçla Divan-ı Harb-i Örfî Kararnamesi yayımlandı. Oluşturu-
VI. Mehmed'in biat töreni. Galeri Alfa
lan Divan-ı Harb, eski sadrazam Said Halim Paşa'yı, eski şeyhülislam Musa Kâzım Efendi'yi ve İttihatçı eski nazırları tutuklattı. Bunların sayıları 60'ı buldu. 8 Mart günü ise Ermeni taktil ve tehcirinden sorumlu tutulan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Beyazıt Meydanı'nda asıldı. Bu yargı-lamasız idam, İstanbul'da üzüntü yarattı.
İzmir başta olmak üzere Ege Bölgesi'n-de Yunan işgalinin başlaması üzerine Damat Ferid Paşa istifa etti. 16 Mayıs 1919'da ise, Mustafa Kemal Paşa, bir gün önce Va-hideddin'le yaptığı görüşmeden sonra 9. Ordu Kıtaatı müfettişi olarak Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan ayrıldı (bak. Atatürk ve İstanbul).
19 Mayıs günü yeni kabinesini kuran Ferid Paşa, padişahın isteği üzerine Şûra-yı Saltanat'ı toplantıya çağırdı. 26 Mayıs günü Yıldız Sarayı'nda Vahideddin'in kısa söyleviyle başlayan oturumda genel durum görüşüldü. Fakat burada alınan kararların uygulanması olanağı yoktu. 28 Ma-yıs'ta Bekirağa Bölüğü'nde(-») tutuklu bulunan 67 kişi İngiliz kuvvetlerince Malta' ya sürgüne gönderildiler. Kentte, Türk Oca-ğı'mn ve başka kuruluşların düzenlediği mitingler sürmekteydi (bak. Fatih Mitingi; Kadıköy Mitingi; Sultanahmet mitingleri). Divan-ı Harb tarafından tutuklatılanlar arasında Milli Kongre Reisi Dr. Esat Işık(->) ile Tevhid-i Efkâr gazetesi sorumlu müdürü Talha Ebüzziya da vardı. Vahideddin, 15 yıla mahkûm olan eski şeyhülislam Musa Kâzım Efendi'yi affetti.
6 Haziran 1919'da Yıldız Sarayı'nın, V. Mehmed'e ait harem dairesinde yangın çıktı ve sarayın bazı bölümleri yandı. Bu yangını söndürmeye belediyeden, kolluk güçlerinden ve işgalci birliklerden gelen olmadı. Vahideddin'in, üstüne pardösü giyindiği gecelik entarisi, arkasında yalandan ağlayan bekçibaşı ile yangını izlerken "Milletimin ocağı yanarken benim evim
yanmış ne ehemmiyeti var?" dediği rivayet edilir.
Ali Fuad Bey'in (Türkğeldi) Görüp İşit-tiklerim'de anlattığına göre Vahideddin basım yakından izliyor ve bazı konularda duyarlılık gösteriyordu. Örneğin 7 Kasım 1919 günü Çit Kasrı'nda, elinde Said Molla'nın çıkardığı İstanbul gazetesi olduğu halde "Kadın Zihniyeti" ve "Kütüphanelerdeki Küflü Kitaplar" başlıklı yazıları göstererek bunlarla İslami geleneklere saldırıldığmı ve halife sıfatıyla protesto ettiğini bildirmiş, Babıâli'ye, Bâb-ı Meşihat'a birer tezkire yazılmasını istemişti. Fakat, sözde kalan bu müdahalelerinin arkasını izlemek gücünde değildi. Temsil ettiği devletin yalnız siyasi ve askeri değil, parasal gücü de kalmamıştı. İstanbul'da satılığa çıkarılan kum torbalan ile balta, kazma., kösele, dekovil rayı, nal demiri, eğe, hurda demir vb şeylerden elde edilecek paralarla aylıkları ödenemeyen kamu görevlilerine avans verilmesi düşünülmekteydi.
21 Temmuz 1919'da üçüncü kabinesini kuran Damat Ferid Paşa, Anadolu'daki Ku-va-yı Milliye hareketine karşı, Kuva-yı İnzibatiye'yi etkili kılmak için çaba gösterdi. Ferid Paşa'nın istifası ile 2 Ekim 1919'da sadrazam olan Ali Rıza Paşa, Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılmasını sağladı. İstanbul'da seçimlere katılım yüksek oldu. Saltanat hükümeti ile Kuva-yı Milliyeciler arasında ilişkiler yumuşadı ve Bahriye Nazırı Salih Hulusi Paşa görüşmeler için Anadolu'ya gitti. En önemli konu ise meclisin nerede toplanacağı, hükümet merkezinin İstanbul'da kalması veya taşınması sorunuydu. Meclis-i Mebusan 10 Ocak 1920' de Fındıklı Sarayı'nda toplandı. Vahideddin, sözde hasta olduğu için açılışta bulunmadı. Söylevini Damat Şerif Paşa okudu. Kuva-yı Milliye'yi temsil eden Rauf Bey (Or-bay) İstanbul'a gelerek saltanat hükümetiyle temaslarda bulundu.
