1 nolu yazim komisyonu tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 8,47 Mb.
səhifə54/111
tarix18.05.2018
ölçüsü8,47 Mb.
#50715
növüYazi
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   111

Diğer bir boyutu: Çokça tartışılıyor, bizler çok da rahat değiliz gerçekle buluşma noktasında. Gerçekle buluşmak için devletlerin tercih ettiği iki yöntem var:

Bir: Faillerin de kendilerini ifade… Yani, olayların hep mağdurları konuşuyor ki bizim de ülkemizde organizasyonlar, insan hakları organizasyonları mağdurların kendilerini ifade etme olanaklarını yaratıyor ama faillerin konuşacağı mekanizmaları ortaya koymuyoruz. Ki, zaten failler konuştuğunda devletin baskısı altında hissediyorlar. İşte, Ayhan Çarkın konuştu ama şu an cezaevinde. Yani böyle bir süreç de var. O yüzden faillerin de mağdurlar gibi kendilerini ifade edebilecekleri ve açıklamalarıyla geçmişe ışık tutarak gelecekte aynı hataların yapılmasını engelleyecek bir mekanizmanın ortaya konması gerekiyor. Bunu da ancak devlet yapabilir. Ne insan hakları örgütleri yapabilir ne mağdurlar bunu tek başına söyleyerek yapabilir. Dünyada bunu iki yöntemle devletler kabul etmiş bu çalışmaların sonuçları itibarıyla, hakikat çalışmalarının sonuçları itibarıyla.

Bir: Faillerin de konuşacağı mekanizmalar hazırlamış ve yargının önünü açmış. Yaşanan hiçbir hukuk… Bütün devletler hukuk devleti ama yaşanan hukuksuzlukların yargıya konu olmasının önünü açmış, mekanizmaları açmış, bizde de -örneklerini Sevgi Hanım ifade etti- bu örnekler var. Ama bir duruşmasını izlemenizi isterdim JİTEM dosyasının. Hükûmet bu konuda bir kararlılık ortaya koyunca… Yani ilk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir kararlılık ortaya kondu. Silopi’de, Şırnak’ın çevresinde -ki, bir dönem orası Şırnak cumhuriyeti olarak ilan edilmişti- ülkede uygulanan hukuk orada uygulanmıyordu ama devlet buna karşı sessiz kaldı ve o dönemin yürütücülerinin, orada askerî yöneticilerin bugün belki bir kısmı yargılanıyor ama oradaki pratiklerinden dolayı yargılanmıyor. Bu da ayrı bir sorun ve JİTEM dosyasının sadece bir duruşmasını izleseydiniz… Devlete inanarak, devlete güvenerek “Bir yüzleşme süreci sağlanacak, ben konuşursam failler yargılanacak.” diyen insanlar gelip mahkemede Diyarbakır Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde, Şırnak’ta, Silopi’de, Beytüşşebap’ta gidip savcılıklara verdikleri ifadelerden geri döndüler. “Hayır, biz böyle bir ifade vermedik.” dediler çünkü korunamadılar dışarıda. Bunun sadece “Gelin, konuşun” demekle olmayacağını hepimiz biliyorduk çünkü yıllardır devam eden bir şey. Ama bu koruma olmayınca o mağdurlar söylemlerinden, ifadelerinden geri dönmek durumunda kaldılar. Hepsi geldi, birçoğu katillerinin gözünün içine baktılar ve dönmek zorunda kaldılar o ifadelerinden çünkü can güvenlikleri yok.

İkincisi, en önemlisi: Tazminat hukuku. Bir yandan yargının önünü açarsınız, bir yandan tazminat ödersiniz. Bizde tazminattan ciddi bir kaçış vardı ama sizler de biliyorsunuz, bir yasa var, tazmin yasası, 5233’ü söylüyorum. Ben bir hukukçu olarak sordum, şu ana kadar ödenen tazminatların kategorilerini sordum, henüz İçişleri Bakanı bana cevap vermedi. Belki o bile tek başına bizim geçmişle yüzleşmemiz için bir materyal olabilirdi ama İçişleri Bakanlığı henüz bu konuda bir cevap vermiş değil.

