KESİM : 21
Evrenin Rotasyonu
Gök cisimlerinin çapının küçülmesi, onları, eksenleri çevresinde çok daha hızlı hareket etmeye zorlar. Örneğin elektron milyarlarca kez (Bir saniyede çekirdek çevresinde) döner. Atomdan bile küçük olan bir karanokta yine buna yakın bir hızda döner. Oysa dünya kendi çevresinde 24 saatte bir; güneş kendi çevresinde 8 günde bir ve galaksiler de kendi çevrelerinde yüz binlerce yılda bir döner.
Elektronun kendi çevresinde dönmesine spin, çekirdek çevresinde dönmesine peryot=dolanım süreci denir. Gök cisimleri ise kendi çevrelerinde döndüklerinde buna rotasyon denmektedir. Evrenin de bir rotasyonu olmalıdır. Buna göre ekseni çevresinde dönmesi milyarlarca yılı bulur. Şimdiki ölçümler evrenin bir rotasyonu olduğuna yani döndüğüne karşıdır. (Bunun nedeni resmî bilimin sözde septik, güya radikal görüşüdür.) Evren genişlediğine göre süper kararlı dengesini sağlamak için aynı hiyerarşiye göre ekseni çevresinde dönmek zorundadır. Çünkü en büyük ANAFOR bizzat Hidrojen bulutu olan primitif maddeydi.
Ayrıca yaratılış patlaması, evreni kendi üzerinde dolayarak genişletmektedir. Dolayısıyla evren bu burgu hareketini nabız gibi zonklayarak yapmayı sürdürmektedir. Bunun tersini düşünmek, Fred Hoyle'un durağan evren yanlışına düşmektir. Çünkü evren statik (Durağan) değil; genişlemeyle dinamiktir. Kendi üzerinde dolanması ispat edildiğine göre bir ekseni ve rotasyonu vardır.
Gerek güneş sistemini, gerekse galaksiyi oluşturan küresel ilkel bulutun çökmesi, aynı mantıkla evren içinde geçerlidir. Merkezcil kuvvet, bu küreye merkezkaç kuvvetin direndiği (Güneş ekliptik düzlemine ve galaksi eşlek düzlemi dışında) her yerde etkili olmuş ise, evren de bu kozmik yasanın en dev modeli olmalıdır. Uzay-zaman eğri olduğu için evren de bitişikken (yani sadece bir bulut küreyken) dönmeye başlamış olmalıdır. Bunun tersini söylemek yüreklilik ister. Çünkü hiçbir septik ve radikal bilim adamı evren dışına çıkıp onu dışardan seyredemeyecek ve yazdıklarımın tersini söyleyemeyecektir. Oysa öğretimizin bunu ileri sürmesi için üç temel dayanak vardır:
1 - YUKARI VE AŞAĞI BİRBİRİNİN YANSISI, AYNISIDIR:
En küçük ile en büyüğün yani alt yapı ile üst yapının birbirinin minik ve dev modeli olması nedeniyle, evren dediğimiz göklerin=semâvat (Bir elektron zarfındaki ya da bir galaksinin merceksi ve helezonik örneğindeki) evrensel yuvarlağa benzemelidir. Dolayısıyla evreni, kesinkes Riemann'ın uzay-zaman modeli olarak düşünmek gerekir. Hilbert modeli uzay ile bu evren kat kat kabuklardan oluşmuş yassı bir soğan gibi düşünülebilir.
2 - EVREN KENDİ KÜTLE ÇEKİMİYLE YUVARLANMALIDIR.
Bu içice soğan kabukları örneğinin nedeni, evren henüz bir gaz bulutu iken, ona bu biçimi veren etkinin içiçe anaforlar oluşturmasıdır. Bu anafor (Girdap, çevrim hareketleri); gazlarda konveksiyon akımları ya da akışkanlar biçim dinamiğinin sonucu evreni zorunlu olarak küreleştirmektedir. Yani evren kendi çekimini dengelemek üzere yuvarlanmak zorundadır.
3 - İSLÂM VERİLERİ:
Evreni "Dışarıdan bir bilen, seyreden ve anlatan"; yani "YARATAN ve maiyeti" (Kur'an'da Biz denen tanıklar) vardır: Kur'an'ın indirilme nedenlerinden biri de budur. Birçok verilerde, evrenimizin "Yuvarlak olduğu" 7 KUBBELİ GÖK örneğiyle bildirilmiştir. Bu dev yedi göğün (Bildiğimiz bütün evren), Rabbinin "Kürsüsü"nün ortasında bir halka kadar yer tuttuğu diğer islâmi verilerde yer alır. Rabb'in kürsüsü bir büyük çöl ise ve yedi göğün bu Sahra'da bir halka (Yani tekerlekten daha küçük bir daire kesiti) kadar yer tuttuğu örneklenmiştir.
Kuşkusuz yer ve gök bir iken, küreye çok yakın biçimde bir buluttu. Fakat yer-gök ayrıldığında, evren (Örneğin 200 milyar galaksi odağına) çöktüğünde, YER KAVRAMI oluştu. Çökme, evrenin "EKLİPTİK DÜZLEMİ" dışında her yerde olmalıdır.