MEHMEDVI
352
353
MEHMEDVI
Diğer yandan özellikle İstanbul'daki Rum ve Ermeni patriklerinin, bütün Türkiye'nin işgal edilmesi yönündeki başvuruları üzerine ingiliz işgal kuvvetleri İstanbul'u tamamen ellerine geçirmek siyasetine yöneldiler. Bunun için de "barışı ve sükûneti korumak" gibi bir gerekçeye ihtiyaçları vardı. Türklerle azınlıklar arasında sürtüşmeler, kanlı olaylar çıkmasını elaltın-dan tahrik ettiler. Azınlıkları olabildiğince şımarttılar. O derecede ki Karaköy'de-ki bir Rum kebapçı, dükkânını denetlemek isteyen Şehremini ve Vali Vekili Cemil Pa-şa'yı (Topuzlu) değnekle kovabilecek kadar korkusuzdu.
3 Mart 1920'de istifa eden Ali Rıza Paşa' nın yerine Salih Hulusi Paşa sadrazamlığa atandı ve yeni bir kabine oluşturuldu. 15 Mart günü İstanbul'da yeni bir tutuklama başlatan işgalciler 150 aydını hapsettiler. 16 Mart 1920'de bir bildiri yayımlayarak üç uluslu (İngiliz, Fransız, İtalyan) bir işgal ordusu oluşturulduğunu bildirdiler. Aynı gün İngiliz Generali Wilson'ın emrindeki bu ordu, belirlenen noktaları işgal etti. Durum Vahideddin'e bildirildiğinde sessiz kalmayı tercih etti. Yüzbaşı John G. Benett, Mec-İis-i Mebusan'a gidip Rauf Bey (Orbay) ile Kara Vasıf ı tutukladı. İstanbul sokakları İngiliz üniforması giyinmiş azınlıklarla doldu. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Ce-vad Paşa (Çobanlı), Dr. Esat Paşa (Işık) yatak kıyafetleriyle ve elleri bağlanarak sürüklenip götürüldüler. Milliyetçiler, İtalyan gemilerine sığınmaktaydılar. Hilal-i Ahmer Cemiyeti(-») merkezini 30 kişilik bir müfreze işgal etti. Harbiye, Bahriye nezaret-
VI. Mehmed'in İstanbul'daki son günleri.
Galeri Alfa
leri, Tophane-i Âmire, kışlalar, karakollar teslim alındı. Şehzadebaşı'ndaki Mızıka Karakolu'nda 6 er şehit edildi. Beyazıt'taki çarpışmalarda yaralananlar oldu. Gedik-paşa'daki tüm işyerleri ve evler arandı. 17 Mart günü, Müttefik Pasaport Bürosu'ndan vize almayanların Anadolu Feneri'nden ve Pendik'ten öteye geçmeleri yasaklandı. Tutuklananların Malta'ya sürgün edilmeleri de devam ediyordu. Kentte sıkıyönetim ilan edildi. İşgalcilerin, Kuva-yı Milliye'ye ilişkin isteklerim yerine getirmeyen Salih Paşa 2 Nisan günü istifa etti. 5 Nisan' da Ferid Paşa yeniden sadrazam atandı ve işgal kuvvetlerinin güdümünde bir hükümet kurdu. Saray ve Babıâli, İngiliz, Fransız, İtalyan yüksek komiserlerinin ve işgal ordusu komutanının taleplerini yerine getirmekle durumu idare etmekteydiler. 11 Nisan 1920'de Meclis-i Mebusan, Vahi-deddin'in "esbab-ı zaruriye-i siyasiyeden nâşi feshi iktiza" ettiğini bildiren irade-i seniyyesiyle kapatıldı. Dağılan meclisin birçok üyesi çeşitli yollardan Ankara'ya giderek 23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne katılmışlardır.