Kaçı faili meçhul, kaçı kayıp, kaçı yargısız infaz, kaçı gözaltında işkence? Bunların hiçbirinin bir dökümünü elde edemiyoruz resmî açıdan. Diyeceksiniz ki: ‘Türkiye Cumhuriyeti niye bunu resmî olarak sunsun? Yarın öbür gün farklı güçler bunu kullansın, ‘Sizde demokrasi yok.’ desin.” Bence bununla zaten Türkiye Cumhuriyeti baş etmeli bu gerçekle çünkü bunlar yaşandı, var. Musa Çetin örneği, bugün Mardin’de yeni bir dosya açılıyor, ama Şükran Aydın dosyası -sanırım Rıza Bey bilir- Türkiye’nin gözaltında tecavüzden yargılandığı ve mahkûm edildiği bir dosyadır. Sanığı da kendisidir. Cezalandıramadık. AİHM’de tazminat ödemesine rağmen Türkiye ve yasal düzenlemeler gereği Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmasına rağmen biz Musa Çetin’i bir tek duruşmada dinleyemedik. Ama o duruşmayı takip ettiğimiz için biz hukukçular tehdit aldık. Böyle bir süreçle karşı karşıyayız. “Ama niye bunda bu kadar ısrarcıyız?” derseniz, ben toplumsal barışın ancak böyle sağlanabileceğine, dünya örneklerinde de böyle olduğuna ve Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşerek ancak geleceğini aydınlatabileceğine inanıyoruz. Gerçeğimiz bu ve bunda da ısrarcı olacağız. Ama öyle, ama böyle. İnsan hakları kuruluşları içerisinde yaptığımız çalışmalarla, mağdurlarla, faillere ulaşma noktasında yaptığımız çalışmalarla bunu gerçekleştireceğiz.

Diğer bir boyutu: Biz herkes açısından… Bakın, o coğrafyada sadece devletin güç aygıtlarının, kamu adına güç kullanma yetkisine sahip kolluk güçlerinin yapmış olduğu hak ihlalleri yok. Bir tek o değil yani, bizzat PKK’nin de yapmış olduğu hak ihlalleri var. Bunları da araştıralım. Yani zannetmeyin ki biz bir gerçeğe ulaşma bilgisi istiyorsak sadece…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Hepsi yargılansın.

AYLA AKAT (Devamla) – Hepsi yargılansın, hepsine ışık tutalım, hepsini aydınlatalım. Bugünkü haberlere bile baksanız, geçmişten sebeplenerek bugün konuşmaya çalışan güçler var. Bunların hepsini bir tarafa bırakalım. Bunu Türkiye Cumhuriyeti istemeli. Bunu yapalım ve hani, sorumlular nasıl… Güney Afrika örneği gibi olabilir. Bir cezalandırma olmaz, amaç faillerin konuşması olur, bu toplumun tamamını tatmin etmez. Güney Afrika toplumu bugün “Siz, işte, failleri konuşturdunuz, biz onları affettiğimizi, bağışladığımızı karşılıklı olarak birbirimize söyledik ama siz bir dönemin soykırıma uğrayan, bir dönemin işkencelerden geçirilmiş neslini görmezden geldiniz.” diye eleştirilere tabi olabilir. Ama ben oradaki sistemin uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Affedecek olan devlet değildir. Affedecek olan tabii ki fail ile mağdurdur, birbirini affedecek… Bunun mekanizmalarını hep beraber, güçlü bir şekilde örmemiz gerektiğine inanıyorum ve Türkiye'nin geçmişinde yüzleşmesi gereken bir darbe süreci, yüzleşmesi gereken bir katliamlar süreci, yüzleşmesi gereken bir savaş gerçeği olduğuna inanarak bunu söylüyorum. Bilerek, inanarak bu coğrafyada, bu coğrafyanın bir parçası olarak da kendimi görerek… Siz “Kendi vatanımda…” dediniz, ben de bu coğrafyanın bir parçası olarak kendimi görerek bunu söylüyorum. Hâlâ gönüllü, ortak vatanda eşit, özgür birliktelikten yana olarak bunu ifade ediyorum.

Diğer bir boyutu: Bizler sorduk, önemliydi bizim için, Şeyh Sait’in mezarının nerede olduğu, Seyit Rıza’nın mezarının nerede olduğu, Saidi Kürdi’nin mezarının nerede olduğu bizler için önemliydi. Sorduk ama hâlâ toplumumuz bu insanların, bu şahsiyetlerin…

FARUK BAL (Konya) – Ağcabey’in mezarını da biz bilmiyoruz.

AYLA AKAT (Devamla) – Efendim?

FARUK BAL (Konya) – Ağcabey’in mezarını…

AYLA AKAT (Devamla) – Mutlaka öğrenelim.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Öğrenmek lazım.

AYLA AKAT (Devamla) – Öğrenmek lazım. Niye bundan kaçalım? Niye bunu bilmeyelim? Niye bu toplum hafızasızlaştırılsın, kimliksizleştirilsin, unutmaya mahkûm edilsin? Unutmanın sonuç verdiği bir tek, dünya coğrafyasında bir tek ülke yok. En sistematik olanında Almanya ısrar etti, savaştan, savaş gerçeğinden kaçmakta ısrar etti ama en nihayetinde aradan altmış yıl geçti, yine savaşla yüzleşti. Unutmanın fayda ettiği hiçbir toplum yok, unutturulamamış da zaten.

Ben kendi toplumumun gerçeğini öğrenmek kadar, tabii ki içinde bulunduğum coğrafyanın tüm bileşenlerinin gerçeğiyle de yüzleşme arzusu içerisinde olduğum için… Burada ifade edildi. Biz Ermenilerle ilgili şunu ifade edelim: Ülkenin doğusunda yaşananı bir Doğu Anadolu, bir de Güneydoğu Anadolu açısından değerlendirmek lazım. Çünkü bir coğrafyasında zulmün tarafı farklıyken, diğer bir coğrafyada zulmün tarafı farklı. Benim ilçem Diyarbakır’ın Eğil ilçesi. Ermenilerle birlikte, Kürtlerin Ermenilerle birlikte yaşadığı coğrafyadır. Dedem, bize şey dediler: “Ya siz onları öldüreceksiniz ya onlar sizi öldürüp bu toprakları alacak.” Ve bizim şansımız yoktu. Hangi kışkırtma, hangi gerekçe buna neden oldu bilmiyoruz ama tabii ki Eğil’deki uçurumların açılmasını isteriz. Hangi uçurumdan atıldıkları biliniyor. O uçurumların araştırılıp çıkartılmalarını isteriz, geçmişimizle yüzleşmek isteriz, o halktan özür dilemek isteriz. Bu erdemi, onlar, Doğu Anadolu’da Müslümanlara şiddet uyguladıklarında, katlettiklerinde, bu erdemi onlar gösterip özür dileyebilirler mi? Bilmiyoruz. Ama biz bununla yüzleşmek isteriz. Bu gerçekle yüzleşip özür dilemek isteriz.

