Kur'AN'da ulûHlyyet



Yüklə 2,97 Mb.
səhifə12/59
tarix07.01.2019
ölçüsü2,97 Mb.
#91458
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   59

3. Allah

Allah, bütün ilâhî sıfatları Kendisinde toplayan Zata delâlet eden alemdir. Esmâ-yı hüsnânın hepsi, istisnasız olarak, Allah lâfz-ı celâline isnad edilirler, yani onu tavsif ederler. Halbuki bu lâfız herhangi bir mevsufun sıfatı olmaz. Allah'ın sıfatları ve bunların fiil ve masdarları daima kendisine izafe edilir. Meselâ:

“Rahim, Allah'ın sıfatıdır”, “Allah rahmet eder”, “Allah'ın rahmeti” denir. Oysa “Allah, Rahîm'in sıfatıdır” denile­mez. “Allah” isminin, hak Tanrıdan başka bir şeye verildiğine dair hiç bir bilgi yoktur. Keza, arapların tapmış oldukları hiç bir ilâh, bu isimle anılmamıştır. Bir âyetin ifade ettiği gibi, “Onun adaşı yoktur502

Lisan bakımından, lâfz-ı celâlin bir takım’ özellikleri vardır. Bu ismin tesniyesi ve cem'i yoktur. Tenvin kabul etmez. Alem olduğu halde munsarıftır. İlk harfi olan hemzesinin, ne vas’ ve ne de kat' hemzesi olduğu söylenemez. Zira bir çok durumda vasi edildiği halde, meselâ münâdâ olduğunda hemze sakıt olmaz, kat' hemzesi sayılır. Meselâ “bi'llâhi” der­ken vasi, “yâ Allah” derken kat' hemzesi durumundadır. Tâli derecede, başka hususiyetleri üzerinde duranlar da olmuştur.



“Allah” lâfzı, bütün Kur'ân'da (2697) defa varid olmuştur. 503 İslâmî geleneğin sıralamasına göre, ilk kırk sûrede Ulûhiyyet, “Allah” isminden ziyade muzaf durumlarıyla “Rabb” ismi getirilerek ifade olunmuştur. Ondan sonra durum, bunun zıddı şeklinde tecellî etmiştir. Bütün Kur'ân' da varid olan “Allah” isminin, mekkî ve medenî sûrelere dağılış nisbeti, takribi olarak şöyledir: % 35-40 Mekkî sûrelerde, % 60-65 Medenî sûre­lerde. Metnin toplam uzunluğu bakımından, yine takribî bir hesapla, Mek­kî sûreler Kur'ân'ın tamamının % 60'ını, Medenî sûreler ise % 40'ını teş­kil eder. Bu nispetlerin, muayyen bir ölçüde hata payı olmakla birlikte, Kur'ân vahyinin ileri safhalarında “Allâh” lâfz-ı celâlinin, büyük bir oran­da fazla zikrolunduğu kesindir. “Rabb” isminde de temas ettiğimiz gibi, biz bu vakıaya şöyle bir izah düşünüyoruz; Kur'ân'ın ilk muhatapları, “Al­lah” ismini verdikleri bir Uluhiyyete nazarî olarak inanmakla beraber, ta­pınmalarını öbür “erbâb” ve âlihe”lerine yöneltiyorlardı. Son derece ça­resizlik içinde kaldıkları durumlar dışında, Onu hatırlamıyorlardı bile. Kı­saca denilecek olursa “Allah”, onların hayatlarında “lâfz-ı bî medlul” idi. Kur'ân, Allah'ın her türlü varlıkla, kâinat, hayat ve insanlarla olan nis­petlerini, Allah'ın onların üzerindeki hakimiyetini, özellikle “Rabb” vasfı­nı kullanarak te'sis etmiş, sonra da muayyen bir devrede (43 ilâ 60. sû­reler) zaman zaman, sekiz yerde “İşte bu Allâh'dır sizin Rabbiniz” leit-motiv'ini getirerek, “Allâh”'ın kâinatın ve ibâdetlerin tek sahibi olduğu gerçeğini, insanlar nezdinde, yeniden yerleştirmiştir. “Allah” ismi, böy­lece “bütün kemâl sıfatlarını kendisinde toplayan odak kavram” haline gelmiştir. Artık, bundan sonra Onu tanıtmaya fazla ihtiyaç kalmadığın­dan, sadece Allâh ismini söylemek, Onun olanca hakikatine işaret için kâfi geldiğinden, Allah'ı tanıtmakta birinci derecede zikrolunan “Rabb” vasfı azalmış, “Allah” lâfzı artmıştır. Bu demek değildir ki, Rabb lâfzı büs­bütün zikrolunmaz, yahut Allah Kendisini Rabb veya başka vasıflarla ta­nıtmaz olmuştur. Durumun gereğine göre, sadece bu nisbet çok azalmış­tır (Medine devresinde, Rabb-Allâh isimleri arasındaki nisbet, 1/10 ka­dardır). Rabb vasfının, Ulûhiyyet için ifade ettiği bazı değer ve fonksiyon­ları, mahallinde izah etmeye çalışmış, meseleyi sadece sayı oranı bakı­mından değerlendirmenin yersiz olacağını hatırlatmıştık. Bu sebeple,-ay­nı şeyleri tekrarlamaya lüzum kalmaması için, konunun oradakilerle bir­likte mütalaa edilmesini rica ediyoruz. Oradaki tahminlerimizden birini Kur'ân'ın ilk muhataplarının durumuna dayandırmamızın, onun evrensel­liğini ihlâl etmekle ilgisi düşünülmemelidir. Kur'ân'da her şey yerli yerin­dedir. Her devirdeki insanların da, Ulûhiyyetin rubûbiyyeti ile tecelli etme­sine, Kendisini rubûbiyyetinin icraatıyla tanıtmasına, sık sık ihtiyaçları vardır. Ancak unutmamak gerekir ki, Kur'ân ümmetinin temeli olacak olan ilk muhataplar, bu iş için ilâhî bir hazırlığa tabi tutulurlarken, evrensel Kur'ân onları, ara ara gelen “tenzihlerle, durumlarını göz önünde tutan tedriçlerle yetiştirmiştir. Onların payı elbette fazla olmalıdır ve bu fazla­lıktan, Kur'ân'ın evrenselliğine gelecek bir zarar da düşünülmemelidir.