İstanbul için öngörülen statülerin başında uluslararası bir yönetim düşünülüyordu. Bunu savunanlar, kentte "yerli" Türk bulunmadığını, sadece kamu görevlilerinin ve askerlerin Türk olduklarını ileri sürmekteydiler. İngiliz resmi çevreleri ise Vahideddin' in İstanbul'dan uzaklaştırılmasının doğru olup olmadığını tartışmaktaydı. Vahided-din'in sürgüne gönderilmesinin sömürge Müslümanlarını incitebileceği düşünülüyordu. Lord Curzon ise padişahın uzaklaş-
tırılmasında ısrarlıydı. Vatikan önerisi diye bilinen bir yaklaşım ise İstanbul'u bütün İslam dünyasının başkenti yapmaktı. Cemiyet-i Akvam'a götürülen bir başka ö-neri, şehir halkının özerk yönetiminin geçerli olacağı "serbest şehir" sözleşmesi idi. Sonuçta, İngilizler Vahideddin'in daha bir süre İstanbul'da oturmasının uygun olacağına karar verdiler.
Kentteki yaşam giderek daha gerilimli bir ortama sürüklenirken hemen her gün yeni olaylar yaşanmaktaydı. Karakol Cemi-yeti(->) ve Müdafaa-i Milliye Teşkilatı başta olmak üzere birçok direniş örgütü işgalcileri yıldırıcı eylemler gerçekleştirmekteydiler. Kentte silahla dolaşma yasağı olmasına karşın, Fatih, Aksaray yangın yerlerinde, tenha semtlerde ve çoğu zaman da geceleri faili meçhul cinayetler işleniyordu. Polis şefi Benett, Büyükdere'den otomobili ile dönerken pusuya düşürüldü. Karaköy' de bir Türk askerini kamçılayan İngiliz trafik askeri öldürüldü. Gülhane Parkı'nda Türk kadınlarına saldırmaya yeltenen 3 Fransız askeri bıçaklanarak öldürüldüler. İşgalciler, hapishanelerdeki azınlıkları serbest bırakarak silahlandırdılar ve Türklere karşı cinayetlere yönelttiler. Her gün bir başka semti silah araması gerekçesiyle didik didik etmekte, evlere ve konaklara el koymaktaydılar.
Fransız birlikleri Gülhane Parkı'nı karargâh yeri seçerek buranın bir bölümünü de hayvanları için otlak ve ahır yapmışlardı. Tophane'deki Arabyan Hanı tutuklanan Türklerle doluydu. İstanbul'un geleneksel alayları, törenleri unutulmuştu. Buna karşılık, İngiliz kralının doğum günü, Fransız Devrimi'nin yıldönümü kutlanıyor, futbol maçları yapılıyordu. Şehreminliği ise İstanbul ve Türk dostu bilinen Pierre Lo-ti(-») için bir dernek kurulmasına öncülük ettiği gibi kaldığı eve de plaket koydu. Caddelere Claude Farrere, Pierre Loti adları verildi. 22 Temmuz 1920'de Sevres Ant-laşması'mn esaslarını görüşmek üzere Yıldız Sarayı'nda Şûra-yı Saltanat toplandı ve barış koşulları kabul edildi.
Sadrazam Damat Ferid Paşa, 31 Temmuz 1920'de beşinci kabinesini kurduktan sonra 10 Ağustos 1920'de Sevres Antlaşması imza edildi. Ferid Paşa, 2,5 ay sonra istifa etmek zorunda kaldığından 21 Ekim 1920'de Tevfik Paşa son kabineyi kurdu ve bu dördüncü sadaretinde Osmanlı Devle-ti'nin sonuncu sadrazamı oldu.
Balkan Savaşı'ndan beri yoğun göç alan İstanbul'a işgal öncesinde ve sonrasında da Balkanlar'dan, Trakya'dan, Yunan işgal bölgelerinden sürekli göçmen gelmekteydi. Bunların sayısının 150.000 dolayında olduğu tahmin edilmiştir. Hilal-i Ahmer ise 50.000 Müslüman, 40.000 Rus, 4.000 Ermeni göçmen bulunduğunu saptamıştı. Bu kuruluş, 85.000 dolayında göçmene yardım yaptığı gibi, İstanbul'daki birçok dayanışma ve yardım dernekleri de gelenlere barınak ve yiyecek bulmaya çalışıyordu. 5-15 Kasım 1920 arasında İstanbul'a Wran-gel ordusu döküntüleri denen yeni göçler akmaya başladı. 15 Kasım'da 45 gemi dolusu 70.000 asker ve sivil Rus İstanbul'a
geldi. 40.000 kişi ise Kırım'da gelmek için bekliyordu (bak. Beyaz Ruslar).
Yabancı göçmenlerle ilgilenme olanağı olmayan son saltanat hükümeti, İstanbul'a sahip çıkma konusunda ilginç bazı girişimlerde bulundu. Örneğin, ölü gömülmeyen eski Kasımpaşa ve Beyoğlu mezarlıklarının kamulaştırılıp iskâna açılması, Tevfik Paşa'mn son sadareti sırasında gerçekleştirilmiştir. İstanbul Darülfünunu'na ilk Türk kızlarının öğrenci yazılmaları da 1921'dedir. Kentte, eğitim, sağlık, ulaşım, basın faaliyetleri olumsuz koşullara karşın yine de sürmekteydi. İstanbul'da bir yılda 16.500 ölümün 1/6'sı veremdendi. Koleranın kaynağı olan Hasköy'de ise bazı evler kamulaştırılıp yakıldı. İstanbul'da, 1918' de 1.475, 1919'da 158, 1920'de 747, 1921' de 600, 1922'de de 100 evi kül eden birçok yangın çıktı. 1921'deki Üsküdar yangınında 694 ev, 31 dükkân yandı. Kentte fiziksel bir gelişme söz konusu olmadığından göçlerle artan nüfus, aynı çatı altında birkaç ailenin birden barınması ile kaldırıla-biliyordu. Bu nedenle de yangınlar sonrası açıkta kalan aile ve nüfus, yanan evlerle orantılı olmayıp çok yüksekti. Ulaşım hizmetleri neredeyse durmuştu. Yıldız Sa-rayı'na çağrılan eski sadrazamlar, nazırlar, araba yokluğundan, Beşiktaş'tan saraya kadar olan yokuşu yaya inip çıkmaktaydılar. Mayıs 1919'da ikinci kez şehremin-liğine atanan Cemil Paşa (Topuzlu) kö-mürsüzlükten duran gazhaneleri çalıştırmakla işe başlamış, sokakları kadın işçilere yıkattırmıştı. Piyasada bozuk para bulunmadığı için, Darphane'de köprü parası olarak jetonlar bastırmış, halk bunları "ce-milpaşa meteliği" adıyla günlük alışverişte de kullanmaya başlamıştı. İşgalcilerin haczettikleri 250.000 liralık Harikzedegân parasından 50.000 lirası da belediye bütçesine aktarıldığı gibi, Sandal Bedesteni'n-de de bir mezat yeri açılmıştı. Haliç kıyısında kerestecilerin işgal ettiği alanların kamulaştırılıp hal yapılması girişimi de bu yıllardadır. Ferid Paşa ise, İstanbulluları madenkömürüne alıştırmanın gerekliliğine inanmış ve Kuruçeşme'deki yalı arsasından başlayarak Boğaziçi'nin birçok yerine kömür depoları yapılmasına izin vermişti.
Fransız sermayesi ile kurulan İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi'ne satılmış olan Taksim Kışlası ile Taksim Bahçesi'nin ve Talimhane Meydanı'nın kapladığı alan içindeki vakıf yapıların iadesi bu sırada gündeme gelmiş ve Taksim Kışlası avlusunda bulunan, askerlere mahsus caminin yerine, Safraköy'de bir cami yapılması uygun görülmüştü.
İstanbul hükümeti, kamu görevlilerinin aylıklarım ödeyemediği gibi veliaht Abdül-mecid Efendi de sadrazama tezkireler gönderip aylık ödeneğinin yetmediğini ve ödenmediğini, sarayının giderlerini karşılayamaz duruma düştüğünü, hiç olmazsa haftalık ödenekler ayrılmasını rica ediyordu. İstanbul'daki memurların bir aylık maaş tutan 2.320.000 lirayı bulurken toplana-bilen gelir, 1.540.000 lira düzeyindeydi. Kent yaşamı farklı koşullarda devam ediyordu. İstanbul'un Müslüman semtleri akşam
VI. Mehmed'in Malta'ya ayak basması. Galeri Alfa
erkenden uyumayı tercih ederken Beyoğ-lu'nda meyhaneler, sinemalar, gazinolar, dolup taşıyordu. Garden Bar, Vinter Palas, Royal Bar, kumarbazların başlıca uğraklarıydı. Öte yandan Vahideddin'in, 21 Haziran 1922'de yayımlanan bir irade-i seniy-yesi ile kadınların ev içi kıyafetlerine ka-rışılamayacağı, ancak sokağa çıkılırken İs-lamiyete uygun ve vücudu örten elbiseler giymeleri, "makarr-ı hilafet" olan İstanbul'da edebe aykırı, açık saçık giyimlerin pek çok sakınca doğurabileceği belirtilmekteydi. Oysa, İngilizler ve öteki işgalciler, İstanbul'da kadınların devam ettiği içkili yerlerin açılmasını teşvik etmekteydiler. Buralarda sivil-asker, işgalci-Türk-azın-lık karışık eğleniliyordu. Personelin çoğu ise Beyaz Ruslardı.
İstanbul'da yayımlanan 11 Türkçe gazete vardı. Bunların en etkilileri Ankara yanlısı Tevhid-i Efkâr, ileri, Vakit, Akşam ve İk-dam'dı. Tercüman-ı Hakikatyansızdı. Ta-nin, antikemalist ve milliyetçiydi. Saltanat yanlısı gazeteler Peyam-ı Sabah, Alemdar ve Serbestî'ydi. Türkçe gazetelere hem hükümet, hem işgalciler sansür uygulamakta, sansür edilen yazı yerleri beyaz olarak çıkmaktaydı. Kentte 5 Ermenice, 7 Rumca, 4 Jodeo-İspanyolca, 6 Fransızca, l İngilizce gazete yayımlanmaktaydı.
Talat Paşa'mn Berlin'de (15 Mart 1921), Said Halim Paşa'mn Roma'da (6 Aralık 1921), Cemal Paşa'mn Tiflis'te (21 Temmuz 1922) Ermenilerce öldürülmeleri, Enver Paşa'mn Buhara'da, Kızılordu birlikleri ile çarpışırken (4 Ağustos 1922) vurulması, İstanbul'da heyecan uyandırdı. Anadolu' daki Milli Mücadele'nin başarıya ulaşması ise Vahideddin'den önce Ferid Paşa'yı tedirgin etti ve eşi Mediha Sultanla birlikte 22 Eylül 1922'de Fransa'ya kaçtı.
19 Ekim 1922'de Ankara hükümetinin temsilcisi Refet Paşa (Bele), Mudanya'dan Gülnihal Vapuru ile İstanbul'a geldi ve coşkun gösterilerle karşılandı. Refet Paşa, hal-
ka söylevinde "İstanbul büyük vatanın kalbi, dimağı, ruhu ve ziyasıdır. Onsuz Türklük yoktur ve olamaz!" dedi. Yönetime el koyan Refet Paşa, Vahideddin'le de görüştü. Galata Borsası ve gümrükler geçici olarak kapatıldı. Türklerle yabancıların ticareti yasaklandı. Ankara'ya da İstanbul hükümetinin bir işlevinin kalmadığını, İtilaf devletleriyle ilişkilerin derhal kesilmesini önerdi. Sadrazam Tevfik Paşa'mn, barış konferansına delege göndermek üzere Ankara'ya telgraf çekmesi ise TBMM'de saltanatın kaldırılması kararının ivedilikle alınmasını gündeme getirdi. 31 Ekim 1922'de "Ka-vanin-i esasiyeye mugayir harekette bulunan İstanbul'daki eşhas ve heyetlerin hı-yanet-i vataniye" kapsamında cezalandırılmaları, l Kasım 1922'de de "saltanatın millete, hilafetin ise Âl-i Osman'a ait olduğu, halifeliğe bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşed ve eslâh olan bir mensubunun intihabı" kararları yasalaştırıldı. Bu yasalar, İstanbul basınında da yayımlandı.
2 Kasım 1922'de Tevfik Paşa, Vahideddin'e istifasını verdi. 5 Kasım 1922'de Refet Paşa bir beyanname yayımlayarak İstanbul'un yeni konumunu "İstanbul, Çatalca, Beyoğlu mutassarıflıklarını kapsayan" bir vilayet olarak ilan etti ve bunun geçici olduğunu duyurdu. Divanyolu'nda-ki Şark Mahfili'nde bütün nezaretlerin müsteşarlarını toplayarak her türlü işleme son vermelerini bildirdi. Halife sıfatı ile daha 15 gün Yıldız Sarayı'nda oturan VI. Meh-med Vahideddin, son cuma selamlığına 10 Kasım 1922'de çıktı. 16 Kasım günü işgal orduları başkumandanı Harrington'a yazdığı mektubu "Halife-i Müslimin" sanıyla imzaladı ve İstanbul'da hayatını tehlikeli gördüğünü, İngiltere devletine sığınmak, bir an önce İstanbul'dan bir başka yere gitmek istediğini bildirdi. Aldığı olumlu cevap üzerine gece boyunca hazırlandı. Gerekli bütün eşya ve belgeler bavullara yerleştirildi. 17 Kasım sabahı 06.00'da Basma-
Dostları ilə paylaş: |