Evrenin tam anlamıyla çökmesini engelleyen bir intikal süreci vardır. Yani çökme ışık hızıyla olursa, evrenin bir merkeze toplanması (Tek bir karadelik olması) için 12 milyon ışık yılı gerekmektedir. (Belki de bu sürecin içindeki ölümlüleriz. Çökme sırası bize doğru hızlanarak ulaşıyor olabilir.)
Öte yandan evrenin genişlediğini biliyoruz. Bu doğrudur, fakat bir takım aykırılıkları vardır. Genişleme galaksiler arası uzayın genişlemesi biçimindedir: Tayfın (Soğuk) kırmızı ışımaya kayması ya da dalga boyu peşleşmesine Doppler etkisi denir ve bize evrenin genişlediğini açıkça anlatmaktadır. Ne var ki, öte yandan galaksiler de (Örneğin bin tanesi bir LOKAL GRUP) meta-galaksi oluştururlar. Her bir galaksi bir üzüm tanesi sayılırsa, içinde bulunduğumuz üzüm taneleriyle birer salkım oluşturur. Hatta Virgo galaksisi en az bin üzüm tanesinden oluşmuş dev bir Satürn gezegeni gibidir. Bu durumda onun içinde güneşimizden tam 200 000 000 000 000 tane bulunmaktadır.
O zaman "Genişlemenin niçin taneler arasında olduğunu" sorabiliriz. Yani salkımlar kendi aralarında birbirinden uzaklaşacaklarına, salkım içindeki taneler uzaklaşmaktadır. Bunun bir tek açıklaması vardır: Genişleme, üzüm çöplerinin uzaması ve salkımları birbirinden uzağa gitmeye (Genişlemeye) zorlamasıdır.
O hâlde, genişlemenin kaynağı "Süper Uzay BAĞI"dır. Bütün üzümler, evrenin EKLİPTİK DÜZLEMİNE yayılmaktadır. (Galaksi merkezi neyse, evrenin merkezi de odur.) Dolayısıyla uzaklaşma, ekliptik (Tutulum) düzleminde gerçekleşmektedir. Evrenin merkezi bir KOZMİK KUAZAR=Big bang akdeliğidir. Çevresi de, işte bu ekliptiğin ekvator düzlemidir. Burada MÜZEYYEN (Motiftenmiş, süslenmiş) bir Galaktik ŞABLON bulunmakta ve evrenin yüzeyi ile ekliptik düzlemi bir bağ oluşturmaktadır. Bu bağ ise "Salkım salkım üzümler" vermektedir. Her bir üzüm tanesi ise bir Galaksi gibidir.
Evrenin ağırlığı kendi çekiminin toplamına eşittir. Bundan fazla-eksik olamaz. Çünkü bir cismin ağırlığı, kendine eşdeğer yani kütlesinin karşılığı olan bir ÇEKİM kuvvetiyle, çevresindeki uzayı "Eğriltip büzmesi, burması, yuvarlaması" (Ve böylece çekmesi olan) çekim eşdeğeridir.
Kısaca evren kendi çekim alanını yaratmaktadır ve kendini de bununla etkilemekte, hapsetmektedir.
Evrenin bu çekim kuvvetine karşılık, "İç tutunum kuvvetleri" de oluşturması gerekmektedir. Örneğin evrenin genişlemesini fazladan bir kuvvet "Büyük patlamanın itici gücü" sağlamaktadır. Bunun LEVİTİK kuvvet olduğuna ileride değineceğiz. Levitation, çekimin tersidir.
Evrenin çekmesini de ÇEKİM sağlamaktadır. Evrenin çekimi, kendini madde iken enerjiye çevirdiğimizde bunun eşdeğeri olan ENERJİ miktarıdır. İşte evrenin eşit bu enerji miktarına Schwarzschild ışıması ya da (Görünmeyen çekim ışıması) gravitation astronomisi demekteyiz.
Bu temel nedenle evren kendi çekimine yenilmek zorundadır. Çünkü enerjisi bitecektir. Genişleme kuvvetinin negatif ivmesi yanında, termodinamik mutlak soğuk dereceye ulaşılınca, (Nasıl ki güneş kırmızı dev olarak genişleyecek ve yakıtını bitirince hızla çökecekse) genişlemesi çökme hâline gelecektir.
Çünkü evren o kadar çok genişlemiştir ki, değil kırmızı ışımaya kaymak, buz gibi karanlık ışımaya kadar soğumuştur.
KESİM : 22
Ufuklardaki kudret
Evrenin hâlâ çökmeyişinin nedeni, genişleme gücünün hâlâ sürmesidir. Bu genişletici güç durduğunda, bir ÇATLAMA olacaktır. Çünkü "Dışarıdaki karşı güç olan" Gravitation=Çekim onu frenleyecek, durduracak ve geriye büzecektir.
Bir şey genişlediğinde ÇATLAR! Çünkü direnç limitinin ve mukavemet hesaplarının maksimalinin dışına çıkmıştır.