Kur'ân'ın nazil olduğu çevrede yaşayan insanlar, “Allah” adını ta­şıyan, göklerin ve yerin Yaratıcısı, bir kudreti kabul ediyorlardı. Kur'ân'ın, Ulûhiyyet hakkındaki inancı düzeltmek isterken, onların ismen inandıkla­rı “Allâh” mehumundan hareket ettiğini biliyoruz. 504 Bu durum, ilkin Kur'ân'ın açık ifadelerinden anlaşılmaktadır. Gökleri ve yeri yaratanın, güneşi ve aynı musahhar kılanın, yağmuru indirerek yeri canlandıranın 505 kendilerini de yaratanın “Allah” oldu­ğunu itirafa mecbur kalırlardı. Mecbur kalırlardı, diyoruz; Çünkü, onların bu itirafları, -bu âyetlerden anlaşıldığına göre- ancak bir soru karşısın­da kaldıklarında, sıkıştırdıklarında ortaya çıkan bir ikrar olmaktadır. De­mek ki onlar, normal olarak Allah'ı unutmuşlardı. Bazı âyetlerde bildiril­diği üzere, gemi ile denizde seyrederken boğulma tehlikesine duçar ol­mak gibi 506 yalnız büyük bir felâket anında, ölüm-kalım durumunda. Onu hatırlarlardı. Onların nazarî olarak kabul edip, yaşayışların­dan ve tapınma hayatlarından silinmiş olmakla, fiilen tapmadıkları “Al­lah”, çok uzak bir Tanrı idi. Bir çok putperest sistemde görülen tenasül (generation) yoluyla. 507 Onun için bir takım oğullar, kızlar 508 şeklinde tanrıçalar, yarı tanrılar uydurmuşlardı. Dinler tarihi bize, be­şeriyetin hemen her yerde uzak Tanrıyı yaklaştıracak müşahhas vasıta­lar aradığını bildiriyor. 509 Müşriklerin taptığı her türlü müşahhas varlığın kaynağında, muhtemelen melekleri, cinleri ve insanları ta'zîm vardı. Bun­ların, kendilerinin yardımlarına yetişeceklerine, Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanmışlardı. Sonra onlarla olan rabıtanın canlı tu­tulması için, temsil ve tasvîr olundular. Arkadan gelenler ise, bu temsil­lerin ilk delâletini unutunca, zamanın geçmesiyle bizatihi onlara tapınma durumu ortaya çıktı. Bu hipotezi genel havasıyla destekleyen âyetler ve sarih rivayetler vardır. 510 İbn Kesîr, II, 367; V, 86; VII, 37; İbnu'l-Kelbî, s. 48; Huccettu'Ilâh el-Bâliga, I, 122-131; Bulûgu'l-Ereb, II, 197). İşte bundan dolayı müşrikler, taptıkları bu müşahhas varlıkların, uzak Tanrı “Allah” katında şefaatçileri olduğunu ileri sürü­yorlardı 511. Bu varlıkların tanrılığını reddederken Kur'ân'ın bir çok kere “Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir” leitmotiv'ini kullanması 512 ve “Sen­den önce gönderdiğimiz resullere sor. Biz Rahmân'dan başka tapılacak tanrılar meşru kılmış mıyız?” 513 demesinden, sezdiğimiz odur ki, müşrikler Allah'ın o şeylere tapınmasına izin verdiğini, onları bir takım yarıtanrılar, vasıtalar kılmakla, onlara bazı yetkiler vermekle, bir dünya padişahının yetkilerini dağıtması gibi, (Yaratma, yağmur gönderme gibi büyük işleri değil) tapınmayı “parsellediğini” sanıyorlardı. Uzak Tanrı in­sanların tapınma kıbleleri olarak, o müşahhas varlıkları tayin etmiş ol­malıydı. 514

Bu inançtan dolayı, Allah'ın her hangi bir insana vahiy gön­dereceğini tasavvur bile edemiyorlardı 515. Allah'tan in­sanlığa gelebilecek hiç bir tebligatı mümkün görmüyorlardı. Tapınma ihtiyaçlarını müşahhas varlıklarla giderip, hayatın değişmelerini “dehr” (felek) gibi mevhum bîr güce verince, ölümden sonra bir hayat kavramı da olmayınca, onların existenttel yaşayışlarında, “Allah” hiç bir yer işgal etmiyordu. Teoride olmasa da, pratikte “Alfâh”sız yaşıyorlardı. Kaydet­mek gerekir ki bu durum, yalnız Kur'ân'ın nazil olduğu bölgeye has de­ğildi. Kur'ân'da bu inançların sarahaten araplara ait gösterilmemesi, hat­ta “araplar, araplık” kelimesinin hiç bulunmaması gerçeğine, büyük bir önem vermek gerekir. 516 Maalesef bu, çokça gözlerden kaçmaktadır. ona hitap etmeden edemez. Bu günkü Tevrat ve indilerde bile Kur'ân böylesi iddiaları naklederken:

“Derler ki”, “sanırlar ki”, “iddia ederler ki” gibi genel ifadeler kullanır. Bu telâkkiler, her yerde ve her zaman, yaygın olan görünüşler olagelmiştir. Kur'ân bu telâkkinin yaygın olduğu bir ortamda, her yerde ayrı ayrı İsimlerle anılan, uzak Tanrı'yı, gerçekte olduğu gibi, exîstenttel plânda, varlığın merkezine yerleştirmek için, nazil olduğu dildeki adıyla “Allah” diye ta'yin etmişti.

Daha önce (giriş bölümünde) gördüğümüz gibi, Cahiliyye devrinden bize ulaşan, müteaddit şairlere ait, bol miktarda manzum metinler de, İslâm öncesi araplarının, kâinatı Yaradan Yüce Varlığı, “Allah” adıyla belirttiklerine tanıklık etmektedir. 517 Bu şiirlerde geçen, “Allah” isminin yerinde, asıllarında put isimlerinin bulunacağı, islâmî devirde putların adlarının yerine “Allah” adının konmuş olacağı hipotezinin 518, çeşitli yönlerden tutarsızlıkları ortaya konulmuştur. Izutsu'nun Umeyye b. Ebî's-Salt'ın şiirleri hakkında söylediği gibi: “Ona atfedilen şiirlerin bir çoğu sahte olabilir. Ama bunların yarısını sahte kabul etsek bile, hepsinin sıh­hatinden şüphe etmek için sebeb yoktur. Şayet bu şiirlerin hepsini sah­te sayarsak, o zaman ta (Hz.) Muhammed'den Abbasî devrine kadar bu şâirden söz eden bütün müslümanların bir kâbus içinde bulunup, bu şair hakkında tarihî hiç bir gerçeğe uymayan acaip şeyler söyledikierini kabul etmemiz gerekir ki, böyle bir düşünce gülünç olur” 519