Bir diğeri, çok rahat olmuyor, hukuk devleti deyip çok rahat gelişmiyor. Ben daha stajyer avukatken Diyarbakır İnsan Hakları Derneğinde -kapalıydı- Osman Baydemir’le beraber aynı büroda çalışıyorduk, avukatlık ruhsatımı aldığım günlere denk düşen bir süreçte çok sayıda kayıp başvurumuz vardı. Denk düşen bir süreçte bir telefon aldım, Şırnak’tan bir savcımız aradı, dedi ki: “Sizin elinizde altmış-altmış beş yaşlarında, muhtemelen karı koca olabilir iki şahsa ait bir kayıp başvurusu var mı?” Ben de şubemizin kapalı olduğunu ama genel merkez üzerinden kendilerine bilgi vereceğimi ifade ettim. Araştırdım, vardı başvuru, savcı beye ilettim. Daha sonra, savcı bey aileyi görmek istediğini söyledi. Diyarbakır Emniyetine yazı yazmış, yaklaşık bir yıllık bir yazışma var. Emniyet aileyi bildiği hâlde, gidip aileye “Gelin, savcı sizin ifadenizi almak istiyor, size bazı fotoğraflar gösterip teşhis yapmak istiyor.” dememiş, yapmamış bunu; ki, o coğrafyada, 98 itibarıyla -ki,96’ya kadar kayıp vakası vardır- ben 96’da bu bahsettiğim şahısların, karı kocanın, altmış-altmış beş yaşında, Mordeniz ailesi, onların gözaltına alındığı tarih ile benim gözaltına alındığım tarih aynıydı, ondan da bir yakınlık vardı, böyle bir gerçeklik var. Daha sonra fotoğrafla teşhis yapıldı. Biz aileye ulaştık. Gidildi, Cizre Savcılığında fotoğrafla teşhis yapıldı. Tabii, cenazelerin nerede olduğu ve nereye gömüldükleri belli olmadı. Yasalarımızla yer verildiği, yasalarımızda kanunla düzenlendiği hâlde yok kenarına atılmış, işkenceden geçirilerek öldürülmüş yol kenarına atılmış cesetlerin mezarlıkta nereye gömüldüğü, ada-parsel numarası belirtilerek işaretlenmemişti. O yüzden, biz o insanların kemiklerine ulaşamadık ama aile şunu gördü ki o fotoğraflardan, anneleri babaları, altmış-altmış beş yaşlarında, işkenceyle öldürülmüş, fotoğraflar çekilmiş, savcı bey bunu gösterdi. Dosya üzerinden, beş altı dosyada biz bunu yaptık ama daha sonra, Savcı Bey bu konuda daha fazla adım atamadı.

Tabii, aradan yıllar geçti, ben o savcıyla, İlhan Cihaner’le karşılaştım. Böyle bir gerçeklik var. Tabii “Karşılaştım” derken, dosyasıyla karşılaştık, Türkiye kamuoyuna yansıyan dosya itibarıyla karşılaştık, daha sonra da vekiliz şimdi, sohbet etme şansımız da oldu. Benim için, yeni başlayan bir avukat ve o coğrafyada, savaş coğrafyasında büyüyen bir genç olarak bir savcının bununla ilgilenmesi çok anlamlıydı. Sonraki hayal kırıklığını da kendisine ilettim. Bu ayrı bir şey yani aramızdaki tartışmalar itibarıyla ifade ediyorum ama burada ne o savcıyı koruyabilirsiniz; ki, kendisinin evi taranmıştır bu dosyalarla ilgilendiği için.

“Burası Şırnak cumhuriyeti, ben buradayım.” diyen şahıs, aylarca hastaneden mahkemeye gitmemiştir yani hapishaneye gitmemiştir, hapishaneye gittikten sonra yargı önüne çıkarılmadan geçen ay itibarıyla tekrar hastaneye götürülmüştür ve bizimle ilgili Levent Ersöz’e, o coğrafyada, Şırnak’ta yapmış olduğu uygulamalarla ilgili daha tek soru yöneltilmemiştir, tek soru.

Biz tabii ki inanıyoruz, inandığımız bir şey için bunun Anayasa’da yer alması gerektiğini söylüyoruz. Eğer bir geçmişle yüzleşme süreci ülkeyi zor duruma sokacak düşüncesinde olsaydık hiç böyle bir şeye girmezdik ama biz geçmişle yüzleşmenin, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha da yücelteceğine inanıyoruz. Bizimle ve kendi içerisinde barındırmış olduğu tüm etnik kimlikler, dinler, inançlarla bir toplumsal barış ekseninde ortak yaşamı inşa etmesinin temel koşulu olarak görüyoruz. O yüzden hakikate, gerçeğe ulaşma bilgisini bu süreçte, hakikate ulaşamamış tüm çevreler açısından bir sonuç arz etmesi için “Anayasa maddesi çıkacak ama şundan sadece şu kesim yararlansın, şu mağdur kesim” öyle bir gerçeğimiz yok, öyle bir bakış açımız yok. Bizim böyle bir anayasal düzenlemenin Türkiye’de toplumsal barışın inşasında önemli bir rolü olduğu inancıyla yer alması noktasında önerimiz var.

