8. Mâlik-i Yevmi'd-Dîn, Melik, el-Melîk Mâliku'1-Mulk
“Din gününün mâliki”. Bu vasfın iyice anlaşılması için, terkibi oluşturan her kelimenin üzerinde durmak şarttır.
Mâlik, milk masdarından ism-i fail olup sahiplik, yani malların 'aymları ve menfaatları üzerinde tasarrufu ifâde eder. Bir başka mütevatir kıraata göre “Melîk” diye okumak gerekir. Melîk ise, hükümranlık mânâsına olan mülk masdarından sıfat-ı müşebbehe sigâsıdır. Memleketinde hükmünü yürüten, istediği şekilde tasarruf eden anlamını verir. Aynı kökten olan “mülk ve milk” masdarları, kuvvet mânâsında müşterektirler. Ancak mülk, mslki de gerektirir; dolayısıyla her melîk, mâliktir. Fakat her mâlik her zaman hüküm sahibi, yani melik değildir.684
Mülk: insanlar üzerinde emir ve nehiyle tasarruftur, şuurlu varlıklar üzerinde hükümet etmeye mahsustur. Bundan dolayı, “insanların meliki”, fakat “eşyanın mâliki” denir 685
Yevm: süresi değişik olan vakit bölümlerine ıtlak edilebilen bir zaman birimidir. Güneşin doğusuyla batışı arasındaki vakte de “yevm” denir. 686 Burada birinci mânâ tereih olunmalıdır.
Dîn: Arapçada yerine göre bir işin karşılığı, muhasebe, hüküm, siyaset, sultan (otorite), âdet, hâl, şeriat, kahr gibi anlamlara gelir. 687 Lisânu'l-'Arab sahibi, Allah'ın bu vasfını “Ceza gününün Mâliki” olarak açıklamakla “karşılık” anlamını tercih etmiş oluyor. Eski bir dilci olan Ebû 'Ubeyde de (ö. 210/825), bu şekilde tefsir etmiştir. 688 Şu halde bu vasıf, herkesin yaptığının karşılığını alacağı günde, Allah'ın her şey ve herkes üzerinde tam bir hâkimiyet ve sahibiyetini ifâde eder. Bu isim yalnız bir âyette geçer 689. Fakat aynı mânâ başka tarzda da ifâde olunmuştur 690.
Bu vasıf, Alâh'ın hakimiyet ve sahibiyetinin ahirete tahsis edildiği intibaını vermektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in başka bir kaç âyeti de, bu kabildendir:
“Sûr'a üfleneceği gün hükümranlık Onundur” 691.
“O gün buyruk yalnız Allah'ındır” 692 gibi. Aşağıda bildireceğimiz gibi müfessirler bunu şöyle tevcih etmişlerdir.
1- Maksad, o günün ehemmiyetini bildirmek, o günü tazim etmektir.
2- Dünya hayatında zahiren, hem mülk hem de milk Allah'tan başkaları için de doğrudur. Ama o gün, bunlar zahirî bakımdan dahi zail olacaklardır. Onun mâlikiyet ve melîkiyeti tam bir zuhurla, açığa çıkacaktır.
3- İlk ferdinden son ferdine varıncaya kadar, bütün insanlar o gün bir araya toplanacaktır. İnsanların ilâhî hükümranlık hakkında tek tek bildikleri hususlar vardır. Fakat o gün; bu hükümranlık, başka zamanlarda anlaşıldığından son derece fazla olarak, top yekûn insanlar tarafından bir anda müşahede olunacaktır. 693
4- Allah Taâlâ'nın hikmeti, bu dünyada sebepleri koymayı dilemiş, insanı da bu nizama uymakla yükümlü kılmıştır. Hikmet; izzet ve kudrete galiptir. Dolayısıyla sebepler dairesi, itikâd dairesine galiptir. Bu iki zıt kavramdan ortaya çıkan ahenk sayesinde mü'min, bir taraftan Allah'ın izzetini unutmaktan kurtulurken, öbür taraftan yaşayış plânında sebepler düzenini ihmal etmekten kurtulmaktadır. Din gününde, Allah'ın izzetini perdeleyen bu nizam kaldırılıp, her şeyin mahiyeti iç yüzüyle ortaya çıkacaktır. İtikâd dairesi, sebepler dairesine galip geleceği, bütün hüküm ve mülkün Allah'a ait olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir ki, böyle bir tahsis varîd olmuştur.
Melik
Kısaca “hükümdar” demektir.
“Meleke yemliku” fiilinden gelen, mübalağa ve sübût ifade eden sıfat-ı meşebbehe sigâsıdır. Bu fiilîn en çok kullanılan masdarlan müfk, milk, memleke vezinlerinde gelir. 694 Kur'ân'da en çok mülk şekli kullanılmış, kırktan fazla yerde mülk, yani hükümranlık Allah'a nisbet olunmuştur. En çok “göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır” ifadesiyle gelmiştir. Ayrıca, mübalağa gösteren masdar sigâsı ile melekût şekli de dört âyette varid olmuştur. “Melekût, tasarruf edilen şey üzerinde, müstakil olarak tam hükümrân olmaktır.” 695 Dünyevî eşyaya sahib olmak mânâsında, bilhassa fiti şekliyle insanlar hakkında kullanıldığı olmuştur.
Hükümran olmak anlamında fiil şekilleri, mahlûklardan, bilhassa sahte tanrılardan mülkü nefyetmek suretiyle, dolayısiyle Allâh hakkında kullanılmıştır.
Beşerî mânâda mülkün değeri, idare olunanlara ve idarecideki zatî vasıflara göre büyür veya küçülür. Allah'ın mülküne ise, hiç bir hükümranlık yaklaşamaz. Zira O. bu hükümranlığa, Memleketini ve oradaki insanlar da dâhil bütün varlıkları, yoktan var etmekle hak sahibidir. Öte yandan bu hükümranlığın, Kendisinden alınması da söz konusu değildir. Allah öyle bir Melîkdir ki, buyurma, yok etme, öldürme, diriltme, azaplandırma, mükâfatlandırma gibi işlerde istediği gibi, ne ortağı ne mümanaat edeni olmaksızın, istediği hususta istediği gibi tasarruf eden gerçek Melîkdir. Böylece anlaşılıyor ki, O hakîkî ve mutlak tek Melîkdir; beşerî hükümdarlar hakkında müik, mecazdır. 696
Allah, bu durumu, hasr ifadesiyle
“Iehu'1-mulk (Onundur mülk)” 697
“Ellezi bi yedihi'I-mülk (hükümranlık Elinde olan)” 698 gibi, çok âyetlerde bildirmektedir.
Dikkati çeken bir durum da, -bu gerçeğe rağmen- insanların ilâhî hükümranlığı, kendilerince bilinen hükümdarlık kavramı ile karıştırmamaları için, Allah'ın mülkünü belirten tabirlerin mücerred olarak getirilmemesidir. Bunlar muzaf kılınmak veya tavsif edilmekle, nasıl bir mülk karşısında bulunulduğu gösterilmiştir:
“Mâlik-i yevmi'd-dîn (Din gününün Mâlik (veya Melik'i)”
el-Melikü'l-Hakk (Hakikî Hükümdar)” 699;
el-Melikü'l-Kuddûs (Her türlü eksiklikten münezzeh Hükümdar)” 700
“Melikü'n-nâs (bütün insanların Hükümdarı)” 701
“Mâli-kü'l-müik (mülkün mutlak rahibi)” 702.
Bu son vasfın geçtiği pasajda O, ancak Ulûhiyyetin sâhlp olabileceği bir çok sıfatla (hayat vermek, öldürmek vb. nitelenmiştir. Bundan ötürü, et-Taberî:
“Dünyâ ve âhiretin mülkü, yalnız Kendisine ait olan” 703 diye tefsir etmiştir. Melîk ismi, yalnız bir mekkî âyette, “Mefîk Muktedir” terkibiyle gelmiştir 704.
“Tam kudretle Günlü olan Hükümdar” anlamına gelen bu vasıf, özel isim durumundadır.
Bu kökten değişik şekiller de vardır:
el-Melîk
Melîk ile aynı anlama gelir. Önce “Meliku'n-nâs (Bütün insanların Hükümdarı)” 705 olarak, başlangıç devresindeki sûrelerden birinde gelir. Bundan sonra iki mekkî âyette 706
“el-Melîkü'l-Hakk (Hakk Hükümdar)” şeklinde Allah'ı tavsif eder. İki medenî âyette ise, eliflâmlı ve mücerred olarak “el-Melik(mutlak Hükümdar)” vasfı ile geçer 707. Her iki yerde de el-Kuddûs sıfatının yanında bulunur. Beşerî hükümdarlar için de, bu vasıf kullanılmıştır (8 yerde).
Mâlikü'l-mülk
“Dünya ve ahiretin mülkü, yalnız Kendisine ait olan” demektir. Yalnız bir medenî âyette 708 geçer.
Demek ki, Kur'ân; sıfat, masdar ve fiil şekileriyle hükümranlığı Allah'a tahsis etmeye büyük önem vermiştir. Başından sonuna kadar, O' nun bu vasfını hatırlatmıştır. Onun “Hükümrân” olarak tanıtılmasına bazı felsefî düşünceler bir anlam vermeyebilirse de, beşerî realitenin başka türlü olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Hükümdar kültü, özellikle eski dünyanın hemen her tarafında rastlanan bir tezahürdür. Anlaşılan insanlık, hükümranlıkla Ulûhiyyette biri-birinden ayrılmaz iki kavram bulmaktadır. Denebilir ki, hükümdarlar kendilerini halklarına kabul ettirmek için, bir ilâhî kaynağa istinad ediyor göstermişlerdir. Yahut hakim olanların, raiyyelerini kendilerinin kulları, kendilerini de onların tanrısı gibi görmek istedikleri söylenebilir, Başka şeyler de düşünülebilir. Şimdi serdedeceğimiz tarihî gerçeklere bakarak, biz daha çok birinci ihtimalin, yani insanların Tanrılıkla hükümranlığı ayrılmaz kabul etmelerinin doğru olduğunu kabul ediyoruz.
İnsan, taptığı Tanrının Hükümrân olmasını, hükmünü yürütmesini beklemektedir. Kendisine hükmeden beşerî varlıkların hükümranlığına, ancak ilâhî bir esasa ve izne dayandıkları düşüncesiyle, tabi olmak istemektedir. Eski Mısırlılar nezdinde Firavun, Tanrı'nın oğludur. Yaşadığı sürece, tanrı Horus ile eşit tutularak, tanrı sıfatıyla kendisine tapınılması gerekirdi vs. 709 Çinlilere göre Tanrı “Cihan Hükümdaradır; yerdeki kral, semavî Hükümdar'ın temsilcisidir. 710 Kral ancak, bu unvanla halka buyurma yetkisini haklı gösterebilir. “Sümerlerde, hükümdarlık gökten iner”, kıral, Tanrı Anu'dan iktidarını alır. İşte bundandır ki, yalnız hükümdar halkı temsilen Onu çağırabilir, sıradan adamlar değil. 711 Babil ve Asur'daki siyasî rejim, daima bir teokrasidir. Bütün iktidar bir Tanrı'dan veya tanrılardan gelmektedir 712. Orta Asya ve kuzey kutup bölgesi kavimlerinde Tanrı, “Han” yani kâinatın Hükümdarıdır. 713 Mogollarda da böyledir. Fakat Tanrı, âlemi doğrudan doğruya değil, yerdeki temsilcileriyle. Hanlarla idare eder. Mengü Han, Fransa kıralına yolladığı mektubunda:
“Ebedî Tanrının emri böyledir:
Gökte bir tek ebedî Tanrı vardır, yerde de yalnız bir hüküm bulunacaktır:
Tanrı'nın oğlu Cengiz Han” 714 Ural Altay bölgesinde, Tatarlarda Yüce Semavî Tanrı, “Han” yani Hükümdardır 715 Brahmanlar, kiralı takdis ederlerdi. 716 Hindistan'daki Semavî Tanrı Varuna hükümdardır. Hükümdar-Tann'dır. Zerdüştlükteki tek Tanrı Ahura-Mazda da, “Hükümran Tanrısdır 717. Bazı Afrika topluluklarında kıral mukaddes veya ilâhî telâkki edilir. 718 Yunanistan'da Zeus' da da hükümranlık vasfı vardır, kırallar otoritelerini ondan alırlar. 719 İtalya'da Jüpiter, mutlak hükümdar idi. 720 Japonya'da, Mikado güneş tanrıçasının soyundan gelmedir, hem kıral hem baş rahiptir, İlâhî nesnenin cisimleşmiş şeklidir. Bir japon, bütün hallerde Mikado'nun (kiralın) iradesine itaat etmeye mecburdur. 721 Mikado kültü, halen Japonya'da mevcuttur. 722
M.Ö. 6. yılda, yahudiler Filistin'de Galile (el-Halîl) bölegsinde Roma idaresine karşı ayaklanırlar; zira Tanrı, onların tek Hükümdarıdır. 723 Çünkü yahudiler, Allah'ı, Kıral olarak nitelerler. 724 Keza yahudiler, kırallarının Tanrı ve halk tarafından seçilmesi gerektiğine inanırlardı. 725 İsrail'de kıral, ilâhî bir kuvvete sahip olup Yahova tarafından, yahut Yahova'nın işaretiyle halk tarafından seçilmiştir. 726 Kur'ân'da 2, 247'de Tâlût'un, onlara Allah tarafından kıral olarak gönderildiği bildirilir). “İmparatora tapınma (cesarisme). Roma devletinde bütün din mensuplarının imparatora ve yurda bağlılıklarını sağlayan bîr inanma ve tapınma sistemidir. Sistem, Jül Sezar'ın ölümünden sonra kurulmuştur. İlk Hıristiyanların işkence görmeleri, bu tapınmaya katılmamaları yüzünden olmuştur.” 727 Hz. İsa, kendisini yahudilerin kiralı olarak kabul ediyordu. 728 Onu tanrılaştıran hıristiyanlar, kendisini “insanlığın ve kâinatın hükümdarı” olarak görürler. 729 Cokoa, ruhânîleştirilen “Allah'ın melekûta” (Royaunın de Dieu), Hıristiyanlıkta en önemli yeri işgal eder. Pater duasında:
“Melekûtun gelsin” denir). 730 Hıristiyanlıkta önemli bir yer işgal eder. 731 Hıristiyanlarda “Semavî Peder”, her şeyden önce Malik (Kıral)dır. 732
Dinler tarihçisi M. Eliade, dünyanın hemen her yerinde, ayrı ayrı toplulukların inandığı Yüce Varlık'ların 733 neticede unutulup gölgede kaldığını bir çok örneklerle gösterdikten sonra, Ulûhiyyette hükümranlık kavramı hakkında diyor ki:
“Bazı semavî Tanrı'lar, hükümrân Tanrı olarak tecelli etmek suretiyle, dinî aktüalitelerini korur veya güçlendirirler. Panteonda, kendi hakimiyetlerini korumayı pek iyi başaran Tanrı'lar, işte onlardır (Jüpiter, Zeus, T'ien). Monoteist inkılâplar da işte onların lehine olarak meydana gelmiştir: Yahova, Ahura-Mazda gibi” 734
Bu dünya turundan sonra, insanın “Hükümran” olan bir Tanrı'ya ve yalnız Ona kulluk etmek üzere yaratıldığını anlamamak mümkün değildir. Mutlak ve Gerçek Hükümdarı (el-Melikü'1-Hakk) bulamayınca, uydurduğu tanrılara bu vasfı verdiği görülmektedir. Bu vasıfla tecelii etmeyen Tanrının da unutulduğu gerçeğini hatırlayacak olursak, Allah'ın Kendisini hükümranlıkla nitelemesinin hikmetini anlamamız çok kolay olacaktır.735
Dostları ilə paylaş: |