“Allah” kelimesinin etimolojisi ve geçirdiği tarihi evrim konusunda çok şey söylenmiştir. Peşinen söyleyelim ki, bu konuda ileri sürülen gö­rüşlerden hiç biri, az veya çok kuvvetli bir ihtimal ve teklif olmaktan öteye geçebilmiş değildir. Tahminlerin çok göründüğü her şeyde olduğu gibi, bu konuda da, zayıflığı aşikâr olan hipotezler de vardır. Biz yeni bir teklif ileri sürmeyeceğimiz gibi, ileri sürülen görüşleri de aktarmaya gerek görmüyoruz. Bunların 30 kadar 520 hatta daha fazia olduğunun 521 söylemekle yetinelim.

Âlimlerin çoğunun, “Allah” lâfzının, müştakk olmadığı kanaatinde ol­duğu bildiriliyor. 522 Bu fikirde olanlara göre, bu kelime “alem-i murtecel” dir, yani ilk vaz' ile, gerçek Tanrı'ya işaret eden ism-i alem'dir, ve asla türetilmiş değildir. Bu düşünceye şu endişe götürmüş olmalıdır:

Muştakk olsaydı, anlamı genel olurdu; bu kavram, yani Allah kavramı, bizzat lâfız olarak, başkasının iştirakine engel olamazdı. Halbuki Allah'ın zatı için, dil bakımından bile, başkasının ortak olamayacağı bir alem gereklidir. Bu endişe, aklen zarurî sayılmaz. Fakat bu lâfzın Arapçadaki kullanılışının onları desteklemediği söylenemez. Konunun başında söylediğimiz gibi, Arapçada bu isim, başka hiç bir varlığa, hiç bir tanrıya verilmiş değildir.

Allah lâfz-ı celâlinin muştakk olmasında bir engel görmeyenler ara­sında, en çok taraftar toplayan ve bize de en yakın bir ihtimal olarak görünen bir fikre göre, bu lâfzın aslı “el-ilâh” olmalıdır. Buna göre Allah adının anlamı “belirli olan gerçek tanrı” demek olur. et-Taberî, bundan başka hiç bir ihtimal üzerinde durmaz .523 Hatta, zaman zaman tefsir ettiği âyetler içinde geçen Allah lâfzını, “her şeyin Kendisine kulluk et­mesi gereken Ma'bûd” olarak açıklar 524. el-Cevherî (ö. 393/1005), ez-' Zemahşerî (ö. 538/1143), el-Beydâvî'nin (ö. 685/1286) tercihleri de bu merkezdedir. 525 el-Beydâvî, lâfz-ı celâlin alem olacağı görüşünü zayıf bulur ve:

“Zahir olan, aslında vasfolduğudur. Fakat başkaları hakkında kullanılmamak suretiyle, gerçek ma'bûd hakkında galip olduğundan. Onun için alem olmuştur” der. 526

Küfe dil mektebinin de bu görüşte olduğu bildiriliyor. 527 Sîbeveyhî'nin (ö. 180/796) tercihi de böyledir. 528 er-Râgıb el-İsfehânî (ö. 503/1109), birinel görüş olarak bunu bildirir. 529

Bu görüşün en kuvvetli ihtimal olduğuna dair, bize kanaat veren te­zahürlerden biri de şudur:

“İlâh” kelimesi, Kur'ân'da 100 kadar yerde nekire olarak geçtiği halde marife olan “el-ilâh” şeklinin bir tek örneği bile yoktur. Allah lâfzı, “el-ilâh”ın yerini tutmasa ve ondan gelmeseydi, bu durum normal karşılanamazdı. Demek “Allah”:

el-İlâh, yani belli, ekmel ilâh mânâsında olduğu içindir ki, ilâh kelimesi marife olarak gel­memiştir. “Huva'llâhu'llezîf...)” şeklînde başlayan âyetlerde, hele “inne-mâ'Ilâhu ilâhun vâhid530 âyetinde, bu durum daha açık görülür. Zira “innemâ” hasr edatı, isim cümlesinin başına geldiğinde, normal olarak marife olan mübtedanın başına gelir, sıfatı mevsufa hasreder. “Va huva'ilâhu fî's-semâvâti ve fî'l-ard531 âyeti ise, bu hususta çok önemlidir. Zira Allah lâfzı burada haber durumundadır. Böyle durumlarda aslolan, haberin bir alem değil, hüküm ve mânâ ifade eden bir vasıf ol­masıdır. Nitekim tefsirlerde “Ma'bûd” mânâsı verilerek “O göklerde de, yerde de tek Ma'bûd'dur” denilir. Bunun yerine “O, göklerde de yerde de Allah'tır” demek makûl olmaz .532

Allah isminin, mu'arreb bir kelime olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçada “Lâh” ve “Lâhumme” kelimeleri, Ulûhiyyeti ifade için kullanılmış­tır. 533 Basra mektebi mensuplarının kimisi (Sîbeveyhi'de bu fikirdedir), “Lâh”in başına “el” getirilmek suretiyle, Allah lâfzının meydana geldiğini söylemişlerdir. 534 Arapçadaki Lâh isminin, Süryanice olduğu söylenen “Lâha” veya Aramîce “alâha” kelimesiyle, “lâhummesnin ise İbrânîcede “tanrılar” anlamına gelen “Elahîm” ile ilgili olacağı üzerinde duranlar olmuştur. Şunu iyice hatırda tutmak gerekir ki, Allâh lâfzının, Arapça asıllı olmayıp, yabancı bir dilden gelmiş olacağını gösteren hiçbir belirti yoktur. Bir aile teşkil eden dillerin, ortak köklere sahip olmaları tabiîdir. Bir çok durumda, hangisinin hangisinden aldığı gösterilemeyeceği gibi, esasen böyle bir menşe' aramanın da pek anlamı yoktur. Kaldı ki lâfız benzerliğinin farklı dillerde, aynı lâfza, aynı mânâları yüklemeyi gerektir­mediğinin misâlleri de pek çoktur. Şu halde önemli olan, o lâfzın, belirli bir dildeki kullanılışı ve taşıdığı anlam yüküdür.

Ulûhiyyeti ifade etmek için, gerek ölmüş gerek yaşayan samı dil­lerde, ortak bir taraf bulunmaktadır. Bu ortak taraf “El” lâfzının kullanıl­masıdır. Bu lâfzın etimolojisi kesin değildir. İbrânîcede El, Akadçada İl, İltu; Ugaritçede El, Elt, keza Fenike dilinde de benzeri kelimeler bulu­nur. 535 M.Ö. 2700-2300 sıralarında, Mezopotamya'da eski samîler İl veya İlum adındaki tanrıya ibâdet ediyorlardı. Bu tanrının, güney veya orta Arabistan'da da bilindiği anlaşılıyo 536. Staroky'nin yazdığı ve yakın zamanlarda S. Moscati, J. Bottero, M.S. Dahood ve W., Laskel'in çalış­malarının gösterdiği gibi “eski samîlerin biricik Tanrısı olarak “El” hi­potezi, gittikçe taraftar kazanmaktadır”. Bunları kaydeden müellif, şu so­nuçlara varmaktadır. 537

1- İptidaî samîler, çok tanrılı olamazlardı. Onlar, hiç bir tabiat kuvvetine, belirli yer, ırmak, deniz gibi hiç bir coğrafî varlığa bağlı kal­maksızın Tanrı “El”e kulluk ediyorlardı.

2- Bununla beraber, erken bir devirden başlayarak göçebe samî­ler gece yıldızlarını, akşam veya sabah yıldızlarını (ay, zühre) şahsîleştirerek tanrılaştırdılar. Bu ikinci devir boyunca “tanrı-obje”ler, başlan­gıçtaki Tanrıya ortak koşulmuş oldular. Bu ortak koşma (associationnisme) ile, kelimenin tam anlamıyla çok tanrıcılık (polytheisme) arasındaki mühim farka, J. Staroky mâhirane bir şekilde dikkati çekmektedir (Revue Biblique, 67(1960), s. 271). O, burada diyor ki:

“Hukuken, sadece başlan­gıçtaki Tek (Tanrı) vardı; fakat göçebelerin yerleşik çok tanrıcılar ile te­masları, fiilen çifte bir anlam kaymasına yol açtı tek isimden cins ismi­ne (tanrılar) ve tek isimden özel isme (Tanrı El'e) doğru. Hatta ila, İlâh artırılmış şekillerinin ve tazim cem'i ile Elîm ve Elohîm cemilerinin, Hnguistique plânda, atalar Tanrısının çok hususî zatîliğini (personnalite) ko­rumak iradesine tekabül edip etmediği düşünülebilir. Gerçekten, göçebe kaynaklarına yakın olan samîlerde; Tanrı'yı, ortak koşulan nesneler de­rekesine düşüren bir çok tanrıcılıktan ziyade. Tanrıya putları ortak tut­ma şeklinde bir şirk (association) müşahade olunur”.

İbrânîlerdeki Tanrı ismi Eloah, El'in basit bir genişlemesinden (doublet) ibarettir. Müellif bunun, öbür samî dillerde bulunan paralelleriyle bir­likte, Arapçada normal olarak Tanrıyı belirten Allah karşılığı olduğunu söyler. Eski Ahid'de, bunun çoğul şekli Elohîm, 2000'den fazla kullanıl­dığı halde, tekil şekli sadece 57 yerde kullanılmıştır. 538

“El”'in, Ulûhiyyetin özel adı durumunda göründüğünü söyleyen E. Jacob, bu konunun samîlerde başlangıçtaki tevhîd meselesini ortaya çı­kardığını ilâve ediyor. Daha önce” Renan tarafından savunulan bu baş­langıçtaki tevhîd tezi, yakınlarda, daha ikna edici delillerle ve çok de­ğişik ufuklara ait şu bilginler tarafından da desteklenmektedir: Andrevv Lang, N. Söderblom, R. Pettazzoni, W. Schmidt, Geo Widengren, I. Engnell 539

Ryckmans el-Lât'ı; Lihyanî, Safaî ve Semud topluluklarına ait yazıtlardaki İlat ile aynı saymak eğilimini taşır. Bunun Palmir ve Nabat me­tinlerinde de geçtiğini söyler. Tanrı adıyla teşkil olunan (theophore) isim­lerin, güney Arabistan'da da el-Lât ibaresini doğruladığını ilâve ede. 540

Batıda yapılmış olan bu çalışmalardan söz etmemizin sebebi, bizoe çok önemli olan “başlangıçtaki tevhîd” hususunu desteklemeleri ve Al­lah ismi hakkında, eski kitaplarda rastlanmayan, muhtemel bazı yeni ufukları açmalarıdır. Yoksa yeni bir iştikak teklifi değildir. Hatta denile­bilir ki, bu bilgiler, Allah lâfzının muştakk olmadığı görüşünü savunan­ları destekleyici niteliktedir. Bütün samî kavimlerde görülen ortak El un­surunun etimolojisi de kesin değildir, birbirinden çok uzak tahmin ve tekliflerin konusudur. 541 Bunlarla, müslümanlar arasında yaygın şu ge­lenek arasında paralellik yok değildir:

Buna göre müşrikler, putların isim­lerini Allah'ın isimlerinden çıkarmışlardır. Allah adından el-Lât'ı, el-'Azîz' den el-'Uzzâ'yı, el-Mennân'dan Menâfi. “Allah'ın isimlerinde ilhâda sa­panlardan bahseden 7, 180 âyetinin tefsirinde, hemen bütün tefsirler İbn 'Abbâs, Mücâhid vb. gibi zatlardan bu bilgiyi naklederler. 542 Bu or­tak El unsuru, Allah lâfzına “el-İlâh”tan daha ötelerde bir menşe' ara­mak gerektiğini, hülâsa Ulûhiyyetin hakikati gibi, isminin de esrar hicaplarıyla örtülü olduğunu göstermektedir. 543


Yüklə 2,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin