V. Mehmed
Nün Akbayar koleksiyonu
kandil ve gazyağı kullanılmaktaydı. Ailelerin kadın erkek, çoluk çocuk bir arada mesirelere gitmeleri Çırpıcı, Veliefendi, Beykoz çayırlarında ilk piknikleri yapmaları da V. Mehmed'le başladı.
Beyazıt'taki Sarafim Kıraathanesi, aydınların istifadesine sunduğu zengin gazete koleksiyonları ve kitapları ile gençlerin ve aydınların özellikle perşembe günleri öğleden sonra buluştukları, siyasete ısındıkları yerlerin başında geliyordu. İstanbul'a yabancı basın mensuplarının ilgi duymaları ve âdeta akın etmeleri de aynı yıllardadır. Nihayet, tahta geçtiği günlerde doruğa ulaşan siyasi keşmekeşle birlikte V. Mehmed, padişahlık otoritesi ile hiçbir şekilde müdahale edemediği köklü değişimlere, askeri yenilgilere ve düzensizliklere yol açan sayısız yasayı, hükümet kararnamesini, irade-i seniyeyi de "Mehmed Reşad" imzasıyla yürürlüğe koymaya başladı. Herkesin "hürriyet" gerekçesiyle bağırıp çağırdığı, görevine zamanında gitmediği, vapurların, tramvayların vaktinde gelmediği, mebusların bile "teneffüshane"de oturup celselere katılmadıkları bir dönem açıldı.
Padişahı çok seviyor ve sayıyor gözüken İttihad ve Terakki Fırkası liderleri, o-nun adını taşıyan "reşad altını"nı piyasaya sürdükleri gibi; zırhlılara, gemilere, yeni mahallelere, Anadolu kasabalarına da "Reşadiye" adları verilmesi moda oldu.
Fakat asıl yönetim yükünü üstlenen Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, İttihatçıların aşırı müdahalelerine uzun süre dayanamayarak 28 Aralık 1909'da istifa etti. Roma sefiri iken sadrazamlığa atanan İbrahim Hakkı Paşa 12 Ocak 1910'da kabinesini kurdu ve "adi ü ihsan siyaseti" izleyeceğini duyurdu. Ama çok geçmeden o da başta kabinesinde harbiye nazırı olarak yer alan Mahmud Şevket Paşa olmak üzere ordu ile İttihad ve Terakki Fırkası yöneticilerinin güdümüne girdi.
1910 yılının İstanbul için ilk uğursuz o-layı 19 Ocak günü Çırağan Sarayı'nın(->) yanması oldu. Amcası Abdülaziz tarafından yaptırıldığı için bu sarayı sevmediği ve oturmak istemediği rivayet edilen V. Mehmed1 in yangına üzülmediğini mabeyin başkâtibi Halid Ziya Bey (Uşaklıgil) Saray ve Ötesi'nde anlatır.
Arnavutluk'ta ayaklanma, Girit Mecli-si'nde Yunan kralına bağlılık yemini edilmesi gibi iki sorunun ardından, Kozmodi Efendi'nin çıkardığı Sadâ-yı Millet gazetesi başyazarı Ahmed Samim'in(->), Patrikhane lehine çalıştığı iftirası yayıldıktan sonra 9 Haziran 1910 günü vurulup öldürülmesi, İstanbul'da gerilime neden oldu. Bununla birlikte o yılın mayıs-haziran ayları boyunca ayan ve mebusan ile devlet erkânı için birbiri ardınca şölenler düzenleniyordu. Tokatlıyan Oteli'ndeki bir başka ziyafetten sonra V. Mehmed de Beylerbeyi Sarayı bahçesinde bir ziyafet verdi. Yemekten sonra Boğaz dışına vapur gezisi yapıldı. Padişah, meclis reislerini, sadrazamı, nazırları, ulemayı, elçileri de saray ziyafetlerinde ağırladı. Bu davetlerde a-lafranga usulde tertip ve alafranga müzik yeniliği kurallaşmıştır.
6 Şubat 1911 gecesi Babıâli binalarının büyük bir bölümünün yanması, İstanbul' da heyecana neden oldu. Çırağan yangınına üzülmeyen V. Mehmed, bu yangına herkesten fazla üzüldü. Padişah, 42 yıl aradan sonra özel bir ziyaret için İstanbul'a gelen eski Fransız kraliçesi Eugenie'yi, Türk dostu ve İstanbul hayranı bilinen Pierre Loti'yi(-0 bu yıl içinde kabul etti ve 5 Haziran günü Barbaros zırhlısı ile İstanbul' dan ayrılarak Rumeli gezisine çıktı. Selanik, Üsküp, Priştine kentlerini ziyaret eden, Kosova sahrasında 100.000 kişilik bir cemaatle cuma namazı kılan padişah ve yanındakiler 26 Haziran'da İstanbul'a döndüler.
İtalyanların Trablusgarp'ı işgal etmeleri üzerine 29 Eylül 1911'de istifa eden Hakkı Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirilen Said Paşa, hükümeti kurmakla birlikte, İbrahim Hakkı Paşa kabinesinin Divan-ı Âli'
Bir kartpostalda V. Mehmed. Galeri Alfa
MEHMED V
346
347
MEHMED V
ayrı gün belirlenmesini istemişti. I. Dünya Savaşı öncesinde hükümetin aldığı bir kararla 9 Eylül 1914'te kapitülasyonlar kaldırıldı. 21 Ekim 1914'te ise Harbiye Nazırı Enver Paşa, V. Mehmed'in, Kanun-i Esa-si'deki başkumandanlık yetkisini "başkumandan vekili" olarak fiilen üstlendi. 11 Kasım 1914'te Almanya ve Avusturya-Ma-
de yargılanması sorunu yüzünden 30 Aralık 19H'de istifa ile kabinesini yeniledi. Bu sırada İttihad ve Terakki Fırkası'mn, ibrahim Hakkı Paşa'yı yargılanmaktan kurtarmak için Meclis-i Mebusan'ı feshetme girişimi, meclisle hükümetin uyuşmazlığı gerekçesiyle Kanun-ı Esasi'ye uyduruldu ve V. Mehmed 18 Ocak 1912'de meclisi kapattı.
1909'da Türk Derneği'nin, 1911'de Türk Yurdu'nun kuruluşundan sonra gençlere milli kültür vermek için oluşturulan Türk Ocağı, 26 Mart 1912'de açıldı. Türk Ocağı, özellikle ilk Balkan Savaşı sonrasında Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver) başkan olması ile güçlenmiş, burada, başta Askeri Tıbbiye öğrencileri olmak üzere yüzlerle genç, Türkçülük üzerine bilimsel, düşünsel fakat daha çok duygusal faaliyetlere yönelmişlerdir.
1912'de istanbul'u çok yönlü tehdit e-den büyük bunalım ise temmuz ayında başladı. On İki Ada'yı işgal eden İtalyanlar Çanakkale Boğazı'nı topa tutarak ilk göz-dağını verdiler. Öte yandan Arnavutluk'a yeni ordu birlikleri sevk edilmesi üzerine, kendilerine "Halaskâran" ya da "Halaskar Zabitân" adını veren siyasi-askeri bir grup, bir yandan dağa çıkarken, bir yandan da İstanbul'daki mensupları aracılığı ile hükümeti istifaya zorlamaktaydılar. Kabinedeki harbiye ve bahriye nazırlarının istifasından sonra 16 Temmuz 1912'de Said Paşa istifa etti. Gazi Ahmed Muhtar Paşa "büyük kabine" olarak anılan yeni bir hükümet kurdu (bak. Katırcıoğulları). Kimileri de bu kabineye "baba-oğul hükümeti" dedi. Çünkü, Ahmed Muhtar Paşa, yeni hükümete, eski sadrazamlardan Kâmil, Hüseyin Hilmi ve Avlonyalı Ferid paşaları aldığı gibi oğlu Mahmud Muhtar Paşa'yı da bahriye nazırı yapmıştı. İstanbul'da yıllardan beri devam eden sıkıyönetimi kaldıran "büyük kabine", partiler ve siyasi görüşler üstü bir yaklaşım sergilemekle birlikte umulan başarılan elde edemedi ve Osmanlı Devleti, bu hükümet işbaşındayken Balkan Savaşı'na girdi (bak. Balkan Sa-vaşı'nda İstanbul). Balkan Savaşı çıkmadan önce Dolmabahçe Sarayı bahçesinde yapılan mitingi, V. Mehmed, saray pence-
V. Mehmed'in ilk cuma selamlığı için Sarayburnu'na çıkışı.
relerinden izledi. Talat Bey (Paşa) ve Ha-laçyan Efendi, kalabalığın en önünde Osmanlı bayrağı taşımakta ve "Harp isteriz!" diye bağırmakta, kalabalık ise hep bir ağızdan "Filibe'ye hücum, Sofya'ya hücum!" demekteydiler. O günlerde İstanbul gençliği de kent meydanlarında gösteri ve mitingler düzenlediler. V. Mehmed de bir şû-ra-yı saltanat toplamış, burada savaş kararı almıştı. Savaşın Osmanlı Devleti'nin a-leyhine gelişmesi üzerine Selanik'te sürgünde bulunan eski padişah II. Abdülha-mid İstanbul'a getirtilerek Beylerbeyi Sa-rayı'na yerleştirildi.
