11. el-Habîr
“Hiç bir şey gizli kalmayacak tarzda Bilen” 787 bir başka tarife göre “Kendisinden gizli haberler saklı "kalmayan, mülkünde olup biten her şeyden, hareket eden bir zerreden bile haberdar olan” 788 demektir.
“'Alîm” anlamınadır, fakat, saklı olan gizliliklere ait ilim “hubre” diye adlandırılır ve bu özelliğe sahip olana da Habîr denir. Bir tefsire göre de, “olmuşu ve olacağı Bilen” mânâsını belirtir 789,
Hbr kökü, fiil olarak Kur'ân'da hiç görünmez. İsim şekliyle ise sadece bir kaç âyette kullanılmıştır: 18, 91'de, Allah'ın ilminin ihatası söz konusudur. Bazı münafıkların gizli hallerini (ahbâra-hum), Allah mü'minlere bildirir 790. Allah, “haberlerini” ortaya çıkarmak için, insanları imtihan eder 791. Yer yüzü, Alâh'ın ilhamı ile 792 haberlerini anlatacaktır 793. Buna mukabil, Habîr sıfatına çok rastlanır (45. âyette) ve her zaman, münhasıran Allah hakkında kullanılmıştır. Vahyin bütün safhalarında yer almıştır. Medine devrinde daha fazladır (26 âyette).
Bu vasıf, ilk olarak 14. sıradaki el-'Âdıyât sûresinde görülür:
“Doğrusu Rabbleri o gün onların her şeylerinden Haberdardır” 794.
Burada ahiret günü söz konusudur. 795 Bütün insanların sinelerinde, kalblerinde olan bütün gizli tarafları o gün açığa çıkaracağı 796 için, bu sıfat bilhassa o gün aşikâr olacağından böyle bir tahsisin yapılmış olacağı düşünülebilir. Bu âyetlerde, sinelerde bile olan gizli tarafların ortaya konulacağının bildirilmesi, baş tarafta verdiğimiz tarifleri desteklemektedir. Bu ismin kullanılışı, şu özellikleri gösterir:
a) Daha ziyade, tek başına varid olmuştur (6 defa Mekke'de, 20 defa Medine'de).
b) “Hakîm Habîr” şekli yalnız mekkî sûrelerdedir 797. Bunlardan 11, Vde özel isim durumundadır.
c) “Habîr Basîr” şekli de yalnız mekkî sûrelerde görülür 798.
d) “'Alîm Habîr” bir mekkî 799 3 medenî âyette görülür 800.
e) “Latîf Habîr” 55. sûreden itibaren, her safhada bulunur 801.
f) Tek başına geldiği iki âyette, mevsufsuz olarak, yani özel isim durumundadır: 802 (bu son âyette, bazı tefsirlere göre, Allah hakkında olmayabilir). 803
12. El-Ehod, el-Vâhid
Ehad kısaca “Tek”, vâhid ise “Bir” olarak tercüme edilebilir. Allah hakkında el-Vâhid “şeriki olmayan”. el-Ehad ise “şebih ve nazîri olmayan” demektir 804. el-Ehad, “Tek, Biricik” anlamını taşıdığı için “hiç bir şey, hiç bir vecihle Ona benzemez” diye de izah olunur 805. İlk anda aynı anlama geldikleri sanılan el-Ehad ve el-Vâhid isimleri arasında, çeşitli ince farklar vardır. Kullanıldıkları yerler ayrıdır. Ayrıca gelişen islâm tefekkür ve ıstılahının, bu iki vasıf arasında bulduğu farklar Hamdi Yazır tarafından mükemmel bir şekilde bildirilmiştir 806. Eliflâmlı şekliyle el-Ehad, mutlak vasıf olarak Allah Taâlâ'dan başkası hakkında kullanılamaz 807. Bu ismin, “Benzersiz, Tek” mânâsı üzerindeki tefekkür, biraz daha ileriye götürülünce “Bu vasfın bütün celâl sıfatlarına, yani bütün selbî sıfatlara delâlet ettiği” 808 sonucuna varılır. Böylece “bütün sıfat ve fiillerinde Kâmil olanı” 809 gösterir. Bunlardan anlaşılıyor ki, bu ism-i celîl, büyük ve derin bir teolojik değer taşır.
El-Ehad ismnin Kur'ân'da kullanılışı konusunda İbn Teymiyye'nin, değerli mütâlâasından bir kısmını nakletmek faydalı olacaktır. İhlâs sûresinde, es-Samed eliflâmlı varid olduğu halde “Ehad” ismi eliflâmdan mücerred olarak gelmiştir. Zira;
a) İsbat durumunda,
b) Müfred olarak,
c) Muzaf olmaksızın mevcudatta Ehad olarak adlandırılan hic kimse yoktur. Halbuki nefiy halinde veya nefiy mânâsındakl durumlarda (şart, istifham vb.)( vaziyet başkadır (yanında kimse var mı?);
(yanıma hiç kimse gelmez ki, ona ikram etmeyeyim)” cümlelerinde olduğu gibi). Maksud şudur ki, el-Ehad lafzıyla, a'yândan, Allah'tan başka hiç bir şey vasfolunmamıştır. Ancak nefiy halinde, Ondan başkası için kullanılır. Lisan alimlerinin dediklerine göre (evde kimse yok)” denilir, fakat “orada biri var” anlamı için denilmez. Bundan dolayı Kur'ân'da sadece gayr-i mûceb hallerde (nefiy, şart gibi:
“Siz, kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz.” 810;
“Eğer müşriklerden biri Senden himaye isterse, ona eman ver veva muzaf olarak bulunur: ehadu-kum, ehaduhumâ vb.) 811.
Ehad ismi, bütün Kur'ân-ı Kerîm'de yalnız bir âyette Allah'ı tavsif eder:
“De ki: O, Allah'tır, Tek'tir (veya O, Allah, Tek'tir” 812.
Bizim izlediğimiz kronolojik sırada 22. sûredir. Bu sûrenin nüzul sırası hakkındaki değişik fikirler, sıralama işinin bir çok durumda, ne derecede zor ve ne kadar şahsî olduğuna bir örnek teşkil eder. Müsteşriklerden Muir 2., Rodwell 10., Hirschfeld 3. sayar. Grimme “1. Mekke devresi” şortuna götürür. Nöldeke ile Schvvally 44. sıraya koyar 813. Bu sûre tevhid akîdesini çok kesin bir şekilde açıkladığı için, bu sonuncular ise, bu ilânı daha ileri bir devreye götürmek fikrine mütemayil oldukları için böyle düşünmüş olabilirler. Biz “Rabb” vasfını incelerken, tevhid ilânının bazı müsteşrikler tarafından ileri sürüldüğü gibi, “2. Mekke devresine” ait olmayıp, çok daha önce olduğunu açıkladığımız için oraya havale ediyoruz 814.
el-Vâhid Allah'ın birliğini ifade eden bu vasıf, sayı itibariyle birlik değil de, şerîki olmamak bakımından Bir olduğunu ifade eder.
Vhd maddesinin fiii olarak, Kur'ân'da hiç görünmemesi dikkat çekicidir. Bu cümleden olarak Alâh'ı bir tanımayı ifade eden tevhîd ve çekimleri de yoktur. Allah'ın birliği, Vâhid vasfını getirmekle veya daha başka tarzlarda açıklanmıştır. Bu vasıf, 30 defa gelmiştir. 22 âyette Allah'ın sıfatıdır. Daha çok Allah'ın bir tek Tanrı olduğunu bildiren cümlelerde yer alır:
“(Allah, ancak Bir Tanrı'dır)” 815,
“(O, ancak Bir Tann'dır)” 816 gibi bir çok durumda tâbi’ (sıfat) durumundadır. Nadiren haber (yüklem) olarak görülür:
“(Muhakkak ki Tanrı'nız Bir'dir)” 817.
Daha önce başka üslûplarla ifade olunan vahdaniyet (Allah'ın tek Rabb olduğu, âlemlerin Rabbi olduğu, el-Ehad olduğu gibi), el-Vâhid vasfıyla, izlediğimiz sıraya göre ilk önce 38. sıradaki Sâd sûresinde vaki olmuş 818, müteakiben bir çok mekkî 819 ve medenî âyette 820 devam etmiştir.
Esmâ-yı hüsnâdan (ilâh dışında), sadece' el-Kahhâr ile beraber (el-Vâhidu'l-Kahhâr) kullanılmıştır. 821 Bu terkib, Mekke devrine inhisar eder (13. Ra'd sûresi, cumhura göre mekkî'dir). Bu terkib hemen her âyette, “Allâhu'l-Vâhidu'l-Kahhâr” şeklinde tâbi’ (sıfat) olarak gelmiş, yalnız 13, 6'da, haber (yüklem) olmuştur. 822
Dostları ilə paylaş: |