Tekrar sunuyoruz.

FARUK BAL (Konya) – Son bir cümle söyleyebilir miyim.

Hukuk düzeninde geçmiş olaylarla ilgili hakikati belirlemeye tek yetkili organ vardır, o da hukukun üstünlüğünün gereği olarak bağımsız ve tarafsız yargının vereceği karardır. Geçmiş olaylarla ilgili gerçeği belirleyebilecek, hakikati belirleyebilecek tek organ budur. Bunu tespit ettikten sonra, ikinci olarak bunun dışında gerçek yok mudur? Elbette vardır. Bunun dışında olabilecek gerçekler hukuk düzeninde herkesin inanabileceği gerçek değildir ama hukukun verdiği kararı herkes saygıyla karşılamak zorundadır.

Şimdi “Hakikat hakkı” adı altında biraz önce ifade edilen gerekçeleri dinlediğimiz zaman, hukuk devletinin dışında, yargının dışında birileri hakikat inşa etsin veya hakikat bulsun. Böyle bir mantık olabilir mi? Böyle bir mantık olamaz. Elbette ki, birtakım olayları araştırmak, soruşturmak mümkündür ama bunun hakikat olarak topluma sunulması yanlıştır. Çünkü onun hakikat olup olmadığını sadece o ilan edebilir, onun dışındaki herkes “Bu hakikat değildir.” deme hakkına sahiptir. Şimdi hakikat diye ortada “Hakikati araştırma” adı altında birtakım işler de yapılıyor, şu anda da yapılıyor Türkiye’de.

Böyle bir anayasal hak olmamakla birlikte darbeler araştırılıyor. Araştırılsın, ne güzel ama ben televizyonları izliyorum, pehlivan tefrikası gibi herkesi hikâye anlatıyor orada ve benim intibaım o ki, belirli bir şekilde arkadan yürüyecek yargıya iz açıyor. Önceden yapılan bu araştırma yargının o izden yürümesi hâlinde bağımsızlığı ve tarafsızlığını etkileyecektir. Yarın “Hakikati araştırıyorum.” diye ortaya çıkan insanlar da aynı şeyi yapar. Hukuk devletinde tek yetkili makam olan hakikati belirlemeye ilişkin yargının vereceği karar ondan etkilenirse ne olur, onunla çelişirse ne olur? O zaman, bütün dünyadaki gerçek dediğimiz kavramı üzerinde tartışıp ortaya çıkaralım.

Üçüncü bir örnek vereceğim. Dün bomba gibi patladı, gizli bir tanık ben filancayım diye kendisini ifşa etti. Ne söyledi, ne etti bilmiyorum ama benim zihnimde şöyle bir durum var: Bir grup ellerine silah alıp dağa çıkıyor, stratejik hedef olan ülkelerin katkısı, desteğiyle Türkiye'nin toprağından toprak, vatandaşından vatandaş bölmek için adam öldürüyor, o bölgenin insanını kendi yetkisini kabul ettirmek, kendi gücünü kabul ettirmek için katlediyor, bununla mücadele edenlerin bir kısmı da bugün bunun verdiği ifadeden dolayı hapiste. Ben, bunu böyle algılıyorum. O adam darbeci olabilir, ayrı bir konu ama içinde darbeci olmayanlar da var, kurunun yanında yaşlar yakılıyor. Hakikati araştırıyoruz diye böyle ortaya çıkacak negatiflerle geçmişi tahrif, geçmişte yaşanmış birtakım olayları yargı dışında birtakım odakların ışığıyla aydınlatmaya kalkarsak o, hakikat yerine tam bir karanlığa götürür bizi.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun Şevki Bey.

PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Bir kere hakikat hakkı diye bir kavram literatürde var mı? Çünkü gerçeklere ulaşma yerine başka bir ifade kullanılabilir mi?

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – “Hakikate erişim” de denebilir, evet.

PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ - Çünkü “Hakikat hakkı” bana çok garip geliyor, oturmuş bir kavram değil.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Doğru “Hakikate erişim” de diyebiliriz.

PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ- Yani “Hakikat hakkı” bu yönüyle böyle.

İkincisi, Türkiye’de faili meçhuller ve geçmişte yaşanan hukuksuzluklar, darbe de buna dâhildir, başka bir sürü olay dâhildir ya da geçmişlere kadar da gittiğiniz an daha farklı örnekler de verilebilir, bu bağlamda hepsi düşünülebilir ama ben de Faruk Bey gibi düşünüyorum. Bunlar, Türkiye’de hukuk devleti kültürünün yerleşmemesiyle doğrudan alakalı olan hususlardır yani cumhuriyetin kurulduğu dönemle bugünkü dönem aynı dönemler değildir, 1960’lardaki hukuk devleti algısıyla veya 1990’lardaki hukuk devleti algısıyla bugünkü hukuk devleti algısı da aynı değildir ve Türkiye’de böyle unutmaya doğru değil, tam tersine, o yaşananları yargılamaya, sorgulamaya yönelik bir kültür gelişiyor, bir bilinç var ve şükür ki -aksaklıklar, bir sürü var tabii ki bu süreçte ama- yargı da bu doğrultuda hareket etmeye gayret sarf ediyor. O nedenle, gidişat iyi yöne doğru ama mesele şu: Anayasa’ya bunu koyduğumuz zaman ne tür bir olumlu katkısı olacaktır? Ben çok fazla bir katkısı olacağı kanaatinde değilim. Zaten, belirttiniz, dünyadaki anayasalardan, Arjantin’de, sizin verdiğiniz örnekte var, diğer ülke anayasalarında yok ama bir sürü ülkede böyle travmalar, vesaireler çok daha ağır bir şekilde yaşanmıştır. Ben yeni bir anayasada bu biçimdeki, hele de bir arada yaşama arzusunu pekiştireceğimiz bir anayasada buna yer verilmemesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyim.

Aynen bir önceki maddede, barış hakkında olduğu gibi, burada da aynı yöntemin takip edilerek bu maddenin geçilmesini öneriyorum.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Özgür Hanım…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Belli ki iki farklı eğilim var bir sürü maddede olduğu gibi, bu maddede de öyle. Çok şaşırtıcı değil yani. Sadece…

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Cumhuriyet Halk Partisinin çok net olarak bu konudaki düşüncesini bilmiyoruz.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Konuşuyoruz. Son şeyde alacağız.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sadece birkaç tane şey söyleyeceğim.

Önce Amerika ya da önce İspanya’nın demokratikleşmesinden öte ben yaşadığım ülkenin devletinin demokratikleşmesini istiyorum çünkü bu ülkede yaşıyorum, bu devlete vergi ödüyorum, buranın kurallarıyla yönetiliyorum. Dolayısıyla, bu devletin demokratikleşmesi benim için çok önemli. Tabii ki, isterim ki, bütün dünya devletleri demokratikleşsin, hepsi geçmişlerinde yaşanan acılarla yüzleşsin. Biz, sadece bir kesimin acısı değil, Ayla Hanım uzun uzadıya anlattık, tekrar etmeyeceğim, bütün kesimlerin yaşadıkları kıyım, kırım, katliam, hukuksuzluk, ne derseniz deyin, sistematik insan haklarıyla yüzleşmesinden yanayız.

Bir hesap sorulmasını istiyoruz gerçekten ama istediğimiz şey emperyalistlerin hesap sorması değil bir ülkede yaşayan vatandaşların devletlerinden ya da başka yapılardan yaşadıkları hak ihlallerinden hesap sormasını istiyoruz gerçekten çünkü bence hesap soran vatandaşların sayısı artarsa biraz daha demokratik bir ülkede yaşarız, böyle bu kadar başına ne gelirse “Benim devletim en iyisi bilir.” diyen değil de hakkını arayan, onu demokratikleştiren bir devlet ve ülkede yaşarız. Bu da fena bir şey olmaz diye düşünüyorum.

Hakikat sadece yargı kararı mıdır? Değil yani hakikat sadece yargı kararı değildir, yargı kararları yasaldır ama bir de meşruiyet tartışması vardır. Meşru mudur mesela gözaltında kayıpların, faili meçhullerin katillerini elleri kollarını sallaya sallaya sokakta dolaştıran, çeşitli mekanizmalarla cezasızlık zırhı ören kararlar meşru mudur? Vallahi, Cizre’ye gidip sorarsanız meşru olmadığını size söylerler, 93 yılında sokaklarda avlanan insanların anneleri, babaları, çocukları bunun meşru olmadığını söylerler.

Hakikati bir bütün olarak düzeltebilir miyiz? Düzeltemeyiz. Bir çocuğun yetim büyümesinin verdiği melankoliyi hiçbir komisyon, hiçbir mahkeme kararı düzeltemez ama şunu düzeltebiliriz: Bundan sonrasında birlikte yaşamaya ilişkin daha umutlu bir iklim yaratabiliriz. Evet, artık eskisi gibi değil, hak hukuk aranıyor, soruluyor, hesap soruluyor ve bir daha yapılmayacak duygusunu yerleştirebiliriz. Yoksa, bunlar bir bütün olarak telafi edilebilecek şeyler değildir gerçekten. Dediğim gibi, bir çocuğun yetim olarak büyümesi acısının telafisi bir parayla, bir özürle, bir kararla ölçülemez yani o, ahlaki düzeyde kalır.

Sorun keşke gramer sorunu olsa Şevki Hocam. “Hakikate erişim hakkı” deriz, bu “Right to truth” un İngilizceden çevrilmesi. Doğru söylüyorsunuz, çok çok iyi bir çeviri değil “Hakikate erişim.” denebilir “Ulaşım” denebilir ama sorun gramatikal bir sorun değil, içeriğe ilişkin bir sorun.

Son bir şey söyleyeceğim. 30 bin Ermeni yurttaşımız yaşıyor Türkiye’de. Bu komisyonun başından beri Ermeni kelimesinin ne şekilde geçtiğini kayıtlardan arattırdım ben. O kadar çok Ermenilerin Türklere karşı yaptığı katliamlar olarak geçmiş ki, kendinizi o 30 bin Ermeni yurttaşımızın yerine koyun, ne hissedersiniz? Yaşadığınız bir ülkedeki, eşit yurttaş olarak yaşadığınız bir ülkedeki sizin etnik grubunuza olan referans, her zaman o grubun yüzyıl önce… Olmuştur da bunlar, eminim, oradan da olmuştur, ben bizim taraftan da epeyce bir şey olduğuna inanıyorum naçizane ama sürekli bununla anılması, zaten kalmış bu topraklarda 30 bin kişi…

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ama devamlı olarak biz bu itham karşısındayız.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL - Ben hiç kimseyi bir şeyle itham etmiyorum.

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Soykırım yaptığımız iddiasıyla karşı karşıyayız. Müsaade edin de…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Tunca Hocam, elbette. Ben başka bir şeyden söz ediyorum ama 30 bin kişi kalmış bir millet sürekli kendisinin bu şekilde anılmasından çok mutlu olmaz. Çok uzun bir tartışma bu, buna girmeyeceğim ama sadece şunu söyleyeceğim son olarak: Ben “Hepimiz Ermeniyiz.” diyenlerdenim, diyenler olabilir, demeyenler olabilir ama onu dedik çünkü bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, kardeşimiz, Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesi için çok emek vermiş birisi, bugün bir anayasa masası kurulduysa onun da emeğiyle kuruldu, Hrant Dink’i koruyamadık, gözümüzün önünde öldürüldü. Onu da saygıyla anmak istiyorum.

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkanım, bir şey söylemek zorundayım.

Bakın, size şunu söyleyeyim: Bizim ne parti olarak ne kişiler olarak Ermenilerle bir sorunumuz yok. Ben doğma büyüme İstanbulluyum ve siz gidin İstanbul’da Ermeni cemaatine Tunca Toskay’ın kanaatini bir sorun. Ben İstanbul’da siyaset yaparken -ki, bunu söylemekten de hicap edeyorum- çok önemli sorunlarını tek başıma çözdüm onların, benim öyle bir problemim yok ama bu Ermeni soykırımı iddiası, bugün 75 milyon Türk milletinin önüne çok değişik mahfillerde devamlı olarak getiriliyor, “Ben Ermeniyim.” diyenlerin bir tanesi de çıkıp bunu başka türlü ele almamız gerektiğini söylemiyor. Bu konuda birtakım sempozyumlar yapılıyor, isimlerini de veririm isterseniz, Osmanlı arşivinden bu milleti haklı çıkaracak şeyleri söyleyebilecek, o arşive hâkim olan üniversite hocaları o sempozyumlara çağrılmıyor.

Bakın, burada bazı şeyleri açık koyalım. Sovyetlerin kurulmasından evvel çok kısa bir dönemde kurulmuş olan bağımsız bir Ermeni devleti var, çok kısa sürdü süresi, on iki ay veya on sekiz ay. Bunun ilk ve tek Başbakanı vardır, soyadı Kaçaznuni, bunun kendisini itham eden Ermenilere karşı savunma olarak yazdığı bir mektup var. İtham da şu: “Sen bağımsız Ermeni devletinden vazgeçtin, Sovyetler Biriliği’nin bir parçası hâline geldin.” diye müthiş bir itham karşısında bu kişi, Başbakan. Kendisini savunmak için yaklaşık 120 sayfalık bir mektup diyelim veya bir belge var. Bu belge, Moskova’da arşivlerde Rusça olarak duruyor, bunun Türkçe tercümesi yapıldı. Bunun ilk 20 sayfasını okuduğunuz zaman bu bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti’nin Başbakanı Kaçaznuni şunu söylüyor: “O coğrafyada biz Rus askerleriyle beraber Müslümanlara saldırdık, onlar da bize saldırdılar, hem bizden hem onlardan ciddi şekilde kayıplar oldu.” Bunu soykırım olarak da nitelendirmiyor bu Başbakan.

Biz devamlı olarak dönüyoruz: “Türk milleti hesap versin, Türk milleti hesap versin.” Türk milletinin hesabı açık.

Yetim büyümeye gelince, kusura bakmayın, şunu da söyleyeceğiz: Yalnız, Cizre’de hakikaten hukuksuz şekilde öldürülenlerin çocuklarına ben ağlarım ama kusura bakmayın da ben, dağda civan gibi, yirmi yaşında Mehmedime de ağlıyorum, onun ailesine de ağlıyorum. Tamam mı?

AYLA AKAT (Batman) – Ona biz de ağlıyoruz.

TUNCA TOSKAY (Antalya) – O zaman, buradaki reaksiyonları iyi şey yapmak…

Ayla Hanım, şimdi burada birbirimize şey yapmayalım, siz ona da ağlıyorsunuz ama bunu yapanlara “Terörist” değil “Gerilla” diyorsunuz ve boyun boyuna geliyorsunuz.

Şimdi, uluslararası hukukta terörist ile gerilla farklı şekilde şey yapılıyor. Bir kişiye gerilla diyebilmeniz için sivil hedeflere o kişilerin kesinlikle saldırmaması lazım, mayın koymaması lazım, tuzak kurmaması lazım, okulları bombalamaması lazım. Bunu yapanlar teröristtir, gerilla değildir. Uluslararası hukukta gerilla sivil hedeflere saldırmaz. Doğru mu değil mi?


Yüklə 8,47 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin