'Dikkatimiz şeylerin tehlikeli kenarına
Dürüst hırsıza, Şefkatli katile
Batıl inançlı ateiste'
(Robert Browning'ten alıntılayan Orhan Pamuk, 'Kar')
Bugün, yıllardan beri ilk kez iyi şeyler yazmak geliyor içimden. Ama korkuyorum. Ya onlardan söz edip büyüyü bozarsam diye. Sonunda 'batıl inançlı ateist' olduk anlaşılan.
Böyle iyimser duyguları besleyen, yılda üç yüz günü yağmurlu ve kapalı geçen Hamburg'un üzerinde bugün parlayan güneş ve masmavi gök değil. Yeniden Özgür Gündem'in yayınına başlaması da değil. Bunların da bir payı vardır belki. Ama esas neden, birkaç gündür duyduğumuz gelişmelerin giderek netlik kazandığına dair belirtilerin çoğalması. Evvelki akşam Akın Birdal'ın Medya TV'de çıtlattığı, bugün de Özgür Politika'nın manşetinde sözü edilen, seçim için bir Demokratik Blok kurulduğu ve bu bloğun DEHAP çatısı altında seçime gireceğine dair haberlerin neredeyse kesinlik kazanması.
Kendisinden söz edersek, uğursuzluk getireceğimizden, büyüyü bozacağımızdan korktuğumuz, bize iyimserlik veren gelişme bu. HADEP, SHP, ÖDP, EMEP, SDP gibi sol ve sosyalist partilerin en azından bir Seçim Bloku oluşturması. Bu, son yılların en önemli gelişmelerinden biridir. Bu, Türkiye'deki demokrat ve sosyalistlerin önüne, TİP'in 1965 seçimlerinde 15 milletvekili ile Meclis'e girip, Türkiye'nin politik ve ideolojik ortamını alt üst etmesi gibi bir olanak sunuyor. Bu güçlerin topunun gücü ve ortaya çıkaracağı enerji ve coşkunluk barajı aşmayı sağlayabilir. Böylece burjuva partilerinin hepsi, HADEP'e karşı kurdukları tuzağa kendileri düşmüş olurlar.
Bugün gazetelerde, ANAP, DSP ve DYP'nin barajı indirmek için girişimde bulunacaklarına dair haberler, onların bu gelişmenin önemini herkesten iyi anladığını gösteriyor. Barajın indirilmesine en karşı ve barajı aşacağına dair gazetelerce en çok propagandası yapılan DYP bile, barajı indirmekten söz ediyorsa, bu onların, bu gelişmeden sonra barajın işe yaramadığı ve kendilerine karşı bir silaha dönüştüğünü; yani Demokratik Blok'lu HADEP'in barajı aşıp, kendilerinin altında kalacaklarını gördükleri anlamına gelir. Yoksa panik içinde böyle tükürdüklerini yalayıp barajı düşürme girişimlerine girmezlerdi.
Bu gelişme, yani bu blokun kurulması, SHP gibi sosyal demokrat kökenli bir partinin de bu blokun içinde yer alması, toplumda artık rüzgarların başka yerlerden estiği anlamına gelir. Bu yönde alametler çoğaldı. Dün Ahmet Kaya Kürtçe türkü söylemeye kalktığında, Alman faşizmini anlatan filmlerde olduğu gibi, toplu halde ayağa kalkıp marş söyleyen ve Kaya'ya saldıran erkek, lümpen, polis, özel savaşçı, gazino müdavimi tiplerin sesini, Ermenice, Rumca ve Kürtçe söyleyen bir kadın, Sezen Aksu ve onun konserindeki on binlerce genç, şehirli, sıradan insanın alkışları bastırıyor.
Toplumda, olumsuz gelişmelerin sonuçlarının, yeni olumsuz gelişmelerin nedenleri haline geldiği dönemler vardır. Geçmiş yirmi yıl aşağı yukarı böyleydi genel hatlarıyla. Ama olumlu gelişmelerin yeni olumlu gelişmelerin nedeni olduğu dönemler de vardır ve bu dönemler iyimserliği beslerler. Yani Sezen Aksu'nun konseri veya Demokratik Blok'un oluşmasının sonuçları, yeni olumlu gelişmelerin nedenleri haline gelirler. Şimdi böyle bir döneme giriliyor gibi. Bu nedenle yıllardır ilk kez içimden iyi ve güzel şeyler yazmak geliyor.