Gazi Ahmed Muhtar Paşa 29 Ekim 1912'de istifa etti. Bu kabinenin işbaşında bulunduğu 3 aylık kısa sürede Cemil Paşa (Topuzlu) 21 Ağustos 1912'de İstanbul vali vekilliğine ve şehreminliğine atandı.
Cemil Paşa, anılarında, Ahmed Muhtar Paşa'nın kendisini bu göreve getirmesini, Çiftehavuzlar'daki modern köşkünü görmesine bağlar ve "kendi evini böylesine bakımlı ve özenli tutan bir adam, kenti de Avrupai bir görünüme kavuşturur" dediğini açıklar. 1912'deki durumu ile İstanbul'un harap, sokakların kaldırmışız, dükkânların camekânsız, fırınların pis olduğunu; ekmek hamurlarının ayakla yoğrulduğunu anlatan Cemil Paşa, manavın, aşçının, sütçünün, şekercinin, seyyar satıcıların sırtlarında kesilmiş koyun taşıyan hamalların, sırıkta ciğer, kelle, işkembe satanların, kent içinde koyun otlatanların, at, merkep sürüleri ile inşaat malzemesi taşıyan Acemlerin neden olduğu ilkel görünümleri, hiçbiri hizmet vermeyen sebilleri, yolların pisliğini, lağımların sokaklarda akışını, herkesin çöpünü kapıdan veya pencereden dışarıya atma alışkanlığını, süprün-tü taşıyan arabaların yaydığı kokuyu, dilencileri ve onca itlaf girişimlerine karşın sayıları 30.000 dolayında olan köpekleri, cenazelerin evlerden uzak mezarlıklara kadar omuzlarda taşınmasını, papaz ve patrik ölülerinin giyimli olarak dört kollu iskemleye oturtulup kent içinde gezdirilişi-ni, itfaiye hizmetlerinin yetersizliğini, tulumbacıların hallerim, İstanbul'un herhangi bir semtinde bir evde yangın çıkınca, a-tılan toplar, yakılan mahyalar ile bütün bir
kent halkının sabaha kadar korku içinde uykusuz kalışını da anlatır.
Batı kentleri örnek alınarak başlatılan belediyecilik çalışmalan kapsamında ilk iş olarak şehir planının hazırlanması, Fatih ve Kadıköy belediye daireleri binalarının yapımına başlanması, yolların parke döşenmesi, Topkapı Sarayı bahçelerinin bir bölümünün Gülhane Parkı(->) olarak halkın hizmetine sokulması, Fatih, Doğancılar, Sultanahmet park ve meydanlarının düzenlenmesi de bu yıllardadır. İstanbul'da sokaklara ad verilmesi de ilk kez Cemil Paşa'nm 19l4'e kadar süren şehreminliği sırasındadır. 1912'de Ayasofya ile Sultan Ahmed camileri arasındaki ahşap evlerle örülü mahallenin yanması, bu alandaki meydan ve park düzenlemelerine kolaylık sağlamışsa da bu yangını Cemil Paşa' nm çıkarttırdığı veya itfaiye gönderip sön-dürtmediği dedikoduları yayılmıştır.
Balkan bozgunu ile birlikte İstanbul'a başlayan göç ve koleralı askerlerin şevki, kenti büsbütün yaşanılmaz duruma soktu. Muhacirlerin hepsi aç, sefil ve hastalıklıydı. Yelkenli gemiler, trenler, iskele ve istasyonlara her gün yüzlerle göçmen boşaltırken kimileri de koştukları kağnılarla İstanbul'a gelmekteydiler. Muhacirin Müdüriyeti bunlara yatacak, barınacak yer bulmaya ve sıcak çorba dağıtmaya çalışıyordu. Savaş yaralıları; özellikle de ordu birliklerinden, koleralı oldukları saklanarak "züefa ve ma'lûlin" denilerek gönderilen askerler, Ayasofya, Sultan Ahmed ve Şeh-zadebaşı camilerine alınmaya başlandı ve bu camiler ibadete kapatıldı. Çatalca'da-ki çarpışmaların top sesleri İstanbul'un her tarafından duyulmakta iken 3 Aralık 1912'de Bahşayiş Köyü'nde ateşkes imzalandı. Halk uykusuz, perişan ve korku içindeydi. Hükümetin izin vermesi üzerine tarafsız büyük devletlerin savaş gemileri kentin düşmesi olasılığına karşı, kendi uyruklarını ve elçilik mensuplarını korumak için İstanbul'a gelmişti.