Bunun tersine bir şey dışarıdan da bastırılınca çatlar ve darmadağın olmak üzere çatlaklar evreni esir alır. Böylece (Dış veya iç) basınç, limiti (İçeriden ya da dışarıdan) çatlatır. Sulu bir meyvenin kuruması, yani suyunu kaybetmesiyle ortaya çıkan "Pörsüme" olayı da bir anlamda içe çatlamadır. Civciv de bir yumurtayı çatlatabiliyor: Civciv çökme kuvveti ve yumurta da KOZMİK EVREN YUMURTASI olduğuna göre evren (GÖKLER) çatlamalıdır.
Gök çatlayacaktır: Çünkü evren, asimetrik bir yuvarlaktır. Elipsoid bir küre (Yan yatmış bir yumurta) biçiminde, bir başka deyişle biri uzun biri kısa olan iki çapı vardır. Kutuplardan basıklık bu kısa çapı (Kutup kuturu) anlatır. Dolayısıyla böyle CİSİMLERİN AKTARI = İki kuturu bulunmaktadır. Dünyamız gibi, Güneş, Ay, galaksi hep üstten basıktır.
Bir cisim ne kadar küçükse o kadar kolayca ve en az basık düzeyde ideale yakın küre halinde toparlanmak ister. Ay küçük olduğundan basıklığı da küçüktür. Daha büyük olan dünya oldukça basıktır. Güneş ise göstermemesine rağmen daha basık bir küredir. Yüz milyar güneşin yer aldığı galaksi yandan bakıldığında beyzî (Lens=Mercek/Lentil=Mercimek) biçiminde ince bir kutur gösterir. Yukarıdan bakınca da aslını temsil eden bulut kürenin yuvarlak kesitini daire biçiminde açıkça gösterir. Yükseklik kuturu ötekinden kısa olduğu için yine AKTAR-Kuturlar çifti ortaya çıkar ki bu da Aktarıssemâvat sırrı olan AKTAR'dır.
Evrene gelince, o iyice basıktır ve bir balon yüzeyi görünümündedir. Evrenin de bir kutru (Yani ekliptiğinin çapı) ve de buna dik bir ekseni vardır. Yüksekliği ise pek çok azdır.
Böyle bir tanımı mahşer meydanından da tanıyoruz: Bir top hamur gibi, dünyamızın kalınlığı en ince açılmış yuvarlak biçimli bir YUFKA hâline gelir. İşte bu iki boyutlu biçimler Kur'an'da "Arz'ın uzatılması, yerin yayılması, bir tepsi gibi düzlenmesi" diye bildirilmiştir.
Mahşer meydanı daire biçimli dümdüz bir ARZ'dır. Eğer deyim yerindeyse yüksekliği bir mezar derinliği ve buna ek olarak bir mızrağın yüksekliği arasına sıkışmak diye yazılmıştır. Arz dünyamız ve gök ise böyle dümdüz açılmış, uzatılmış "GÜNEŞ"tir. Güneşin de artık yuvarlak değil bir tepsi gibi dümdüz olduğu islâmi verilerde geçmektedir. Başka örtülü âyetler de vardır:
Yer topuklarımızı yakalamıştır; gök ise perçemlerimizi... Böylece Aktarıssemâvat çizgileri içinde bir başka kaçıcı kuvvet çizgisi (Sultan güç) bulmamaksızın sıkışmış olacağız. Bu kıstırıldığımız yerde her madde (Canlıların tamamı), her enerji (Cin ve şeytanların tamamı) sıkışmış olacaktır. SOYUT MADDE de orada olacaktır. (Melekler çepeçevre parmaklık gibi dizilmiş olacaklardır. Böylece kaçacak, onları aşacak bir SULTAN İZİN sadece imtiyazlı kimselere verilecektir.)
Evrenin durumu da mahşer sahrasından farklı değildir: Evren bir disk biçiminde olunca iç-içe yedi gök feleği içerdiği ortaya çıkar. Evren kendi üzerinde dolanarak genişlemektedir. Evrenin galaksiden farkı, merkezî çekirdeğinin "GEÇMİŞİMİZ" olmasıdır. Çünkü evren toplu iğne ucundan küçüktü. Sonra bir portakal, sonra bir futbol topu, sonra dünya kadar büyüdü. Daha sonra güneş kutruna erişti, bir galaksi çapını buldu ve şimdi de trilyarlarca kez trilyarlarca galaksi salkımından da geniştir.
Dolayısıyla şimdi evrenimizin içeriğinden olan, sayılacak ne kadar nicelik varsa ve ne kadar büyük olursa olsun Evren bir portakal kadarken onun içindeydi. Orası evrenin merkeziydi. Bir su damlası kadar olan galaksimiz de onun içindeydi.
Önce bütün galaktik bulutlar birbirine değiyordu. Daha sonra bu galaktik bulutlar birbirinden ayrılmaya başladılar ve o gün bugündür ayrılmalarını sürdürüyor, aralarındaki bir santim farkı, milyonlarca ışık yılı öteye büyütebiliyorlar.
Eğer kıyamet olmasaydı, bir gün, evrenin iki galaksisi olan Samanyolu ve Andromeda arasındaki mesafe o kadar genişleyecekti ki, biri şimdiki 10-20 milyar ışık yılı olan evren çapının en ucuna diğeri de ona zıt uca gidecektir. Sonra Andromeda da bizim OLAY UFKUMUZ (olan bu 10-20 milyar yıllık gözlem olayı ufkunun) arkasına kaçacak ve bizi tek başımıza yapayalnız bırakacaktı; evrenin "Bilinen ve görünen" tek galaksisi biz olacaktık. Galaksimiz içindeki yıldızlardan başka hiç bir pırıltı görmeyecektik. Bunlar da bize sabit yıldız olarak görüneceği için, evrenin genişlediğinin de farkına varamayacaktık ve evrende tek galaksi olduğumuzu söyleyecektik.
Evren tabaka tabaka gök katmanlarından oluşmaktadır. Burada sunduğumuz bir GÖK katmanı da "Rasat=Gözlem ufku" göğüdür. Bunun ardında yani "Ufuklardaki kudreti" görmemiz için, evrenin genişlemesinin durması ve sonra geriye büzüşmesi gerekiyor. Böyle olunca gözlem ufkumuzdan kaçan bütün galaksiler geriye dönerek, ufukta belirecektir. Şu satırları okurken bile, (Evrenin en uzak cisimleri sayılan) kuazarlardan bir kaç düzinesi gözlemlenemeyecek olan ufuk ardına kaçıyor, gözlem ufkumuzu terk ediyor. Yakında görebildiğimiz 200 kadar kuazarı da kaybedecek, onların da neslinin tükendiğini söyleyeceğiz belki de...
Kuazarlardan sonra da yarı kuazar yarı galaksi olan Seyfert galaksileri ufkumuzu terk edecekler. Sonra sıra uzak galaksilere gelecek. Onları yakın galaksiler izleyecek ve en sonra komşumuz olan Andromeda da bizi terk edecek, bomboş evrende tek başımıza bırakacaktır.
Evrenin çökmesi söz konusu ise, UFUKLARDAKİ KUDRET görünecektir: (Secde âyetidir!) Bütün kaçmış olan galaksiler sonuncudan itibaren gözlem ufkumuza gireceklerdir. Evren büzüştükçe belki yüz trilyarlarca galaksi geriye dönüş yolculuğu yapacak. Ve 12 milyon ışık yılı çapındaki gözlem ufkumuz tıka basa dolacaktır. Galaksiler arasındaki mesafe giderek kısalacak, herkes kendi kutur (Çap) doğrultusunda geriye gelecek ve sonunda galaksiler birbirine değecek, sonra da birbiri içinde sıkışacaktır. Evren, genişledikçe soğuduğu ve karardığı için, bu kez tam tersine büzüştükçe aydınlanacak ve ısınacaktır. Bu ısı 5000°C dereceyi bulunca, elektronlar kopacak ve ayrılacak (İyonizasyon), artık atom denen şey kalmayacak ve çekirdekler ile elektronlar milyonlarca derecelik bir plâzma içinde serbest dolaşacak; geriye dönüş sürdüğünden evren daha çok ısınacak, daha çok sıkışacak ve artık evrenin dört kuvveti birleşerek tek kuvvet olacaktır. Sonunda bu plâzma da evrenin ilk bulutu hâline gelecek, daha sıkışacak ve sıkıştıkça da bir portakal büyüklüğünde olacak, sonra başladığı gibi bir toplu iğnenin ucundan da küçük bir AKDELİĞE sıkışacaktır.
İşte bu senaryo "Big Bang" denen büyük "OL emri patlamasının" öyküsüydü: Yaratılış bunun tersine olarak en küçük bir noktadan başlayarak, soğuyarak, karararak, evrenin genişlemesi biçimindedir. Bu filmi ters oynattığımızda ise sunduğumuz geriye dönüş serüveni başlamaktadır.
Karadelik aşaması da budur. Bir cismin önce atomlarına, sonra proton-elektronlarına ve nötronlarına ayrışması, daha sonra basınç nedeniyle bunların da birleşenleri olan piyonlara bölünmesi, piyonların da kendilerini oluşturan kuarklara vb. bölünmesi ile ulaşılacak maddenin en son durağı olan en küçük kuant hâline gelmektir, karadelik içinden çekilmek...
Evrensel bir karadelik ise böyle bir seviyede bile kalamaz. Çünkü o kadar ağırdır ki (Evrenin ta kendisi kadar ağırdır) kuantları da parçalar. Kuant parçalanması ise uzay-zamanın Planck sabitinden Hilbert uzayı denen en minik uzaya küçülmesidir. Bu kadar küçük bir yerde, ne çekim çekebilir, ne zaman akacak zaman bulabilir, ne mekân bildiğimiz uzay olur. Artık kuantlaşma yerine TEK BÜTÜN olacağımız bir tünele çekiliriz. Bu tünelin ucu ise SÜPER UZAY'a açılmaktadır. Orada katrilyonlarca üzüm bağı bulunmaktadır. Bu kez her bir evren bir üzüm tanesidir. Kimi bağ bozumuna uğramıştır, kiminin salkımı koparılmıştır, kiminin de taneleri... Kimi daha tane vermemiştir, kimi koruktur, kimi devşirilmiştir, kimi de tutmamış filizlenmemiştir. Ama onların saplarının ucunda ya hiç doğmamış ya da doğmuş, ya da doğum adayı ya da ölmüş ve yeri boş hayali tanecikler (Evrenler, Mevakiin nücum) bulunmaktadır.
Şimdi yeni bir aşamaya ulaşıyoruz: Göklerin direkleri aynı zamanda kuturlar eksenler de olabiliyor; Arş'ın direkleri de, TÜNELLER de, sur borusu da yine "GÖRÜNMEZ DİREK"dir.
Direk teriminin 7 tanımı vardır ki, onları daha sonra inceleyeceğiz.
YEDİNCİ BÖLÜM
İĞNEYLE KUYU KAZMAK
"GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞI İNSANLARIN YARATILIŞINDAN DAHA BÜYÜKTÜR. FAKAT İNSANLARIN ÇOĞU BİLMEZLER" [MÜMİN-57]
KESİM : 23
Zamanla Yarışa Kalkışmak
Jules Verne, balonla 80 günde dünyayı dolaştığını varsaymıştı. Şimdilerde ise Apollo araçlarının hızıyla 86 dakikada dünyanın çevresini dolaşıyoruz. Aynı araç, Ay'a 15 saatte gider. Fakat Güneş sisteminin en uzak gezegeni Pluton'a ise 84 yılda gidecektir (6 milyar km). Normal (ve buna ek olarak astronotluk) eğitimini 28 yaşına kadar almış birinin, Pluton'a ulaşması 112 yaşında ve dönmesi ise 196 yaşında olacaktır. (Işık hızının % 66'sı hızla gidebilecek manyetik şişeli (Foton-iyon tepkimeli) 21. yüzyıl aracı ise Pluton'a 4 yılda ulaşabilir.)
Eğer aynı araç güneşimizin en yakın komşusu olan öteki güneş P.Centauri'ye gitmeye kalkarsa 210 bin yılda ulaşır. Güneşimizin bitişik komşusu olan bu yıldızın bize uzaklığı ise 47 000 000 000 000 km'dir.
Kısaca evren çok büyüktür ve komşular arası bile ikiyüzbin yıl tutmaktadır.
O zaman bir başka yolu deneyelim: Yani çok hızlı bir uzay aracı bulalım. Bu da ışık hızıdır ve saniyede 300 bin km olup, madde asla bundan hızlı gidemez. Eğer bu hıza ulaşsaydık, uzay gemimiz artık maddeden değil; ışıktan bir araç olacaktı.
Işık gemimiz evrenin EN BÜYÜK hızı olan ışık hızının %99 kadarıyla gidebilme şansına sahiptir. Bu hızla bir saniyede dünyanın çevresini 7,5 kez dolaşabiliriz. Aynı hızla 150 milyon km ötedeki Güneş'e 8 dakikada ve Pluton'a 6 saatte gidebilirdik. O zaman da komşu yıldıza 4,3 yılda ulaşabilirdik. Ünlü kutup yıldızına 600 yılda ve Samanyolu'nun bir ucundan diğerine (Kutruna) 150-200 bin yılda gidip-gelebilirdik.
Şimdi de "Samanyolu galaksimizin en yakın kapı komşusu Andromeda galaksisini" hedefleyelim: IŞIK HIZIYLA 5 milyon yıl tutacaktır.
Demek ki, ışık hızı yani evrenin bilinen en yüksek hızı bile ömrümüzü yüz milyon kez aşan uzaklara bizi götüremiyor. Evren bunun için çok büyüktür.
Eğer ölümsüz olduğumuzu var sayarsak böyle 200 milyar galaksi arasındaki 6 milyon yılları trilyonlarca yıl kat ederek işin sonunu yine getiremeyiz. Şimdilik bütün imkânsızlıklarımızı görmemezlikten gelerek, evrenin sonuna ulaştığımızı varsayalım: Orada evrenin daha genişlemediği dört boyutlu bir bölge vardır ki asla madde ile enerjinin kırıntısını bulamayız; orada bizim dışımızda "Hiçbir şey" vardır. (*)
(*) İşte burası, evrenin din verilerinde "Esîrî saf bir tabaka olan 8. gök" diye bildirilen Esîrî bölgesidir. Esîr ise madde-enerji "Hiçliği, yokluğu" demektir. Bu bölgeyi de geçersek, yine din verilerimizde 9. gök olan (Bazıları Atlas feleği diyor!) en dış katman bildirilmiştir. Artık burası, göklerin dışındaki Sonsuzluk Kulesinin katlarıdır ve GÖKLER sayılmamakta, KATLAR ismi almaktadır. Orada bir şey yoksa bile evreni yanımızda götürmüş olacağımız için "Evren üretmek" durumuna düşeriz. Eğer orada din verilerinin bildirdiği "Bir şeyler" var ise, o bir şeyler ile karışacak, onları madde ile aşılarken, biz de onlarla aşılanmış, yeni bir birleşik hâline gelmiş olacağız. Yani niteliğimiz değişmiş olacaktır. (Mir'ac yolunun özel bir fiziği vardır ki, onu izleyen ciltlerimizde sunacağız.)
Oysa biz, hiç bir zaman evren dışına çıkamayız. Çünkü biz evrenle birlikte var olduk; evrenle şimdi varız; evrenden ayrı değil, onun materyalinden oluşmuşuzdur. Nereye gidersek gidelim kendi evrenimizi de yanımızda götürmek zorundayız, ya da eş anlamda evren bizimle gelmek zorundadır. Evreni götürmek demek ise, maddî olmayan bölgelere bizim parçacık, dalgacık ve kuvvet alanlarımızla birlikte çekimi götürmek demektir. İstersek maddî bir atom taneciği bırakalım, o boşlukta yeniden çekim ve elektromagnetizma üreten bir kaynak olacak ve izotrop olarak her doğrultuda kuvvet alan dalgalarını yayımlamaya başlayacaktır.
Kısaca hem sınırlı hem sınırsız olan bu en dıştaki ve sonuncu gök sınırlarından çıkamayışımız da bir "AKTARISSEMAVÂT" fizik yasağıdır. Bu yasağı ise yalnızca SULTAN güçler delebilmektedir ki, onlar da FİZİK YASASI içindedirler.
Aslında olay böyle de değildir: Biz en uzak bir cismi hedef alırsak (Onun olay ufkunun hemen kıyısında bir Kuazar olduğunu ve onun) bizden ışık hızına yakın bir hızla uzaklaştığını görürdük. Eğer onu ışık hızıyla giden gemimizle kovalarsak hiç yakalayamayız; aramızda 16 milyar yıllık sabit uzaklık hep kalır.
Fakat bütün yasaları çiğneyerek illâ o en uzak "Kuazar"a gitmeye kalkıştığımızda işler tam tersine dönecektir. Çünkü biz, ışıktan hızlı gitmekle bir kere ZAMAN İÇİNDE geriye gitmiş oluyoruz ki, bu mekân içinde de geri gidiştir ve geçmişimizle, tarihimizle yüz yüze geliriz. Çünkü o hedeflediğimiz Kuazar (Evrenin EN UZAK CİSMİ) evrenin kıyısında kenarında değil, tam ortasındadır.
Galaksileri oluşturan bulutlar, önce KUAZAR denen (Tünel ucundan yayınlanan) odaklara sahiptirler. Evren genişleyip büyüdükçe, bunlar soğumayla birlikte çevrelerine yaydıkları (Püskürttükleri karadelik emisyonunu) galaktik eşleklerine püskürtüp soğumaya başladılar: Bunlar, merkezlerinde bir kuazar bulunan galaksilerdir. Kuazarlardan sonra en uzak cisimler de bunlardır. Daha yakın kuşakta ise bildiğimiz galaksiler vardır. O hâlde galaksilerin şimdisi bu yakın gök katmanıdır.
Bu YAKIN GÖKTEN bir sonraki GÖK KATMANI ise Seyfert galaksileridir ki, takriben bize 5 ilâ 10 milyar yıl uzaklıktadırlar. Bu uzaklık mesafe gibi zamanda da geçmişimiz olan uzaklıktır. Çünkü galaksilerin ışığı bize on milyonlarca yılda gelmektedir. Biz ise evrenle ışık aracılığıyla haberleşiriz. Işık ise sonsuz hızlı değildir, saniyede 300 bin km ile bize ulaşır ve hızı hiç değişmez. Güneşten bize 8 dakikada gelen ve en yakın yıldızdan 51 ayda; Andromeda galaksisinden ise 3 milyon yılda gelen ışık, uzak galaksilerden milyar yılda ulaşır dürbünümüze...
O güneşten gelen ışık aslında şimdiki gördüğümüz ışık değil; güneşin sekiz dakika önceki "Son" ışığıdır. Centauri yıldızının ışığı 51 ay öncesine ve bir başka komşu yıldızın beş yıl önceki tarihinin, geçmişinin ışığıdır. Belki de o yıldız şimdi çökmüş, yok olmuştur. Ama beş yıl önceki ışığı gelmeye devam ettiğinden onu orada sanmaktayız. İşte "Yıldızların yerlerine" and veren Vakıa suresi 76. ayet "Yıldızlardan" değil; "Yıldız yerlerinden" söz etmektedir. Bu yıldızların yerlerinin 7 tefsirini de astronomi öğretimiz doğrulamıştır:
1 - Yıldızların doğduğu kızıl cüce odakları.
2 - Daha doğacak olan müstakbel yıldız yerleri.
3 - Çoktan yok olup da bize ışığını gönderen ve oradaymış gibi görünen yıldız yerleri.
4 - Yıldızlar diye çoğul yapıldığından "Galaksi" yerleri: Galaksiler bizden kaçtığı için şimdi gördüğümüz yerlerinde değillerdir; şimdiki yerleri milyonlarca yıl öncesine aittir.
5 - Aynı mantıkla "Kuazarlar" bir yıldız yeri olup, onlar çoktan galaksi olmuşlardır.
6 - Bir yıldızın çökmesinden sonraki yıldız kalıntısı olan beyaz ve karacüceler, pulsar-nötron yıldızlar ve hiçbir iz bırakmayan KARADELİKLER.
7 - Yaratılıştaki anaforlar teoremi odakları.
Bir Seyfert galaksisi de bize 5 milyar yıl önceki ışığını gönderir. O galaksi belki de yerinde yoktur, ya da en doğrusu soğuyarak normal bir galaksi olmuştur.
Eğer kendi galaksimizin genişleme rotasını tersine izleyebilseydik, o rotanın milyarlarca yıl önceki bir yerinde kendi geçmişimizin oluşumuna tanık olacaktık. Geçmişte "Seyfert-Samanyolu" olduğumuzu, galaksi merkezinde bir Kuazar bulunduğunu görecektik.
Aynı yolu, yine tersine, bu kez 10 milyar yıl geriye izlediğimizde, galaksimizin en başta bir KUAZAR olduğunu görecektik (Samanyolu kuazarı).
Demek ki evrenin "Gözlem ufkunun" iç-içe üç gök duvarı vardır: Şimdiki galaksiler, dünkü Seyfert galaksileri ve önceki günkü kuazarlar kuturları...
Evrenin kendi üzerinde salyangoz gibi, daha geniş spiraller çizerek, merkezinden itibaren hacmini büyüterek genişlediğini belirtmiştik.
İşte yedi gök kavramında yeni bir aşamaya geliyoruz. Dıştaki galaktik gök katını birinci gök olarak sayarsak, ikinci kuşakta Seyfert galaksileri vardır. Üçüncü kuşakta ise Kuazarlar bulunmaktadır. İşte kuazarların sırrı da budur: Onlar Big Bang'in yani TEK BİR AKNOKTA'NIN 200 milyar kadar daha alt aknoktaya (Kuazara) bölünmesidir.
Zamanla bu (Kuazar denen) aknokta merkezleri, çevrelerine galaksi materyalini yaydılar ve yarı-yarıya soğuyunca (Carl Seyfert bulduğu için) Seyfert Galaksisi adını aldılar. Daha sonra merkezdeki kuazar, bütün materyali sonuna kadar püskürttüğünde, boşluğunda ilk dev yıldızları oluşturdular. Öyle büyüklerdi ki, kendi çekimlerine hemen yenilip hızla çöktüler ve karadeliklere dönüştüler. Bu karadelikler ise birbiri içinde eriyerek birleştiler ve çevredeki yıldızları da yok ederek galaksimizin merkezindeki KARAKABİR olan galaktik karadeliğimizi yarattılar.
Kuazarlardan önceki kuşak yani gök katmanı ise pek çok küçüktür. Çünkü bu aşağı yukarı bizim 15 milyar yıl öncemizden gelen ışığın kuşağıdır. O dönemde kuazarlar mümkün olan en küçük noktaydılar.
Kuazarlar ile karadeliklerin aynı yerde iç-içe bulunduğunu Bilim ispatlamıştır. O hâlde kuazarlardan söz ederken, orada evrenin yaratılış patlamasının etkin olduğu dönemde bir atomdan da küçük (Fermion boyunda) mini karanoktaların da var olduğunu anlarız. Bunlar, "Yer ve gök" bir tek Hidrojen bulutuyken, onları nasıl parçaladığının da açıklamalarından biri olup; Hawking, Penrose (ve sonra naçizane ben), evrenin yaratılış patlaması sırasında "Mini karanoktaların" oluştuğunu, o tek bütün hidrojen bulutunu en az 200 milyar galaksi bulutuna parçalandığını, bulutların bu çok ağır çekim odakları çevresine çöktüklerini benimsedik.
Bir milyon yıl kadar sonra da, bu mini-mini noktasal karadeliklerin (Artık iyice bilinen "Hawking sızıntısı" ya da) "Karanokta buharlaşması" denen süreç sonunda patlayarak açıldığını ve yok olduklarını biliyoruz. Çünkü TÜNEL süreci sonunda kendi karadeliklerini de imha eder. Tünel süreci ise "Belirsizlik ilkesinin" kesin bir sonucudur. Hiç bir cisim sonsuza kadar bulunduğu yerde kalamaz; bir başka yere sıçrar. Sıçramayı da Kuantum tünel mekanizması üstlenmiştir (Ahirete intikal).
O zaman karanoktalar, tam tersine aknokta hâlinde patlayarak açılırlar. İşte bu durum da kuazarları ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle karadelik ve akdelik iç içe aynı şeydir. Bu ayrılığın nedeni aknokta, sonucu karadeliktir.
Demek ki kuazarların öncesindeki evren sarmalında [sardamında ?] da ayrık bulutlara bölündüğü ve içlerinde mini karanoktaların odaklandığı bir mini GÖK KATMANI daha vardır.
Böylece bir tek dehşetli Big Bang=Yaratılış patlaması, 200 milyar kadar mini patlamalar yapan karadelikleri oluşturarak, milyonuncu yılda "Seconder Bangs" hâlinde patlayan ve iz bırakmayan çekim odaklarını oluşturdular.
Öyleyse evren, en başta bir büyük patlamayla iğne ucundan küçük bir KUTUR'dan fışkıran bir kozmik aknoktacıktı. Bu patlama şiddetinin etkinlikleri de mini karanoktacıkları oluşturdu. Bunlar evrenin tek bulutunu yüzmilyarlarca ayrık bulutlara böldüler ve milyonuncu yılda bu mini karanoktaların sonları geldi. Bunlar patlamaya başladılar. Hawking'e göre bu patlamalar hâlen sürmektedir ve galaksimizde en az bir milyon karanokta olduğu da matematiksel analizlerle ispatlanmıştır.
ŞEKİL - 8
GEZEGENLER ARASI EVREN : Uzay sondaları onu araştırıyorlar. 21. yüzyıl içinde sistemimizin sınırlarına varacağız.
Burada sıvı roketleriyle uzay uçuşlarının şimdiye kadar neler yaptıklarını görüyoruz. Aya çıkan insanlar, Mars ve Venüs'e iniş yapan sondalar, Jüpiter ve Satürn, Uranüs'ün yanından geçerek fotoğraf çeken sondalar. Yeni daha hızlı iyon-roketleriyle güneşten hemen hemen altı milyar km uzakta olan Pluto'ya bile erişecektir.
ŞEKİL - 9
YILDIZLARARASI EVREN : Yanımızdaki güneş sistemlerine önümüzdeki yüzyıllarda roketlerle varılacaktır.
Foton roketleriyle -saatte 200.000 km hızla- duran yıldız "Proxima Centauri"ye gitmek kabil olacaktır. Uzaklık 4,3 ışık yılı. Bugün ışık ışınlarıyla işletilebilecek bir Foton roketi tasarımı gerçekleştirilebilir.
ŞEKİL - 10
GALAKSİ İÇİ EVREN : Dışarıya çıkabilmek için bir kaç bin ışık yılının geçmesi gerekecekti.
Samanyolu'nun çapı 100.000 ışık yılı olarak tahmin edilmektedir. Güneş sistemimiz onun dar bir yan kolunda bulunmaktadır. Teorik olarak uzay uçuşlarıyla Samanyolu'ndan ayrılmak kabildir: Eğer yaklaşık ışık hızı elde edilebilirse, zaman hemen hemen duracak demektir.
ŞEKİL - 11
GALAKSİLERARASI EVREN : Büyüklüğü 10 - 40 milyar ışık yılıdır.
Işık hızı ile bile evrenin bu uzaklıklarına yapılacak bir uçuş birkaç milyar yıl sürecektir. Rokette zaman tamamıyla duracağı için böyle bir uçuş her şeye rağmen düşünülebilir.
ŞEKİL - 12
DÖRT BOYUTLU EVREN : Kendi üzerine dolanıp bürünen evren 7 sarmaldan [sarmal sardamdan ?] oluşur. Zariyat 47. ayetteki gibi nabız biçiminde atarak bürülüp dürülmesini "Açmakta" yani "Genişlemekte"dir.
Dört boyutlu evren: İnsan ne kadar hızlı uçarsa uçsun hedefe varamaz, gerisin geriye geçmişe döner. Eğer insan bir gün ışık hızından daha fazla bir hızla uçabilse bile, bir mekân sarmalının [sardamının ?] içine düşerdi. Basit ışık hızında olduğu gibi zaman durmaz, gerisin geriye giderdi. Bu kurama göre evrenin sınırlarına hiç bir zaman erişilemez.
* Şekiller Asimov'un orijinal makalesinden alınmıştır.
ŞEKİL - 13
EVRENİN GENİŞLEMESİNİN BİR BAŞKA GÖSTERİMİ
Evren tek biçim olarak, kendi üzerine dolanan bir salyangoz biçiminde en küçük noktadan (Zerreden) en büyük sonsuza (Kürreye) genişlemektedir. Genişlemeyi çap= Kutur belirler. Burada en içte sonsuz küçük Big-Bang aknoktacığı yardır. Evren giderek genişlerken soğumaktadır. Tonların grileşmesi bunun anlatımıdır. En dıştaki sembolik küre, şimdiki aktüel evrendir ve galaktik evren diyebiliriz. Daha içerideki ise "Dünümüz" olan Seyfert galaksileri dönemidir. Onun öncesinde salt kuazarlar dönemi bulunmaktadır. Evrenin bir milyon yıl önce her noktası güneşten 50 kat parlaktı. Şimdi ise tamamen kararmıştır.
Dostları ilə paylaş: |