Ama yine de biz kötümserliği elden bırakmayalım. “Kötümserlik devrimci bir erdemdir” derler. Hem de bunu söyleyenler, Marks, Lenin, Troçki'lerin kuşaklarıdır. Toplumsal gelişmelerin tarihsel bir iyimserliği beslediği; aydınlanmanın ilerleyen tarih anlayışının açık uçlu maddeci tarih anlayışının bile içine işlediği; devrimcilerin tarihsel görevlerini, 'tarihin tekerleğini hızlandırmak' diye tanımladıkları dönemin bu devrimcileri bile, kötümserliği devrimci bir erdem olarak tanımlıyorlardı.
Bizler için ise, ilerlemeyen ama açık uçlu tarihte, sosyalizmin değil barbarlık ve çöküş güçlerinin ağır bastığının giderek netleştiği; tarihin tekerleğini hızlandırmanın, bir uçuruma gidişi hızlandırmak anlamını kazandığı; devrimlerin tarihin 'lokomotifleri' değil, 'imdat frenleri' olduğu çağda, kötümserlik sadece bir devrimci erdem değil; devrimci olmanın olmazsa olmaz koşuludur. Artık kötümser olmadan devrimci olunamayan bir çağdayız.
Onun için susalım ve “batıl inançlı bir ateist” olarak büyüyü bozmaktan korkmaya devam edelim.
Ve bu yazımıza çok tartışılan Negri'nin kitabının başındaki , William Morris'ten yapılan şu alıntıyla son verelim:
'İnsanlar savaşır ve kaybeder, uğruna savaştıkları şey yenilmelerine rağmen gerçekleşir, ama sonra istediklerinin olmadığı ortaya çıkar; başka insanlar başka bir adla onların davası için savaşmak zorunda kalır.'
04 Eylül 2002
demir@comlink.de
“Emek, Barış ve Demokrasi Bloku”na Açık Mektup
Dün ve bu gün gazetelerde bu bloğun kurulduğuna ilişkin haberler, ben de dahil kimsede bir coşkunluk ya da sevinç yaratmadı, aksine bir burukluk, bir hüzün. Bunun nedeni, her şeyden önce SHP ve ÖDP’nin bu bloğun içinde bulunmamasıdır.
Kendimizi hiç kandırmayalım, İttifak girişimlerinin başarıya ulaştığından falan söz etmeyelim. Bu gün kendini “Emek, barış ve Demokrasi Bloğu” olarak adlandıran güçler, zaten pratik içinde fiilen bir arada bulunan güçlerdir. Belki, EMEP’in blok içinde yer alması, küçük de olsa bir genişleme olarak görülebilir, bu güne kadarki duruşu göz önüne alınırsa. Hepsi bu. Bu nedenle, “Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu”nu, bir ittifak girişiminin başarısı olarak selamlamak veya tanıtmak, Kayserilinin yaşlı anasını allayıp pullayıp taze gelin diye babasına tekrar yutturmaya kalkmasına benzer. Zaten var olan fiili bir iş birliğine, bir de “Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu” cilası katmaktan başka bir anlamı yoktur bu birliğin.
Eğri oturup doğru konuşalım, bu Bloğu bir başarı gibi satmaya kalkmak, insanları aptal yerine koymak demektir. Maşallah, insanları aptal yerine koymakta da birbirinizle yarışıyorsunuz.
Bir örnek verelim. SDP temsilcisi Akın Birdal şöyle demiş:
“Türkiye halklarının beklentisini karşılayan birlik sağlandı. Bu birlik iktidar yolunu açar. Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlar” (Özgür Politika, 6.Eylül.2002)
Bu üç cümlede insanları aptal yerine koyan politikanın konsantre bir örneği ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu birlik “Türkiye halklarının beklentisini karşılayan” bir birlik mi? Bunun için mi kimsede zerrece sevinç ve heyecan yok? Aksine ciddi, sorumluluklu bir politikacının söylemesi gereken, zaten bir arada olanların, birazcık daha birliklerini pekiştirip birazcık da genişledikleri ama bunun beklentileri karşılamaktan çok uzak olduğudur. Ancak böyle içten, insanları aptal yerine koymayan, zaafları ve problemleri açık açık ortaya koyan bir stille insanların güvenini kazanabilirsiniz. Birdal’ın beyanatında bunun zerresi yok.
İkinci cümle ise birincisinden de daha büyük ölçüde insanları aptal yerine koyuyor. Bu birlik “iktidar yolunu” açarmış. Ya Akın Birdal Türkiye’de yaşamıyor ya da Türkiye’de yaşayan ve oy vereceklerin Merih’ten geleceğini sanıyor. İnsanlarla böyle alay ederce beyanlar vermeye, bir de bunları, “Barış”, “demokrasi” ve “Emek” gibi kavramlar adına yapmaya hiç bir hakkınız yok bayım. Bütün bunlar kasaba politikacılarının stilinden başka bir şey değildir. Demokrasi ya da insan hakları alanındaki çabalar da kasaba politikacılarının stiliyle yürütülebilir, ama bu stil eni sonu o içeriği doğru çabaların kendisine zarar verir.
Sizin söylemeniz gereken, iktidar palavraları değil, bu haliyle, zaten bir arada olanların kendilerini birazcık genişleterek, “Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu” cilasıyla kendilerini parlatmalarının, iktidarı koyalım bir yana, seçim barajının aşılmasını bile sağlayamayacağı, şimdi görevin, bu barajı aşmak için birbiri ardınca baraja karşı ittifak girişimleri yapmak olduğunu söylemek olabilirdi. Belki böyle söyleseniz, insanlar, “Aha gerçek durumu açıkça söyleme yürekliliğinde, bizleri enayi yerine koymayan bir ses” deyip belki dediklerinize biraz kulak kabartabilirler.
Üçüncü cümle ise daha da kötü. Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlarmış. Sadece iktidarı değil, demokratikleşmeyi de. Güldürmeyin insanı. Sizin demeniz gereken, bu haliyle bloğun barajı aşmayı sağlayamayabileceği; barajı aşıp meclise girmenin artık Kürtlerin mücadelesi açısından artık bir tür sembolik önemi olduğu. Solun ve Kürtlerin hiç bir zaman, barajı aşıp düzen partilerini kendi oyunlarına getirmeye bu kadar yakın olmadığı. Bu koşullarda baraj aşılamazsa, bunun demokrasi güçlerinin moraline ciddi bir darbe olabileceğini dolayısıyla demokrasi mücadelesini zayıflatabileceğini söylemektir. Yani aslında söylenin tamamen zıddını söylemesi gerekir ciddi, insanları aptal yerine koymayan bir politikacının. Hele bu politikacı bir de sol adına politika yapıyorsa. Hele hele bir de Sosyalizm adına, adını “Sosyalist Demokrasi” koymuş bir parti adına yapıyorsa.
Akın Birdal bunda tek değil. EMEP başkanı Levent Tüzel de, sanki Akın Birdal ile insanları aptal yerine koymakta yarışırcasına “Türkiye’nin istediği emek barış ve demokrasi güç birliği sağlandı” demiş. HADEP başkanı Murat Bozlak onlardan geri mi kalacak? O da “Bundan sonra emek barış güçlerinin, demokrasi güçlerinin büyük atılımının başladığı” müjdesini patlatıvermiş.
Son yılların özel savaş rejimi solu da kendisi gibi yapmış anlaşılan. Özel savaş dairesi, örneğin PKK’nın Kürtlerin büyük çoğunluğunun desteğini aldığını; en modern Kürt örgütü olduğunu vs. hepsini bilir. Ama tam da bunları bildiği için, onu yenebilmek için bildiği gerçeklerin tamamen zıddını gerçek diye propaganda eder. Demek ki, sol da öyle olmuş. Kendisi kendi arasında konuşurken, bu söylenenlerin tamamen zıddının geçerli olduğunu bilerek konuşur ve değerlendirmeler yapıyorlar, ama kamu oyu önünde, devletin psikolojik savaş dairesi gibi, gerçek durum ve onun hakkındaki değerlendirmelerinin zıddını söylüyorlar.
Bütün bu gayrı ciddi değerlendirmeleri bir yana bırakalım. Eğri oturup doğru konuşalım. ÖDP ve DSP ile baraja karşı bir blok kurulmadan, onlar böyle bir bloğa çekilmeden bir başarıdan söz etmek anlamsızdır.
O halde acil olarak sorulması gereken ve verilen cevaba göre davranılması gereken soru şudur: Bu iki örgüt ile bir seçim barajı aşma ittifakı kurmak için neler yapmalıdır? Yapılması gerekenler yapılmış mıdır?
ÖDP ve SHP’nin bu ittifaka gelmemek için çevirdikleri manevralar, aslında gönüllerinin CHP ve YTP’de olduğu, oralardan yüz bulamayınca, kendilerinden kayıtsız şartsız teslim olmaları istenince HADEP’e yaklaştıkları; bu yaklaşmalarının bile ardında, kendilerinin o piyasalarda değerlerini ve fiyatlarını yükseltme hesapları olduğu, herkes gibi bizim de malumumuz.
Keza HADEP’in bu güçleri bir araya getirebilmek için kendi gücüyle kıyaslanmayacak ölçüde kendi aleyhine eşitsiz bir koşullara bile evet dediği de meçhulümüz değil.
Bu durumda elbet şöyle demek mümkündür? “Bu partiler bizlerle bir ittifaka gönülsüz, zorla güzellik olmaz. Biz onlara açığız ama anlar gelmiyorlar. Bu durumda günah bizde değil.” Zaten basın toplantısında söylenenin de bu olduğu anlaşılıyor. Onların ittifaka gelmemek için, akıl almaz dayatmaları, örneğin ÖDP’nin diğer sosyalist partilerin temsilcilerine karşı onları aşağılayıcı ve dışlayıcı üslubu; SHP’nin Karayalçın’ın DEHAP’ın başkanlığına getirilmesi ve derhal kongre yaparak adını SHP olarak değiştirmesi ve HADEP’in ve solun diğer adayları üzerine şu olmaz bu olmaz tarzında çekinceler koyması gibi, bir seçim ittifakıyla ve güçlerin gerçek ilişkisiyle bir arada düşünülemeyecek; aşağılayıcı istemleri; Ufuk Uras’ın Başkanlığı bile bırakmaya hazır olduğundan söz ederek SHP’nin bu dayatmalarına fedakar görünerekten verdiği destek. Bütün bu Bizans oyunları, uzaktan ve gazete haberlerinin satır aralarından da izlesek, bilmediğimiz şeyler değil. Zaten onları kendimize yakın görmediğimiz için onlara her hangi bir eleştiri ya da çağrı yapmıyoruz. Biz oklarını kendine yakın bulduklarına yöneltenlerin meşrebindeniz.
Politikada da, devletler veya partiler arası veya insanlar arası ilişkilerde de ittifak yapmanın veya bir ittifakın başarılı olmasının bir tek koşulu vardır. İttifak ittifak yapan güçlerin hepsinin çıkarına ise gerçekleşir veya başarılı olur. Bir manevra olmaktan çıkıp somut bir adım halini alır.
Örneğin, sosyalistleri ele alalım. Bunların etkiledikleri kitle aşağı yukarı bellidir. Bunlar bir araya geldiklerinde, sosyalistlerin gettosunun duvarlarını aşıp daha geniş bir etki sağlamaları ve bunun hepsinin çıkarına olması pratik olarak mümkün değildir. Bu nedenlerle sosyalistler arasında ittifak girişim ve çağrıları, aslında karşı tarafı ittifaktan kaçan bölücü taraf olarak gösterip, karşı tarafın altını oyma veya onun etkisini sınırlama amacına hizmet eder. Yani ortada ittifak yapan güçlerin hepsinin çıkarına, hepsinin büyüme ve etkisini sağlayacak işgal edilmemiş topraklar yok ise, bütün ittifak girişimlerinin özü, parsellenmiş alanların sınırlarını değiştirme girişimidir. Bu nedenle ister sosyalist radikal gruplar, ister emperyalist devletler olsun hepsi, aynı kurallara uygun oynarlar. Yani ittifak önerileri, ittifak için değil, ittifak önerilen güçlerin etkisini zayıflatmak, onları köşeye sıkıştırmak için yapılır. Bunu yapanlar hangi kutsal sözlerin ardına gizlerlerse gizlesinler böyledir.
Ama bu seçimde sol açısından şöyle bir özellik var. Eğer bir secim bloğu kurarlarsa, ilk kez yüzde on barajını aşabilirler ve hatta bu güne kadar kendilerine karşı kullanılmış mekanizmalar kendileri için çalışır ve aldıkları oy oranının çok üstünde meclise girme olanakları olur. İster radyolardaki seçim konuşmalarında, ister mecliste kendi görüşlerini geniş kitlelere duyurabilmek için, hayal bile edemeyecekleri geniş olanaklar önlerinde açılır.
Bu tarihsel olanağı yaratan da Kürt ulusal hareketidir. Bu hareketin geniş etkisi ve demokratik karakteri sol ve sosyalistlere bu olanağı sunmaktadır.
Tekrar edelim, İttifak yapanların, birbirinden parsel kapmaları yönünde çabalara girmesini gerektirmeyecek, çok geniş bakir topraklar vardır. Tek yapmaları gereken şey bir araya gelmektir. Yani gerçekten ittifak yapan tarafların hepsinin çıkarına olacak koşullar vardır. İttifak yapanlar içinde kaybedenin olmayacağı ve kazananın herkes olacağı koşullar bu gün var. Bu seçimlerin olağanüstü özelliği burada. Bu koşul da çok açık. Bu koşulu yaratan da çok açık: Kürt ulusal hareketinin alacağı oylar tek başına barajı aşmaya yetmiyor. Belki aşabilir ama garanti değil. Riske etmeye gelmez. Diğer sol partilerin ise barajı aşmaları hayal bile edilemez bir kısmı ise, SHP veya SDP gibi, seçime bile katılamıyor. Bu durum herkesin çıkarına bir seçim ittifakını zorluyor. Kürt hareketi, diğerlerine millet vekili seçilecek yerleri, özellikle Türkiye’nin batısına bol bol vererek, onları meclise taşıyabilir; onlara hayal bile edemeyecekleri olanaklar yaratabilir. Bu sayede kendisi de, kapatıldığı gettonun duvarlarını parçalar, barajı aşar ve meclise girebilir.
Herşey bu kadar basit ve çıplak. Hiç öyle emek, barış, özgürlük gibi kutsal sözlere gerek yok. Bütün o sözler böylesine basit hesapları örtmenin aracından başka bir şey değildir. O halde bir ittifakın, yani sol partiler ile HADEP veya Kürt hareketi arasındaki ittifakın, gerekli koşulları vardır. Bu gerekli koşul, herkesin çıkarına olmadır. Bu herkesin çıkarına olma durumu gerçekten vardır.
Burada emekçilerin çıkarı, ezilenlerin çıkarı gibi şeylerden söz etmenin anlamı yok. Çünkü bu parti ve örgütlerin mantığı içinde emekçilerin veya ezilenlerin çıkarı kendi varlık ve etkileriyle özdeşleştiğinden; emekçilerin ya da ezilenlerin çıkarına gibi sözler onların kendi çıkarlarına olduğu anlamına gelir. Burjuvazi için milli çıkarlar ne anlama gelirse, sol veya sosyalist partiler için de emekçilerin veya ezilenlerin çıkarı aynı anlama gelir. Yani, Emekçilerin veya ezilenlerin çıkarıyla özdeş olduğu düşünülen partinin çıkarı.
Sınıfların çıkarları ile karakterleri arasında bir özdeşlik yoktur her zaman. Yani bazı sınıfların karakteri çıkarının nerede olduğunu görememektir. Bazı partiler ve kişiler için de aynı durum geçerlidir. Bazılarında çıkarının nerede olduğunu görememek huyu vardır ve bu bazılarında karakter halini de alabilir. Bu durumda o sınıf, parti veya kişiye çıkarının nerede olduğunu somut olarak göstermek, bazen çocuklara yapılmak zorunda olduğu gibi onu kendi çıkarına uygun davranışa adeta zorlamak gerekir.
İşte HADEP’in ve şu an da kendine Emek, barış demokrasi gibi yakışıklı isimler bulmuş bloğun yapmadığı budur. Yani HADEP ittifaka gönülsüz olanların ittifaka çekilmesi için gerekenleri yapmadı ve yapmamaya devam ediyor
Satrançta oyunun başında yapılan yanlış bir hamle, bütün oyun boyunca bir handikap oluşturur. HADEP başlangıçta açık koymadı ve yanlış koydu. Bu yanlışın handikabını yaşıyor.
Yanlış koyduğu şuydu: hep demokrasi, emek güçlerinin birliğinden, iktidara gelmekten söz etti. Diyeceği çok açıktı: iktidar palavraları falan atmadan, barajı aşmak için, sosyalistlere ve sosyal demokratlara çağrıda bulunmalı ve daha önceki mektupta da yazdığımız gibi onlara cömertçe yerleri vermeliydi. Bunun bir barajı aşma bloğu olduğunu, barajı aşmak için bir araya gelenlerin tamamının veya bir kısmının daha ileri programatik bloklar da isterseler oluşturabileceği, kimsenin fikirlerinden veya söyleminden vaz geçilmesinin istenmediği HADEP’e karşı propaganda dahil istediklerini yapabilecekleri açıkça söylenmeliydi. Böylece kendilerinden ne ideolojik ne de programatik değişme veya sınırlama talep edilmeyen ve kendilerine meclise girebilecek yerler sunulan muhataplar için kaçacak delik kalmazdı.
Daha baştan bunun açık açık ilanı ve mümkünse bu partilerin kamu oyunca bilinen veya etkili yöneticilerine kamu oyu önünde sunulan seçilme olanakları, alttan ve üstten bu partileri sıkıştırır ve kendi çıkarlarına uygun davranmaya zorlardı.
HADEP ise bunu yapmadı, yapmadığı gibi hala da yapmamaya devam ediyor. Tabii şimdi altında seçime girilecek çatı örgütü DEHAP veya Blok olarak.
Örneğin şöyle deniyor:
“Bu birliktelik, katılacak tüm siyasi partilere eşitlik temelinde açıktır.”
Yani bu şu demektir, SHP ve ÖDP ile ittifaka hazırız ama gelirlerse, gönülleri varsa. Ve onlarla eşit koşulda.
Hayır, bu daha baştan işi yokuşa sürmektir. Onların bu işe gönlünün olmadığı bilinmiyen bir şey mi? Onların gönülsüz olduğu veri değil mi? Onların gönlünün başka yerde çolduğu bilinmiyor mu?
Onlara eşitsiz koşulda ittifak teklif edilmeli, yani onların lehine, hak etmedikleri ölçüde lehlerine, HADEP, EMEP, SDP’nin oluşturduğu bloğun aleyhine olmalıdır öneriler. En aleyhine durum bile, lehinedir bu bloğun.
“Diğerlerine açık olmaktan” söz edilmemeli, aksine “bizim şimdi ilk yapacağımız iş, SHP ve ÖDP ile baraja karşı bir seçim ittifakını sağlamak olmalıdır. Onlar kapıdan kovarsa bacadan gireceğiz” denmeli ve öyle davranılmalıdır.
Yani şöyle denmeliydi kamu oyuna. Biz bir araya geldik ama bunu küçük bir başlangıç olarak kabul ediyoruz. Şimdi önümüzde SHP ve ÖDP ile seçim barajına karşı bir birliktelik görevi durmaktadır, bunun için milletvekili adayı yerleri ve sayısında en büyük fedakarlıkları yapmaya hazırız. Hatta bu somut olarak da söylenmeliydi kamu oyu önünde. Örneğin, yüzde on aşıldığı takdirde, seçilebilir yerlerdeki adayların yarısını özellikle batı illerinde kendilerine öneriyoruz. Aralarındaki oranı ve kimi aday göstereceklerini kendileri kararlaştırsınlar. Tek talebimiz en az üçte biri veya yarısı kadın adaylar olmasıdır. Bu ittifak içindeki partiler ve HADEP’ten gelenler diğer yarısıyla yetineceklerdir. Biz nasıl onların gösterecekleri adayların seçimine karışmıyorsak onlar da bizimkine karışmamalıdır. Keza kendilerini bizim görüş ve programımıza karşı propagandada tamamen özgür hissetmelidirler.
Hala niçin böyle somutça çıkılmıyor anlaşılır gibi değil. Hala perde arkası görüşmeler. Bu görüşmeler HADEP’e kaybettirdiği gibi şimdi de Bloğa kaybettirmektedir. Sizin onları ittifaka zorlamanızın iki yolu var, reddedemeyecekleri olanaklar sunmak. Yani hiç bir programatik veya ideolojik talepte bulunmadan seçilebilir yerlerde onların kendi güçlerinin çok üzerinde adaylıklar sunmak ve aşağıdan onları baskı altına almak. Bu baskıyı oluşturmanın tek yolu açıkça bu koşulları ve önerileri kamu oyu önünde yapmak olabilir.
Buna örneğin Fikri Sağlar’a bu seçim için çatı partisinin, yani DEHAP’ın Genel Başkanlığı gibi bir öneri de getirilebilir. Karayalçın gibi özel savaşın en kanlı ve kirli işlerine bulaşmış ve zerrece sevilmeyen tipler karşısında Fikri Sağlar ideal bir sembol isimdir. Fikri Sağlar nedense kendi gücünün ve etkisinin bilincinde değildir ve daima ikinci planda kalarak, kendisine demokrat kesimlerde duyulan sevgi ve saygıyı, bezirgan politikacıların değirmeninde harcar duruma düşmektedir. Böyle bir öneri, onu bu durumdan kurtarıcı ve eğitici bir etki de yapabilir. Böylece Demokratik Güçlerin etrafında toparlanacakları sembol bir isim de ortaya çıkabilir.
Tekrar ediyoruz.
Stili, meşrebi baştan aşağı değiştirmek gerekiyor. Açık, zaaf ve korkularını gizlemeyen bir politika. İktidardan veya Türkiye’yi demokratikleştirmekten değil, ezilenlere biraz moral, küçük de olsa savunma mevzileri kazandırmaktan söz eden, seçim barajını aşmaya yönelik olduğunu gizlemeyen bir stil. Taşra politikacılarının değil, bürokratların değil, içeriği bir yana, açık ve sorunları ortaya koyucu Derviş’in stilinde politika. Modern şehirli kuşaklarda, Türkiye’nin taşrasının politika stilleri zerrece yankı bulmaz.
ÖDP ve HADEP’i seçim barajını aşma birliğine kazanmak için, bıkmadan usanmadan kapılarını aşındırmak. Onlara onların güç ve etkilerinin üzerinde aslında hiç hak etmedikleri (örneğin yerlerin yarısı ve DEHAP’ın başına Fikri Sağlar, Başkan yardımcılığına Ufuk Uras, isterlerse tersi de olabilir) olanaklar sunmak. Ve kendilerinden hiç bir ideolojik ve programatik beklenti olmadığını vurgulamak.
Bütün bunları açık açık kamu oyu önünde yapmak.
Bunlar için artık çok zaman yok, bütün bunlar çok daha önceden yapılmalıydı. O zaman şimdi aşağıdan gelecek baskı sağlanmış ve üsttekilerin de kolay reddedemeyecekleri, onları yumuşatacak noktalara varılmış olurdu. Ama yine de çok geç değil.
Lütfen bunları veya somutta değişebilir ama ruh ve biçim olarak aynı özdeki bir politikayı şu bir kaç gün için olsun hayata geçirin. Başarı olmasa bile, en azından yapılabilecek her şeyi geç de olsa yapmış olursunuz. Tencerenin dibini kazımış olursunuz. Bu bile bir şeydir ve o zaman bu mücadele moralinde bir yükseliş sağlar.
06 Eylül 2002 Cuma
Demir Küçükaydın
demir@comlink.de
http://www.comlink.de/demir/
Dostları ilə paylaş: |