İttihatçılara karşıtlığı ile tanınan ve ağır savaş koşulları altında sadrazamlığa atanan Kıbrıslı Kâmil Paşa, 29 Ekim 1912'de devraldığı görevi ancak 2,5 ay sürdürebil-di. 23 Ocak 1913'te gerçekleştirilen Babıâli BaskınıC-O ile istifa etti. V. Mehmed İttihatçıların baskısıyla Mahmud Şevket Paşa'yı sadrazam atadığını ilan etti. Ayrıca Cemal Bey (Paşa) İstanbul muhafızlığına, Azmi Bey İstanbul polis müdürlüğüne, Enver Bey'in (Paşa) amcası Halil Bey (Paşa) de merkez komutanlığına atanmışlardır. Talat Bey (Paşa) ise daha kabine kurulmadan kendisini dahiliye nazırı vekili ilan ederek vilayetlere emirler göndermeye başladı.
O günlerde yönetimi en çok uğraştıran konu ise İstanbul'daki yolsuzluk iddialarıydı. Bunların başında, eski sadrazamlardan Said Paşa'nın Beyazıt-Şişli tünel projesi için Deutsche Bank'tan 15.000 altın rüşvet istemesi vardı. Ortaya çıkarılan bir hırsızlık ise Tophane'de çalışanların martini tüfek parçalarını ceplerinde dışarıya taşıyıp Kürtlerle Lazlara satmalarıydı. Soruşturma sonunda 100.000 altın değerinde bir hırsızlığın bu yoldan gerçekleştirildiği
anlaşıldı. Savaş koşullarının da etkisiyle İstanbul'da özellikle kamu görevlileri arasında irtikâp yaygındı. Bunun nedenleri, pahalılık, geleceğe güvensizlik ve aylıkların yetmemesiydi.
V. Mehmed'in bütün bu olanlara müdahalesi söz konusu olmadığı gibi, yetişkin şehzadelerinin Beyoğlu'nda ikide bir rezalet çıkarmaları, hattâ karakollara düşmeleri, siyasi otoritesini yitiren hanedanın giderek saygınlığını da yitirmesine neden olmaktaydı. Osmanlı hanedanının iki kolunu temsil eden "Mecid evladı" ile "Aziz evladı" arasındaki düşmanlık düzeyine ulaşmış rekabet de gündemdeydi. Abdüla-ziz'in şehzadeleri (Yusuf İzzeddin ve Ab-dülmecid), İttihatçıların V. Mehmed'in saflığından yararlanıp cumhuriyeti ilan edeceklerini, hanedanın yıkılacağını ileri sürerek taraftar kazanma çabasmdaydılar.
1913'ün İstanbul'u heyecana boğan olayı 11 Haziran günü Mahmud Şevket Paşa' nm öldürülmesi oldu (bak. Mahmud Şevket Paşa suikastı). İttihatçılar, suikastı İstanbul genelinde geniş çaplı bir "muhalif temizliği" için gerekçe edindiler. Prens Said Halim Paşa'nın sadrazamlığı altında o-luşturulan yeni kabinede fırka yanlısı ve üyesi nazırlar yer aldı. Birkaç gün içinde tutuklanan 350 kişiden 29'u, ivedilikle yargılanıp meydanlarda asıldı. Beyazıt Mey-danı'nda asılanlar arasında, eski sadrazamlardan Tunuslu Hayreddin Paşa'nın oğlu ve V. Mehmed'in yeğeni Münire Sultan'ın eşi Salih Paşa da vardı. V. Mehmed, İttihad ve Terakki liderlerinden çekindiğinden Salih Paşa için af yetkisini kullanmadı. Hükümet, rejim muhalifi saydığı tüm kamu görevlilerini azletti ve Reşad'ın giderek padişahlık yetkilerinden arındırılan kukla hükümdarlığı altında gerçek parti iktidarı başladı. Hükümet içinde ise asıl yetkiyi En-ver-Talat-Cemal Paşa üçlüsü temsil etmekteydiler.
Mahmud Şevket Paşa suikastından 18 gün sonra 29 Haziran 1913'te II. Balkan Savaşı başladı. 21 Temmuz'da Edirne'nin geri alınması sevinç uyandırdı. İstanbul'a "mü-cahid-i hürriyet" ve "Edirne fatihi" sanları ile dönen kaymakam (yarbay) Enver Bey büyük üne kavuştu.
13 Aralık 1913'te Liman von Sanders'in başkanlığında 71 subaydan oluşan Alman askeri heyeti İstanbul'a geldi ve Osmanlı silahlı kuvvetlerinin ıslahı çalışmaları başlatıldı. Buna koşut olarak İngiltere'den, Amiral Limpus Paşa donanmanın, Fransa'dan Baunmann Paşa da jandarma örgütünün ıslahı için İstanbul'a geldiler.
3 Ocak 1914'te Enver Bey, mirliva (tümgeneral) rütbesiyle Harbiye nazırlığına a-tandı. Şehzade Süleyman Efendi'nin kızı Naciye Sultanla evlenerek "damat" oldu. 1914'te İstanbul'daki başlıca yenilikler, Darülbedayi'nin, Gülhane Parkı'nın açılması oldu. Uzun bir düzenlemeden sonra açılışı yapılan parka, veliaht Yusuf İzzeddin Efendi ve nazırlar da gelmişlerdi. Mutaasıp gözükmeyi seven Enver Paşa, parkta kadınlarla erkeklerin karışık gezmelerinden rahatsız olmuş, Şehremini Cemil Paşa'ya direktif vererek kadınlar için
Yüzyıl başından bir kartpostalda kılıç alayı için Dolmabahçe Sarayı'ndan çıkan V. Mehmed.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
caristan imparatorlukları ile Üçlü İttifak antlaşmasının imzalanması ve 14 Kasım' da da Cihad-ı Ekber ilanından sonra, V. Mehmed'in son 4 yıllık saltanatı boyunca süren I. Dünya Savaşı'na girildi (bak. Birinci Dünya Savaşı'nda İstanbul).
Bu dönemde, İstanbul hem işgal korkusu, hem açlık ve sefalet çekti. Bu sıkıntı sa-
V. Mehmed'in
Çanakkale
savaşları için
yazdığı şiir ve
üzerindeki
portresi.
Galeri Alfa
MEHMEDV
348
349
MEHMED VI
rayı da etkiledi. Gerçi V. Mehmed'in sağlığına uygun bir beslenme rejimi aksatılmadı ama, harem daireleri ve saray personeli, pirinç bulunmadığı zamanlarda bulgurla yetinmek zorunda kaldılar. Kendisine ulaşan yakınmalardan dolayı V. Meh-med arada bir "Biz de fukara olduk, bulgur yiyoruz" demekteydi. İstanbul'un zengin evlerinde bile bulunabildiği zaman pirinçle pişirilen pilav, çocuklara, hastalara yediriliyordu. Memurlar ise vesika ile "iaşe" alma ayrıcalığına sahiptiler. Kentte yiyecek fiyatları alabildiğine yükseldi. Yiyecek nakli, dışarıya yiyecek ve manifatura çıkarmak yasaklandığından yeni yolsuzluk ve vurgun yöntemleri ortaya çıktı. Vagon ticareti, koli ticareti bunlardandır. Kimi subaylar vagon kiralayıp istanbul'a zahire getirmeye ve elaltından tüccarlara devretmeye başladılar. Geziler, hattâ kentin bir semtinden uzak bir başka semtine gitmek bile izne bağlandığından ittihatçı yakınları aracılığı ile izin koparabilen-ler Bandırma'dan, Bursa'dan yiyecek maddeleri getirip vurgun vurmaktaydılar. Kısa zamanda, şekerin okkası 12 kuruştan 300 kuruşa çıktı. Bir teneke gazyağı 30 lira gibi inanılmaz bir fiyata alıcı bulmaktaydı. Mebuslardan, yüksek kamu görevlilerinden, subaylardan vurgun yöntemiyle "harp zengini" olanlar çoktu. Yeni zenginler İstanbul'a ilk özel otomobilleri getirdiler. Yürürlüğe giren Tekalif-i Harbiye Kanunu ise öylesine maddeler içermekteydi ki bir mülazim (teğmen) peşine taktığı birkaç askerle dilediği mağazayı basabilir, her şeyi alır, karşılığında bir tutanak vermek gereğini bile duymazdı. İstanbullular, harp vergisi olarak havyarın, kadın çamaşırlarının, bebe zıbınlarının, mutfak ve sofra takımlarının, şampanya ve konyakların da alındığına tanık oldular. Yokluk ve kıtlık, istanbul'da ilginç pazarların kurulmasına da neden olmuştu. Galata'da Wie-ner Bank Fere'in arkasındaki sokakta, Köprü'nün istanbul cihetindeki girişinde gümrük binaları önünde kadınlar, eski giysilere sarıp sakladıkları, şuradan buradan getirtilmiş kaçak yiyecekleri satmaktaydılar. Esnaf ise daha farklı bir yöntem bulmuştu. Bir malı getirten veya başkasından alan tüccar, bunu müşteriye değil belli bir kârla başka bir tüccara, o ötekisine devretmekte, böylece tüccar malı, gerçek değerinin birkaç katı fiyatla satmaktaydı. Bazen bu zincir öylesine uzamaktaydı ki bir malın, aynı tüccarın elinden ikinci kez geçtiği olmaktaydı. Tüm bu yolsuzluklar ve vurgunlar, basını, kamuoyunu ayağa kaldırdığı için Dahiliye Nazırı Talat Bey'in başkanlığında, yolsuzlukların önlenmesine dönük bir komisyon kurulmuştu.
Sosyal yaşam ise olanca sıkıntılara, hattâ İtilaf donanma ve ordularının İstanbul'u işgal edeceği olasılığına karşın gelişmeye devam ediyordu. İstanbullular, Kalamış'a, Fenerbahçe'ye akşam yürüyüşlerine çıkmayı, sinema matinelerine, pastaneye gitmeyi, Kuşdili Çayırı'nda kadınlı erkekli ortaoyunu ve tuluat seyretmeyi, folklorik gösterilerin yanısıra kantoya da yer veren sünnet düğünlerini bu karabasanda gele-
V. Mehmed'in tahta çıkması nedeniyle Şehbal mecmuasının yayımladığı kapak. Cengiz Kahraman arşivi
nekleştirdiler. Rum halk ise geleceğe dönük gizli umutlarla apukuryalar, karnavallar, paskalyalar düzenlemekte, laternalar çalıp şarkılar söylemekteydiler. Hora tepen palikaryalar ise "Yaşa Venizelos" diye bağırmaktaydılar.
Kentte Alman hayranlığı, Alman dostluğu yayıldı. Alman modası, V. Mehmed' in bıyıklarını bile etkiledi ve "Wilherm-kâ-ri" bıyık, erkeklerin simgesi oldu. Yerli gayrimüslimler ise birer-ikişer fesleri atıp şapka giymeye başladılar. Şapkayı sevimli bulan Müslümanlar da vardı. İstanbul'a gelen, İstanbul'dan cephelere sevk edilen binlerle asker, her gün yollan, köprüleri, iskele ve garları doldurmaktaydı. Bunlar, kara vagonlarla "Kafkasya dağlarında çiçekler açar" veya "Sancağımız şanımız", "Çanakkale içinde aynalı çarşı" havalarını söyleyerek giderlerken, Filistin'i, İzmit'in yanında sanan İstanbullu yaşlı kadınlar, arkalarından dualar etmekteydiler. Çanakkale savaşları sürerken gündemdeki en ö-nemli konu İstanbul'un boşaltılmasıydı. Halk ise basının bu konuya abartılı ve çok ciddi bir yaklaşımla yer vermesi yüzünden tedirgindi. En önemli sorun da saraylara, kasır, köşk ve konaklara yerleşmiş hanedan mensuplarının nereye ve nasıl taşınacaklarıydı. Yetişkin şehzadelerden çoğu, bir işgal olsa bile istanbul'dan ayrılmayacaklarını söylüyorlardı. Mecliste ise hanedan mensuplarının kaçmaya hazırlandıklarım ileri sürenler vardı.
l Şubat 19l6'da veliaht Yusuf İzzeddin Efendi'nin intihar etmesi, babası Abdüla-ziz'in ölümüne benzerliği nedeniyle heyecan uyandırdı ve söylentilere neden oldu. Kimilerine göre, kanser olduğuna ya da tahta çıkartılmayıp tutuklanacağına inandırıldığı için intiharı seçmişti. Şehzade Va-hideddin, ağabeyi Reşad'ın veliahtı oldu. Aynı yıl V. Mehmed, onarttığı Yenikapı
Mevlevîhanesi'ninO-O Miraciye okunarak açılmasını istedi ve heyet-i vükelâ ile buradaki törende bulundu. Edirnekapı Şehit-liği'ne girerek Çanakkale savaşlarında ö-len İstanbullu gençlerin mezarlarını ziyaret etti. Yüzlerle mezarın üzerinde henüz ot bitmemişti. Şehitlik girişinde seccade üzerinde Kuran okuyan hafız, padişahı ve kalabalığı ağlattı.
1917'nin sonlarından başlayarak istanbul'a Beyaz Rus göçmenleri gelmeye başladı. Dekolte kıyafetleriyle herkesin ilgisini çeken Rus kadınlarının başlarına sardıkları veya saçlarını örttükleri torbamsı e-şarp İstanbul'da moda oldu ve örme saç torbalan satılmaya başlandı. Ruslar, İstanbul'a, kumar oyunlarım, tombalayı da getirdiler (bak. Beyaz Ruslar).
V. Mehmed döneminin bir yeniliği "iyd-i milli" denen bayramlar oldu. Bayramlarda bando çalınması da bir başka yenilikti. Okullar ise "mektep seyirlerine"(->) çıkmaya başladılar. Almanya'dan gelen o-pera ve operet grupları da kente farklı bir sanat zevkini aşıladı. "Çardaş Fürstin" öylesine tuttu ki genç kızlar bu operetten parçalar çalmaya başladılar.
10 Şubat 1918'de eski padişah II. Ab-dülhamid öldü. Ailesi Fatih Türbesi'ne gömülmesini istediği halde Sultan Mahmud Türbesi'ne gömülmesi uygun görüldü. V. Mehmed, padişahlara mahsus cenaze ala-yı(-0 düzenlenmesini irade etti. Devlet erkânının, şehzadelerin ve halkın katıldığı törenin bitiminde hünkâr imamı Suzî Efendi'nin, dili sürçüp "Sultan Mehmed Reşad Han hazretlerinin ruh-ı şeriflerine fatiha" demesi kadar, buna kahkaha ile gülen Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi'nin hafifliği de herkesi şaşırttı.
II. Meşrutiyet'in İstanbul'a getirdiği u-ğursuzluklardan sayılan ve sık sık yinelenen yangınlar, kenti harabeye çevirdi ve geniş yangın alanları ortaya çıktı. Harikze-degân denen yangın yoksulları için kampanyalar açıldı, yardım cemiyetleri kuruldu. Yangınların çoğalmasında ve söndü-rülmemesinde başlıca neden ise "hürriyet" ile birlikte gelen sorumsuzluktu. Yönetim, basının yangınları ayrıntılı yazmasına izin vermediğinden, bir semti kül eden bir yangın, gazetelerde "birkaç evin yandığı" biçiminde yer alıyordu. Çırçır, Aksaray, Mercan, Tophane yangınları, dönemin en korkunç felaketlerinden oldu. 10 Haziran 1918'deki Fatih yangını, Küçükmus-tafapaşa'dan Samatya'ya kadar suriçini silip süpürdü. Bu yangında 7.500 yapı, içlerindeki tüm eşya ve aile birikimleri ile kül oldu. Yetimlerin barınıp okuduğu Darüş-şafaka'nın zarar görmemesini ise halk, Tan-rı'nın bir mucizesi saymıştır.
V. Mehmed döneminin bir başka olgusu halkın "iştial" (parlama) dediği infi-laklerdi. Hasköy'deki bir infilakte 600 kişinin öldüğü konuşuldu. En büyük infilak ise 6 Eylül 1917'deki, dumanı ve gürültüsü Kartal'da bile izlenen Haydarpaşa Garı(->) infilaki oldu. Bunun da cephane yüklü bir vagona yapılan sabotajdan meydana geldiği, gardaki lokomotif ve vagonların yanması yanında bir tabur askerin ve banliyö yol-
cularının can verdiği halk arasında konuşuldu, fakat resmi bir açıklama yapılmadı.
V. Mehmed zamanında istanbul'da 1913-19l4'te Bulgaristan ve Sırbistan ile antlaşmalar imzalandığı gibi, Bulgaristan Kralı L Ferdinand ve Sırbistan Prensi Pierre Kara-georgevitch, ayrı ayrı istanbul'a geldiler ve padişah tarafından ağırlandılar. Ferdi-nand'a Yıldız Sarayı'nda verilen ziyafete, padişahın yanında yer alan Meclis-i Mebu-san Reisi Ahmed Rıza Bey, usulen kadeh kaldırdığını fakat saygı nedeniyle içmediğini, bunu fark eden V. Mehmed'in "Yu-varlayıver!" dediğini anılarında anlatır. 1917-1918'de ise İstanbul'a resmi ziyaret i-çin Avusturya, Almanya, Bulgaristan prensleri, Alman Mareşali Meckensen, Eylül 1917'de Almanya imparatoru II. Wilhelm, Mayıs 1918'de de Avusturya-Macaristan İmparatoru Kari ve eşleri geldiler. Almanya imparatorunun gelişinde ilk kez kız mektepleri talebeleri bir örnek formalarla Köprü üzerinde dizilip konuğu alkışladılar. Son olarak Mayıs 1918'de gelen Avusturya imparatoru ve imparatoriçesi onuruna ise Dolmabahçe Sarayı'nın elektrikleri yakıldığı gibi, Boğaziçi'nde de aydınlatma yapılmıştı.
Yaşlı, hasta ve yorgun V. Mehmed, It-tihad ve Terakki yöneticilerinin her törene katılmasını istemelerinden sağlığını büsbütün yitirdi. 3 Şubat 1917'de Said Halim Paşa'nın istifası ve Talat Paşa'nın vezirlikle sadrazamlığa atanmasının ardından, çoğu siyasi gelişmelerden ve kararlardan haberi dahi olmadı. Son kez katıldığı Topkapı Sarayı'ndaki hırka-i saadet ziyaretinde fenalaşan V. Mehmed, 9 gün sonra 3 Temmuz 1918'de Yıldız Sarayı'nda öldü. Cenazesi Çırağan İskelesi'ne indirilip istimbotla Topkapı Sarayı'na götürüldü. Cenaze namazını Bâbüssaade önünde Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi kıldırdı. Buradan görkemli bir alayla Sirkeci İskelesi'ne indirilen cenaze, istimbotla Eyüp'e götürüldü ve sağlığında yaptırttığı türbesine gömüldü. İstanbul'da padişah cenaze alayı son kez V. Mehmed Reşad için yapılmıştır.
Hasisliğiyle tanınan V. Mehmed, Eyüp' teki türbesinin yanına bir mektep yaptırt-mış, Donanma Cemiyeti'ne, hayır kurumlarına yardımlarda bulunmuş, yangınlarda iane dağıtmıştır. Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi ile Enderun koğuşlarının bir bölümü de döneminde onarılmıştır. Fazla bir kültürü bulunmamakla birlikte boş zamanlarında Mir'at-ı Hakikat, Maruzat ve Netayicü'l-Vukuatgibi eserlerden bölümler okutturup dinlemesi ve çevresindekilerden yorumlar alması, tarihe olan ilgisini gösterir. Başmabeyinci Lûtfî Simavî, mabeyin başkâtipleri Halid Ziya (Uşaklıgil) ve Ali Fuad (Türkgeldi) beylerin kaleme aldıkları anılar, V. Mehmed dönemi saray yaşamını, padişahın kişiliğini ayrıntılarıyla veren önemli eserlerdir. Halid Ziya, Saray ve Öfesz'nde, hanedan mensuplarının yaşam tarzlarını, bunların kalabalık ailelerinin neden olduğu sorunları ve olayları ilginç a-nekdotlarla aktarır. Şehzadelerin bilgi ve kültür noksanlıklarına örnekler verir. V. Mehmed'in Edime gezisine katılan bir şeh-
zadenin, kendisine "Başkâtip Beyefendi, Meriç Fırat'a karışır, değil mi?" diye sorduğunu, Rumeli gezisine gidilirken de bir başka şehzadenin, Çanakkale Boğazı'ndan çıkışta "Şimdi Marmara'ya giriyoruz, öyle mi?" dediğini, genç şehzadeyi bozmamak için "Selanik'ten döndüğümüzde Çanakkale'yi geçip Marmara'ya gireceğiz" cevabını verdiğini anlatır. V. Mehmed'in yetişkin şehzadeleri Ziyaeddin ve Necmeddin efendilerin, İstanbul'da birer kabadayı gibi hareket etmeleri her gün bir başka rezalet çıkartmaları, hovardalıkları, kayıkta içki içmeleri, saz çalmaları, Meclis-i Mebu-san'da bile ağır eleştirilere sebebiyet vermiş, V. Mehmed, şehzadelerinin uyarılmalarını Mahmud Şevket Paşa ile Ali Rıza Bey'den rica etmiştir.
İslami kurallara uyarak 4 kadın efendi ile yetinen, ikballeri (gözde) bulunmayan V. Mehmed'in kızı da yoktur. Şehzadeleri Mehmed Ziyaeddin (1873-1938), Mahmud Necmeddin (1878-1913) ve Ömer Hilmi (1886-1935) efendilerdir. Bibi. E. Z. Karal, "Mehmed V", lA, VII, 557-562; A. F. Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1987; H. Z. Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, îst, 1965; Lutfî Simavî, Sultan Mehmed Reşad Ha-nm ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, I-II, ist., 1340; Sadrazam ve Harbiye Nazın Mahmud Şevket Paşa'nın Günlüğü, ist., 1988; H. C. Yalçın, Siyasi Anılar, ist., 1976, s. 119 vd; Ruşen Eşref (Onaydın), iki Saltanat Arasında, ist., 1334; C. Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, İst., 1982, s. 66-153; Mehmet TevfikBey'in (Biren) II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, II, İst., 1993, s. 59-128; Ahmed Rıza Bey'in Anıları, ist., 1988; İ. H. Da-nişmend, Kronoloji, IV, 380-440, G. Oransay, Osmanlı Devleti'nde Kim Kimdi, I, Osmano-ğulları, Ankara, 1969, s. 112-113, 216-217.
NECDET SAKAOĞLU
Dostları ilə paylaş: |